Anadolu-Ortadoğu-İran coğrafyası; 10.-13. yüzyıllar arasında sürekli olarak akınlar, savaşlar, istilalar, taht kavgaları, İslâm-Hırıstiyan çekişmesi, kıtlık, yokluk, salgın-sel felaketleriyle de boğuşmaktadır. Bu korkunç hayatı -bir süreliğine de olsa- durduran tek etken zelzeledir. Urfalı Mateos ve Ebu’l-Farac’ın (Papaz Grigor) bugüne ulaşan notları, insan-Tanrı ekseninde hadiselerin tanığıdır.
Türkiye’nin güneydoğusunda 12 milyon nüfusun yaşadığı 10 ili kapsayan coğrafya, Maraş-Pazarcık/Antakya fayındaki bölge, gece ve gündüz depremleriyle yerlebir oldu. Yaşananlara eski zamanların inancıyla “Tanrı’nın gazabı” denebilir mi? Betona-demire tutkunun ağır cezası olmalı.
1980’lerde o bölgenin kent ve kasabalarını, çarşı-pazarlarını gezmiş; samimi, canayakın insanlarıyla günübirlik dostluklar kurmuştum. Mahallelere uzanan sokakları gölgeleyen saçaklı evlerin kapıları, pencereleri, sokak başı çeşmeleri belleğimdedir. Elbistan’da okul arkadaşımı bulmuştum. Bir zamanlar İnançoğulları Beyliği’nin merkezi olan ilçede, dünya çapında bir tarihçimiz, Ord. Prof. Mükrimin Halil Yınanç da (öl. 1961) doğup büyümüştü. Yazık ki bütün bu bölgemiz, sıcak-sevecen insanları ve kültür varlıkları ile bir felaket yaşadı, yaşıyor. Eski Anadolu’nun kent, kır ve insan zenginlikleri, hiçbir değişime feda edilmeyecek kadar özeldir. Bu zenginliği her yerde çok katlı beton demir örüntülü apartmanların istilalarına teslim ettik. Bu felaket, 110.000 km2’lik bir bölgemizin uzun bir süre sönüşüdür.
Bu bölgenin “zelzele tarihi” için Urfalı Mateos’un Vekayinâme’si ve Papaz Grigor’un Zeyl’i başlıca kaynaklardır (Urfalı Mateos Vekâyi-nâmesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162), E. D. Hrant D. Andreasyan’ın Türkçe çevirisidir. Prof. M. Halil Yınanç katkıda bulunmuştur. T.T.K. Basımevi- Ankara 1962. Papaz Grigor’un Zeyl’i (Gregory Abu’l-Faraç (Bar Hebraeus) Abû’l Farac Tarihi C.I-II, Süryancadan Ernest A.Wallis Budge’nin İngilizceye çevirisinden Ö. Rıza Doğrul’un Türkçeye çevirisi, T.T.K. Basımevi, Ankara 1945).
Önceki evre ve çağlardaki depremzede toplumların serüvenlerini bize haber veren Urfalı Mateos ve öteki bölge tarihçilerinin yazdıkları önemlidir. Bunlar, Süryanice, Ermenice, Arapça yazdıkları vekayinâmelerde (kronik) gök cisimleri-olayları, ay-güneş tutulmaları, gerçek ötesi anlatılar, veba-kolera salgınları, su baskını, sağanak, dolu, fırtına, ağır kışlar, kıtlık ve kuraklıklar, sıklıkla yaşanan hareket-i arz (deprem) olaylarını anlatmış; genel yorum da daima “Tanrı’nın gazabı” diye vurgulanmıştır.
Bu kaynakların ortaya koyduğu önemli bir tarihî gerçek de şudur: Depremler tarafından ezilen Anadolu-Ortadoğu-İran coğrafyası; 10.-13. yüzyıllar arasında sürekli olarak akınlar, savaşlar, istilalar, taht kavgaları, İslâm-Hırıstiyan çekişmesi, kıtlık, yokluk, salgın-sel felaketleriyle de boğuşmaktadır. Bu korkunç hayatı -bir süreliğine de olsa- durduran tek etken zelzeledir. Ancak bu felaketleri Allah’ın bir gazabı gören ve insanları uyaran din adamlarının etkisiyle bir süre duraklayan Moğollar, Cengizîler, Oğuz Türkleri, Selçukiler, Harzemiler, Araplar, Haçlılar ve Eyyûbiler, tekrar egemenlik, işgal ve saltanat kavgalarına başlamışlardır. Cengizhan, Alparslan, Tuğrul, Selahâddin Eyyubî, Joselin, Keykâvus, Keykubad gibi kimliklerin siyasi-askerî ihtirasları da bu dönemdedir. Depremler, bütün bir Ortadoğu’yu kaplamış ölüm-kırım kavgalarını sanki bir teneffüs zili gibi bir süreliğine durdurabilmiştir. Ebu’l-Farac’ın anlattıkları, günümüz Maraş-Antakya depremleri de dahil, insanlık yazgısı denebilir acıklı panoramalardır.
Ebu’l-Farac, Yahudi bir hekimin oğlu olarak Malatya’da doğmuştur. Babası Bar Hebraeus’un adıyla vaftiz edildiğinden bu adla da tanınır. Antakya’ya yerleşerek keşişliği seçmiş, piskopos olmuştur. Künyesi hayli uzundur: Hekim, ruhanî, Urfalı tarihçi, Bar Hebraeus Gregorius Abu’l-Farac İbnü’l-İbrî Mateos!
Maklub Dağı üzerindeki Mar
Matttai Manastırı kilisesinin
kuzey duvarında yer alan
Bar Hebraeus (Ebu’l-Farac)
ile kardeşi Bar Savma’nın
mezarı üstündeki kitabe
10.-13. yüzyılların Ortadoğu yazarlarından bu olayları abartmadan yazanların ilk sırasında Urfalı Mateos’u anmak, 952-1236 olaylarını içeren Vekayinâmesini (kroniği), ayrıca bu esere eklemeler (zeyl) yazan Papaz Grigor’un notlarını okumak gerekir. Bu kaynaklar Türkiye’nin güneydoğu illeri, Suriye-Irak-İran kültürleri, siyasi-askerî-sosyal olaylar için de önemlidir. Bu kaynaklara göre 865-1269 arasındaki 404 yılda 12 büyük deprem anlatılmıştır ki, bu da ortalama 33 yılda bir demektir. Tarih kaydına geçen depremler ve bunların özetle tanımlanmaları sırasıyla şöyledir:
865 Antakya vilayetinde şiddetli bir zelzele oldu. 1.500 büyük binayı tahrip etti. Şehir surlarındaki 90 kuleyi düşürdü. Yer altından tüyler ürpertici korkunç sesler işitiliyordu. Yer sarsıntıları bütün Suriye şehirlerinde birçok yerleri (Latakia, Cebele), Laodicea’yı tahrip etti. Cebele’nin bütün ahalisi mahvoldu.
1042 Tebriz şehrinde şiddetli bir zelzele oldu. Şehrin kalesi, suru, birçok sarayları ve hamamları yıkıldı. 50 bin kadar insan enkaz altında can verdi. Tebriz hâkimi şehir dışındaki çiftliğinde bulunduğu için kaçtı ve kurtuldu. Ancak felaketin büyüklüğü karşısında, sırtına çuval parçaları alarak küller üzerinde oturdu. Sonra Harzem’e hâkim olan Oğuzların korkusundan kalelerden birine çekilerek kapandı.
10 Mart 1045 İnsanlar Tanrı’nın şiddetli hiddetine maruz kaldılar. Tanrı, öfkeli bakışlarını mahlukata çevirdi. Korkunç bir zelzele oldu. Bütün yeryüzü sarsıldı. Arz ve mahlukat bu suretle çalkalandı. Birçok kilise temelinden yıkıldı. Erzinga (Erzincan) şehri temelinden yıkılıp toprak olurken, erkekler ve kadınlar da derinliklerine yuvarlandılar. Onların derinliklerden gelen acı feryatları günlerce işitildi. Sarsıntılar 1 yıl devam etti. Günahlarımızdan dolayı Tanrı’nın hiddetine maruz kalan mahlukatın akıbetini anlatmak imkansızdır. Yeryüzü karanlıkla örtülmüştü. Güneş ve ay, kana boyanmış gibi doğuyor, ancak göğün ortalarına çıkınca berraklık kazanıyordu.
8 Mart 1053 Büyük Antakya şehrinde felaket alametleri belirdi. Düşmanlıkların ve kavgaların arttığı, İncil’lerin Romalılarca yakıldığı günlerin dördüncüsünde, herkes kilisede toplanırken bir gürültü koptu. Şiddetli bir zelzele ile bütün şehir sarsıldı. Gökten düşen ateşle kilise, temelinden damına kadar bir fener gibi yandı. Minberin bulunduğu yerde toprak yarıldı. 20 bin altın değerindeki mukaddes sed toprağın derinliklerine gömüldü. Romalılara ait 40 tapınak da yanan kandilleriyle yere gömüldü. Ruhaniler ve halk dua için kentin Horom meydanında toplanırlarken yerden büyük bir gürültü duyuldu. Öğleyin altıncı saatte yine zelzele oldu. Toprak yarıldı. Patrikle birlikte 10 bin kadar insan derinliklere gömüldü. Bu ceza, işlenen günahların karşılığıydı. Yine o yılki kışta 60 gün boyunca gece yağan kar gündüz sel olup hayvanları sürükledi.
Eylül 1090 Bütün memlekette zelzele oldu. Yeryüzü şiddetle sarsıldı. Gök altındaki bütün mahlukat titrediler. Antakya şehrinde büyük tahribat oldu. Birçok burçlar, kuleler temelinden kopup yıkıldılar. Surların büyük kısmı yıkıldı. Erkek-kadın birçok insan yıkılan evlerin altında can verdi.
29 Kasım 1115 İnsanlar işledikleri günahlar sebebiyle Tanrı’nın gazabına uğradı. Herkesin derin bir uykuda bulunduğu sırada aniden müthiş bir gürültü koptu ve bütün dünya sarsıldı. Yeryüzü şiddetle titredi. Kayalar yarıldı, tepeler çatladı. Dağlar-tepeler çınladı, canlı hayvanlar gibi sesler çıkardı. Bu sesler kulaklarda bir ordunun çıkardığı gürültüyü andırıyordu. Mahlukat, Tanrı’nın gazabı altında şaşkın, dalgalı bir deniz gibi titreyip çalkanıyordu. Bütün ova ve dağlar, sanki bakırdanmış gibi çınladı. Ağaçlar sallandı. İnsanlar ağır hastalar gibi inliyorlardı. Yeryüzünden dehşete kapılmış firariler gibi figan ve haykırışlar yükseliyordu. Bu sesler, zelzeleden sonra da geceleyin 1 saat kadar işitildi. Herkes hayatından ümidini kesti ve kıyamet gününün geldiğini zannetti (…) O gece birçok şehir ve bölge harap oldu. Buralardan bazıları Franklara (Haçlılar) aitti. Diğer bölgelerde ve Müslümanlara ait yerlerde hiçbir zarar vukua gelmedi. O gece Samsat, Hısnımansur (Adıyaman), Keysun, Raban, Maraş şehirleri harap oldu. Maraş’ın akıbeti o kadar feci olmuştu ki yaklaşık 40 bin kişi öldü. Çok nüfuslu/kalabalık bir şehirdi. Bu felaketten hiç kimse kurtulamamıştı. Sis şehrinde de durum aynıydı. Birçok manastır ve köy harap olurken 10 binlerce erkek-kadın da öldü (…) Basilien manastırında aziz Ermeni ruhanileri toplanmış ayin icra ederlerken kilise üstlerine yıkıldı. Onların cesetleri bugüne kadar orada kalmıştır. Hesuantz adlı büyük manastırda da aynı durum yaşandı. Zelzele durduktan sonra kar yağmaya başladı (…) Bunlar yaşayanların günahları yüzünden olmuştur; çünkü her biri Tanrı’nın çizdiği yolu terkedip yanlış yollara girmiş, mukaddes kitaplarda yazılı öğütlerden yüz çevirmiş çılgınca yaşıyorlardı.
Şubat 1138 İran topraklarındaki kentlerden Ganza’da (Gence) şiddetli bir deprem oldu. 230 bin insan öldü. Bütün kent yerin dibine geçti. Yerden de siyah sular (petrol?) fışkırdı. Kentten kaçanlar mezarlıklara sığındılar ve ölüleri için yas tuttular.
1140 Kalonikus’da yer yarıldı ve 40 atlıyı atları ile birlikte yuttu. Bunlardan ancak arkadaşlarından ayrılan biri kurtuldu. Toprak altında kalan adamların ve atların iniltileri uzun bir müddet işitildi.
1157 Suriye’de şiddetli zelzeleler oldu ve birçok şehirleri harap etti. Hama’daki kale ile şehirdeki büyük binalar ihtiyar adamların, kadınların ve çocukların üzerine yıkıldı. Nüfusun onbinlercesi bu şekilde öldü. Şeyzer Kalesi de kısmen yıkılmış ve burada ancak 1 kadın ile 1 harem ağası kurtulabilmişler. Halep ahalisi de aynı şekilde kaçtılar; günlerce şehir dışında ikamet bahasına canlarını kurtardılar; fakat evleri yıkılmış ve 500 kadar kişi enkaz altında kalmıştı. Kafar Tab ve Apamea’da bir kimse kurtulamadı. Rahbut’a kadar diğer yerlerde de aynı vaziyet hasıl oldu. Frank şehirlerinden Mısn el-Ekrad ile Arkad tamamen yıkıldı. Lâzkiye’de yalnız büyük kilise kaldı; fakat kilisenin zemini yarıldı ve içi çamur dolu bir uçurum peyda oldu. Antakya’nın büyük kısmı ve Trablus şehri harap olmuştu.
29 Haziran 1169 Arap yılının 12. ayına tesadüf eden o gün şiddetli bir zelzele oldu. Yeryüzü, deniz üzerindeki bir gemi gibi sallandı. Bu hadise nesillerden beri emsali görülmemiş mahiyette idi. Mukaddes Patrik Mar Michel der ki: “Mar Hananya manastırında sabah ayinini yaptığımız sırada, şiddetli gökgürültüsüne benzer bir ses yerin altından yükseldi. Mukaddes masanın önünde bulunduğumuz için ona tutunduk fakat bir taraftan bir tarafa sarsıldık. Uzun bir zaman sonra mezardan çıkmış gibi geri döndük. Gözlerimiz uykudan uyanmış adamların gözleri gibi yaşlanıyordu ve dillerimiz Allah’a şükrediyordu”.
Zelzele esnasında Halep, Baalbek, Hama, Emesa, Şeyzar, Baras şehirlerinin surları, kaleleri ve büyük binaları ahalinin üzerine yıkıldı. Antakya’daki büyük Rum kilisesi ile Franklara ait Kusyana kilisesinin mezbahı tamamen yıkıldı. Bize, yani cemaatimizin artıklarına gelince… Allah aczimize bakarak yardım etti; zira içimizde kral ve emir bulunmuyordu. Halep’te her şey yıkıldığı halde bir kilise kurtuldu. Antakya’da Meryem Ana kilisesi ile George ve Mar Sawmaoğlu kiliseleri yıkılmaktan kurtuldu. Gabara’da ve Lazikiye’de birer küçük kilise yıkılmıştı. Bu zelzele 25 gün devam etti.
17 Nisan 1269 Haftanın 4. gününün ilk saatinde Kilikya’da şiddetli bir zelzele oldu. Servand kalesinin kayasını, Amanos ve Haruta kayasını, Ermenilerin büyük manastırını yani Kral Balut manastırını tahrip etti. Bu felaket sırasında 8 bin kadar kişi helâk oldu.