Kasım
sayımız çıktı

Her yol Roma’ya çıkmıyor

Düzenli seçimlerin yapıldığı, seçim kampanyalarının sınırlarının kanunlarla çizildiği, seçmen sayısının neredeyse bir milyona yaklaştığı ilk medeniyetlerden biri, biraz da bunun gibi sebeplerden bu köşenin en sık konuğu olan Romalılar. 

Her ne kadar seçim rüşveti vermek zinhar yasaksa da, kanunlar uygulanmayınca seçimler de halkın zamanla memnuniyetsizlik emareleriyle yaklaştığı bir sirk halini alıyor. Seçmenler Roma’yı muasır medeniyetler seviyesine taşıyacak adaylar yerine vergi indirimi getirecek, ceplerini dolduracak, karınlarını doyuracak ve Mısır’dan gelen tahılı, üzerinde “Parayla satılmaz. Sezar Kuzey Roma Gençlik Teşkilatı’nın hediyesidir” yazılı çuvallarla dağıtacak adamlara oy vermeye başlıyorlar, ki aslını isterseniz dönemin en muasır medeniyeti de kendileri olduğu için “Roma’yı daha ileri götüreceğim” diyeni kimse dinlemiyor. Zaten Romalılar dünyanın en ileri halkı olduklarına inandıklarından “Daha ne kadar gelişeceğiz arkadaş, su kemerleri yaptık, umumi helalarımız var, bizim dışımızda millet aç aç!” diyerek ellerindeki teknolojiyle fıskiyeli havuzlar yapıp durmaya başlıyorlar, sonra Vizigotlar gelip fıskiyeyi kırınca hüngür hüngür ağlıyorlar. 

Her neyse, Roma’nın bu adil olmayan seçim düzeni tahmin edebileceğiniz gibi sorunlara yol açıyor. Bu sorunlarla başa çıkmak için Roma vatandaşlarına “En az üç, hatta beş çocuk yapacaksınız” diyen, Senato’nun üye sayısını bir anda 900’e çıkaran, bu 900 senatörün çoğunun kendi yandaşlarından olmasını sağlayarak Senato’yu kendisine tâbi kılan, Roma’nın hazinesinin mührünü kırdırıp tüm serveti kendi kontrolüne alarak denetimi ortadan kaldıran bizim meşhur Sezar. Ha nedir, efendim milletin ağzı torba değil ki büzesin, “İstemezükçüler”, “Hayır”cılar birer birer ortaya çıkınca “Böyle çok başlılık olmaz” diyerek kendisini ömür boyu diktatör ilan ettiren de yine bizim Sezar. 

Öldürülmesinin ardından Sezar’ın başlattığı reformlara Lepidus, Markus Antonyus ve Augustus sahip çıkıyor. Lepidus’un adını çok duymadınız muhtemelen, zira kendisi erken eleniyor, daha önce Karunlukla, hukuksuzlukla, hırsızlıkla suçladığı Augustus’un yanında ıvır zıvır işler müdürü olarak devam etmek zorunda kalıyor. Yani evet, bir nevi canını kurtarmış ama adını sanını kimse hatırlamaz olmuş, anca benim gibi yüzlerce yıl sonra zevzeklik yapanların alay konusu olarak arada bir adı geçiyor işte. 

Markus Antonyus ve Augustus Roma’yı ele geçirirken Antonyus bakıyor ki bu Augustus bütün kupon arazileri kendinde toplamış, Roma’nın tellâllardan oluşan basın-yayın organlarının çoğunu ele geçirmiş. Antonyus da bu sırada bir manita işi için Mısır’da, Augustus başlıyor Roma’dan dev bir karalama kampanyasına. Antonyus son bir can havliyle Augustus’u devirmek için operasyon başlatıyor ama nafile. Augustus her tür alavere dalavere ve savaş işinde daha tecrübeli olan Antonyus’u yeniyor. Yeniyor yenmesine de sonra dönüp “Arkadaşlar bakın böyle çok başlılık olmuyor, Roma Cumhuriyeti’nin bir rejim sorunu yok, sistem sorunu var, bu sistemi değiştirmemiz lazım” diyerek MÖ 27 yılında kendisini eşitler arasında birinci ilan ediyor, Senato kâğıt üzerinde varlığına devam etse de tamamen işlevsizleşiyor. “Yahu sen, hayırdır?” diyenlere “Roma Cumhuriyeti rejim sorununu MÖ 509’da çözdü, bu yaptığımız sadece bir sistem değişikliğidir” diye cevap veriyor ve kırk yıl boyunca, yani ölene kadar da Roma’yı tek başına yönetiyor. Başkomutan o, yargıçları o atıyor, yürütme onda, yasaları o çıkartıyor. 

Tabii arsız tarihçiler dış güçlerin etkisi altında ve elbette Roma’nın eşsiz su kemerlerini, hepsi Roma’ya çıkan yollarını, köprülerini falan çekemedikleri için “Yok ağa bu rejim değişikliği, Roma Cumhuriyeti bitmiştir artık”, “Roma Cumhuriyeti çok bozdu yea, Roma Romalıktan, cumhuriyet cumhuriyetlikten çıktı” diyerek Roma Cumhuriyeti’ne mezar taşı dikiyor, ölüm tarihine de MÖ 27 yazıyorlar. Hep bu tarihçilerin çekememezliği işte, yoksa gül gibi cumhuriyet.