Türkiye’nin ilk caz grubu Sextet’in kurucusu İsmet Sıral (1927-1987), hem genç cazcılar hem de Erkin Koray gibi rock yıldızlarından Orhan Gencebay gibi arabeskçilere kadar birçok müzisyen için bir usta ve yol göstericiydi. ABD’de de hocalık yapan, 1987’deki trajik ölümünden önce bir müzik okulu kurmak için çaba gösteren bir ustanın öyküsü.
Hikayenin en sonundan başlayalım. İsmet Sıral 8 Ekim 1987 tarihinde Marmaris’in -o zamanlar turizmden payını henüz bugünkü kadar almamış olan- İçmeler köyündeki evinde kendini yerde duran halıya sardı. Öncesinde halıyı benzinle ıslatmıştı. Kibriti çakıp halıyı ateşe verdiğinde 61 yaşına girmesine 3 ay 10 gün vardı.
Şimdi filmi biraz geri saralım. 1962’de Sıral 35 yaşındayken, hakkında esprili bir dille yazılmış bir gazete haberi şöyle diyordu: “Cazdaki ustalığı kadar dalgınlığı ile de meşhurdur. Yeni evine taşındığı günün akşamı, dalgınlıkla eski evine gidip yatağa uzandığı, ancak evin hanımı yarı çıplak içeriye girdikten sonra aklının başına geldiği rivayet edilir. Sıral öğleden sonraları Taksim-Harbiye arasında bir-iki tur yapmadan edemez. 35 yaşındadır. Ayda, yılda bir, evde kalmış kızlardan aşk mektubu aldığını da ayrıca söylemektedir”.
Oysa o yıl aynı zamanda doğum günü de olan 18 Ocak günü Oya Nayman ile evlenecek, aldığı bir teklif üzerine Ayten Alpman’ın solistliğini yaptığı grubuyla İsveç’e giderek evliliğine yedinci ayında son verecekti.
1969’da bir Taksim-Harbiye turu esnasında, gündüz vakti bir gece kulübüne girmişti İsmet Sıral. İçeride, 20’lerinin başlarındaki gençlerden oluşan bir müzik grubu prova yapıyordu: Moğollar. Kurulalı henüz 1 yıl olmuş, kendi imkanlarıyla büyük bir Anadolu turnesine çıkmışlar; bazen konser verilebilecek bir yazlık sinemanın bile olmadığı kasabalarda çalmışlardı. “Anadolu pop” adını verdikleri yeni bir tarzı yaratmanın peşindeydiler.
Takım elbisesi içinde Sıral, bu “yeni yetme hippi” gençleri bir köşede dikkatle dinledikten sonra yanlarına gidip şöyle demişti: “Çok güzel! Ama size biraz ‘swing’ lazım”. Grup üyeleri merakla sormuşlardı: “O nedir abi?” “Yani” demişti, “kazanlar kaynamalı, tekerlekler dönmeli. Çalarken gözünüzün önüne bunu getirin, ‘swing’i bulursunuz. Ayrıca bir ‘sound’ yaratmalısınız. Çalarken üzerinizde bir ses kubbesi oluşmalı. İşte o sizin ‘sound’unuzdur.”
Sıral’ın yanından eksik olmayan iki şey varmış. İlki, bir diyapazon. Müzisyen arkadaşlarını ziyaret edeceği zaman kapılarını çalmak için diyapozonu kullanır, kapı açıldığında aleti kulaklarına doğru uzatıp; “Hayattaki amacınız mutlak ‘lâ’yı bulmak olsun. Ve bir de ‘lâ’nın içindeki diğer ‘lâ’ları duymaya çalışın” dermiş.
Sıral’ın yanındaki ikinci nesneyse flütüymüş. Her an en olmayacak, akla gelmeyecek yerde bunu çıkarıp çalabiliyormuş. Mesela yine o meşhur Taksim-Harbiye turları sırasında, kaldırımda oturmuş müşterisini beklerken fırçasıyla ritim tutan bir boyacı çocuk görürse, yoldan gelip-geçenlere aldırmadan flütünü çalarak çocuğa eşlik etmeye başlar; merakla etraflarında toplanan kalabalığa mini konserler verirlermiş.
Sadece insanlara değil, ses çıkaran her şeye, tüm canlı ve cansız varlıklara eşlik edermiş İsmet Sıral. Yerde duran teneke kutuların üzerine düşen yağmur damlalarına ya da bir dere kenarında vraklayan kurbağalara, kuşlara, rüzgarda sallanan ağaçlara…
En sondan başladık, ardından aralara daldık. Şimdi hikayeyi en başından alalım.
1927’de İstanbul Fatih’te doğdu İsmet Sıral. İlkokulu, mahallesinde okudu. Ortaokula ise ailesiyle taşındıkları Ankara’da başladı. 1944’te 17 yaşındayken liseyi bırakmaya karar verdi. Güç-bela bulunan 78 devirli taş plaklardan, Amerika’nın Sesi Radyosu’nun yayınlarından cazı keşfetti. Ankara’da Riyaset-i Cumhur Bandosu’nun kadrolu saksafoncusu İlhami Hayri Bey’den ders almaya başladı. 2 yıl geçtikten sonra askerlik kapıyı çaldı. O günün koşullarında tam 3 yıl askerlik yapacaktı. Ancak kendisi açısından olabilecek en iyi yere gönderilmiş, Harbiye Orduevi Orkestrası’na alınmıştı. Yıllar sonra katıldığı bir radyo programında anlattığına göre, askerliği boyunca her gün 5-6 saat saksafon çalışmış, akşamları da orduevinde sahneye çıkmıştı.
Askerlik sonrası, dönemin tanınmış-önemli caz müzisyenleriyle, Muvaffak Falay, Cüneyt Sermet, Hırant Lüsikyan, Müfit Kiper, Arto Haçaturyan gibi isimlerle kesişti yolu. 1953’te Cüneyt Sermet ile birlikte Sextet adlı caz grubunu kurdu. Bugün bakıldığında, Türkiye’nin ilk caz grubu olarak kabul ediliyor Sextet. Elbette öncesinde de “caz” adı altında müzik yapan gruplar vardı; ancak bunlar genel olarak eğlence ve dans müziği çalıyordu. Bu bakımdan Sextet, dönemin dünyadaki güncel caz anlayışı doğrultusunda müzik yapan ilk Türk grubu olarak kabul edildi. İsmet Sıral tenor saksafondaydı. Cüneyt Sermet’se kontrbasta. Piyanoda Nejat Candeli, trompette Zekai Aydın, alto saksafonda Celal Bozsoy ve davulda Yalçın Oral vardı. 1 yıl kadar sonra bu grubun yerini 9 kişilik İsmet Sıral Orkestrası alacaktı. Taksim Belediye Gazinosu’nun yanısıra, İstanbul Radyosu’nun da aranan grubuydu bu orkestra. Solist olarak Sevinç Tevs’in de katılımıyla büyük ilgi gören konserler dizisi başlamıştı.
1954 ortalarında ABD’nin ünlü müzik dergisi Metronome’un editörleri, İstanbul-Nişantaşı’ndan postaya verilmiş ilginç bir mektupla karşılaştı. Mektup İsmet Sıral Orkestrası’ndan ve İstanbul’daki caz ortamından bahsediyordu. Mektubu kaleme alan Sabri Şatır’dı. 1930 doğumlu Şatır, Robert Kolej’in ardından eğitim için ABD’ye gitmiş; 1951’de yurda döndükten sonra ticarete atılmış, tam bir opera ve caz tutkunuydu. Birkaç ay sonra dergiden bir cevap aldı. Metronome, İstanbul’da böyle bir caz grubu olmasından çok etkilenmiş, mümkünse plaklarını göndermesini istemişti.
Grubun plağı yoktu. İşin tuhaf tarafı, Özdemir Erdoğan’dan Erol Büyükburç’a, Esin Afşar’a kadar sayısız ismin kayıtlarında yer almış olan İsmet Sıral, hayatının sonuna kadar kendi adına tek bir plak bile çıkarmayacaktı. Muhtemelen, müziğin her defasında tek seferlik olarak çıktığını ve tekrarının anlamlı olmadığını düşündüğü için… Ama dergiye yollamak için bir kayıt yaptılar. Stüdyo olarak İstanbul Radyosu’nu kullanmışlardı. “Nucy”, “No Name” ve “Longin” adlarında üç parçayı ABD’ye yolladılar. Besteler Arif Mardin’in imzasını taşıyordu ve dünyanın dörtbir yanından yollanan caz kayıtlarının banttan dinletildiği Dünya Caz Festivali’nde İstanbul’dan gelen örnekler olarak çalındılar.
‘60’lara gelindiğinde Sıral yurtdışına açılmaya karar verdi. 1962-66 arasında İskandinav ülkelerinde çalıştı. Gazeteler İsveç’te Türk melodilerini kullanarak çaldığı “Türk cazı”nın büyük ilgi gördüğünü yazıyordu. 70’lerle birlikte, yolu kendisinden sonraki nesille kesişmeye başlamıştı. Bir yanda Moğollar, Erkin Koray gibi dönemin rock müzisyenleri, diğer yanda ise yeni bir dalga olarak yükselmeye başlayan arabesk. Orhan Gencebay, Vedat Yıldırımbora, Özer Şenay gibi isimler; onların prodüksiyonlarında çalan kemancılar, klarnetçiler, ritimciler; İsmet Sıral herkes için bir usta, derviş ve çok şey öğrenebilecekleri bir isimdi.
O dönem verdiği söyleşilerde Sıral, gençlere bilgilerini aktarmaya çalıştığını söylüyordu. En çok anlatmak istediği şey, “melodi” diye bir şey olmadığıydı. Esas olan ritimdi. Seslerin içindeki diğer sesleri duymak gerekiyordu. Yeni dönem “underground” müzisyenler arasındaysa en çok Erkin Koray’ı beğeniyordu Sıral. Ona göre Koray’ın tek bir kusuru vardı: Fazla sinirliydi!
1978’de İsmet Sıral “bir hava değişikliği ihtiyacı” gerekçesiyle New York’a gitmeye karar verdi. O sıralarda saksafon ve flütün yanına yeni bir gözağrısı eklenmişti. Sıral, ünlü neyzen Aka Gündüz Kutbay’dan ders almaya başlamış, bir yandan da tasavvufa merak salmıştı. New York’ta eski dostu Don Chery ile biraraya geldiler. 50’li yıllardan beri tanışıyorlardı. Türkiye’ye geldiğinde birlikte saatlerce çalmışlardı. Chery, Sıral’ın birikiminin farkındaydı ve onu dönemin en aykırı müzik okulu olan Creative Music Studio’ya götürdü. İsmet Sıral artık Karl Berger, Ingrid Sertso, Lee Konitz, Nana Vasconcelos, Ed Blackwell, Trilok Gurtu, Mike Richmond, Marilyn Crispell, Steve Gorn gibi bugün caz sahnesinin mühim isimleri arasına girmiş genç yeteneklerin hocasıydı.
Creative Music Studio, tamamen alternatif bir sistemde çalışıyordu. Klasik öğretmen-öğrenci ilişkisinin olmadığı, birlikte saatlerce çalınarak ders yapılan, eğitimin usta-çırak ilişkisiyle verildiği bir müzik okuluydu. İsmet Sıral aradığı ortamı bulmuştu. Okuldaki 2 yıl kendisi için müthiş geçecek ve kafasında yepyeni fikirlerle Türkiye’ye dönecekti.
1980’de döner dönmez, bir arazi aldığı Marmaris’e yerleşti. Kararını vermişti. Burada büyük bir müzik okulu açacak, dünyanın dörtbir yanından davet ettiği “ustalar” ve “çıraklar”la birlikte Türkiye’de yepyeni bir müzik kültürü oluşturacaktı. Ama olmadı; zira para gerekiyordu. Elindeki para arazinin inşaata uygun hâle getirilmesi, ardından temelin atılması için bile yetmemişti. Türkiye 12 Eylül sonrası bambaşka bir atmosferde sessizliğe bürünmüşken, böylesi bir iş için para koyacak, ortak ya da sponsor olacak birilerini bulmak da mümkün görünmüyordu. Ütülü takımlarını giydi İsmet Sıral; resmî dairelerin, devlet kurumlarının, sponsor olabilecek şirketlerin kapısını çaldı; her defasında eli boş döndü.
Bu arada Marmaris’te turizm yükseliyor, arazisini satın almak isteyenler sürekli kapısını aşındırıyordu. Mafya da işe dahil olmuş, arazisini satması için baskı yapmaya başlamıştı. Bir süre sonra sağlığı bozulan Sıral, birkaç kez hastaneye yatırıldı. Aynı zamanda psikolojik olarak da çöküşe girmişti. Birkaç başarısız intihar girişimi oldu. Hem parasızlığa hem de mafyanın baskılarına dayanamayıp araziyi elden çıkarmaya karar verdi.
Yazımızın başında aktardığımız ölümünün ardından, hiç de büyük haberler çıkmadı basında. Hatta kısa sürede ismi unutuldu, kendisinden bahsedilmez oldu. Ta ki 2003’e kadar. Sıral’ın uzun yıllar birlikte çalıştığı caz şarkıcısı Ali Kayral’ın oğlu ve çocukluğunda İsmet abisiyle çok zaman geçirmiş olan Dost Kip, bir belgesel yapmak için Sıral’ın hikayesinin peşine düştü. Sıral’ın bir zamanlar ders verdiği Creative Music Studio’ya ve o okuldan yolu geçmiş dünyanın ünlü cazcılarına başvurdu. Türkiye’de artık adından bahsedilmiyordu ama, İsmet Sıral adı dünyanın en tanınmış cazcılarının telefonlarının, kapılarının açılmasına sebep oluyordu. Charlie Haden, Trilok Gurtu ya da Nana Vasconcelos gibi isimler ondan neler öğrendiklerini heyecanla anlatıyordu. Hatta bazıları, İsmet Sıral’ın kendilerine öğrettiği geleneksel Anadolu müziklerini hâlen çalabilecek kadar iyi hatırlıyordu!
Sıral, Doğu ile Batı arasında hiç sıkışmadı. Türkiye’de karşılaştığı insanlara Batı’yı, Batı’da karşılaştığı insanlara da Türkiye’yi anlatıp-öğreten ilginç bir sanatçı olarak tüm şaşırtıcılığıyla orada öylece durdu; duruyor.