İstanbul’un bir dönem en ünlü piyango bayileri, fizikî yapıları nedeniyle “özel” olan insanlardı. Bahçekapı’daki meşhur Nimet Abla bir yana, Uzun Ömer ve Cüce Simon bu popüler kişilerdendi. 1960’ta 40 yaşında vefat eden Uzun Ömer’in cenazesi de, zorluklarla kaldırılabilmişti. Acılarla ve acımasızlıklarla dolu hayatlar…
Yakın dönem İstanbul’unun sembol simaları vardı. Bunlar arasında ilk akla gelenler Pazarola Hasan Bey, Cüce Simon ve Uzun Ömer’di. Bunlardan son ikisi aynı zamanda Millî Piyango bayiliği yapmaktaydı. Halk, fizikî yapıları hayli farklı olan bu kişilerden alınan biletlerin uğurlu olduğuna inanırdı. Bundan dolayı da tıpkı Bahçekapı’da satış yapan Nimet Abla gibi bu kişiler de iyi bilet satarlardı. Bunun dışında ünlü sahne sanatçılarımızdan Naşit Özcan da bir ara Şehzadebaşı’nda Turan Tiyatrosu civarında piyango bayiliği yapmıştı. Bir başka duayen isim Hazım Körmükçü de Beyoğlu’nda bu işe soyunanlardı. Piyango bayiliği yapan diğer bir sahne sanatçımız Mürüvvet Sim idi. Saray sineması içinde Mürüvvet Abla adıyla bir gişesi vardı. İhtimal ki bayisine bu ismi vermesinde Nimet Abla’nın yakaladığı popülariteden istifade etme kaygısı da vardı.
Ülkemizde piyango geleneğinin kökleri Osmanlı Devleti dönemine kadar gider. Eski zamanlarda piyango denilince akla ilk gelen Donanma ve Tayyare Piyangoları idi. Bunun evveliyatında da Rumeli şimendiferi tahvilatı piyangosu ve 1897 Osmanlı-Yunan harbi sırasında şehit düşen ya da yaralanan askerlerin çocukları için düzenlenen piyango uygulamaları bilinmektedir (İlk piyangolar hakkında detaylı bilgi için bkz. Çapanoğlu, 9)
Cumhuriyet döneminin namlı piyangocuları ise daha ziyade Bahçekapı, Galata ve Beyoğlu’nda toplanmışlardı. Bahçekapı’nın halen en meşhur gişesi Nimet Abla’dır. Nimet Abla bu gişeyi eşi İsmail Bey ile birlikte işletirdi. Onun elinden çekilen piyangonun uğurlu olduğuna inanılırdı. Bu sayede epey bir para kazanan ve hacca da giden Nimet Abla, elde ettiği gelirin bir kısmıyla Mecidiyeköy yakınlarındaki Esentepe mevkiinde bir cami yaptırmıştı. Sonraki yıllarda basın, zaman zaman piyango biletinden kazanılan parayla yaptırılan camide namaz kılmanın caiz olup olmadığını tartışacaktı.
Soyadı Özden olan Nimet Abla, bazı kaynaklarda Şeyhülislam Cemalettin Efendi’nin yeğeni olarak gösterilir. Piyango işine girmeden önce eşi İsmail Bey’in bir tütün dükkanı bulunuyordu. Burada tayyare piyangosu da satılırdı. Nimet Hanım eşine destek olmak için burada çalışmaya başlamıştı. 1938’de bugün de aynı yerde bulunan küçük dükkan satın alındı. Nimet Abla burayı o kadar sahiplendi ki zamanla kulübenin üst katında yaşamaya kadar götürdü işi. Nimet Abla’yı diğer rakiplerinden farklı kılan yanı ise, reklam yapma konusundaki becerisiydi. Piyango satışını artırmak için zamanın en ünlü şekerleme markalarından Lion’a 250 gramlık şekerlemeler sipariş ettirdiği gibi, bazen ikramiyeleri kendi eliyle öder, büyük ikramiye kazanan bileti bu sayede camekanda sergilerdi. Bazen de biletleri efemera tutkunlarının sakladığı kendi resminin olduğu zarflara koyarak satardı. Zaman zaman gittiği gazinolarda garsonlara bolca bahşiş dağıtarak magazin basınının gündemine girmeyi de bilirdi. Nimet Abla’nın bir başka ilginç yanı da yatırım konusundaki becerisiydi. Kazandığı paralarla Büyükdere’de yalı, pek çok yerde apartman, Bebek’te büyük bir arazi satın almıştı. Nimet Abla 1978’de çocuksuz öldü; gişesi bir süre eşi tarafından işletildi; onun ölümü sonrasında ise Nimet Özden’in yeğenlerine geçti.
Nimet Abla’nın komşusu ise Tek Kollu Cemal idi ve halk onun da çektiği biletin uğurlu olduğuna inanırdı. O da eşiyle birlikte satış yapardı. Nimet Abla’nın eşi İsmail Bey, Tek Kollu Cemal’in en büyük rakipleri olduğunu ancak zaman içinde onu da gölgede bıraktıklarından bahseder. Tek kollu olması ise savaş gazisi olmasından kaynaklanıyordu. Bu nedenden dolayı halk onu sempatik bulur ve gişesini uğurlu sayardı.
Ayrıca seyyar bayilik yapan meşhur piyangocular da mevcuttu ki, bunların başında Saray’dan çıkma olduğu söylenen Cüce Simon gelmekteydi. Ölümü sebebiyle Hayat dergisinde kaleme alınan bir yazıda kısa da olsa Simon’un biyografisine yer verilmiştir. Buradan anladığımıza göre Simon’un aslında Saray’la uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Gerçek adı Simon Sevsay olup 1892 doğumludur. Babası Markar’ı 1901, annesi Mariça’yı ise 1942’de kaybetmiştir. Çeşitli Ermeni okullarında okur. İzmit’te idadi eğitimi görürken okuldan ayrılır. Sonrasında İstanbul’a gelir. Boyunun kısalığı kendisine çeşitli iş kapıları açar. Bayezit’te Güllü Agop Tiyatrosu’nda Naşit Özcan’ın sahneye koyduğu Leblebici Horhor oyununda ve birkaç filmde de rol alır. Sonrasında piyango bayiliğine soyunur. Ağzında sigarası, kolalı gömleği ve şık kravatıyla dolaşır; ceketinin cebine her daim bir karanfil takar.
Biletlerini daha çok Degüstasyon ve Çiçek Pasajı’nda satan Cüce Simon, hem nafakasını çıkarır hem de demlenirdi. 1966’da kalp yetmezliğinden dolayı hayata gözlerini yumar. Yine Hayat dergisine göre, İstanbul’un sembol kişilerinden olan Simon’un asıl ölüm sebebi “kalp kırıklığı”dır. Simon bir süre önce yakın dostu Uzun Ömer’i kaybetmiştir. Dergi, Simon’un Uzun Ömer’le çeşitli çapkınlıklar yaptığından dem vurur. Ancak Uzun Ömer mutaassıp kişiliği ile tanınan bir isimdir. Cüce Simon ayrıca, kız arkadaşı Hropsime (Hrispime olmalı) Dedeoğlu’ndan ayrılmıştır ve mutsuzdur.
Uzun Ömer’in gişesi ise Galata Köprüsü’nün altında, Karaköy’e yakın bir noktada Cenyo Birahanesi’nin omuz başında bulunuyordu. Uzun Ömer’in asıl adı Ömer Özkan idi. Kendisi ile 1947’de röportaj yapan Sait Faik, o sıralarda Beşiktaş’ta oturduğunu belirtir. Ancak cenazesi Üsküdar’daki evinden alındığına göre sonradan Üsküdar’a taşındığını söylemek mümkündür. Bilecik’in Abbaslı köyünde 1920’de doğan Uzun Ömer’in boyu 13 yaşına kadar normal şekilde uzamış, ancak 23 yaşına geldiğinde doktorların demesine göre uzaması durmuştu. Ancak boyu 2 metre 25 santimetre olmuştu. Ağırlığı da 170 kilo civarındaydı. Boyunun uzamasının nedeni ise hipofiz bezinin aşırı derecede çalışmasıydı. Sözkonusu durum ciddi sağlık sorunlarına sebebiyet vermişti. Vücuduna göre küçük kalan kalbinin yanısıra, yürümekte de zorluk çekiyor, ancak bir baston yardımıyla yürüyebiliyordu.
Bunun dışında giyim-kuşam konusunda da sıkıntılar yaşamaktaydı. Mesela bir elbise için 8 metre kumaş alıyor ve bir ayakkabıya da 150 lira gibi 1940’larda astronomik sayılacak bir ücret ödemek zorunda kalıyordu. Dış görünümü başka sıkıntılara da sebebiyet veriyordu. Uzun Ömer’in en büyük şikayeti, köprü altına gelen bazı vatandaşların uzun uzadıya kendisini seyretmesiydi.
Uzun Ömer’in ninesi ise, onun boyunun bu denli uzamasını normal karşılamaktaydı. Zira Ömer’in görmediği dedesi de anlatılanlara göre kendisi gibiydi. Hatta nenesi bir keresinde tarladan eve geldiğinde dedesinin iki bakraç suyu kana kana içtiğini söylemişti. Gelgelelim Ömer’in babası 1.65-68 cm civarındaydı. Biri erkek, öteki kız olan kardeşlerinde de anormal bir durum bulunmuyordu.
Fizikî görünümünden dolayı gençlik yıllarında bir müddet Anadolu’yu vilayet vilayet dolaşarak halka teşhir edilmiş ve geçimini bir süre bu şekilde temin etmeyi denemişti. Ancak kendi ifadesine göre asıl kazananlar onu dolaştıran kişiler olmuştu (Benzeri bir mağduriyeti neredeyse 150 yıllık bir ömür süren Zaro Ağa’nın da yaşadığı biliniyor). Uzun Ömer bu girişimin sonrasında Numune Hastanesi’nde tedavi görmek üzere ağabeyi ile birlikte İstanbul’a gelmiş ve burada Millî Piyango bayiliğine başlamıştı. Evvela ağabeyi ile birlikte Karaköy’de Ziraat Bankası’nın karşısına bir bayi açmış, sonrasında dükkanın bulunduğu binanın yıkılması neticesinde bilet bayiini Galata Köprüsü’nün altına taşımıştı.
Uzun Ömer sadece İstanbul’da değil memleketin genelinde de tanınan bir simaydı. Trabzon’dan İstanbul’a vaizlik eğitimi için gelen Ali Kemal Saran, kaleme aldığı anılarında ondan bahsetmeden duramaz. Saran’ın İstanbul’da en çok merak ettiği şeylerin başında bir masal devi olarak kafasında tahayyül ettiği Uzun Ömer’i kanlı canlı hâliyle görmek gelir. Bu amaçla Galata Köprüsü’nün yolunu tutan Saran, köprünün altında ve Karaköy ucuna yakın bir noktada Uzun Ömer’i bulur. Ancak Uzun Ömer’in heybetinden ona sokulmaya ve yanaşmaya cesaret edemez. Saran’ın anlatımına göre Uzun Ömer, “göbek hizasına kadar gelen yüksek bir bankonun arkasında, çok uzun ve kalın parmaklı elleriyle yerinden kalkmadan istenen biletleri müşterilerine veriyordu.” Alamet-i farikası ise uzun ve kocaman ayakkabılarıydı.
Uzun Ömer, Galata Köprüsü’nün altındaki gişesinde çalışırken bir defa da talihsiz şekilde yaralanmıştı. Cumhuriyet gazetesinin 12 Kasım 1955 tarihli haberine göre, Halim adındaki bir subay Galata Köprüsü altındaki bir meşrubat dükkanı önünde tabancasını kurcalarken silah kazara ateş almış, namludan çıkan kurşun kontrplak bölmeyi geçerek gişede oturmakta olan Uzun Ömer’in böğrüne isabet etmişti. Derhal Taksim İlkyardım Hastanesi’ne kaldırılan Uzun Ömer’e müdahale edilmiş ve kurşun çıkarılmıştı.
Yaşadığı sağlık sorunları Uzun Ömer’in sonunu da hazırlayacaktı maalesef. İstanbul halkının sevdiği bu sempatik dev, 4 Şubat 1960’da kalp yetmezliğinden hayata veda etti. Uzun süredir astım hastalığından muzdaripti, aynı zamanda ciğerlerinden de rahatsızdı. Hatta bu rahatsızlık sebebiyle sağ ve sol yanına yatamıyordu. Vefatından önce boyu 2 metre 25 santime ulaşmıştı. Kilosu ise gazetelerde 155 olarak verilmekteydi.
40 yaşında ölen Uzun Ömer, aynı zamanda dindarlığıyla da tanınıyordu. Hastalığının ve fizikî durumunun da etkisiyle hiç evlenmemişti. Ölümünden sonra piyango bayii ağabeyi ve diğer ortakları tarafından işletilmeye devam edildi; uzunluğu 50 santime yaklaşan ayakkabıları da onun hatırasına Galata Köprüsü’nün altındaki dükkanının camekanına asılarak sergilenmiştir. 1970’lerde dükkanın kapanması neticesinde ayakkabılar da kayıplara karışmıştır.
Yaşarken her şeyi özel olan Uzun Ömer’in, tabiidir ki tabutu da özel olarak imal edilecekti. Tabutu hazırlayan marangoz, 4 metre boyunda 10 tahta kullanacağını ve tabutun diğerlerinin iki kat büyüklüğünde olacağını söylemişti. Sorunlar bununla da sınırlı kalmıyordu. Aynı şekilde kendisi için normalden çok daha büyük bir mezar kazılacak ve cenazesi araca sığmayacağı için de tabut bir ip vasıtasıyla bağlanacaktı. Nitekim cenazesi tek musalla taşına sığmadığı için tabut iki musalla taşının arasına konuldu ve cenaze namazı bu şekilde kılındı. Uzun Ömer’in cenazesinin yıkanması da mesele olmuş, kefeni için de 12 metrelik bez harcanmıştı. Vefatından 2 gün sonra kalkan cenazesi sırasında doğal olarak kimi sorunlar yaşandı. Cenaze binbir zahmetle evinden dışarı çıkarılabilmişti. Normalde 4 kollu olması gereken tabut, 6 kollu olarak yapılmıştı. Yaklaşık 50 kilogram olduğu söylenen tabut, Uzun Ömer’in ağırlığı ile 200 kiloyu bulmuş ve her kol toplam üç kişinin elvermesiyle taşınabilmişti. Vasiyeti üzerine cenaze Üsküdar iskelesine indirildi; buradan Eyüp’e geçirilerek Bahariye yolu üzerindeki mezarlığa defnedildi. Uzun Ömer’in cenazesinde, Üsküdar’dan ve başka semtlerden pek çok seveni hazır bulunmuştu.