Divriği’ndeki Alanlı Evi kuşaklar boyunca bir kasaba ailesinin kültür zenginliğini korudu, yaşattı. Eski bir Anadolu ailesi olan Alanlıların son ferdinin hayata gözlerini kapatmasının ardından, yaklaşık 200 yıllık evin cümle kapısı da kapandı. Önlem alınmazsa ev zamanın çarkları arasında harabeye dönecek, bu topraklardaki binlerce sahipsiz kültür varlığına bir yenisi daha eklenecek. Köklü bir Anadolu ailesinin özel tarihinin en yakın tanığı, hatıralarıyla birlikte yok olup gidecek.
Kültür-tarih zenginliklerimizle övünüyoruz ama sahipsiz, bakımsız örenler, eski eserler binlerce. Divriği’deki Alanlı Evi de bunlara katıldı. Temel taşlarını 1820’lerin ustaları koymuş. 200 yıllık bir maziye oturan bu ev, 6-7 kuşak boyunca bir kasaba ailesinin kültür zenginliğini korudu, yaşattı. Fakat artık cümle kapısını “sahip” kimliğiyle açıp kapayan kimse yok! Dam ve çatı, saçak ve sıvalar, kapı ve pencereler, rüzgâra, yağmura, kara teslim durumunda. Bu yerel mimarlık ve kültür atmosferi, önce hüzünlü bir harabeye, sonra bir virane görüntüsüne, sonra yokluğa hazır. Karşısındaki büyük Ayanağa Konağı ise darmadağınık! Paylaşılmış, parçalanmış, saçakları mertekleri sökülüp yakılıyor. Yine de restore edilen iki başodasıyla diklenerek varım diyebiliyor. O odalarda oturup kahve içen zamane konukları, “ağalık” neymiş, boyutlara, özene, bezemelere bakarak kavramaya çalışıyorlar.
Bizde aile tarihlerini yazmada iki yüzyıl geriye gitme olanağı yoktur. Aileler, mensubiyet ve köken konusunda sığ bilgilerle şecere kurmaktalar. Eski bir Anadolu ailesi olan Alanlılar da en uzun 200 yıllık tarihiyle şu yakında sönüverdi. Bundan kimsenin haberi yok! Kapısı kapanan aile evinin, damı çatısı saçakları duvar ve sıvaları kapı ve pencereleri, esip savuran rüzgârın yağmurun, kar sularının amansızlığında eriyip gidecek. O evden hüzünlü bir harabe yığıntısı kalacak! Selçuklu, Osmanlı, Kayzer sarayları da böyle yok olmuştu. Anadolu, kendi mirasını tüketmede dünya birincisidir!
Sınıf düzeyleri dikkate alınarak her yörede birkaç ailenin ve evin tarihi yazılmadı. Kent ve kasabaların sosyal- tarihsel katmanları için bu gerekliydi. Ailelerin özel tarihleriyle yok olması toplum tarihi bakımından kayıptır. Sıradan bir Selçuklu veya Osmanlı ailesinin tarihine sahip değiliz. Yüzyıl önceki ailelerinden taşınır taşınmaz neleri saklayabildik?
Yapısal özellikleri, mimari ayrıntıları
Divriği Karayusuf mahallesinde Abıçemen deresi yamacına yaslanmış yarı tarihî yarı romantik esintili Alanlı Evi’nin iç dünyasının eski kalabalık nüfusundan tek ses yok! Her biri ayrı melodiler çalan duvar saatleri, konsollar, aynalar, levhalar da artık yok. Sessiz evde kalan öteberi, çökme yazgısına eşlik edecek. Bunlar maddi değerden yoksun eski kiler küpleri, kırık kopuk eşya döküntüleri, çul palaz nevinden şeylerdir. 1840-1880 arasında iki veya üç evrede eklemelerle yapılanan evin temel taşını aile atası sayılan tüccarlardan Alanlıoğlu Veli ve Mehmed efendiler 1830’larda koymuş olmalı. İkinci aşamada evin bânisi Veli oğlu İbrahim, üçüncü aşamada tamamlayanlar da torunlardan Rıza ve Halim Efendiler’dir. Bu evde 20. yüzyıl dünyasına göz açıp seksen yıllık yaşamını Alanlı Evi’nde geçiren beşinci kuşaktan Ömer Çalapverdi (öl. 2014), cümle kapısını özgün anahtarıyla son açıp kapayandır.
Evin yapılışı için ondan dinlediğimiz öykü, en erken, İbrahim Efendi’ye dayanıyordu. Aynı sokağın sağındaki büyük Ayanağa Konağı’nın da Hicrî 1254 (1838) tarihinde yapıldığı; Ayan Mehmed Ağa ile İbrahim Ağa arasındaki yakınlık da dikkate alındığında, iki aile arasında bir zaman koşutluğu yakalanıyor. Demek ki iki dönüm bahçesi, 1000 m2 oturma-kullanma alanı olan bu üç katlı evde 170 yıllık bir aile tarihi saklı.
Bayramlarda açılmayan kapı
Alanlı Evi selamlık kapı üstü odası. Altında yalın cümle kapısı. Artık gireni çıkanı, açanı kapayanı yok. Pencere kepenkleri dökülüyor. Saçaktan, kireç sıvadan iz kalmamış.
Dış albeniden yoksun evin pencereleri uzak manzaralara açık. Cümle kapısından girilince: Kaldırım döşeli selamlık avlusu, köylü odası, ayaz ve avlu, örtme, işlik, binek taşı, ayakçak (üst kat merdiveni), selamlığın altında mabeyn ve köylü odalarının kapıları, ambar ve işlik görülüyor.
Ayakçak (merdiven) başından geçilen, çarhıfelekli divanhaneden selamlık sofasına giriliyor. Bu kattaki geniş ve aydınlık odalarda, çarhıfelekli tavanlar, alçı işlemeli yaşmaklı ocaklar, duvar nişleri, mihrabiyeler var. Dördüncü kat konumundaki çadır tavanlı köşk odasının pencerelerinden Divriği’nin dört tarafı, uzaktaki dağlar ve yaylalar seyrediliyor.
Avludaki orta kapıdan ve örtme kapısından girilen harem dairesinin sofasına, evin salonu sayılan kürsübaşılı (tandırlı) toyhane ile üç yaz iki kış odasının, mutfak ve kilerin kapıları açılıyor. Harem odaları da bezemeli tavanlar, alçı yaşmaklı ocaklar, silmeli işlemeli direk, dikme ve kirişler, avadanlıklı kapılar, gömme dolaplarla uyumlu bir iç tasarım sergiliyor.
Zemin ve bodrum katında yer damı, ahır, depo, odunluk, samanlık taksimatı var. Kuyulu harem avlusu, taş döşeli ark, ulu meyve ağaçlarının gölgelediği, bağ bostan evlekleriyle bahçe, evin açık mekânları. Bütün bu zenginlik, Alanlı Evi için, geçen asırların “ev dediğin evrendir, içinde harman da döndürülür” sözünü doğruluyor. Başka yaşıtı evler gibi bu mekân da imar edilmiş bir doğa parçasında aile özgürlüğünü sağlayan bir iç âlemdi.
Selamlık avlusundaki taş sahanlıktaki tahta basamaklardan çıkılan divanhâne, yaz akşamlarına özel, bir hayat/ hanaymış. Bu balkonu, Divriği’nin mertek örtülü divanhanelerinden ayıran, zengin dekorasyonlu tavanıdır. Bununla ilgili söylenceye göre İbrahim Efendi’nin oğlu Halim Efendi ustaların yaptığı ilk tavanı beğenmeyerek sökmüş. İnce marangozluk hüneriyle zemini mavi çuha kaplı yeni bir tavan yapmış.
Alanlı Evi’ndeki kerpiç, taş, kireç, ardıç ve çam terkipli yapılanmada yerel- geleneksel yaşantının “ev” boyut ve ayrıntılarını oluşturan inşai ve mimari birçok ayrıntı, ölçü ve biçimleme görülebilir. Kerpiç yapının iki asırlık direnme gücünde, ömürlerini bu eve adayan, sanatta ve zanaatlerde mahir Rıza ve Halim kardeşlerin emekleri çoktur. Evin yapım tekniğini ve malzemesini 2001 yılında inceleyen Yüksek Mimar Hüsrev Tayla (öl. 2003) Geleneksel Türk Ev Mimarisinde Yapı Sistem ve Elemanları isimli 2007 tarihli çalışmasında bu yapının, Anadolu sivil mimarisi için sunduğu referansları saptamış ve restore edilmesini önermişti.
Yapı, Divriği’deki konut mimarisinin geçirdiği evreler için de bir dizi kanıt içerir. Yerli ustaların uygulamalarla ilerlettikleri tavan, kiriş, ahşap direk, kapı, sergen, dolap türlerinin tipik örnekleri görülebilir. Dikey ve yatay ölçülerdeki şaşırtıcılık, kerpiç örgüsündeki mükemmeliyet, miras taksimine uğramayışı, satılarak sahip değiştirmemesi de bu evi ayakta tutan nedenlerdir. Geçen uzun zamanda, konut planının ve kullanım geleneğinin değiştirilmemesi ise bir koruma taassubunu düşündürüyor. Beş hatta altı kuşağa meskenlik edişini sağlayan, bu muhafazakârlık olmuştu da denebilir.
Yapı evrimleri açısından bakıldığında ise Alanlı Evi, Orta Anadolu eski konut mimarisinin geçirdiği evreleri yansıtan bir sivil mimari örneğidir. 1800’lerde akarsu yoluyla taşınarak ev yapıcılığında kullanılan omcalı (balta çiziği mühürlü) ardıç ve çam kütükler bu evde görülüyor. Klasik kerpiç tipleri, ahşap, alçı süslemeler, revzen, kepenk, stuka, ocak örnekleri; yerli ustaların geliştirdikleri planlar; tavan, kiriş, direk, kapı, sergen, dolap üslupları için de bu ev sanki bir laboratuardır.
Aile bireyleri ve sosyo-kültürel mirasları
Alanlıoğulları, orta zenginlikte, kasaba eşrafından, arazi sahibi, varsıl, bireyleri yetenekli ve aydın, ilişkileri dengeli bir aile olarak tarif edilebilir. Gelenekleri değişmediğinden de uzun bir süreçte sosyal-yapısal bir koruma örneği olarak soyut değerleri sonraki kuşaklara aktarmışlar. Ailenin özgünlüğünü sağlayan diğer bir etken, tek bir evde yaşamak ve “dışa kapalılık”tır. Bir dönem edinilen altın, gümüş, banknot, ziynet ve eşyadan oluşan servet doğal ki bugüne ulaşmamıştır. Buna karşılık çağdaşı başka evlerde yer bulamamış usturlap, kuyumculuk, saatçilik, tartı, tıp, eczacılık…. âlet ve edevatın -evden uzakta da olsa- korunmuş olması özel bir durumdur. Eşya ve araç gereçlerin aynı kullanım işlevinde tutulduğu, mektup yazışma, tebrik, ticaret belgeleri ve kitaplar saklanarak bir ev arşivi – kitaplığı oluşturulduğu da görülüyor. Uzun bir tereke ilamı ise Alanlı ailesinin 1870’lerdeki zenginliğini belgeliyor. Aile atası İbrahim Efendi’nin mezartaşı da eve taşınmış.
İhtişamlı günleri geride kaldı
Barok-rokoko karışımı alçılı yaşmaklı ocaklı odanın işlemeleri dökülmekte, tavanı çökmekte. Bir vakitler, odanın sedirleri, döşemesi ışıltılı halılar, kız kilimleri ile döşeliydi (solda). Haremden selamlığa çıkan nişli küpeşteli ahşap merdiven. Sofanın çıtakâri tavanları perişan. Durum, bir yıkılışı haber veriyor.
Barındırdığı ailenin, uzun bir tarih sürekliliğinde edindiği kültür, somut-soyut birikim, örneğin oda geleneği ve söyleşileri, kış geceleri Binbir Gece Masalları, Ferhat ile Şirin okumalar, çoktan unutulmuştur. Dünü doğru aydınlatacak okuryazar aile bireylerinin ölüm suskunluğuna gömülmeleri de aile tarihinin yazımına engeldir. Orta Anadolu’da Hititlerden beri gelişen ev yapıcılığının 1840’lardaki bu yerel yorumunun, 2010’lu yıllarda ayakta olması bir şans sayılsa da sosyal ve mimari araştırmalardan, kamusal ilgiden yoksun kalışı, sönüşe ve çöküşe terk edilmesi tam bir aymazlıktır.
Aile bireylerine gelince: 1840-1880 arasındaki ilk kırk yılından, örneğin aile atası Alanlıoğlu Veli Efendi’nin yaşamına ve mesleğine dair bir bilgi yok. Evin ve ailenin başlangıcını temsil eden tüccar kimlikli İbrahim Efendi’ye (öl.1874), ama asıl, onun oğulları Rıza (1867-1944) ve Halim Efendiler’e (1868-1949) dair bilgilerse epeycedir. Bir sonraki aşamada içgüveyleri Çalapverdili Hacı Bekir (1878-1950) ve oğlu Hafız Hilmi (1897- 1959) Efendiler var. Bu dörtlü ve eşleri, evdeki yaşama kültürünü doruğa ulaştıranlardır. Dışarıya olabildiğince kapalı bu zengin iç dünya, 1890’lardan 1940’lara, elli yıldan fazla sürmüştür.
Yetenekleri, bilgelik ve efendilikleri çokça anlatılan “küçük ağalar” Rıza ve Halim Efendiler, babaları İbrahim Efendi öldüğünde çocukmuş. Anneleri Samsunlu Fatma Hanım, yetimlerini alıp memleketine dönmüş. Bunları sanayi mektebinde okutmuş. Baba ocağına dönüşleri 1880’lerde olmalıdır. Rıza Efendi, iyi okur yazar, Arapça Farsça, fıkıh, ilm-i heyet ( astronomi, astroloji) bilir ve çalışırmış. Kasabanın saatçisi, muvakkidi imiş. Bir yaş küçük Halim Efendi, ince marangoz ve çilingirmiş. Avludaki işlikte çalışırlarmış. Ortak merakları arasında kimya- eczacılık, tarih- edebiyat, hattatlık da varmış. Rubu tahtası kullanarak güneş açılarına göre alaturka saat ayarı yapar, namaz, iftar, imsâk vakitleri için cetveller yapar, halk hekimliği ilaçları hazırlarlarmış. Rıza Efendi arada İstanbul’a gider, kitaplar, yeni alet edevatla dönermiş.
Alanlılar 1910’larda bir üçlü evlilik çaprazlaması yaşamışlar. Bu, Seferberlik koşullarında bir nüfus eklemlemesidir. Çalapverdili ailesinden baba-oğul Hacıbekir ve Hilmi Efendiler, Alanlı Rıza Efendinin birer kızını alıp içgüveyleri, dolayısıyla bacanak olmuşlar. Hacıbekir’in kızı Vesile de Rıza Efendi’nin dul kardeşi Halim Efendi’yle evlenerek aileye gelin gelmiş. Bu bağlar ve yeni doğanlar, “kim kimin nesi oluyor? sorusuyla meraklıları uğraştıradursun, aile bütünlüğü, dirliği devam etmiş. Şu anekdot ilginçtir: Hilmi Efendi bir İstanbul seyahatinde otelde mektup yazarken oda arkadaşı “-kime yazıyorsun? demiş ve “Bacanağıma” yanıtını almış. “Hilmi’nin bacanağı kim?..” sorusuna cevap ararken uykusu kaçan adamcağız: “Senin bacanağın var mı?” dediğinde “Babam” yanıtını almış!
Belki de aile atasının yazılı taşı bekçilik yapsın diye ailenin hayatta kalan son fertleri tarafından eve getirilen Alanlı İbrahim Efendinin mezar taşı. Taşın kitabesi şöyle: “Hüve’l-Bâk / Bu dünyâda bulmadım hiç rahatı/ İhtiyâr etdim anın-çün rıhleti / Kimse gülmez, kimse dahi gülmedi / Zevkıne değmez cihânın mihneti / Dâr-ı dünyâ bir misâfirhânedir/ Aklı olan benden alsın ‘ibreti/ Alanlı-zâde İbrahim Efendi/ İbni Veli rûhuna fâtihâ / Sene 1290”.
Besime-Hacı Bekir, Nazile-Hâfız Hilmi, Vesile-Halim Efendi evlilikleri sonrasında Alanlı Rıza ve Halim kardeşler, çarşı pazar, köy ve çiftlik işlerini, baba-oğul Çalapverdili damatlara bırakarak 1920’lerde -kırklı ellili yaşları sürerlerken- ev ortamına daha çok kapanmışlar. Yeniliklere kulak tıkayarak Osmanlı tebaası kimliğinde fesli, sakolu, entarili yaşamayı sürdürmüşler. Kardeşinden beş yıl sonra vefat eden Halim Efendi’nin, Cuma ve bayram namazları için gittiği camiden dönüşünde avludaki ambarının üstüne koyduğu fesini giyer bir “oh!” dermiş. Rıza ve Halim Efendiler’in ortak hayatları bir bakıma Alanlı Evi’nin de öyküsüdür. Yaklaşık altmış yıl süren sanat ve zanaat çalışmaları bir kasaba düzeyinin ötesinde çok yönlü bir kültür faaliyeti olmuştur. Çarşı-arasta geleneği dışında, ev içinde kurdukları özel çalışma ortamı, dış dünyadan el çekerek ev yaşamına ve evde çalışmaya yönelmeleri, imal ettikleri veya onardıkları saatler, dürbünler, hassas aygıtlar, çilingirlik ve kuyumculuk üretimleri, muvakkitlikleri, hazırladıkları takvimler, ilaç formülleri, hattatlık düzeyinde yazı çalışmaları, okudukları kitaplar, kendi başlarına kırlara tepelere yaptıkları gözlem gezileri, ot, taş, çevre incelemeleri şaşırtıcıdır. Kuşkusuz Rıza ve Halim Efendiler geçen asrın, “nev’i şahsına münhasır” fenomenleriymiş.
Bu iki kardeşi bir arada veya aile bireyleriyle gösteren tek fotoğraf yok. Dürbünler, saatler, gramofon, hatta piyano ve akordeon evde yer bulurken bir fotoğraf makinesinin onlardan görüntüleri bize ulaştırmamasını açıklamak zordur. Çocukluğumda Rıza ve Halim Efendiler’i tanımadım. Aileden Hafız Hilmi Efendi’yi dükkânımızın önünden geçerken görürdüm: Kısa kır sakallı, güleç yüzlü, aksak ama telaşlı, düzgün giyimli bir zattı. Onun evrak-ı metrûkesini incelerken, mal getirmek için kira hayvanıyla Sivas’a oradan arabayla Samsun’a, vapurla İstanbul’a gidiş dönüşlerinin muhataralarını düşünmüşümdür. 62 yıllık yaşamının esnaflıkla geçen kırk yılında tuttuğu defterlerde iki satırcık anı yok ama İstanbul’dan babasına yazdığı “Velinimetim “ diye başlayan uzun mektupları birer anı belgesidir.
Alanlı Evi’ne ve ailesine dair dinlediklerim de gelenek bağına tutunmuş, işbirliğine ve saygıya dayalı bir aile yapısının ödün vermeyen kurallarını düşündürmektedir. Çalapverdili Hacı Bekir ve Hâfız Hilmi Efendiler’le Vesile Hanım üçlüsü de göçtükleri bu uzak mahalle evinin gidişatına besbelli ayak uydurmuşlar. Çarşı işlerini yüklenen baba oğul damatlar, Hüma Hatun arastasındaki iki dükkânda, manifaturacı, bonmarşeci, tuhafiyeci, züccaciyeci, kitapçı, oyuncakçı, hatta eczacı… olarak kasabanın ticaret yaşamına hizmet etmişler.
Aile yaşamının sona ermesi kardeş, elti, gelin, yenge.. kadınların ölümleriyledir. O evrede, damat Hafız Hilmi daha bir on yıl aile reisliğini üstlenmiş. Dul, yaşlı bacı ve eltiler de “ah vah” ederek sedir köşelerine çekilmişler. Aile miladı, Rıza Efendi’nin 1867’ deki doğumu, aile sonu da Vesile Hanım’ın 1993’ teki ölümü sayılırsa, aile tarihi bir buçuk asır sürmüş oluyor. Bu kapanıştan sonra daha 15 yıl Alanlı ocağını tüttüren, Rıza Efendi’nin torunu, Besime Hanım-Hacıbekir Efendi çiftinin oğlu, bu evde doğup büyümüş, aile kurmuş, soyadı Çalapverdi olsa da Alanlı’yı temsil eden Ömer Bey’dir. (1934-2014)
Ondan dinlediğim anılar, geleneğe dayanan bir aile yapısının sırlarıydı: Kalkma, yatma, oturma, sofra ve konuşma… Öyle anlaşılıyor ki gündelik hayatın her ayrıntısı için kurallar vardı. Örneğin, açlık olan yerde dirlik olmayacağından her aile, bireylerinin tüketimine yetecek yiyecek edinimine öncelik veriyordu. Şöyle ki mevsimlik bağ bahçe ürünleri, yağ, süt, şeker vs. dışında, temel tüketim maddeleri olmak üzere bir kış sezonu için bir ailenin her bireyine asgari 1 koyun (20 kilo et-kavurma); 10 ölçek buğday (80 kg un, bulgur, umaç, erişte, nişasta vs); ahırdaki hayvanların her birine de 10 şehir yükü veya 1 harar yem (1 ton saman, yonca, fiğ, arpa…) güz aylarında depolanıyormuş.
Sonuçta, karşımızda 1800’ler-2010’lar arasına tarihlenebilen somut ve soyut bir birikim var. Bu, nesep tutma merakı olmayan Anadolu aileleri açısından da epeyce bir geçmiş derinliğidir.
Alanlıoğullarının, Divriği yerel tarihine eklediği tabloyu hayırsever bir kalem, uzun öykü veya roman konusu yapabilir. Aile bireyleri arasındaki çetrefil bağlar, bir “Yanlışlıklar Komedyası” tarzında da işlenebilir. Aileye ait etnografik malzeme ve belgeler ayrı bir zenginliktir. Korunabilen belgeler arasında: Alanlıoğlu İbrahim Efendi ile kardeşi Veli’nin, baba, amca ve büyük babalarının bir zamanlar sahip oldukları varlığı, aile arasındaki bağları gösteren tereke kayıtları, beratlar ticaret belgeleri, reçeteler, mektup ve defterler, kitaplar çok. Rıza ve Halim Efendiler’in sanat-zanaat araç gereçleri, saatleri, dürbünleri rubu tahtası, kilit-anahtarlar, narin el âletleri ise bir koleksiyon değerindedir.
Alanlı İbrahim Efendi’nin vefatının (1874) ardından Kadılıkça düzenlenen tezkere belgesi.
Türkiye büyük bir ülkedir: Yetkililer, her kültür varlığına ve birikimine yetişememekte mazurdur. Âyanağa Konağı da yıkılır, Alanlı Evi de çöker. Eski yaşantılar unutulur. Seyirci kalmak hatta hiç tanımamak olağandır. Âlî Paşa’nın İstanbul Mercan’daki konağının arsası otopark olur. Tarihi yapıların ahşap enkazı çarşı fırınlarında yakılır. Anadolu kent, kasaba ve köy silüetleri, yerel mimari yapılar, bunların tarihleri, dirençsiz ve sahipsizdir. Hepsi, hepten silinmeye ve unutulmaya mahkûmdur. Maalesef!