Britanya’nın sömürgeciliğine karşı, Amerika kıtasındaki İngiliz asıllı yerleşimcilerin başlattığı protesto hareketi; iktisadi/mali bir karara karşı çıkmaktan çok, siyasi, sosyolojik, hattâ anayasal haklarla ilgili çok daha derin bir tepkinin ifadesiydi. Gemilerdeki çaylar denize boşaltıldı. Bu, 2 yıl sonra başlayacak bağımsızlık savaşının ilk kıvılcımı olacaktı.
Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın (1775-1783) başlamasından sadece 2 sene önceydi. Massachusetts Körfezi’nde, Boston limanı açıklarındaki 3 geminin ürünlerinin denize dökülmesi iktisadi/mali bir kararı protesto gibi görünüyordu ama; aslında siyasi, sosyolojik, hattâ anayasal haklarla ilgili çok daha derin bir tepkinin ifadesiydi. Büyük Britanya Krallı-ğı’nın Kuzey Amerika’da bulunan, Atlas Okyanusu kıyısına dizilmiş 13 kolonisi 18. yüzyılda hem nüfusça hem de ekonomik olarak çok büyümüştü; 1750’lerde yaklaşık 1.5 milyon nüfusu vardı. Bu 13 kolonide köle oranı 5’te 1, kuzeydeki kolonilerde ise 12’de 1’di; Britanya’nın gayrisafi yurtiçi hasılasının %40’ı bu 13 koloniden geliyordu.
Bu kolonilerde yaşayanlar, kendilerini tıpkı Britanya’da yaşayanlar gibi eşit “İngiliz tebaa” olarak görüyorlardı. Bir süredir, özellikle temsiliyetle ilgili 1689 İngiliz Haklar Bildirgesi’ne göre, bu insanların Londra’daki parlamentoda neden temsil edilmediğiyle ilgili bir memnuniyetsizlik vardı. Bu memnuniyetsizlik, 7 Yıl Savaşları (1756-1763) ve Amerika kıtasında Fransızlara karşı gerçekleşen Fransız ve Kızılderili Savaşı (1754-1763) sonrasında daha da büyüdü; zira krallık bu savaşlardan galip ayrılsa da kasası tamamen boşalmıştı. Ayrıca krallığın en önemli ticari aktörü olan Doğu Hindistan Şirketi’nin işleri savaş döneminde çok zarar görmüştü.
Savaşlardan zarar gören ekonomiyi düzeltmek adına İngiliz parlamentosu ardı ardına kolonilere ve buradaki ticarete vergiler getirdi (Şeker Yasası 1764, Damga Yasası 1765…). Son olarak 1773 Mayıs’ında Doğu Hindistan Şirketi’ne çay ticareti konusunda önemli bir ayrıcalık getiren hattâ tekel özelliği veren “Çay Yasası”, kolonilerde krallığa bağlılıkla ilgili büyük tereddütler oluşturdu. “Temsiliyet olmadan vergilendirme olmaz” (No taxation without presentation) düşüncesi, “vatanseverler” olarak adlandırılanların temel motivasyonlarından biriydi. Yani “anavatandakiyle eşit bir İngiliz olarak eğer vergi ödüyorsam, mecliste benim de temsil edilmem gerekli”, ayrılıkçıların en önemli düsturu olmuştu.
Anavatanda ise Hazine’nin kolonileri korumak için kullanıldığı ve bunun karşılığında kolonide-kilerin de ellerini ceplerine atmaları gerektiği görüşü hakimdi. Ayrıca yine İngiliz parlamentosunda, kolonilerdeki nüfusun “zahiri” olarak temsil edildiği (“virtual representation”) görüşü hakimdi. Buna göre parlamentodaki temsilciler, kolonilerden seçilmemiş olmalarına rağmen oradaki İngiliz tebaanın da haklarını mecliste savunduklarını iddia ediyorlardı.
13 koloni ile İngiliz meclisi arasındaki tüm bu karşıtlıklar, Boston Limanı’na gelen 3 geminin içindeki çayların denize dökülmesiyle somut bir hâle gelecekti. Boston’un gösterdiği bu ilk tepki, bağımsızlık hareketinin organize olmasının yolunu açacaktı.
1773’teki Çay Yasası, ‘kaçak çay’ ticaretini kırmak için çıkmıştı
Britanya’nın 1763 sonrası çıkardığı yasalar, kolonilerden elde edeceği vergileri arttırmak ve krallığın en önemli ticari kurumu olan Doğu Hindistan Şirketi’nin çıkarlarını korumak üzerine kuruluydu. “Çay Yasası”ndan önce “Townshend Yasaları” (1767-1768), çay ve başka ürünler üzerinden bunu ancak sağlayabiliyordu. Çay ise satılan tüm ürünler arasında ticari değeriyle en önemli ürün olarak dikkati çekiyordu: 1768’de Doğu Hindistan Şirketi’nin toplam cirosunun %48.3’ü çaydan geliyordu.
Büyük bir nüfusun olduğu bu 13 koloni çay için önemli bir pazardı; fakat bu pazarda Hollandalı tüccarların sattığı “kaçak çay” baskındı (Britanya ve kolonileriyle arasındaki ticareti düzenleyen ve ticari gelirin imparatorluk içerisinde kalmasını sağlayan “Seyir Yasaları”na göre yabancı tüccarların getirdiği/sattığı ürünler kaçak statüsündeydi). Tahminlere göre 1770’lerin başında Hollandalı tüccarlardan yıllık yaklaşık 3.15 milyon kilogram “kaçak çay” Kuzey Amerika’ya geliyordu ve bu miktar, 13 koloninin tüketiminin neredeyse yarısıydı.
Mali olarak zor durumda olan ve Britanya’daki depolarında tonlarca çayı olan Doğu Hindistan Şirketi’nin tek kurtuluşu, parlamentonun ona sağlayacağı vergi avantajı ve çay alanında verilecek bir tekel statüsüydü. 1773’teki “Çay Yasası” ile bunlar sağlandı; kolonilere çay satma hakkı artık sadece onlarda ve kolonilerdeki temsilcilerindeydi. Britanya’nın kolonilerdeki yerel ticarete yasa ve vergilerle bu denli müdahale
etmesi; kendilerini eşit tebaa olarak gören ve “vatansever” diye adlandırılan Boston’da siyaset/ ticaretle ilgilenen kişileri öfkelendirdi. Aralarında -geleceğin ABD’sinin “kurucu babaları”ndan olan- siyasetçi Samuel Adams ile bölgenin en zenginlerinden tüccar John Hancock’un da bulunduğu bu kişiler, “Boston Çay Partisi”nin hazırlayıcı ve uygulayıcılarından olacaktı.
Huzursuzluğun bir sebebi de yeni coğrafi hat idi
Büyük Britanya’nın 1763’ten sonra ardı ardına koyduğu vergiler ve kolonilerdeki ticari hayata müdahelesi, çayla ilgili çıkan yasayla zirve yapmıştı. Yine 1763 sonrası ilan edilen bir “Kraliyet Bildirisi”, kolonilerdeki huzursuzluğun diğer bir önemli sebebiydi. Her ne kadar İngiltere, 7 Yıl Savaşları’nda Fransa’yı ve müttefiklerini mağlup edip Kuzey Amerika’da yeni topraklar edinse de, Kral 3. George hem İspanya ve Fransa gibi Avrupalı güçlere hem de Amerikan yerlilerine karşı yeni bir mücadeleye girmekten kaçınıyordu. Bu nedenle bir kraliyet bildirisi yayımlamış; 13 Koloni’nin batısına bir hat çekerek bundan sonra bu hattın ötesine yerleşim kurulmayacağını ilan etmişti. Halbuki koloni nüfusu gittikçe artmakta ve gelişen tarım sektörü için daha çok arazi gerekmekteydi. Koloni nüfusu ise, kendilerine daha önce yeni yerleşimler vaadedildiğini iddia ediyordu. Zengin ve nüfuzlu iş insanları olan arsa spekülatörlerinin faaliyetleri de bu hatla kısıtlanıyordu. 1768’de kolonilerde yaşayanların memnuniyetsizliğini azaltmak adına bu hat biraz daha batıya kaydırılsa da yeterli olmadı. Anavatandakilerin sadece vergiyle iktisadi hayata müdahalesi değil, yerleşimlerin genişletip genişletilemeyeceğine de karar vermesi huzursuzluğu arttıracak; önce “Boston Çay Partisi”ne sonra da Amerikan Bağımsızlık Savaşı’na giden yolun taşlarını döşeyecekti.
‘Boston Çay Partisi’ ismi sonraki yıllarda şekillendi
Bugün “Boston Çay Partisi” denen protesto gösterisi, aslında şehrin önde gelen politikacıları, tüccar ve kaçakçılarının çok önceden organize ettiği, yani spontane olmayan bir hareketti. Hattâ çayları denize döken protestocuların giymiş olduğu yerli Mohawk kıyafetleri Britanya’ya karşı bir Amerikan kimliğinin ifadesiydi. Amerikan Bağımsızlık Savaşı’na giden yolda bir dönüm noktası olan bu gösterinin ismi ise çok daha sonraları konacaktı. Bu hadise, gerçekleşmesinden sonraki 10 yıllar boyunca “Boston Limanı’ndaki Çay İmhası” veya “Boston Çay Krizi” olarak anıldı; ilk defa 1820’ler ve 1830’larda ülkenin bağımsızlık tarihi yazılırken ve ABD’de artık ulusal bir bilinç oluşmaya başladığında vurgulandı; biraz da ironik olarak “Boston Çay Partisi” adıyla anılmaya başlandı.
Boston’daki çay dökme eylemi tek örnek değildi
Boston’daki eylem ilk ve en büyük olmakla beraber tek değildi. Bundan sonra 13 Koloni’nin farklı liman kentlerinde farklı metotlarla çayın ya limana indirilmesi ya da indirilmiş olan çayın satılması engellendi. Boston’u ilk olarak Philadelphia takip etti; Boston’daki gösteriden sadece birkaç gün sonra çay yükü olan gemi kıyıya yanaştırılmadı ve Britanya’ya geri gönderildi. Charleston’da ise depolara alınan çayın satılması önce engellendi; sonra buna el konuldu ve kolonideki tüccarlar tarafından satıldı. 1774’e gelindiğinde ise, sırasıyla New York, Annapolis, Edenton ve Greenwich (New Jersey) limanlarına getirilen çaylar ya yakıldı ya da bunların satılması engellendi.