1950’li hatta 60’lı yılların başlarına kadar, gerek Anadolu’dan gerekse Trakya yönünden gelen bütün şehirlerarası otobüslerin son durağı Sirkeci ve civar sokaklardı. Şehre gelenlerin ilk durağı da, Sirkeci ve civarındaki her keseye uygun otellerdi. Taşradan gelenler, ilk olarak Sirkeci’ye “iltica” ediyorlardı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde yönetim değişikliğinden hemen sonra, sözü edilen sorunların en başında gelenlerinden biri kentin yeni bir otogara gereksinimi olduğu konusuydu. Gerçekten de Avrupa yakasında halen mevcut Alibeyköy ara terminali çok fena değilse de, son durak olan Esenler terminalinin feci durumu ortada. Kargaşa ve yoğunluk bir yana, bodrum katındaki labirent benzeri yapı gerçekten korku tüneli gibi.
Anadolu ve Trakya’da karayollarının gelişmesi, otobüs şirketlerinin firma bazında ve her firmanın kendi bünyesindeki genişlemeleri yüzünden, kente akın eden ya da buradan her yöne doğru ayrılan otobüslerin meydana getirdiği yoğun trafiği mevcut yapı kaldıramıyor artık. Yakın tehlike ise sistemin temelli kilitlenebileceğidir.
Trakya yolcuları
Kendilerini memleketlerine geri götürecek otobüslerini bekleyen Trakyalılar.
Bu koşulları gözönününde tutarak, güzel İstanbul’umuzun bir havalimanı kadar konfora sahip, rahat, fonksiyonel ve çağdaş bir ana otobüs terminali olması hakkıdır, diyoruz.
Hızla eskiyen mevcut Esenler otogarı, çok değil 35 yıl önce 1984’te açılmıştı. Eğer doğru ise Avrupa’nın en büyük, dünyanın da üçüncü büyük terminal yapısında 100’den fazla firmanın yazıhanesi ve tahsisli peronu, 5-6 bin çalışanı ve hemen her firmanın çeşitli semtlere servisleri var. Buna karşın yine de iyileştirmeye muhtaç, sıkıntılı bir yer.
İstanbul’un bundan önceki ilk otogarı, surlar dışına doğru iletişimi rahatlatan Vatan ve Millet Caddelerinin açılmasından sonraki 70’li yıllarda, Topkapı surlarının hemen dışında açılmıştı. O da ortalama bir 25 yıl kadar hizmet vermişti. O alanda şimdi Topkapı kültür parkı ve Panorama 1453 Tarih Müzesi bulunuyor. Anadolu yakasındaki durum da pek farklı sayılabilir mi bilmem. Harem otogarının yapısal ve iletişim sorunları sözkonusu diye biliyorum.
Peki günümüzde durum böyle de, İstanbul’un hiç toplu otobüs garajı olmadığı yıllarda ne yapıyordu İstanbul’a gelip gidenler? 1950’li, hatta 60’lı yıllardan sözediyorum.
O zamanlar gerek Anadolu’dan gerekse Trakya yönünden gelen olsun, bütün şehirlerarası otobüslerin son durağı Sirkeci ve civar sokaklardı. Semtin bütün ara sokakları otobüs firmalarının yazıhaneleri ile doluydu. Otobüsler son müşterilerini yazıhane önlerine bırakırlardı. Giden otobüslerin yolcuları da ne olur ne olmaz hesabıyla biraz erken gelir, yazıhanelerin önünde öbek öbek bekleşirlerdi.
O zamanların otobüsleri de şimdikilere pek benzemezdi. Yolcu kapasiteleri daha düşüktü. Dolayısıyla sokak aralarına girebilecek ölçüde daha küçüklerdi. Motorları arkada değil, otomobillerde olduğu gibi önde bir çıkıntı halindeydi; bu bakımdan onlara “burunlu otobüsler” denirdi. Sayıları da çok olmadığından, Sirkeci’nin ara sokaklarında rahatça yer bulabiliyorlardı.
Gençlik günlerimin 10 yıla yakın süresi Babıali’de geçtiği için çok iyi bilirim o sokakları. Otobüslerin o mekanı niye seçtiklerini anlayabilmek için, saati biraz daha geriye alalım isterseniz.
Gençlik günlerim dedim ama, hatta daha önceleri çocukken, memleketim Edremit’ten Kartal’ın köyü olan Yakacık’a gelip gittiğimizde, vapur saatlerine göre bir gece biz de Karesi Oteli’nde kalırdık. Sirkeci otobüs semti olmadan çok önce oteller semti idi. Büyük bir çoğunluğu hiçbir lüksü olmayan, her keseye uygun ucuz otellerdi bunlar. Tabii DDT henüz ortaya çıkmadığından, tahtakurularının cirit attığı yerlerdi. Taşradan gelenler, ilk olarak Sirkeci’ye “iltica” ediyorlardı.
Aynı yöreden gelen insanlar belli otelleri tercih ettikleri için, bunlar genellikle yöreyi belirleyen isimlerle anılırdı. Karesi Oteli dediğim yer de bunlardan biriydi. Hemşehriler orada toplaşırlardı. Sirkeci’nin tam göbeğinde, bugün Kastelli iş hanının bulunduğu yerde yani Bahçekapı’dan gelen Hamidiye caddesi ile Babıali’ye tırmanan Ankara caddesinin tam köşesinde üç katlı ahşap bir oteldi. Tam karşı köşesinde ise zamanın ünlü hazır ilaç firmalarından Kanzuk Eczanesi yer alıyordu. O zamanın otellerinde lobi bulunmazdı; onun yerine kimilerinin altında kıraathane olurdu. Karesi Oteli’nin kıraathanesi de Babıali’ye yakınlığı dolayısıyla yokuşun az yarısındaki Meserret Kıraathanesi kadar ünlü sayılırdı.
Yemeklerimizi daima meydana bakan Konya Lezzet Lokantası’nda yerdik. Hediyelik lokum almak üzere Bahçekapı’ya doğru birkaç adım yürünürdü. Orada halâ mevcut olan Hacıbekir şekercisi vardı. Ankara caddesiyle Büyük Postane caddesinin kesiştiği yerde bulunan İzmir Şerbetçisi çok ünlüydü.
Caddenin karşı sırası ise ünlü köfecilerin sıralandığı yerdi. Oralarda Babıali’nin ünlü kişileri ile masa arkadaşı olma ihtimali çok yüksekti. Tırmanan yokuşun sağında Türkiye’nin en ünlü kitapçıları yer almışlardı. Yayınevi kavramı pek yaygın değildi. Kitapçı dediğiniz kişiler hem dükkân sahibiydiler hem de yayıncı. Daha yukarılarda ise efkâr-ı umumiyenin merkezi olan gazete idarehaneleri yer alıyordu.
50’li yıllarda Sirkeci, şehrin giriş çıkış kapısı gibiydi. Gar binasının burada bulunması, 19. yüzyıldan beri Sirkeci’yi bir merkez yapmıştı. Tren yolcuları Anadolu’dan gelip Haydarpaşa’ya inmişlerse de, yolculukları Galata köprüsündeki iskelede sonuçlanıyor, çoğunun yolu Eminönü üzerinden buraya düşüyordu. Vapurla Galata ya da Tophane rıhtımlarına çıksalar da, dağılımlar buradan oluyordu.
Sirkeci’nin merkez olmasındaki bir neden de, galiba Anadolu ile bağlantılı emanetçi ambarlarının varlığı idi. İstanbul’daki toptancılardan taşradaki ticaret erbabına mal taşıyan, hatta tek tek vatandaşların ihtiyacına cevap veren, bu bakımdan kente sık sık gidip gelen emanetçilerin yerleri de buradaydı. Benim şahsen gariblik yıllarımda kullandığım bir yatağım vardı. Onu dürüp büküp bohçaladıktan sonra Sirkeci’de bir emanetçiye bırakmıştım. Üzerine mazot gibi bir şey dökülmüş. Kokusundan dolayı bir daha kullanamamış, yataksız kalmıştım. Böyle acı bir anım da var. Sirkeci işte böyle bir yer. Daha doğrusu böyle bir yer idi.