14. yüzyılda Batı’da Pantheon’dan Doğu’da ise Ayasofya’dan sonra o ölçüde alanı örten bir kubbe daha yapılmamıştı; zira bunu sağlayacak teknik bilgi Ortaçağ boyunca unutulup gitmişti. Mimar Sinan’dan yaklaşık bir asır önce yaşamış Filippo Brunelleschi (1377-1446), Pantheon’un üzerine “yapılamaz” denilen kubbeyi yaptı ve Leonardo Da Vinci dahil birçok Rönesans şahsiyetine ilham verdi.
Tıpkı Mimar Sinan’ın önünde, bulunduğu coğrafyada kendisine meydan okuyan ve yaşadığı dönemden yaklaşık bin sene önce inşa edilmiş bir şaheserin, Aya Sofya’nın, olması gibi mimar Brunelleschi’nin (1377-1446) önünde de 1300 yıllık Pantheon, kaybolmuş tüm bilgileri temsil ediyordu.
Batı’da Pantheon’dan Doğu’da ise Aya Sofya’dan sonra o ölçüde alanı örten bir kubbe daha yapılmamıştı zira bunu sağlayacak teknik bilgi Ortaçağ boyunca unutulup gitmişti. 15. yüzyılın Floransa’sı ise Antik Yunan ve Roma’nın değerlerinin tekrar canlandığı Giorgio Vasari’nin deyişiyle bir “yeniden doğuş”’a şahit oluyordu. Brunelleschi ise öğrenmeye aç kişiliğiyle tam da bu çağın insanıydı.
Brunelleschi, dönemin diğer sanatçıları gibi birçok alanda yeteneklerini sergileyebilen biriydi, hem ressam(ki doğrusal perspektifi geliştirmişti) hem arkadaşı Donatello’yu şaşırtacak kadar iyi bir heykeltraş hem de mimardı, ve en çok da mimarlığı ile hatırlanacaktı. Onun yaşadığı dönemde zengin Floransa şehir devletinin önünde çözülemeyen bir bulmaca durmaktaydı. Bu, inşasına 13. yüzyıl sonunda Arnolfo di Cambio tarafından başlanan ve daha sonra veba salgının getirdiği maddi ve insani fakirleşme ile yarım kalan Santa Maria del Fiore’nin, yani Floransa Katedrali’nin, kubbesinin yapılması/tamamlanması idi.
Genç Brunelleschi’nin sanata ve mekaniğe yatkınlığını farkeden babası onu bir kuyumcunun yanına çırak verdi, ki sonrasında da şehir devletinin yönetimindeki loncalardan olan “Kuyumcular Loncası”’nın bir üyesi olacaktı. “Kuyumcular Loncası”’ndaki tek sanatçı kendisi değildi, burada aynı zamanda dostu Donatello ve kendisine birçok konuda rakip olacak Lorenzo Ghiberti gibi çağdaşı başka sanatçılar da bulunmaktaydı.
Aynı Eski Yunan’da olduğu gibi Foransa’da da şehir için yapılacak eserler bir yarışmadan geçer ve kazanan sanatçı eserini icra ederdi, yine böyle bir yarışmada (San Giovanni Vafitzhanesi’nin kapısı için yapılan yarışmada) bu üç sanatçı karşı karşıya geldi. Eserler sunulduktan sonra Donatello ve Brunelleschi, Ghiberti’nin yapıtının üstünlüğünü kabul ederek çekildiler. Bu, onlara hayallerindeki Roma harabelerini inceleme fırsatı için gerekli zamanı yarattı.
Roma’da zamanlarını topraktan sütun başı, bina temel parçaları ve sütun gibi tüm mimari elemanları çıkartarak inceleyerek geçiriyorlardı. Bundan dolayı “define avcıları” diye bilinir oldular. Bu sırada Brunelleschi’nin aklında ise arkadaşından bile sakladığı bir hedef vardı: Pantheon’un dev kubbesi gibi bir kubbe inşa ederek katedralin yarım kalan kısmının tamamlanması. Bunun için Pantheon’da ölçüler alıyor, taşıyıcı elemanları inceliyordu. Donatello’nun Floransa’ya dönmesinden sonra Roma’daki araştırmalarını genişletti, her binayı çiziyor, yapılışından malzemelerin taşınmasına kadar bu dev eserlerin nasıl inşa dildiğini anlamaya çalışıyordu. Bu kapsamlı araştırmalardan sonra “zihninde Roma’yı yıkılmadan önceki haliyle canlandırabilecek” duruma geldi.
1417’ye gelindiğinde şehrin söz sahibi loncası “Yüncüler Loncası” kubbenin inşası ile ile ilgili konuları tartışmak üzere Toskana’lı mimar ve mühendisleri çağırdı. Filippo ise bu sırada Roma’dan dönmüş ve kubbe ile ilgili modeller oluşturmaya başlamıştı. Brunelleschi, modellerinin ve fikirlerinin çalınması ihtimali konusunda aşırı hassastı. Floransa’da sanatçılar arasında rekabet o kadar fazlaydı ki bu artık sanatçıları takıntılara veya düşmanca tavırlara sevk ediyordu.
Brunelleschi, yaptığı modeli göstermeden Santa Maria del Fiore’nin mütevellileri karşısına çıktı, mütevelliler önce onunla alay etseler de sonunda anlattıklarına ikna oldular. Brunelleschi, daha sonra Alman, Fransız ve İtalya’nın başka bölgelerinden mimarların geleceği kubbenin inşası için başka bir yarışma yapılmasını önerdi, böylece onun üstünlüğü daha da iyi anlaşılacaktı ve öyle de oldu. Brunelleschi, modelini sürekli geliştiriyor ve birçok kullanılmayan tekniği bir araya getiriyordu. Yapılması gereken, birşeyi sıfırdan inşa etmekten daha zordu çünkü kubbe zaten belli bir aşamaya gelmiş bir işin üzerine konacaktı. En önemli zorluk ise kubbenin oturtulacağı sekizgen yapının eş kenarlara sahip olmaması ve bu nedenle bir merkezden yoksun olmasıydı ayrıca bunun devasa kubbenin ağırlığını taşıması imkansızdı.
Filippo Brunelleschi
Rakip ve “barbar” olarak kabul edilen Fransız ve Germen mimarisinin yaygın ögeleri olan payandaların kullanılması Floransa’da bayağı görüldüğü için yasaktı. Filippo tüm bunlara çözüm üretmeye çalışırken yapı malzemelerinin taşınması ve kubbenin yerleştirileceği noktaya getirilmesi önemli bir problemdi. Burada onun teknik bilgisi ve mühendisliği devreye girecekti. 1421 yılında Floransa’nın içinden geçen Arno nehri üzerinde yüz ton ağırlığındaki mermerleri taşıyacak bir tekne üretmesi gerekliydi. Bu tekneyi kendi tasarladı ve maliyetleri üstlenerek inşa ettirdi, adı Il Badalone (canavar) idi. Ayrıca modern anlamda patent haklarının ilki olabilecek şekilde bu tasarımın fikri hakları şehir konseyi tarafından kendisine verildi. Buna göre üç yıl içerisinde aynı tasarımla bir araç yapılırsa yakılarak (!) yokedilecekti.
Il Badalone görevini tamamlayamadı ve üstündeki mermer yükü ile beraber battı. Brunelleschi’nin biriktirdiği servetinin üçte birini bu ticari ve mühendislik girişiminde kaybettiği söylenir. Filippo’nun aldığı patentler bununla sınırlı değildi, kubbenin inşası için sürekli geliştirdiği vinçler, kaldıraçlar ve inşaat için iskele sistemleri yaşadığı çağda görülmemiş icatlardı ve bunların hepsinin fikri haklarını tasarımlarının çalınabileceği endişesi taşıyordu.
O, geliştirdiği icatlar dışında bir de Klasik Roma mimarisinin ve doğunun tekniklerini yeniden uyarlayarak kullanıyordı. Bunlar da, o dönem için önemli “buluşlar” idi. Örneğin, Roma’da iken harabelerde büyük taşların ortasında ve altında oyuklar olduğunu farketmiş ve bunların taşları taşımakta kullanılan ulivella adı verilen demirler için yapıldığını anlayarak bu sistemi tekrar düzene sokmuştu. Kubbenin tuğladan inşa edilmesini tasarlarken bu tuğlaların artık kullanılmayan kırlangıçkuyruğu geçme ile birbirine bağlanmasını düşünmüştü.
Yine tuğlaların yüklerini düşey olarak zemine bindirmesini engellemek için Doğu’da kullanılan balık sırtı düzen ile bunların dizilmesini uygun gördü. Yine Doğu’dan aldığı önemli bir teknik Avrupa’da çok nadir görülen çift kabuklu/kademeli kubbeydi. Çift kabuklu kubbe daha çok İran mimarisinde görülen bir teknikti ve yapının merkezini dikkate almadan kubbenin inşa edilmesini sağlıyordu. Batı’da fazla bilinmeyen bu teknikleri Şark’a yaptığı ziyaretlerde öğrendiği söylense de bu düşük bir ihtimaldir. Büyük olasılıkla bunları Floransa’ya köle olarak gelen Pers ya da Türk ustalardan öğrenmiş olabileceği zannedilmektedir. Klasik Roma mimarisine ve mühendisliğine(özellikle kullanılan araçlara) hakim olmasının nedeni ise o şehre yaptığı ziyaretlerde öğrendikleri dışında Vitruvius’un Mimarlık Üzerine adlı ünlü eserin Floransalı hümanist Poggio Bracciolini’nin St. Gallen’deki bir manastırda tekrar keşfetmesi ve bu yapıtın meraklıları arasında dolaşıma girmiş olmasıdır.
Brunelleschi, alaylı bir mimar olsa da bilgiye olan açlığı ile hiçbir mimarın gerçekleştiremediği bir işi başardı ve tüm matematik ve mühendislik bilgisi ile yapılamaz denilen kubbeyi, artık rakip şehirler tarafından alay konusuna dönüştürülen üstü açık kalmış sekizgen formun üzerine inşa etti. Geliştirdiği ve kullandığı tüm vinç, kaldıraç ve aletler kendisinden sonra Leonardo dahil birçok Rönesans şahsiyetine ilham verdi.
Mimar Sinan’ın yeniçerilik döneminde askeriye için yaptığı işler gibi Filippo da, Siena ve Pisa gibi şehir devletlerine karşı sur ve kalelerin inşası sırasında daha önce öğrendiği tekniklerin uygulaması ile ilgili tecrübeler kazandı. Sinan’ın Aya Sofya’yı tamiri sırasında gelecekte inşa edeceği kendi eserleri için birçok şey öğrendiği gibi Brunelleschi de Pantheon’u incelerken ileride yapacaklarını tasarladı. İkisi de hem geçmişin unutulan hem de Doğu ve Batı’nın mimari ve mühendislik tekniklerini bir araya getirerek o gün için yapılamaz denileni yaptılar. Sinan’ın eseri Selimiye’nin kubbesi “Doğu’nun en görkemli kubbesi” (ve Aya Sofya’ninkinden sonra en büyük) Brunelleschi’nin eseri hem Rönesans mimarisinin kıvılcımını çakmış hem de günümüze kadar yapılmış en büyük kagir/taş işçiliği ile yapılmış kubbe olmuştur. Brunelleschi tüm bu özellikleriyle ve başardıklarıyla modern anlamdaki ilk mühendis kabul edilmiştir.