Mustafa Kemal’in ölümünden 10 ay önce gerçekleştirdiği Bursa seyahati, Gazi’nin son yurt gezilerinden biriydi. O güne tanık olan Nizamettin Nazif, sonradan yayımladığı kitabında o anı şöye anlatacaktı: “Zeybek, ölüme meydan okuyanların ateşe atılmazdan önce kayalar arasında veya kara ormanlarda yaptıkları son kahramanlık ayini değil midir?”
Mustafa Kemal Atatürk, özellikle ömrünün son iki yılında ortaya çıkan hastalıklarla da mücadele etti. Gazi’nin bu hastalıkları, doktorların yardım ve ilgisiyle tedavi edilmeye çalışılıyordu. 1937’den itibaren Atatürk’ün rahatsızlıkları artmış, karaciğer yetmezliğinin belirtileri sıkça görülmeye başlamıştı.
1937-38 yılbaşı gecesini Dr. Tevfik Rüştü Aras ve Harbiye’den arkadaşı İsmail Hakkı Kavalalı ile birlikte gösteriş ve törenden uzak geçiren Atatürk, 20 Ocak’ta Bursa’da yapımı tamamlanan Merinos Fabrikası’nın açılış töreni için Yalova’ya gitti. Yalova kaplıcalarının müdürü Dr. Nihat Reşat Bey’in muayene ve tedavisi sonucu hastalık belirtilerinin azalması sebebiyle rahatlayan Atatürk, 1 Şubat 1938 tarihinde Bursa’ya doğru hareket etti. Aynı yolda Gemlik Sun’i İpek Fabrikası’nın açılış töreninde bulundu. Daha sonra yanındakiler ile birlikte Bursa’ya geldi ve Vali Şefik Soyer, Belediye Başkanı Neşet Kiper ve binlerce Bursalı tarafından coşkun gösteriler törenle karşılandı.
Akşam üstü doğruca yeni açılmış olan Çelik Palas’a gitti ve dinlenmeye çekildi. 2 Şubat 1938’de ise Bursa Merinos Fabrikası’nın açılış töreninde bulundu. Herkesin merak ettiği konu, Gazi’nin gece Bursalıların onun adına tertip ettikleri baloya katılıp katılmayacağı idi. Atatürk’ün ölümüne 10 ay kala gerçekleştirdiği bu geziyi ve baloyu bir gazeteci olarak takip eden kişi, Babıâli’nin “Deli” lakabı taktığı Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’dur (1901-1970).
Nizamettin Nazif ömrü gazetecilikle geçmiş; fırtınalı ve maceralı bir hayat sürmüş; gazeteler kurmuş-batırmış; çok değerli tarihî romanlar yazmış özel bir kişiliktir. Başarılı bir gazeteci, kalemi kuvvetli bir yazar olarak Gazi’nin son günlerindeki bu özel geziyi ve törenleri baştan sona izlemiş, notlamış ve Son Balo adıyla kitaplaştırmıştır. 1941’de İstanbul’da çıkan (bastıran ve dağıtan Ali Gümüş) 32 sayfalık bu kitapçık, 1944’de Atatürk’ün Son Balosu başlığıyla bir defa daha yayımlanmıştır.
Atatürk’ün son gezilerinden biri olan Bursa gezisini, katıldığı baloyu, hastalığına rağmen son kez oynadığı zeybek oyununu izleyen, kaleme alan gazeteci Nizamettin Nazif; Atatürk’ün 1927’deki nutkunda pek iyi sözler sarfetmediği kişilerdendir. Atatürk Nutuk’ta Çerkes Etem olaylarını anlatırken şöyle der:
“Efendiler! Reşid Bey, 20/21 Kanunevvel gecesi evinde dört kişiyi, ordu zabitan ve bilhassa efradını, Kuvve-i Seyyare ile bir müsademe halinde izlale me’mur ediyordu. Bu dört kişi şunlardı: Yeni Dünya gazetesinden Hayri, Arif Oruç’un hemşirezadesi Nizamettin, Müşir Fuad Paşazade Hidayet ve refiki Şükrü Beyler… Bunlar, 21 Kanunevvel’de trenle Eskişehir’e hareket ettiler. Beraberlerinde Edhem Bey’in katibi olan birisi de vardı. Bunların içinden biri trenin hareketinden evvel hafi surette istasyondaki ikametgahıma gelip bana keyfiyeti bildirdi” (Nutuk, 1927, sayfa 388).
Nizamettin Nazif, ismi zikredilen bu dört kişiden yani “ikametgahıma gelip bana keyfiyeti bildirerek” Mustafa Kemal’e muhbirlik edenin kendisi olduğunu söylese de; Bursa seyahati sırasında Gazi’yi gazeteci olarak hep dışardan izleyebilmiştir. Kitabın başında normal bir vatandaş gibi Yalova vapuruna binişini anlatan Nizamettin Nazif, gezide Mustafa Kemal’le birlikte hareket eden gazetecilerden değildir.
Bursa seyahatini ve son baloyu anlatan en önemli kaynak olan bu kitapçıkta, Nizamettin Nazif muhteşem ve edebi üslubuyla Atatürk’ü tasvir eder; Gazi’nin hastalığı, son zamanları, sosyal hayatı yönetişini güçlü, süslü benzetmelerle anlatır. Gazi’ye hayranlığı ve bağlılığını en yüksek düzeyde ifade eden “Deli Nizam”ın kalemiyle başbaşa kalalım:
“Pek neş’eliydi. Dimdik duruyordu. Yüzünde yaverlerini ve doktorlarını bile hayrete düşüren bir penbelik vardı. Şükrü Kaya içmediği, arasıra dudaklarına dokundurmakla iktifa ettiği kadehini bırakarak:
– Bir talihimizi deneyelim… dedi.
– Keyfi yerinde. Şimdi otele döndürebilirsek iyi.
Bir dakika sonra onun, acı acı yanılmakta olduğunu gördüm. Atatürk yanındakilere
– Geliniz bakalım…
derdemez seker gibi genç ve mevzun adımlarla büfeden ayrıldı, süratle orta salondan geçti ve orkestra şefi Azerbaycanlı Mehmede yüksek sesle şu emri verdi:
– Zeybek!
Mehmet, yayı kemanı üzerinden süratle birkaç nota dolaştırdı; Atatürk:
– Hayır… dedi. O da değil, Sarı Zeybek!
Ve ânında Selim Sırrı gibi salon zeybeklerini de, Koca İsmail veya zavallı Yürükali gibi Ödemiş ve Aydın efelerini de hayran edecek bir zeybeğin kahraman figürlerini icraya başladı. Ve bu, hakikaten Bozdağ’ın çok eski tarihlerinde görülenler gibi bir dua, bir kahraman duası, bir kahramanlık ayini oldu.
Düşününüz bir kere… Beynelmilel tıbbın, en mütebahhir üstadlarından ‘rejime riayet ederse nihayet dokuz ay yaşayabilir. 1 yıl yaşayabilmesi için bir mucize dahi kâfi gelemez” teşhisi alan ve bunu bilen bir adam, dizlerini yere vura vura zeybek oynuyordu.
Bu ölüme meydan okumak demekti.