Kasım
sayımız çıktı

Tabiat zelzeleyle vurunca savaşların yıkımı dururdu

Anadolu-Ortadoğu-İran coğrafyası; 10.-13. yüzyıllar arasında sürekli olarak akınlar, savaşlar, istilalar, taht kavgaları, İslâm-Hırıstiyan çekişmesi, kıtlık, yokluk, salgın-sel felaketleriyle de boğuşmaktadır. Bu korkunç hayatı -bir süreliğine de olsa- durduran tek etken zelzeledir. Urfalı Mateos ve Ebu’l-Farac’ın (Papaz Grigor) bugüne ulaşan notları, insan-Tanrı ekseninde hadiselerin tanığıdır.

Türkiye’nin güneydoğu­sunda 12 milyon nüfu­sun yaşadığı 10 ili kap­sayan coğrafya, Maraş-Pazar­cık/Antakya fayındaki bölge, gece ve gündüz depremleriyle yerlebir oldu. Yaşananlara es­ki zamanların inancıyla “Tan­rı’nın gazabı” denebilir mi? Be­tona-demire tutkunun ağır ce­zası olmalı.

1980’lerde o bölgenin kent ve kasabalarını, çarşı-pazarla­rını gezmiş; samimi, canayakın insanlarıyla günübirlik dost­luklar kurmuştum. Mahallele­re uzanan sokakları gölgeleyen saçaklı evlerin kapıları, pen­cereleri, sokak başı çeşmeleri belleğimdedir. Elbistan’da okul arkadaşımı bulmuştum. Bir za­manlar İnançoğulları Beyli­ği’nin merkezi olan ilçede, dün­ya çapında bir tarihçimiz, Ord. Prof. Mükrimin Halil Yınanç da (öl. 1961) doğup büyümüş­tü. Yazık ki bütün bu bölgemiz, sıcak-sevecen insanları ve kül­tür varlıkları ile bir felaket ya­şadı, yaşıyor. Eski Anadolu’nun kent, kır ve insan zenginlikleri, hiçbir değişime feda edilmeye­cek kadar özeldir. Bu zenginliği her yerde çok katlı beton demir örüntülü apartmanların istila­larına teslim ettik. Bu felaket, 110.000 km2’lik bir bölgemizin uzun bir süre sönüşüdür.

Bu bölgenin “zelzele tarihi” için Urfalı Mateos’un Veka­yinâme’si ve Papaz Grigor’un Zeyl’i başlıca kaynaklardır (Urfalı Mateos Vekâyi-nâmesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162), E. D. Hrant D. Andreasyan’ın Türkçe çe­virisidir. Prof. M. Halil Yınanç katkıda bulunmuştur. T.T.K. Basımevi- Ankara 1962. Pa­paz Grigor’un Zeyl’i (Gregory Abu’l-Faraç (Bar Hebraeus) Abû’l Farac Tarihi C.I-II, Sür­yancadan Ernest A.Wallis Bud­ge’nin İngilizceye çevirisinden Ö. Rıza Doğrul’un Türkçeye çe­virisi, T.T.K. Basımevi, Ankara 1945).

Irak’ın kuzeyinde yer alan Maklub Dağı üzerindeki Mar Matttai Manastırı.

Önceki evre ve çağlardaki depremzede toplumların se­rüvenlerini bize haber veren Urfalı Mateos ve öteki böl­ge tarihçilerinin yazdıkları önemlidir. Bunlar, Süryanice, Ermenice, Arapça yazdıkları vekayinâmelerde (kronik) gök cisimleri-olayları, ay-güneş tu­tulmaları, gerçek ötesi anlatı­lar, veba-kolera salgınları, su baskını, sağanak, dolu, fırtına, ağır kışlar, kıtlık ve kuraklıklar, sıklıkla yaşanan hareket-i arz (deprem) olaylarını anlatmış; genel yorum da daima “Tan­rı’nın gazabı” diye vurgulan­mıştır.

Bu kaynakların ortaya koy­duğu önemli bir tarihî gerçek de şudur: Depremler tarafın­dan ezilen Anadolu-Ortado­ğu-İran coğrafyası; 10.-13. yüz­yıllar arasında sürekli olarak akınlar, savaşlar, istilalar, taht kavgaları, İslâm-Hırıstiyan çekişmesi, kıtlık, yokluk, sal­gın-sel felaketleriyle de boğuş­maktadır. Bu korkunç hayatı -bir süreliğine de olsa- durdu­ran tek etken zelzeledir. Ancak bu felaketleri Allah’ın bir ga­zabı gören ve insanları uya­ran din adamlarının etkisiy­le bir süre duraklayan Moğol­lar, Cengizîler, Oğuz Türkleri, Selçukiler, Harzemiler, Arap­lar, Haçlılar ve Eyyûbiler, tek­rar egemenlik, işgal ve salta­nat kavgalarına başlamışlardır. Cengizhan, Alparslan, Tuğrul, Selahâddin Eyyubî, Joselin, Keykâvus, Keykubad gibi kim­liklerin siyasi-askerî ihtiras­ları da bu dönemdedir. Dep­remler, bütün bir Ortadoğu’yu kaplamış ölüm-kırım kavgala­rını sanki bir teneffüs zili gibi bir süreliğine durdurabilmiş­tir. Ebu’l-Farac’ın anlattıkla­rı, günümüz Maraş-Antakya depremleri de dahil, insanlık yazgısı denebilir acıklı panora­malardır.

Ebu’l-Farac, Yahudi bir he­kimin oğlu olarak Malatya’da doğmuştur. Babası Bar Heb­raeus’un adıyla vaftiz edil­diğinden bu adla da tanınır. Antakya’ya yerleşerek keşişli­ği seçmiş, piskopos olmuştur. Künyesi hayli uzundur: Hekim, ruhanî, Urfalı tarihçi, Bar Heb­raeus Gregorius Abu’l-Farac İbnü’l-İbrî Mateos!

Maklub Dağı üzerindeki Mar
Matttai Manastırı kilisesinin
kuzey duvarında yer alan
Bar Hebraeus (Ebu’l-Farac)
ile kardeşi Bar Savma’nın
mezarı üstündeki kitabe

10.-13. yüzyılların Ortado­ğu yazarlarından bu olayla­rı abartmadan yazanların ilk sırasında Urfalı Mateos’u an­mak, 952-1236 olaylarını içe­ren Vekayinâmesini (kroni­ği), ayrıca bu esere eklemeler (zeyl) yazan Papaz Grigor’un notlarını okumak gerekir. Bu kaynaklar Türkiye’nin güney­doğu illeri, Suriye-Irak-İran kültürleri, siyasi-askerî-sos­yal olaylar için de önemlidir. Bu kaynaklara göre 865-1269 arasındaki 404 yılda 12 büyük deprem anlatılmıştır ki, bu da ortalama 33 yılda bir demektir. Tarih kaydına geçen depremler ve bunların özetle tanımlan­maları sırasıyla şöyledir:

865 Antakya vilayetinde şid­detli bir zelzele oldu. 1.500 bü­yük binayı tahrip etti. Şehir surlarındaki 90 kuleyi düşür­dü. Yer altından tüyler ürper­tici korkunç sesler işitiliyordu. Yer sarsıntıları bütün Suriye şehirlerinde birçok yerleri (La­takia, Cebele), Laodicea’yı tah­rip etti. Cebele’nin bütün ahali­si mahvoldu.

1042 Tebriz şehrinde şiddetli bir zelzele oldu. Şehrin kalesi, suru, birçok sarayları ve ha­mamları yıkıldı. 50 bin kadar insan enkaz altında can verdi. Tebriz hâkimi şehir dışındaki çiftliğinde bulunduğu için kaç­tı ve kurtuldu. Ancak felaketin büyüklüğü karşısında, sırtına çuval parçaları alarak küller üzerinde oturdu. Sonra Har­zem’e hâkim olan Oğuzların korkusundan kalelerden birine çekilerek kapandı.

10 Mart 1045 İnsanlar Tan­rı’nın şiddetli hiddetine maruz kaldılar. Tanrı, öfkeli bakışları­nı mahlukata çevirdi. Korkunç bir zelzele oldu. Bütün yeryü­zü sarsıldı. Arz ve mahlukat bu suretle çalkalandı. Birçok kili­se temelinden yıkıldı. Erzinga (Erzincan) şehri temelinden yıkılıp toprak olurken, erkekler ve kadınlar da derinliklerine yuvarlandılar. Onların derin­liklerden gelen acı feryatları günlerce işitildi. Sarsıntılar 1 yıl devam etti. Günahlarımız­dan dolayı Tanrı’nın hiddetine maruz kalan mahlukatın akıbe­tini anlatmak imkansızdır. Yer­yüzü karanlıkla örtülmüştü. Güneş ve ay, kana boyanmış gi­bi doğuyor, ancak göğün ortala­rına çıkınca berraklık kazanı­yordu.

8 Mart 1053 Büyük Antak­ya şehrinde felaket alametle­ri belirdi. Düşmanlıkların ve kavgaların arttığı, İncil’lerin Romalılarca yakıldığı günle­rin dördüncüsünde, herkes ki­lisede toplanırken bir gürültü koptu. Şiddetli bir zelzele ile bütün şehir sarsıldı. Gökten düşen ateşle kilise, temelin­den damına kadar bir fener gi­bi yandı. Minberin bulunduğu yerde toprak yarıldı. 20 bin al­tın değerindeki mukaddes sed toprağın derinliklerine gömül­dü. Romalılara ait 40 tapınak da yanan kandilleriyle yere gö­müldü. Ruhaniler ve halk dua için kentin Horom meydanında toplanırlarken yerden büyük bir gürültü duyuldu. Öğleyin altıncı saatte yine zelzele oldu. Toprak yarıldı. Patrikle birlik­te 10 bin kadar insan derinlik­lere gömüldü. Bu ceza, işlenen günahların karşılığıydı. Yine o yılki kışta 60 gün boyunca gece yağan kar gündüz sel olup hay­vanları sürükledi.

Yahudi bir hekimin oğlu olarak Malatya’da doğan Ebu’l-Farac’ın eserinin aslından bir örnek.

Eylül 1090 Bütün memleket­te zelzele oldu. Yeryüzü şiddet­le sarsıldı. Gök altındaki bütün mahlukat titrediler. Antakya şehrinde büyük tahribat oldu. Birçok burçlar, kuleler teme­linden kopup yıkıldılar. Sur­ların büyük kısmı yıkıldı. Er­kek-kadın birçok insan yıkılan evlerin altında can verdi.

29 Kasım 1115 İnsanlar işle­dikleri günahlar sebebiyle Tan­rı’nın gazabına uğradı. Herke­sin derin bir uykuda bulundu­ğu sırada aniden müthiş bir gürültü koptu ve bütün dünya sarsıldı. Yeryüzü şiddetle tit­redi. Kayalar yarıldı, tepeler çatladı. Dağlar-tepeler çınla­dı, canlı hayvanlar gibi sesler çıkardı. Bu sesler kulaklarda bir ordunun çıkardığı gürül­tüyü andırıyordu. Mahlukat, Tanrı’nın gazabı altında şaş­kın, dalgalı bir deniz gibi tit­reyip çalkanıyordu. Bütün ova ve dağlar, sanki bakırdanmış gibi çınladı. Ağaçlar sallandı. İnsanlar ağır hastalar gibi inli­yorlardı. Yeryüzünden dehşe­te kapılmış firariler gibi figan ve haykırışlar yükseliyordu. Bu sesler, zelzeleden sonra da geceleyin 1 saat kadar işitil­di. Herkes hayatından ümidini kesti ve kıyamet gününün gel­diğini zannetti (…) O gece bir­çok şehir ve bölge harap oldu. Buralardan bazıları Franklara (Haçlılar) aitti. Diğer bölgeler­de ve Müslümanlara ait yerler­de hiçbir zarar vukua gelmedi. O gece Samsat, Hısnımansur (Adıyaman), Keysun, Raban, Maraş şehirleri harap oldu. Maraş’ın akıbeti o kadar feci olmuştu ki yaklaşık 40 bin kişi öldü. Çok nüfuslu/kalabalık bir şehirdi. Bu felaketten hiç kim­se kurtulamamıştı. Sis şehrin­de de durum aynıydı. Birçok manastır ve köy harap olur­ken 10 binlerce erkek-kadın da öldü (…) Basilien manastı­rında aziz Ermeni ruhanileri toplanmış ayin icra ederlerken kilise üstlerine yıkıldı. Onların cesetleri bugüne kadar orada kalmıştır. Hesuantz adlı büyük manastırda da aynı durum ya­şandı. Zelzele durduktan sonra kar yağmaya başladı (…) Bunlar yaşayanların günahları yüzün­den olmuştur; çünkü her biri Tanrı’nın çizdiği yolu terkedip yanlış yollara girmiş, mukad­des kitaplarda yazılı öğütler­den yüz çevirmiş çılgınca yaşı­yorlardı.

Şubat 1138 İran toprakla­rındaki kentlerden Ganza’da (Gence) şiddetli bir deprem ol­du. 230 bin insan öldü. Bütün kent yerin dibine geçti. Yerden de siyah sular (petrol?) fışkırdı. Kentten kaçanlar mezarlıkla­ra sığındılar ve ölüleri için yas tuttular.

Eski zelzelelerden kalanlar 1157’de Suriye’de meydana gelen şiddetli depremde Hama’daki Şeyzer Kalesi büyük hasar gördü.

1140 Kalonikus’da yer yarıl­dı ve 40 atlıyı atları ile birlikte yuttu. Bunlardan ancak arka­daşlarından ayrılan biri kurtul­du. Toprak altında kalan adam­ların ve atların iniltileri uzun bir müddet işitildi.

1157 Suriye’de şiddetli zelze­leler oldu ve birçok şehirleri harap etti. Hama’daki kale ile şehirdeki büyük binalar ihti­yar adamların, kadınların ve çocukların üzerine yıkıldı. Nü­fusun onbinlercesi bu şekilde öldü. Şeyzer Kalesi de kısmen yıkılmış ve burada ancak 1 ka­dın ile 1 harem ağası kurtula­bilmişler. Halep ahalisi de aynı şekilde kaçtılar; günlerce şehir dışında ikamet bahasına can­larını kurtardılar; fakat evleri yıkılmış ve 500 kadar kişi en­kaz altında kalmıştı. Kafar Tab ve Apamea’da bir kimse kurtu­lamadı. Rahbut’a kadar diğer yerlerde de aynı vaziyet hasıl oldu. Frank şehirlerinden Mısn el-Ekrad ile Arkad tamamen yıkıldı. Lâzkiye’de yalnız büyük kilise kaldı; fakat kilisenin ze­mini yarıldı ve içi çamur dolu bir uçurum peyda oldu. Antak­ya’nın büyük kısmı ve Trablus şehri harap olmuştu.

29 Haziran 1169 Arap yılının 12. ayına tesadüf eden o gün şiddetli bir zelzele oldu. Yeryü­zü, deniz üzerindeki bir gemi gibi sallandı. Bu hadise nesil­lerden beri emsali görülme­miş mahiyette idi. Mukaddes Patrik Mar Michel der ki: “Mar Hananya manastırında sabah ayinini yaptığımız sırada, şid­detli gökgürültüsüne benzer bir ses yerin altından yüksel­di. Mukaddes masanın önünde bulunduğumuz için ona tutun­duk fakat bir taraftan bir tarafa sarsıldık. Uzun bir zaman son­ra mezardan çıkmış gibi geri döndük. Gözlerimiz uykudan uyanmış adamların gözleri gibi yaşlanıyordu ve dillerimiz Al­lah’a şükrediyordu”.

Zelzele esnasında Halep, Ba­albek, Hama, Emesa, Şeyzar, Baras şehirlerinin surları, kale­leri ve büyük binaları ahalinin üzerine yıkıldı. Antakya’daki büyük Rum kilisesi ile Frank­lara ait Kusyana kilisesinin mezbahı tamamen yıkıldı. Bize, yani cemaatimizin artıklarına gelince… Allah aczimize baka­rak yardım etti; zira içimizde kral ve emir bulunmuyordu. Halep’te her şey yıkıldığı halde bir kilise kurtuldu. Antakya’da Meryem Ana kilisesi ile Geor­ge ve Mar Sawmaoğlu kiliseleri yıkılmaktan kurtuldu. Gaba­ra’da ve Lazikiye’de birer küçük kilise yıkılmıştı. Bu zelzele 25 gün devam etti.

17 Nisan 1269 Haftanın 4. gü­nünün ilk saatinde Kilikya’da şiddetli bir zelzele oldu. Ser­vand kalesinin kayasını, Ama­nos ve Haruta kayasını, Erme­nilerin büyük manastırını yani Kral Balut manastırını tahrip etti. Bu felaket sırasında 8 bin kadar kişi helâk oldu.