“Oryantalist” tanımlamasının “tepeden bakan Batılı” anlamına gelmediği yıllarda yetişen Bernard Lewis, Türkiye ve Ortadoğu üzerine yaptığı çalışmalarla tanınıyordu. Osmanlı arşivlerine ilk giren Batılı araştırmacı Lewis, tartışma yaratan tezleri ve dünya liderleriyle olan yakınlığıyla da eleştirilmişti.
Akademik dünyanın tarih alanındaki en ünlü tartışmalarından biri de Bernard Lewis ile Edward Said arasında yaşanmıştır. Said sonrası dönemde “şarkiyatçı” (oryantalist), Doğu’yu özümsememiş, tam anlamı ile kavrayamamış biraz da üstten bakan bir yaklaşıma sahip Batılı (ya da kendi kültürüne yabancılaşmış Doğulu) biliminsanlarını küçümseyici bir adlandırmaya dönüşse de, Lewis’in doğduğu ve akademiye girdiği dönemde Türkiye ve Ortadoğu’yu araştıran insanlar için kullanılan, uzmanlık alanına atıfta bulunan bir sıfattı.
1916’da Londra’da doğdu. Lewis’in kökenlerine ve tarihte köklerinin ortaya çıktığı coğrafyaya ilgisi, “bar-mitzva” (13. yaşına giren erkek çocuklarının dini sorumluluklarının başladığını vurgulayan tören) öncesi alınan İbranice dersleri ile başladı. Liseden sonra bu ilgisinin de devamı olarak Londra Üniversitesi’ne bağlı School of Orient Studies’e (Şarkiyat Çalışmaları Okulu–daha sonra SOAS) gitti. Lisansını tarih alanında tamamladı. İslâm tarihi üzerine doktorasını yaparken Ortadoğu’ya ilk ziyaretini İskenderiye’ye bir gemi seyahatiyle gerçekleştirdi. Sonrasında bir süre Paris Üniversitesi’nde yine İslâm tarihi üzerine derslere katıldı. Burada 9. yüzyıl İslâm mistiği Hallac-ı Mansur hakkında yaptığı araştırmalar ile tanınan oryantalist Louis Massignon’un yanında çalışmalar yaptı. Aynı dönemde geleceğin ünlü Türkologları Irène Melikoff ve Andreas Tietze de orada öğrenciydi. 1938’de SOAS’a geri döndü ve İslâm tarihi bölümünde öğretim üyeliğine başladı. Lisans öğrencileri bu okulda genelde Ortadoğu kökenli olduğu için Lewis’in babası ona “Londra Üniversitesi neden Araplara Arap tarihi öğretmen için sana maaş ödüyor?!” diye takılırdı.
2. Dünya Savaşı sırasında İngiliz istihbaratı MI6 için Ortadoğu departmanında çalıştı. 1949’da bu bölge üzerine çalışırken, sadece üç ülke Yahudi bir akademisyene açıktı: İran, İsrail ve Türkiye. O, Türkiye’yi seçti. Bu kendisi için büyük bir fırsattı, zira Osmanlı arşivlerine giren ilk Batılı akademisyen olacaktı. Burası adeta henüz keşfedilmemiş bir hazineydi; fakat nereden başlayacağını bilmek de bir o kadar zordu.
Bu arada Yahudi kökenli bir Danimarkalı olan Ruth Oppenhejm ile evlendi ve iki çocuğu oldu. Bu beraberlik, söylentiye göre Lewis’in bir Osmanlı prensesi ile yaşadığı kısa ilişki ile 1974’te son buldu. Ardından kariyerini sürdüreceği ABD’ye yerleşti ve burada Princeton Üniversitesi’nde ders vermeye başladı. 1982’de Amerikan vatandaşlığına geçti ve kariyerini aynı üniversitede tamamladı.
Aramca, İbranice, Arapça, Farsça, eski ve yeni Türkçe gibi Doğu dillerine hakim Lewis, Latince, Fransızca ve Almanca da bilmekteydi. Derslerini ve konferanslarını yalnızca İngilizce olarak yapsa da, kimi zaman öğrencilerinin dikkatini ölçmek için Arapça ve Farsça şakalar yapardı. Bir gün İsrail’de, dostu olan bir akademisyen ona “neden buradayken harika İbranicen ile konferans vermiyorsun da İngilizce kullanıyorsun” diye sorduğunda, “bir müzisyen nasıl en iyi çaldığı enstrümanla konsere çıkıyorsa, ben de en iyi olduğum enstrümanım İngilizce’yi konferanslarımda kullanıyorum” demişti.
Ortadoğu, Modern Türkiye’nin Doğuşu gibi artık ders kitabı olmuş eserleri yazan Bernard Lewis, genelde Said’in eleştirileri doğrultusunda “emperyalistlere gerekli argümanları oluşturmak için tarih yazıyor” gibi suçlamalara maruz kalmıştır. Özellikle tartışmalı “medeniyetler çatışması” tezi, 11 Eylül sonrası ABD yönetiminin Ortadoğu’daki harekatları için teorik temel oluşturmuştur (aynı isimli çalışmaya sahip Samuel Huntington’ın tezinden ayrı tutmak gerekir). Geçmişte Golda Meir, Papa II. Jean Paul, Ürdün Kralı Hüseyin, Libya lideri Kaddafi ve Turgut Özal gibi devlet yöneticileriyle görüşen Lewis, 2002 sonrası Bush yönetiminin de sıkça görüşlerine başvurduğu bir tarihçi oldu.
Her ne kadar “şahin” görüşleriyle anılsa ve What Went Wrong? (2002) eserinde Batılılar’ın sömürgeci politikaları nedeniyle değil de Müslümanlar’ın kendi hataları sonucu bugün geri kalmış olduğunu iddia ettiği için eleştirildiyse de, çoğunlukla birikimi doğrultusunda objektif görüşler ifade etmeye çalıştı. ABD’nin Ortadoğu ve Türkiye hakkındaki resmî tarihinin oluşmasına büyük katkıda bulunmuş klasik tarihçiliğin son temsilcilerindendi.