Yanlış hatırlamıyorsam yalakalarının diplomatik başarılarını yere göğe sığdıramadığı adamların başında bizim meşhur Şarlman geliyor (ya da Charlemagne, Büyük Karl artık kafanıza göre). Tabii, Şarlman bu şişirmelere inanıyor mu, inanıyormuş görünüp kullanıyor mu ya da en baştan kullanılmak üzere kendi mi uydurtuyor bilmek mümkün değil. Yani evet, bir yandan koskoca imparator olmuşsun, bu kadar saflık çok da mümkün değil gibi.
Çok da ufalamamak lâzım, büyük ihtimâlle Şarlman kendisi hakkında anlatılan şişirmelerin farkındadır. Yani evet, okuma-yazma bile bilmeyen, üstelik bir türlü de öğrenemeyen bir adam ama danışmanlarına öyle “şu kitapların özetini bir anlatın bana” demiyor, her akşam yemek yerken kitapları baştan sona yüksek sesle okutuyor. Ha nedir? O zamanlar imparator olmak için yok üniversite bitirmiş olacaksın, yok intihal yapmayacaksın, yok iki değil dört yıllık mezunu olacaksın gibi gereksizlikler yok. Kılıcını iyi kullanan oturuveriyor tahta. Tabii babası kılıcı iyi kullanıp kontenjandan tahta oturanlar var ama Game of Thrones’tan da bildiğimiz gibi kılıçla koltuğa oturan, evladını da kılıçla yaşayacak şekilde yetiştiriyor.
Şarlman, eğer aklımda yanlış kalmadıysa, kıta Avrupa’sında birlik ve beraberliği sağlamıştı. Bu “birlik ve beraberliği sağlamak” 8-9. yüzyıllarda genellikle rakipleri öldürüp şehirlerini yağmalayıp ele geçirmek ve yerle bir edilen mahallelerin, köylerin üzerine TOKİ’ye toplu konut yaptırmak anlamına geliyor. Ama yine de Şarlman o kadar insafsızlaşmamış, ele geçirip yağmaladığı şehirlerin farklı diller konuşan halklarına ve tarihsel dokularına zarar vermemiş diye biliyorum. İşte kıta Avrupa’sında birlik ve beraberliği sağlayan Şarlman bu hâkimiyetini bir de Papa’nın desteğiyle taçlandırmak isteyip Kutsal Roma İmparatorluğu’nun temellerini atıyor ve o dönemin dünyasındaki üç büyük güçten biri oluyor.
Diğer güçler nedir diye baktığımızda resmen en iyi üçüncü olmanın bile çok zor olduğu bir ölüm grubu görüyoruz. Bir tarafta (bugün tarihçilerin “Sen de Roma İmparatorluğu’sun, o da Roma İmparatorluğu, bari biz sana Bizans diyelim de karışmasın” dediği) Roma İmparatorluğu’nu, Bizans’ı önce küçük yaştaki oğlu yerine, daha sonra da bizzat yöneten İmparatoriçe Irene’yi, diğer tarafta da grup lideri olarak Abbasi hükümdarı Harun Reşid’i görüyoruz. Şarlman kendi Öz Hakiki Roma İmparatorluğu’na rakip olarak Bizans’ı gördüğü için Irene’nin “Din kardeşiyiz gel birlik olalım,” çağrısını görmezden geliyor ve üç kişilik bir elçi heyetini Bağdat’a gönderiyor. Dört yıl sonra üç kişilik heyetten sadece bir tanesi yanında bir fille geri dönüyor.
Tabii o zamanlar cep telefonu yok, adamı gönderiyorsun, gelene kadar bekliyorsun; yolda ne olduğunu da hiç bilmiyoruz, artık giderken mi öldüler, gelirken mi öldüler, yoksa “Usta sen bizi yok yaz, biz burayı beğendik burada kalacağız” diye dönmek mi istemediler… Zaten şimdi eğri oturalım doğru konuşalım, koskoca Şarlman seni Bağdat’a gönderecek, dört yıl sonra elinde bir fille çıkageleceksin; benim aklıma çok yatmıyor doğrusu. Şimdi Google Maps’e sordum, Aachen’den Bağdat’a yürüyerek 36 günde gidersin dedi. Günde sekiz saat yürüyelim deseniz aşağı yukarı üç ayda Bağdat’tasınız, ki koskoca Şarlman’ın da elçilerini Bağdat’a yalınayak başı kabak gönderdiğini zannetmiyorum. Hiç olmazsa altlarına at, ceplerine harçlık vermiştir de göndermiştir.
Sonradan Harun Reşid’in Şarlman’a hediye ettiği fil işi büyüyor, koskoca kilise orglarından altınlı zümrütlü çanak çömleğe ve Kudüs şehrinin anahtarına kadar bir alay şey ekleniyor. Ayrıca Harun Reşid tarafından bu anahtarla birlikte Kudüs yönetiminin de Şarlman’a verildiği de söylenmeye başlanıyor. Hesapta dev diplomatik başarı ama Abbasi kayıtlarında bir satır yok. Üç kişilik heyet gitmiş, heyetten biri anca dört yıl sonra geri dönmüş, valla nereden baksanız şaibe akıyor. Ama yemişler işte ve hatta yedikleri yetmiyormuş gibi 19. yüzyıla kadar da Kudüs bizim yok sizin diye gargarasını yapmışlar. Şimdi ben kimseye cevap hakkı doğsun istemem ama Şarlman kusura bakmasın, ben olsam yemezdim. Ha fil güzel ama artık nereden buldularsa.