Macar teknik direktör Béla Guttmann, kariyerine 13 ülkede 22 takım, 2 Şampiyon Kulüpler Kupası, Macaristan Portekiz-Brezilya’da şampiyonluklar ve onlarca kupa sığdırdı. 4-2-4 taktiğiyle futbolun alfabesini değiştirdi. Toplama kampından kaçısından Benfica’ya ettiği bedduaya, çalkantılı bir dönemin futbol efsanesi.
Macaristan’ın, besteci Bartók’tan sonra dünyaya armağan ettiği ikinci Béla… Futbolda devrim kabul edilen 4-2-4 taktiğinin yaratıcısı bir teknik direktör… Takımına 4 ülkede şampiyonluk yaşatan, Benfica’yı üst üste 2 defa Şampiyon Kulüpler Kupası’na kavuşturan, Eusébio’yu Portekiz’e getirerek ülkenin çim sahalardaki yazgısını değiştiren bir düşünürdü Béla Guttmann.
82 yıllık yaşamında, futbolun abecesini değiştirmekle kalmamış; toplama kampından kaçışından eski takımına ettiği “lanet”e, dünya tarihinin kritik sayfaları arasında dolaşan müthiş bir maceraya da imza atmıştı.
Hikaye 1899’da Budapeşte’de dans öğretmenliği yapan Yahudi bir ailede başlamıştı. Meşin yuvarlağın peşine Törekvés’in altyapısında takılan delikanlı, 20’sinde geldiği MTK Budapeşte’de iki şampiyonluk kazanmıştı. Ancak dinî mensubiyeti gün geçtikçe başına daha fazla bela oluyordu. Macaristan Kral Naibi Miklós Horthy’nin antisemitist politikalarını sertleştirmesiyle, Viyana’ya taşınmaktan başka çaresi kalmamıştı. Hem defans hem de orta sahada oynayan futbolcu, 1922’de tamamı Yahudilerden oluşan Hakoah Wien’de forma giymeye başlamıştı. Göğsünde Davut yıldızı bulunan mavi-beyazlılar siyonist hareketin temsilcisiydi. O takımın tam 7 oyuncusu Holokost’ta hayatını kaybedecekti…
1924 Olimpiyat Oyunları, Guttmann’ın kariyerindeki dönüm noktalarından biri olmuştu. Kamp için Paris’in göbeğindeki Monmartre’ı seçen yöneticiler gece hayatının güzelliklerinin peşinden koşarken, odalarında farelerin cirit attığı, gürültülü otelde gözlerine uyku girmeyen oyuncular isyan etmiş; Guttmann ve arkadaşlarının tepki olarak yakaladıkları fareleri yöneticilerin kapılarına asması ise affedilmemişti. Guttmann bu hadise nedeniyle bir daha millî takım kadrosuna alınmayacaktı.
Öte yandan ertesi yıl onu Hakoah ile kavuşacağı bir şampiyonluk heyecanı bekliyordu. Guttmann bu şampiyonlukla bir mucizenin parçası olmuş; bu küçük takım, yeryüzünün en önemli futbol ülkelerinden Avusturya’da ipi göğüslemeyi başarmıştı.
1926, Guttmann’ın hayatında yeni bir sayfa açacaktı. Takımının Amerika turu sırasında Yeni Dünya’nın cazibesine kapılan futbolcu, kıta değiştirmeye karar verecek; 6 yıl kaldığı ABD’de farklı takımlarda forma giyecekti. Bu fasılanın sonunu ise, milyonlarca insan gibi onun da her şeyini kaybetmesine neden olan Büyük Buhran (1929) getirecekti.
Guttmann bu ümitsizlik anında yine cebindeki jokere sarılmıştı: Futbola… Yaşlı kıtaya ayak basar basmaz tekrar Hakoah’ya dönmüş, çok geçmeden teknik direktörlük koltuğuna oturmuştu. 41 yıl sürecek ve Porto’da noktalanacak hocalık serüveni, böylece 1933’te Viyana’dan start almıştı.
Holokost’a çalım!
Çıraklık dönemini Viyana’da tamamlayan taze hoca, kalfalığını Macaristan’da yapmış; 1939’da doğduğu toprakların takımı Újpest’i şampiyonluğa taşımıştı. Kulüpler düzeyinde Avrupa’nın en iyi takımlarını buluşturan Mitropa Kupası’nı kazanması, onu markalaşmaya doğru götürüyordu ki dünya düzenini altüst eden 2. Dünya Savaşı patlak verdi.
Savaşın gölgesinde çıkarılan antisemitist kanunlar, Macaristan’daki Yahudiler için hayatı zorlaştırıyordu. Ancak, sonradan kendisi de toplama kampına gönderilecek Újpest Başkanı Lipót Aschner’in maddi-manevi desteğini alan Guttmann, bir süreliğine bu gelişmelerden fazla etkilenmemişti. Teknik direktörlük koltuğuna veda etmek zorunda kalmıştı belki ama, takımda idari görev üstlenmiş; ülkenin dörtbir yanında kulüp adına futbolcuları izlemeye başlamıştı.
Yine de bu günler uzun sürmeyecekti. 1944’ün Mart ayında Naziler tarafından işgal edilen ülkede, önce Yahudilere göğüslerinde sarı yıldız taşıma zorunluluğu getirildi. Ardından Yahudiler, Guttmann’ın 1939’da Mitropa Kupası’nı kaldırdığı stadyumun yakınlarında kurulan getto’da toplandı. Sonunda 400 binin üzerinde insanı ölüm kamplarına taşıyacak trenler hareket etmeye başladı.
O günlerde 45 yaşında olan Guttmann evli değildi ama, Mariann Moldován isimli Hıristiyan bir kadınla beraberdi. Bu ilişki sayesinde, Auschwitz’e gönderilip hemen katledilen babası Abraham ve ablası Szeren gibi ölüm trenlerine ilk binenlerden olmamıştı. Zira Mariann’ın erkek kardeşi Pál, onu çatı katında saklamayı kabul etmişti. Pál, tutuklandığında tüm baskılara rağmen eniştesinin yerini söylememişti. Guttmann tüm bu olup biten karşısında çaresiz hissediyordu. Sonunda bir çalışma kampında görev yapmak için gönüllü oldu.
Gittiği yer Auschwitz’e kıyasla korunaklı sayılırdı. En azından bir süreliğine… Şansına, 20 yıl önce birlikte futbol oynadığı meslektaşı Ernő Egri Erbstein da kamptaydı ve kampın başındaki gardiyan ile Erbstein 1. Dünya Savaşı’nda birlikte görev yapmışlardı. Bu nispeten “rahat” günler çok sürmedi. 1944 sonlarında Kızılordu’nun Budapeşte’ye yaklaştığı haberi ulaşınca, Guttmann’ın da bulunduğu çalışma kampındakilerin başka bir yere aktarılmasına karar verildi. Gidecekleri yerde başlarına ne geleceği meçhuldü. Erbstein, askerlik arkadaşının yardımıyla bir kaçış planı yaptı. Bindikleri trenin camından atlayan 5 kişi özgürlüklerine kavuştu. Guttmann, yıllar sonra verdiği bir röportajda önünden atlayanın aktör Sándor Gál olduğunu söyleyecekti. Ne onlarla birlikte atlayan diğer iki kişiyi ne de meslektaşının askerlik arkadaşını tanıyordu. Artık Macaristan Millî Takımı’nda oynamasının ya da Újpest’i şampiyonluğa taşımasının toplama kamplarında hiçbir anlam ifade etmediğini öğrenmişti.
Futbol tarihinin yönünü değiştiren firarın mimarı Erbstein ise kaçtığı kaderin ağlarına 5 yıl sonra takılacaktı. Savaştan sonra yine Torino’da görev yaparken, o efsane takımın yokolduğu 4 Mayıs 1949 uçak kazasında ölen 31 kişiden biri de o olacaktı.
Yeni hayat
Ölümün elinden mucizevi bir şekilde kurtulan Guttmann, savaştan sonra yeni hayatına Macaristan’da başladı. Savaş bitmişti ama bu sefer de kıtlık başgöstermişti. Öyle ki Bükreş’in Yahudi cemaatinin takımı olan Ciocanul’ün başındayken, maaşını sebze-meyve olarak tahsil etmek zorunda kalmıştı.
Guttmann, 1947’de Újpest’i Macaristan şampiyonluğuna taşıdıktan sonra Budapeşte takımı Kispest’in başına geçmişti. Ancak takımın genç yıldızı Ferenc Puskás, babasının yerini bu adamın almasından hiç hoşlanmamış; Guttmann’a hayatı zindan ederek bir süre sonra da ayağını kaydırmıştı. Kispest’in kaybı, dünya futbolunun kazancı olacaktı. Puskás Macaristan’ı şaha kaldırırken, Guttmann da dünyaya açılacaktı.
Bir sonraki durağı Milan’da şampiyonluğa yürürken çıkan bir kriz, koltuğundan olmasına yol açmıştı. Tevatüre göre Macar futbol efsanesi, bundan sonra her gittiği kulüpte sözleşmesine “liderken kovulamayacağı” hükmünü koydurmuştu. 1956’da Macaristan Ayaklanması’nın Sovyetler tarafından bastırılmasından sonra Brezilya’ya yelken açmıştı. Macaristan Ordusu’nun takımı Honvéd’le Güney Amerika turnesine çıkan teknik direktör, oyuncularını Budapeşte’ye geri gönderirken kendisi São Paulo’nun başına geçmişti. Orada da şampiyonluk kazanmakla kalmamış, oynattığı 4-2-4 taktiğiyle kısa süre sonra Brezilya’ya 1958 Dünya Kupası’nı getirmişti.
São Paulo’dan sonra Portekiz’e ayak basan Guttmann, 1959’da bir şampiyonluk da Porto’ya kazandırmıştı. Herkes orada kök salmasını bekleyedursun, hoca sezonun ikincisi Benfica’ya imza atmıştı. Lizbon’daki ortam, tam istediği gibiydi. Macar hocadan yeni bir takım oluşturması bekleniyordu. Takıma “gençlik aşısı” için 20 tecrübeli futbolcusuyla yollarını ayıran camiada ise soru işaretleri dolaşıyordu. Ünü kulaktan kulağa yayılsa da, teknik direktörün yarattığı efsanenin kağıt üzerinde kalıp kalmayacağı merak konusuydu.
Neyse ki maya tutmuş, sıfırdan kurulan bu genç kadro, hocanın Brezilya’da olgunlaştırıp sahanın her santimine yerleştirdiği hücum felsefesiyle birleşerek ligi tahakkümü altına almıştı. 1960’da Benfica mutlu sona ulaşacak, ertesi yıl kırmızı-beyazlılar hem unvanlarını koruyacak hem de Barcelona’yı 3-2’lik skorla devirerek Şampiyon Kulüpler Kupası’nı kazanacaktı.
Bu rüyanın tek eksiği iyi bir golcüydü. O da bir berberde bulunmuştu. Guttmann bir gün saçlarını kestirirken, yan koltukta oturan meslektaşı José Carlos’un Afrika’da bir maçta izleyip anlata anlata bitiremediği Eusébio’yu takıma almayı aklına koymuştu. Mozambikli santrfor, önce Benfica’nın ardından Portekiz’in yazgısını değiştirecekti.
‘Lanet’ meselesi
Béla Guttmann’ın futbol dünyasının “nefesi en kuvvetli” üyesi olarak anılmasına neden olan hadise, 1962’de yaşanmıştı. O yıl Şampiyon Kulüpler Kupası finali Amsterdam’da oynanıyordu. Daha önce bu organizasyonda 5 defa taçlanan rakipleri Real Madrid’de zamanında Guttmann’ı kulüpten kovduran Puskás’ın hat-trick’ine rağmen, Portekizliler maçı 5-3 kazanmış; iki gol atan Eusébio yıldızlaşmıştı.
Kurt hoca bu başarının ardından ücretine zam istemişti. Ancak kulüp istediği rakama yanaşmayınca Guttmann, Portekiz Kupası finali öncesinde öfkeli bir şekilde ülkeyi terketmişti. İddiaya göre, giderken “Benfica bir asır Avrupa’da zafer görmeyecek” diye beddua etmeyi de ihmal etmemişti.
1963’te laneti başlamıştı. Şampiyon Kulüpler Kupası finalinde Benfica, Eusébio’yla öne geçse de kazanan Milan olmuştu. Ertesi sene Avusturya Millî Takımı’nı çalıştırmaya başlayan efsane ise iyi bir grafik yakalasa da 6 maç sonra görevine veda etmişti. Söylentilere göre kararında antisemitizm rol oynamıştı.
1965’te Benfica yine Şampiyon Kulüpler Kupası’nın finalindeydi. Kırmızı-beyazlılar bu sefer Milano’nun diğer temsilcisi Inter’e kaybetmişti. Ertesi sezon yeniden Benfica’nın başına geçen usta, orada o kadar kısa süre kalmıştı ki “laneti kaldıracak zaman bulamamıştı”.
Yeşil sahaların Evliya Çelebi’si bundan sonra artık bir orada bir buradaydı. Servette, Panathinaikos derken, yavaş yavaş futboldan kopmaya başlamıştı. 1968’de Benfica üçüncü defa Kupa 1’de avucunu yalarken, bu defa zafer uzatmalarda Manchester United’ın olmuştu. Austria Wien’de idari görevler alan Guttmann ise 1974’te 75 yaşındayken Porto’da kariyerine nokta koymuştu.
Viyana’da son nefesini verdiğinde takvimler 28 Ağustos 1981’i gösteriyordu. 1962’de “lanetlenen” Benfica ise aradan geçen 60 yılda oynanan 8 finalde laneti bozmayı halen başaramadı.
Peki efsane hoca gerçekten böyle bir beddua etmiş miydi? 2017’de Guttmann’ın biyografisini yazan David Bolchover’a göre hayır! İlk defa 1968’in Mart ayında Portekiz’de çıkan A Bola gazetesinde geçen ifade, teknik direktörün 5 ay önce artık yayımlanmayan bir Alman dergisi olan Sport-Illustrierte’ye verdiği röportaja dayandırılmıştı. Gerçek olsun olmasın, tarihin en devrimci hocalarından birine atfedilen bu lanetin bozulup bozulmayacağı halen merak ediliyor. Futbol tarihinin en büyük efsanelerinden biri, 60 yıldır Kartallar’ın üzerinde bir kara bulut gibi durmaya devam ediyor.
Benfica ise belki de yeşil sahaların biricik Béla’sının başlarına açtığı beladan kurtulmak için, 2009’da 110. yaşgünü şerefine hocayı iki Şampiyon Kulüpler Kupası’nı kucaklarken gösteren bir heykelini stadyumuna dikti. Ne olursa olsun, kulübü Avrupa’nın en büyüğü yapan Guttmann’dı…