1888’de vefat eden Hâfız Vehbi Efendi’nin 1850’lerde tutmaya başladığı günlüğü, o dönem Osmanlı dünyasındaki birçok hadisenin nasıl meydana geldiğine ve algılandığına dair ipuçları içeriyor. Ancak günlüğü neredeyse benzersiz kılan özellik, aynı dönemdeki bir dizi “önemsiz” sayılan ayrıntı ve yaklaşıma da yer vermesi. Tarih kitaplarında bulunmayan bir dönem ve insan analizi.
Tanzimat dönemi ricalinden Hazine-i Hassa muhasebecisi Hâfız Vehbi Efendi’nin (öl.1888) vezir ciltli, kalın yapraklı günlüğü, Tanzimat yılları için tarihe düşülmüş notlar içerir. Bu zâtın gün-ay-yıl bazen saat de belirterek yazdıkları, birbirinden önemli ve ilginç konuları belgeler: Atama ve terfiler, rütbe ihsanları, aile-akraba haberleri, cariye-köle alım-satımları (bir fermanla yasaklansa da), yangınlar, Feshane, cam ve billur fabrikaları, şiddetli kış, Rus donanmasının Sinop baskını, Mustafa Reşid Paşa’nın oğlu, Sultan Abdülmecid’in damadı Ali Galib Paşa’nın Boğaz’da boğulması, Abdülaziz’in kılıç alayı, kaime (banknot) sürümünün fiyatları üç-beş kat arttırması, Kâbe için kisve-i saadet (örtü) dokunması, konakta misafir edilen Cemaleddin Efganî’nin (öl.1897) “def olup gitmesi (!)”, Vehbi Efendi’nin beylik arabasına koşulan kısrağın –tay almak amacıyla– Ressam Tevfik Paşa’nın Mısır kır atına çekilmesi!..

Hazine-i Hassa muhasebecisi Vehbi Efendi’nin günlüğü.
Elyazması, vefat haberlerinin çokluğuyla da bir tür nekroloji yani “vefeyat” veya “teracim-i ahvâl” mecmuasıdır. Vehbi Efendi, tanıdığı devlet ricalinden vefat edenleri, günü gününe defterine kaydetmiş. 1865 kolera salgınının kentteki kırımına tanık olmuş, sokaklarda düşüp ölenleri görmüş. Kaçışlar sonucu kent neredeyse boşalmış. Yine o yılki Hocapaşa yangınının tahribatını da gözlemlemiş.

Vehbi Efendi’nin anlatıları kısa, verdiği ayrıntılar önemlidir. Aile bireylerinden, akrabalarından, haremindeki eş, evlat ve cariyelerden ölenler için yazdıkları, 19. yüzyıl ortalarında varsıl bir İstanbul ailesinde gündelik yaşamın matemlerle nasıl karardığını da gösterir. Ölümler, çocuklar ve gençler için daha sıktır. Bu durum, toplumsal ve ekonomik yapı açısından da önemlidir. Dahası, günlük sahibinin servet değerindeki genç ve güzel cariyelerinin göçüşlerine ah’lar sıralaması da boşuna değildir. Zira o günün değerleriyle safkan bir binek atından daha pahalı olan bir cariyenin ölümü, yüreği kadar kesesini de yakmıştır!

Günlükten sayfalar
Topkapı Sarayı’nda son cariyeler.
Bir gerçek daha ortaya çıkıyor: Meğer 1860’lı, 70’li yıllarda Saray hareminde hastalanıp verem tanısı konan cariyeler, görünüşte “Çerağ ettik (çırak çıkardık), hediyemiz olsun. İyi bakın!” tembihatıyla –tabii ki iyileşme umudu kalmadığından– devlet ricâlinin konaklarına gönderilir, böylelikle saray hareminin Meyyit Kapısı’ndan ikidebir cenaze çıkması önlenirmiş! Defterde, yazgısını Vehbi Efendi’nin hareminde noktalayan böyle saraylılar da var. Kendi cariyelerinin ölümüne “ah ah ah ah ah!..” lar sıralayıp ağıtsı cümleler yazarken, saraylıların sönüşünü bir kurtuluş sayarak “Hüve’l-Hallakü’l bâki”(Sonsuz olan Yaratandır) girişli bir-iki cümleyle geçiştirmiş. Örnek:
“Misafireten hasta bulunan Saraylı Pesend Hanım, işbu doksan bir senesi Ramazan-ı şerifinin on üçüncü (24 Kasım 1874) Cuma günü sabahleyin dördü on dakika geçerek Kelime-i tevhid ve Zikrullah ederek vefat etmiştir. Rahmetullah-te’alâ aleyhâ. Müteveffiye-i mumaileyhâ nâzik enzek dünyada emsalsiz güzel bir hâtun idi. Böyle on sekiz yirmi yaşında vefatına ben ve bilcümle ehl-i iman ‘ulûvv-i rahmetullah-teâlâ…”

Cariye Fatma Cemalifer’in ölüm haberi. Konak görevlisi Mehmet Efendi’nin kızı olduğu haberi.
Tanzimat padişahı Abdülmecid’in vefatı
Sultan Abdülmecid’in ölümü, defterin, Hicri 1277-78 (1861-62) olaylarının yazıldığı sayfalardan birinde. Altındaki paragrafta aynı gün ölen eski Rumeli Ordusu müşiri Gâzi İsmail Paşa da anılmış. Karşı sayfada da Abdülmecid’in vefatında hayatta olan sekiz şehzadesi ile sekiz kızının adları yazılı.
Türkiye’nin Avrupa topluluğuna katılmasında tarihsel öncülüğü olan Sultan Abdülmecid’in ölümü için Vehbi Efendi’nin yazdıklarını okuyalım:
“İşbu yetmiş yedi senesi Zilhicce-i şerifesinin bi-hasebi’l-esbâb (nedenlerden ötürü). on yedinci Salı günü (26 Haziran 1861) Sabahleyin iki buçuk saat bir çeyrekde (11.15) Gâzi Sultan Abdülmecid Han Hazretleri irtihâl-i dâr-ı beka ederek (ölerek) yevm-i mezkûrda (aynı gün) saat altı (14.30) kararlarında biraderleri Abdülaziz Efendi hazretleri taht-ı âlî-baht-ı Osmanî’ye cülus buyurub bil-cümle ulemâ ve vüzerâ ve vükelâ-ı ‘İzâm ve bendegân, bi’at buyurduktan sonra saat sekiz buçuk (17.00) kararlarında cennetmekân Abdülmecid Han hazretlerinin naaşı âlây-ı vâlâ ile (merasimle) Bâb-ı Hümâyûn’dan ihraç ile (Topkapı Sarayı’ndan çıkarılıp) Sultan Selim Han (Yavuz) Hazretlerinin türbe-i şeriflerinin kapısı karşısında binasına muvaffak oldukları (yaptırdığı) şehzâdegânın medfun (oğullarının gömülü) oldukları türbeye defn olunmuştur. Rabbimiz ta’alâ hazretleri Sultan Abdülaziz hazretlerini serir-i saltanatta da’im ve tûl-i ömrile muammer buyursun ve merhum-ı müşarünileyh hazretlerine rahmet ve mağfiret eylesin. Âmin bi-hürmet-i Taha ve Sîn (Taha ve Yâsin saygısına).

Sultan Abdülmecid
Merhum-ı müşarünileyh Hazretlerinin müddet-i saltanatları: Yevm mah sene (ölenin gün-ay-yıl saltanatı) 22 (yıl), hin-i vefatta sinni (ölümünde yaşı): yevm mah sene (gün-ay-yıl yaşı): 39”.
O tarihte nüfusu yüzbinlerde olan Payitaht halkı, Beşiktaşlılar, Galatalılar, Üsküdarlılar, cülus toplarından, tellal nidalarından, minarelerde okunan salâlardan Abdülaziz’in tahta çıktığını, dolayısıyla Abdülmecid’in de öldüğünü öğrenmişler. Beykoz’da, Rami’de, Kadıköy’de, daha uzak semtlerde oturanlarsa taht değişikliğini üç gün sonra Cuma hutbesinin Abdülaziz adına okunuşundan öğrenmiş olmalılar. Haberin uzak vilayetlerde, Erzurum’da, Bağdat’ta, Hicaz’da günler, haftalar sonra duyulmuş olması doğaldır.

Ölümünün yazıldığı sayfanın karşı sayfasında, Sultan Abdülmecid’in o sırada hayatta olan sekiz şehzadesi ile dördü evli, dördü sarayda (bekâr) sekiz kızı, yani sultanlar yazılmış:
“Cennetmekân Sultan Abdülmecid Han hazretlerinin terketmiş (geride bırakmış) oldukları şehzâdegânı ve sultânân-ı ‘İsmet-medâranın esâmisi (şehzadelerinin ve sultan unvanlı kızlarının adları):


Şehzâdegân-ı civânbahtân hazerâtı (bahtları açık saygın şehzadeler): Murad Efendi Hazretleri, Abdülhamid Efendi Hazretleri, Reşad Efendi Hazretleri, Kemâleddin Efendi Hazretleri, Burhaneddin Efendi Hazretleri, Nureddin Efendi Hazretleri, Süleyman Efendi Hazretleri.
Sultanân-ı ‘İsmetmedâran Hazerâtı (namus örneği sultanlar): Nuri Paşa zevcesi Fatma Sultan, Mehmed Ali Paşazâde Edhem Paşa zevcesi Refi’a Sultan, Fethi Paşazâde Mahmud Paşa zevcesi Cemile Sultan, Rızâ Paşazâde İbrahim Paşa zevcesi Münire Sultan. Saray-ı Hümayûnda: Behice Sultan, Seniye Sultan, Nâ’ile Sultan, Medihe Sultan”.


Ali Paşa
Mustafa Reşid ve M. Emin Âli Paşalar
Defterin başka sayfalarında vezirlerin, müşirlerin, öncül-ardıl sadrazamlar Mustafa Reşid (öl.1858) ve Âlî Paşa’nın da (öl.1871) ölüm haberleri var. Bu ünlü Tanzimat sadrazamlarının üçüncüsü Keçecizâde Fuad Paşa, İstanbul’da değil Paris’te öldüğünden (1868), Vehbi Efendi’nin defterinde vefat kaydı yok. Bu konuda İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Son Sadrıazamlar adlı eserinde Fuad Paşa’nın ölümünü, bir Hıristiyan yazarın, “Elinde Kur’an-ı Kerim’le ruhunu teslim etti!” diye yazmasına karşılık, Yeni Osmanlıların Paris’te yayımladığı Hürriyet gazetesinde Müslüman bir yazarın “Ölüm döşeğinde Katolik âyini icra edildi” diye haber yaptığını yazarak eleştirmiş.
3 Kasım 1839’da Saray’ın Gülhâne meydanında Gülhane Hatt-ı Şerifi’ni okuyan Mustafa Reşid Paşa’nın vefatı, Sultan Abdülmecid’in ölümünden üç yıl önce, 1858 kışındadır. Hazineye borçları, bankerlerle alacak-verecek ilişkileri olan Reşid Paşa’nın bu yönünü, Hazine-i Hassa muhasebecisi Vehbi Efendi herhalde biliyor ve kendisine pek de sıcak bakmıyordu. Kalp sektesinden ansızın ölümüne üzülmek şöyle dursun, vefat kaydını gözden kaçırmak istercesine, Fodla kâtibi Hâfız Ahmed Şükrî’nin ölüm kaydının altına, karalama denecek çıkma satırlarla sıkıştırmış. Babası, Bâyezid Camii evkafı ruznamcecisi Mustafa Efendi’nin ve aile kabirlerinin Okçularbaşı’nda olduğunu da belirtmeden, merhum paşadan bir “İnna-lillâh ve inna ileyhi râci’ûn”u esirgeyerek:
“Hâlâ Sadrı’azâm Mustafa Reşid Paşa Hazretleri işbu yetmiş dört senesi cemâziyelâhiresinin yirmi birinci Perşembe (7 Şubat 1858) günü saat yedi (01.00) kararlarında irtihal-i dâr-ı beka ederek ertesi işbu yetmiş dört senesi cemâziyelâhiresinin yirmi ikinci Cuma günü Sultan Bâyezid Câmi-i şerifinde cenazesi namazı eda olunarak mahall-i âlî-i mezkûrda (o yüksek yerde) Okçularbaşında kabristan yanında iki bâb dükkân mübâya’ ile der’akab dekâkin-i merkume hedm olunarak (iki dükkân alınıp yıkılarak) müşarileyh hazretleri mahall-i mezkûre (oraya) defn olunmuştur. Fi 22 Ca 74 yevm-i cum’a (8 Şubat 1858)”.
Abdülmecid’den ve Mustafa Reşid Paşa’dan yıllar sonra, Mehmed Emin Âli Paşa’nın ölümünde ise Vehbi Efendi başka bir durumu vurgulamış:
“Bir müddetden berü nâ-imizac (hasta) bulunan Sadrıazâm Âlî Paşa Cemadiyelâhir 288 ve 26 Ağustos 87 (8 Eylül 1871) tarihiyle irtihal-i dâr-ı beka ederek (sonsuzluk âlemine göçerek) na’aşı âlây-ı vâlâ (merasim) ile yani Asakir (askerler) tarik-i ‘aliye meşayihi (tarikat şeyhleri) ve Mevlevi Dergâhı ve Mekke-i Mükerreme ahalisi önünde Tevhid ve salât ü selâm ederek Süleymâniye Cami-i Şerifi Türbe kapısı sol tarafında vâki peder ve maderinin ve ta’allukatının (baba-anne ve akrabası) yanında tehiye kılınan (kazılan) kabre defn olunmuşdur. Vükelâ ve me’mûrîn ve Bâb-ı âlî hûlefâ ve zâbitanı (Bakanlar, kamu görevlileri) vesâire câmi-i mezkûrda hazır bulunmuşlar ise de bâ’de’s-salât-ı zuhur (öğle naması sonrası) cenâze namazını yalnız musalla yanında hazır bulunan cemaat eda edip bi’t-tesadüf câmide bulunan cemaate, müezzinler bulunamadığından haber verilemediği cihetle cemaat-i mezkûre (Paşa’nın) cenâzesi namazının edâsına muvaffak olunamamışdır. Hikmetullah-ı teâla Rabbim cümlemize tevfikat-ı ‘aliyyesini refık eyleye. Amin sümme amin. Dikkat eyle Ya-Hu (!) 21 Ca 288 (26 Ağustos 87 Perşembe).
Vehbi Efendi gibi cemaat arasında bulunan Cevdet Paşa ise Maruzat’ta Âli Paşa’nın cenazesini özetle şöyle anlatır:
“Âlî Paşanın cenaze namazı Yenicami’de kılındı. Lâkin gariptir müezzinler, birbirlerinin seslerini yanlış anlamakla cami içindeki cemaat yoluyla cenaze namazını kılamadılar. Şeyh Osman Efendi tezkiyede üç defa “bu zâtı nasıl iyi bilirsiniz?” diye sorarken arada ‘Büyük bir zat idi. Devlete çok güzel hizmetleri vardır!’ dedi. (ama) Hiç kimseden, lâ ve neam (hayır ve evet) bir cevap duyulmadı. Halbuki cenazenin birinci ve ikinci safı hep paşanın yakınları ile doluydu. Sanki herkesin ağzı kilitlendi. Bu umumi sükut, bulunanlara acayip bir dehşet verdi. Tezkiyesine böyle tam sessizlikle karşılık verilen bir cenaze görülmemiş ve işidilmemişti. Bu hâli görenler, bundan sonra efkâr-ı umumiyeye dokunacak tavır ve hallerden sakınır oldular. Gerçekten de kişi, içinde yaşadığı milletin nefretini kazanması, hem kendisi hem yakınları için büyük mesaibdendir (musibetlerdendir)”.

Saraylı son cariyeler
2. Meşrutiyet’te Anadolu’daki yakınları getirilerek teslim edilen cariyelerden bir grup.
Kolera salgını ve Hocapaşa yangını
Ve Tanrı İstanbulluları terbiye etti!
1865 yılı Osmanlı dünyası için bir felaketler yılı olmuştu. O yıl yaşanan kolera ve büyük yangın hem ciddi can kayıplarına hem de büyük paniğe yol açmıştı.
“İşbu 1282 senesi Muharreminin 19. günü (9 Haziran 1865) Dersaadet’de kolera zuhur etti. Bâd-ı semûm (samyeli) dahi karışarak sokaklarda düşüp ölenler yahut iki saat sonraca vefatı vuku’ bulanlar nihayet şu derecelere kadar şiddet buldu ki hatta günde Bilâd-ı selâse’den (Galata-Eyüp-Üsküdar) bin iki yüz kişi vefat olmuştur ve gayrimüslimlerin bilinemez derecelere varmıştır ve sekeneden (oturanlardan ve taşra ahalisinden) pek çok haneler memleketlerine ve taşralara firar etmişlerdir. İstanbul’da pek az adam kalmıştır. Rabbim Teâlâ ümmet-i Muhammed’in üzerinden def’ ve ref’ eylesin ve vefat eyleyenlere himmet buyursun” (kısaltılmıştır).
Bir sonraki sayfada salgının devam ettiğini yazan Vehbi Efendi, iki ay sonra Ağustos başında Eyüp Sultan Camii’nde Cuma namazına gittiğini, namazdan sonra 11 erkek, 18 kadın için cenaze namazı kılındığını, ölenler ve onların çoluk çocuklarının durumu karşısında çok üzüldüğünü, öğrendiğine göre Cuma namazından önce de bir toplu cenaze namazı kılındığını, daha aşağıda koleranın Haziran ayı sonunda günden güne hafifleyerek günde 17 cenazeye kadar düştüğünü yazmış.
8 Eylül 1865’te Hocapaşa’da çıkan yangının bir kolu Unkapanı’na ilerlerken, bir kolu da Cağaloğlu’nu, Çiftesaraylar’ı, Nuruosmaniye’yi, Divanyolu’nu, Gedikpaşa’yı, Sandıkçılar-İçi’ni yakıp kavurmuş. “İstanbul’da pek az yer kalmıştır” diyen Vehbi Efendi, 18 saat süren ateşte 10 bin kadar ev, konak, dükkân yandığını vurgulayarak kül olan paşa konaklarının adlarını sıralamış. Kolera ve yangın felaketlerini, Tanrı’nın İstanbulluları terbiye etmesine yorarak bir önceki Hicri 1242/M 1826 Hocapaşa yangınını da hatırlatmış.

Beygir karşılığı cariye ticareti
15 yaşındaki Şevkidil Hanım nasıl evlendirildi?

Osmanlı Devleti’nde cariye ve köle alım-satımları 19. yüzyılın ortalarında fermanla yasaklanmış, ancak bu durum fiiliyata geçmemişti.
“….İşbu bin iki yüz seksen üç Muharremü’l- haramının on altıncı Perşembe günü (30 Mayıs 1866) üç bin beş yüz kuruşa ondört onbeş yaşında bir Çerkesü’l-asl beyaz cariye iştira olunmuşdur (Çerkes bir cariye satın alınmıştır) ve ismine Şevkidil tesmiye kılınmışdır (adı verilmiştir). Ve cariye-i mezbure sümününü (cariyenin bedelinin sekizde birini) haremim (eşim) Seniye Hanım kerimesinden müntakil hissesine isabet eden mirasından tesviye etmiştir (kızından kalan miras payından vermiştir) ve câriye onun malı bulunduğunu mübeyyin (belgelemek için) işbu mahalle şerh verilerek işaret kılınmıştır. 16 Muharrem1282/19 Mayıs 1282 yevm-i Perşembe (1 Haziran 1865).
İş bu bin ikiyüz doksan senesi Şaban-ı şerifinin sekizinci (2 Ekim 1873) Salı günü Şehremini’nde Deniz Abdal mahallesinde sâkin esirci Adrumalızâde Trabzonlu Hacı Osman Ağadan Habibe ismiyle müsemma (adlı), bir re’s (baş) beygire (ata karşılık) beyaz (bir) cariyeyi altı bin kuruşa aldım. Mezkûr cariye kendi mal ve mülküm olup ismini Zihnifer tesmiye kılmışdım (koydum) (…) Bu da ihsan-ı Rabbani olup her ni’met-i ilâhiyenin teşekküründen ‘acizim (…)“ 8 Şa’ban 1290 yevm-i Salı (2 Ekim 1873).
Para karşılığı gönül oyunları
‘Mahruhsar Hanım bana varmadı; Rabbim akıllar versin’
Saray’dan misafir olarak gelen Mahruhsar Hanım’ın kendisiyle değil de başkasıyla evlenmesi, Vehbi Efendi’nin kalbini kırmış:
“3 Muharrem 93 (31 Ocak 1876) tarihiyle Saray-ı hümayundan çerağ buyurulup çâkeriye (bana) misafereten gelmiş olan Mahruhsar Hanımın 10 ay 11 gün sonra (11 Aralık 1876), kendisinin bana yazmış olduğu tezkire ve haremlerimizin (eşlerimizin) ısrarı üzere Abdüllâtif Beyin (Sicill-i Osmanî, sf 126, Hazine-i evrak/arşiv müdürü) kaynı, hiçbir yerde müstahdem (görevli) olmayıp ve bir işte bulunmayan, kendi havasına tâlib Osman Şemsi Beye 14 Zilkade 93 (1 Aralık 1876) Cuma günü, bizim vekâletimiz ve Mâbeyn-i hümâyûn Müdürü Mustafa Efendi ve biraderim Emin Beyin şehadetleriyle 4500 kuruş mihr-i mu’accel ve 5000 kuruş mihr-i müeccel ile ‘akd (nikah) olunmuştur. Rabbim akıllar versin. Hanım-ı mumaileyhâ (adıgeçen hanım) müdebbire (tedbirli) ve hânemizin idaresine muktedire bulunduğu ve belki bir zürriyet getirir ümidiyle kendime ‘akd ve tezvice (evlenmeye) çalışmış isem de haremlerimin uygunsuzluğu cihetiyle hanım-ı mumaileyhâ canından bizar oldu. Çaresiz böyle bir herife varmıştır. Bundan sonra benim kalbimin inkisarı (kırgınlığı) cihetiyle cümlesinin hâlini görür ve zeyl eylerim efendim 24 Zilkâde 93 (11 Aralık 1876) yevm-i Cuma”.