Kasım
sayımız çıktı

Kafir Saul oldu mu Aziz Paul!

Eğer yanlış hatırlamıyorsam, dünya tarihinde din ve dinlerin ağırlığının son derece belirgin bir şekilde hissedilmeye başlaması Hıristiyan dininin azizlerinden Paul’ün önce Hıristiyan olup sonra da Hıristiyanlıkta glasnost ve perestroyka çalışmalarına girmesiyle beraber. Aziz Paul, aslında daha önce adı Saul olan ve Hıristiyan halkına zulüm üzerine zulüm eden bir şahıs. Bildiğim kadarıyla kendisi Tarsus’un çocuğu. Ama bir gün yine her zamanki gibi Hıristiyanlara zulmederken rüyalanıyor falan artık biz kendisinin yalancısıyız, zulmü bırakıp din değiştiriyor. E sonra da, tıpkı Cat Stevens’ın Yusuf İslam, Ferdinand Lewis’ın Kerim Abdülcabbar olması gibi; bizim Saul da Hıristiyanlığı kabul edince adını Paul olarak değiştiriyor.

Ha ama asıl üzerinde durmamız gereken, illa gerekiyorsa yani, Paul’le beraber Hıristiyanlığın Yahudilere özgü bir yapıdan bütün dünyayı kapsayan, evrensel bir nitelik kazanmaya başlaması, daha önceden biraz adam seçerken bu noktadan sonra “Gel, ne olursan ol gel, ister Yunanlı, ister Romalı ol; ister Kenanlı ister Ermeni ol, yine gel” demeye başlaması. Bir noktada, artık ağzından çıkmış mıdır bilmiyorum ama Paul’ün (yani daha önceden Saul adıyla bildiğimiz kişi, bir tür TAFKAP ya da FYROM gibi) “Gerçek Hıristiyanlık bu değil,” diyerek dini bütün dünyaya açması.

E böyle olunca tabii ne oluyor? Roma topraklarında yaşayan halk yavaş yavaş Hıristiyanlığa geçmeye başlıyor ve artık bizim en çok da ‘Yedi Uyurlar’la bildiğimiz Roma’nın Hıristiyanlara zulüm operasyonları başlıyor. Yalnız nasıl ki 28 Şubat bin yıl sürmediyse bu zulümler de sürmüyor ve bir noktada işlerin sarpa sardığını gören zamanın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmparator Konstantin bu zulmü durduruyor. 300’lü yılların başında “Kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz, bu çağda ayrımcılık olacak iş mi?” diyerek Hıristiyanlığı serbest bırakan Konstantin, kısa süre sonra halkının büyük kısmının Hıristiyan olduğunu görüyor. Kendisi de bizzat Hıristiyanlığa geçti mi geçmedi mi hâlâ tartışılsa da “Gerçek Hıristiyanlık bu değil” diyenlerden biri de Konstantin oluyor ve imparatorluk topraklarına yayılan bu yeni din konusunda her kafadan bir ses çıktığını görerek İznik Konsili’ni topluyor ve tartışmalı dinî konulara bir son veriyor.

Evet, Hıristiyanlık Roma topraklarında özgürce yayılmaya başlıyor başlamasına ama küçük bir sorun var. Daha önceden hemen her işleri için kendi küçük tanrıları olan Romalılar, dünyadaki bütün işlerle tek bir tanrının ilgilendiği fikrine o kadar kolay alışamıyorlar. İlginç bir şekilde her mesleğin ayrı bir azizi olması durumu da, üç aşağı beş yukarı bu döneme rastlıyor zaten ve eskiden, atıyorum bir çilingirler tanrısı varken, tek tanrılı dönemde kendisi açığa alınıyor ve bir de bakıyoruz ki bir süre sonra azizlerden biri çilingirlerin koruyucu azizi olarak atanıyor. E tabii meslekler falan olduğu yerde durmuyor, sürekli yeni meslekler ortaya çıkıyor. Örneğin fotoğrafçılık daha yakın zamana ait bir meşgâle ama onlar da eksik kalmıyor ve daha önce çamaşır yıkayanlarla beraber resimlerin (ressamların değil, ressamlarınki Lukas) ko- ruyucu azizliğini de üstlenmiş olan Azize Veronika, fotoğrafçılığın azizi olarak atanıyor.

Uzun lafın kısası, tarih boyunca yalnızca Hıristiyanlık değil, herhangi bir din konusunda “Gerçek din bu değil” diyerek ortaya çıkanlar, sundukları yeni tanım ve tarif gerçekle ya da o dinin kökenleriyle alakasız bile olsa, yeterince güçlü ve etkililerse tekliflerini kabul ettirebiliyorlar. Zaten bu teklifler de “Teklif var ısrar yok” şeklinde gelirse kimsenin aklında bile kalmıyor, ancak beraberinde ısrar ve zorunluluk olursa kendilerini kabul ettirebiliyorlar.

Ha bu anlattıklarım, aslını isterseniz duyan hemen herkesin “Gerçek tarih bu değil” diyerek karşı çıkacağı, aklımda kaldığı kadarıyla yaptığım gevezelikler. Tabii bu yeterince etkili ve bu gevezelikleri gerçek olarak kabul ettirecek kadar güçlü olmamamın bir sonucu. Zira Allah korusun, aksi takdirde bu yalan yanlış aklımda kalanları ders kitaplarında okuyor da olabilirdik.