2005 /ABD’DE KATRİNA KASIRGASI
Doğal felaketlerin siyasi yağmacıları ve George Bush’a bye bye
18 sene önce New Orleans’ı yıkıp geçen büyük kasırga sonrası -üstelik tehlike önceden biliniyorken- bölgede önlem alınmadığı ortaya çıkmış, “devletinin yanındaki” basın kuruluşları 10 binlerce insanın yaşadığı felaketi “birçok yağmalama olayları yaşanıyo” diye vermeyi tercih etmişti. ABD’nin AFAD’ı diyebileceğimiz FEMA’nın başındaki yetersiz ve yalancı şahıs ise “Asrın felaketi, kim olsa yapamazdı” falan demiş; Allah’tan ülkenin büyük çoğunluğu aklını yitirmediği için “Ay, dur yaraları sarsın, biraz süre verelim, bir dönem daha belki” falan demeyerek Bush’u ve partisini İzmir Marşı’yla uğurlamıştı.
KARANLIK GELECEK SENARYOLARI
Tutmayan kehanetler uslanmayan gençler ve pek değişmeyen nesiller
İnsan olarak o kadar tuhaf bir türüz ki nedense hep dünyamızın başına gelecek felaketler için şevkleniyor, dünyanın yaşanmaz bir yer hâle geldiği senaryoları daha bir tutkuyla takip ediyoruz… Geleceğimize dair bir umut ışığı varsa o da gençler sayesinde olacak, matematik bunu emrediyor. Bu bakımdan her ne kadar artık yavaş yavaş gençlerden umudu kesme yaşına doğru ilerlesem de öyle Sokrates gibi bir kalemde harcayamıyorum kardeşlerimi.
GÖNLÜMÜZÜN ÇEKTİĞİ TARİH
Viyana Kuşatması zamanları, kahveyi öğrenen Avusturyalı ve yerli ve millî tarih masalları
“Ortaçağ’da su çok kirli olduğu için hastalanmamak için su yerine bira içiyorlarmış” öyküsünden tutun da Viyanalıyı “keriz”, Osmanlıları iktisat bilmez kılan, “Ay kuşatmada çuvalları bırakmışlar da Viyanalılar bunları bulmuş, kahveyle öyle tanışmışlar” masalına kadar illa Netfliks Limited Series kıvamında tarihsel gerçekler istiyoruz. Osmanlıların gümrük rejimi uyguladığı mallara nasıl bir ciddiyetle sahip çıktığıyla falan ilgilenmiyoruz.
Alaska’da geyiklere içki yasağı, Sparta’da toksik erkekler, FBI’ın pes edeceği cinayetler…
Orta sınıfın kendi belirlediği sınırların herkes için ve her zaman geçerli olduğunu zannetmesi bize has değil. Zaten orta sınıfın böyle gereksiz yanılgıları vardır. Misal çizgiromandan uyarlanan “300 Spartalı” filminde Sparta kralı Leonidas, Pers elçisini öldürmeden önce durduk yere Atinalılara “eşcinsel” falan deyip “Burası Sparta, buradan çıkış yok!” diyerek elçiye zeval getiriyor.
ÖZGÜR BASIN BUNU DA YAZSIN!
Gazete ve gazetecilik: Kökeninde ‘yandaşlık’ var, o kadar da kızmamak lazım!
Çin’de 2.000 yıl önce yayımlanan gazeteler bakınca, deseniz ki “bunlar ne biçim gazete kardeşim; spor sayfası yok, magazin yok, bulmaca yok, at yarışı yok” ona bir şey diyemem. Daha çok resmî gazete kılıklı ama saraydan da haberler veren birer yandaş basın görünümündeler. E zaten 1556’da Venedik’teki yayımlanan Notizie Scritte da gayet hükümetin borazanı. Yani şimdi düşünürsek, gazeteciliğin kökeninde yandaşlık var; o kadar da kızmamak lazım şimdilerde kimseye.
DEMETRIUS’UN MİRASI, KOMUTANLARIN SAVAŞI
Kuruluşundan yokoluşuna İskenderiye Kütüphanesi’nin yanık kokan hazin hikayesi
Milattan önce 3. yüzyılda Atina’daki gezgin filozoflar ekolünden bir kardeşimiz olan Demetrius, belediye başkanlığı görevinden sonra gittiği Mısır’da, dünyanın en efsanevi kütüphanesi olarak bilinen İskenderiye Kütüphanesi’ni kuruyor. 250-300 yıl sonra bizim (nereden bizim olduysa artık) Jül Sezar, Kleopatra’yla ittifak kurduğunda İskenderiye’de buluşuyorlar. Kleopatra’nın kardeşinin Jül Sezar’la savaşı sırasında yanıyor güzelim kütüphane. Olaylar gelişiyor…
YÜRÜ BE!
Tarihin en büyük katili kim? Hür teşebbüsçü Thomas Midglay
Amerikalı makine-kimya mühendisi Thomas Midglay Jr., yakın zamana (2004) kadar kullandığımız “süper benzin”in mucidi. Bu “kurşunlu” benzinin dünya çapında 100 milyonun üzerinde insanı öldürdüğü tahmin ediliyor. Zeka geriliğine ve antisosyal davranış bozukluklarına bağlı şiddet suçlarına yolaçması ve bunların sonucunda hayatını kaybedenler de ayrı. Ne kadar şahane, ne kadar hür müteşebbis, ne kadar serbest piyasacı, ne kadar da başarı timsali bir kardeşimiz değil mi?
1 MAYIS… 1 MAYIS…
Gün gelir zorbalar kalmaz gider Yepyeni bir hayat gelir her yerde
ABD’de dine ya da ırka dayalı ayrımcılık, resmî olarak kınansa da bir seviyede sürmeli ki hiçbir zaman özür dilenmeyen, hatta bırakın özürü, ortamlarda müsebbibi olmakla övünülen başka bir temel ayrım yani sınıfsal ayrımcılık gözden kaçmaya, yoksayılmaya devam etsin. Tarihlerimiz 1886’yı gösterirken Chicago’da 80 bin işçi, pek kıymetli bir kardeşimiz olan Albert Parsons öncülüğünde sokağa iniyor. İşte tarihin ilk 1 Mayıs korteji bu. Sonrasında ise bombalar, cinayetler ve idamlar gelecek…
JÜL SEZAR’IN BIÇAKLANMASI HADİSESİNE DAİR
Vaay, sen de mi Brütüs! ve Shakespeare’in uydurmaları
İşareti alanlardan Servilius Casca, en tezcanlıları olarak Sezar’a hançerle bir kesik atıyor; ama bu basit bir sıyrıktan öteye gidemiyor. Öyle ki Sezar’ın dönüp “Ne yapıyorsun ulan?” falan dediği aktarılıyor. Casca da o sırada “Ulan koca diktatöre hançeri vurduk, bir de başkası olaya dahil olmazsa kabak gibi ortadayız, inkar da edemeyiz, şafak karanlık, küllüm yanarız” diye düşünerek “Oğlum yardım etsenize alooo?” diye senatoya bağırıyor. E, bunun üzerine diğer komplocular da Sezar’ın üzerine atılıp bıçaklamaya başlıyor. Ancak o noktadan sonra Sezar’ın ağzından çıkan “Vay sen de mi Brutus!” vesaire gibi cümleler, benim bildiğim Shakespeare’in falan uydurması.
‘ROARING 20’LERDEN ‘BORING 20’LERE
1920’ler: Müzik-dans-eğlence 2020’ler: Hijyen-maske-mesafe
Bu sıkıcı 20’leri idrak ettiğimiz günlerde, renkli ve bol cümbüşlü 1920’lere dönecek olursak… Aslında bizim de en azından ülke olarak, yakın zamana kadar pek bir kükrediğimiz, kükremekle kalmayıp “atara atar, gidere gider” tarzında bir Demet Akalın felsefesiyle dünya siyaset sahnesine renk kattığımız ortada. “Tatlı tatlı yemenin bir de ekonomik buhranı vardır” derecesine gelen 1929’la birlikte bu kükreyen 20’lerin nefesi kesilmişti… Ama enseyi karartmayalım; elbette bazen çiçek açıp bazen solacağız; bugün ağlıyorsak yarın güleceğiz.