Semtin ortasında, meydanın hemen yanında ortaya çıkarılan 3200 yıllık mezarlık alanı, Erken Demir Çağı’na ait müstesna bulguları gözler önüne serdi. Metro çalışmaları sırasında, İstanbul Arkeoloji Müzeleri tarafından yapılan kazıda bulunan mezar yapıları, insan kemikleri ve objeler, İstanbul, dünya ve Türk tarihi açısından belirleyici öneme sahip.
Beşiktaş İstanbul’un en eski semtlerinden biri dir. Kaynaklar, bilinen ilk adının Bizans döneminde İasonion olduğunu belirtmekte. Daha sonra sırasıyla Sergion, Daphne (defne), Diplokionion, Gunella (beşik) adlarını aldığı, Osmanlı döneminde ise Beşiktaş adının Barboros’un kıyıya gemileri bağlamak için diktirdiği beş taştan geldiği belirtilir.
İlçe, Bizans döneminde Boğaziçi kıyılarındaki en önemli yerleşim merkezlerinden biriydi. Bu dönemde (4.-15. yüzyıl) günümüz Beşiktaş’ının kıyıları üç önemli yapıyla tanınır: “Auaplus”ta (akıntıya karşı) bulunan Ayios Mihael Kilisesi, imparatorların yazlık ikametgâhı olan Ayios Mamas saray kompleksi ve Fokas Manastırı. Bunlardan Ayios Mihael Kilisesi, Konstantinopolis’in kurucusu olan I. Constantinus (305-337) döneminde inşa edilmişti ve Rum, Ermeni, Gürcü Hıristiyan hacıların ziyaret ettiği çok ünlü bir hac merkeziydi.
Boğaziçi, Bizans döneminde özellikle Karadeniz’den gelen Gürcü yağmacıların akınlarına uğramış, bunların yarattığı tahribat ve saldıkları korku, surdışı yerleşmelerin gelişmesini engellemiştir. Beşiktaş bir yerleşim yeri kimliğini Osmanlı döneminde kazandı. Bu da Karadeniz’in geniş ölçüde Osmanlı Devleti’nin denetimi altına girmesi ile oldu.
Bizans döneminde tanınan, Osmanlı dönemi ile bir yerleşim yeri kimliği kazanan Beşiktaş,1453’te fethi sırasında küçük bir köydü. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Şeyh Yahya Efendi’nin Çırağan Sarayı karşısında bir tekke yaptırarak buraya yerleşmesi, arkasından Kaptanıderya Barbaros Hayrettin Paşa‘nın günümüzdeki Deniz Müzesi’nin bahçesine yaptırdığı yalıda oturması, semtin büyüyüp gelişmesine neden oldu.
Daha sonraki yıllarda Beşiktaş’a birçok saray, yalı ve konak daha yapıldı. Lale Devri’nde semt, altın çağını yaşadı. Vahdettin’e kadar Osmanlılar’ın son yedi padişahı ve yakınları Beşiktaş sınırları içinde yaşamlarını sürdürdüler. Bu dönemde saray görevlilerinin ve yakınlarının da burada oturmaları semt nüfusunu etkiledi.Cumhuriyet döneminde Barbaros Türbesi yakınlarındaki eski yapılar yıkılarak, açılan alana 1944’te Barbaros Anıtı dikildi. 1950’ye kadar fazla değişmeden ana hatlarını koruyan Beşiktaş, bu tarihten itibaren semtteki eski evlerin yıkılması ve yerlerine blok beton apartmanların yapılmasıyla bugünkü görünümünü aldı.
İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı, Kabataş-MecidiyeköyMahmutbey metro projesini uygulamaya alarak 2016 yılı başında bölgede çalışmalar başlattı. Metro hattı üzerinde bulunan sit alanlarında, İstanbul III Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 26.05.2009/ 3698, 15.05.2004/59 ve 08.03.2005/ 423 sayılı kararları, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünün, 05.01.2016 tarih ve 1381 sayılı ruhsatı ile Beşiktaş, Köyiçi sit alanında kalan, Beşiktaş Metro İstasyonu inşaat alanında, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Başkanlığında arkeolojik kurtarma kazıları yapılmasına karar verildi.
Beşiktaş Bulvarı ile Çırağan Caddesi’nin kesiştiği bölgenin kuzeydoğusunda yapılacak metro İstasyonda, 2016 Ocak ayında başlayan kazı çalışmaları şaft alanı ve istasyon alanı olmak üzere iki ayrı alanda farklı zamanlarda yapıldı.
Kazı çalışmaları, başkanlığım altında müze müdür yardımcısı arkeolog Rahmi Asal, müze uzmanları arkeolog Mehmet Ali Polat, arkeolog Gökhan Ortak, sanat tarihçisi Cevdet Can, serbest arkeolog Songül Çoban ve arkeolog Oğuzhan Işık ve fotoğrafçı Dilara Şenturan’dan oluşan ekip üyeleriyle 19.01.2016 tarihinde başladı.
Şaft alanı kazıları
Çalışmalara 15 m. çapındaki şaft alanında başladı. Günümüz deniz düzleminin 9.20 m. üstünde başlayan çalışmalarda, alanda mevcut kaplama taşları ile büfe olarak kullanılan yapının beton kalıntıları belgelenerek kaldırıldı. Bu çalışmaların devamında, 8.72 metrede ikinci kaldırım taşı sırası tespit edildi. Bu kalıntılarda belgelenip kaldırıldıktan sonra, 0,2 m. kalınlığında beton bir zeminle karşılaşıldı ve çalışmanın devamında, 8.06 metrede açığa çıkan Arnavut kaldırımı belgelendi.
Şaft alanında, yerleşimin tüm altyapıları birer birer gün ışığıyla buluşmak için sıraya girdi. Günlük yaşam içinde pek fazla ilgilenilmeyen, ancak kesildiğinde, patladığında ve tıkandığında eksikliği hissedilen altyapı sistemleri, yapıldıkları dönemleri vurgulamak için günışığına çıktılar. 7.41 m’de teknolojiye yenik düşmüş telefon hatları ve demir su boruları belgelendi. Bu hatların hemen altında,1960’lı yıllara ait kanalizasyon ve atık su kanalları, bir başka plan kare de ise beton bir su deposu ortaya çıktı. Bu kalıntıların yanısıra, kuru duvar tekniği ile örülmüş çeşitli boyutlarda mimari kalıntılarda açığa çıkarıldı.
Kazı alanının doğu-batı ve kuzey-güney akslarında, yaklaşık 70 ve 50 cm genişliklerde, moloz taş örgü tekniğinde yapılmış duvar kalıntıları da tespit edildi. Uzunlukları 9 m ile 1.5 m arasında değişen bu duvarların 19. ve 20. Yüzyılda bölgede mevcut konut ve dükkan olarak kullanılan mekanlara ait olabilecekleri düşünülüyor. Aynı şekilde 18. ve 19. yüzyıllara ait kap parçaları yoğun olarak bulunurken, çok olmamakla birlikte 17. yüzyıl seramikleri de ortaya çıkarıldı.
Ancak tüm buluntular dışında, B1, C1 ve D1 plan karelerinde kesit önünde, kuzey-güney aksı boyunca uzanan ve 2.52 m. yükseklikte, 0.8 m. genişlikte ve 10.4 m. uzunlukta, arası dört sıra tuğla örgülü horasan harçlı taş duvar, görüldüğü andan itibaren heyecan yarattı. Üst kotlarda belgelenen mimariden ve dönemden farklı görünen duvar çevresinden toplanan malzeme9. 12. Yüzyılları işaret ediyordu. Bu nedenle, kısmen tahrip olmuş duvarın da bu dönemlere ait olduğu düşünüldü. Kesit önünde bulunan duvar her iki yönden de kesit içine girdiğinden işlevi ve planı hakkında detaylı bilgi edinilemedi. Şaft alanında yürütülen kazılarda en erken dönem bu duvardır (9.-12. yüzyıl).
İstasyon alanı kazıları
Şaft kazılarının 20.08.2016 tarihinde tamamlanmasıyla aynı alanda yer alan ve projenin devamı olan istasyon alanında yürütülecek kazıların hazırlık çalışmaları başladı. Kazısını tamamladığımız şaft, istasyon alanın kuzeyinde yer alıyordu; şaftta yürütülecek inşaat çalışmaları sırasında herhangi bir risk oluşmaması için yaklaşık 1850 m2 olan istasyonun güneyinde 850 m2 bölümünde 26.09.2016 tarihinde kazı çalışmaları başlatıldı.
İlk evrede alanın batı kısmına denk gelen on plan karede 5.65 m. ile 4.50 m. arasında harman tuğla, moloz taş ve beton malzemeden örülü duvar kalıntıları; 2. evrede on dört plan karede 5.22 m. ile 4.00 m. arasında beton ve künk kanallar, moloz taş ile örülü kireç harçlı duvar kalıntıları ve dağınık halde yerleştirilmiş moloz taşlarla döşeli kaldırımalar; 3.evrede alanın doğu yönünde yirmi plan karede 4.90 m ile 3.30 m. arasında beton ve demir kullanılarak inşa edilen dört sıra ray, ray arasında beton ve parke taşlarından yapılmış yürüme yolları açığa çıkarıldı.
Yapılan araştırmalarda, yazılı kaynaklar ve Pervitic haritaları doğrultusunda, Beşiktaş tramvay deposunun 1910’da yapıldığı, 1955’te Barbaros Bulvarı’nın açılması sırasında iptal edildiği görüldü.
Özetle, Beşiktaş metro istasyon alanın bir bölümünde sürdürülen kazılarda açığa çıkarılan 19. ve 20. yüzyıla ait taşınır ve taşınmaz kültür varlıkları, titizlikle belgelenmiş ve kent hafızasındaki yeri güçlendirilmiştir.
Beşiktaş’ın bilinen tarihini birkaç bin yıl geriye götürecek kalıntıların bulunması ise, İstanbul III Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun, 16.02.2017 tarih ve 3389 sayılı kararı sonucu kaldırılan beton ve demir malzemenin altından gelmiştir.
Kurul kararı gereği kaldırılan beton malzeme altında devam eden çalışmalarda, 2.43 m ile 1.50 m. aralığında, tramvay deposu yapımı sırasında tahrip olan kuyu işlik ve bir fırının bulunduğu dolgu içinde yoğun olarak kaba kiremit kırıkları ile bir miktar Roma ve Bizans dönemlerine ait kap parçaları bulunması, alandaki bu dönemle ilgili beklentilerimiz arttırmıştı. Kazı, bilim insanlarını heyecanlandıran, kent tarihine yeni bir boyut kazandıran bir nitelik kazandı.
Alanın doğusundaki yirmi bir plan karede, kuzeyden (2.44m.) güneybatı (1.15m) yönüne doğru eğimli alanın doğusunda, yan yana ve iç içe yerleştirilmiş dairesel planlı taş yığınları açığa çıktı. Aynı özeliklere sahip orta ve küçük boy taşlardan yapılmış bu yığınların ne olduğunu, ne amaçla yapıldığını anlamaya çalışırken; birinin hemen yanında bulunan ve üç bireyin gömüldüğü mezar ve mezar hediyelerinin bulunması büyük heyecan yarattı.
Bu mezarın günümüze taşıdığı bilgilerin doğru bir biçimde bilim dünyasına ulaşması için, Yenikapı kazılarında da birlikte çalıştığımız konunun uzmanı, Düzce Üniversitesi öğretim üyesi arkeolog ve antropolog Doç. Dr. Yasemin Yılmaz’ı davet ettik. Yasemin Yılmaz tarafından belgelenerek kaldırılan bu mezarla ilgili verilen bilgilerde, mezarın ilk açıldığında, karışık durumda yanmamış kemikleri içeren yaklaşık 2X2 m. boyutlarında, çukur izlenimi veren bir alan olduğu anlaşıldı. Bu alan temizlendikten sonra en üst seviyede iyi durumda korunmuş üç adet yanmamış tüm kafatası ve anatomik pozisyonu bozulmuş izlenimi veren insan iskelet sistemine ait kemikler saptandı.
İlk aşamada bu karışık durumdaki kemiklerin niteliğinin saptanması, alanın ölü gömme uygulamalarının anahtarı olması nedeniyle titiz bir kazı ve belgeleme süreci yürütüldü. Bu nedenle kemikler öncelikle bütün konturları gözlenecek biçimde temizlendi; yanındaki, üstündeki, altındaki kemikler tanımlanarak kemiklerin anatomik durumda olup-olmadığı belirlendi ve kemikler, alınması gerekli bütün ölçüler alındıktan sonra kaldırıldı; bütün bu süreçler belgelendi.
İlk aşamadaki kemikler kaldırılıp, bir kademe alta inildiğinde, yanmamış kemiklerle iç içe çok sayıda yanmış insan kemiğinin varlığı saptandı. Yanmış insan kemiklerinin analizi tümüyle tamamlanmamış olmakla birlikte, kafatası parçaları, uzun kemik parçaları, el, ayak kemiği parçalarını içermektedir. Bu kemiklerin tümüne yakını homojen, beyaz renkte yanmıştır. Açığa çıkarılan yanmış kemiklerin tümü kemiklerin parçasıdır, içlerinde tüm bir kemik bulunmamaktadır. Bu kanıtlar, kemiklerin yüksek ısı derecesinde, bilinçli olarak yakıldığını, dolaylı olarak bir yanmanın sözkonusu olmadığını göstermesi açısından önem taşımaktadır.
Yanmamış insan kemiklerine bakıldığında; bu alanda üç erişkin bireye ait insan kemiklerinin olduğu saptandı. Bu üç bireye ait kemiklerin bu alana farklı zamanlarda ceset halindeyken gömüldüğü, yeni ölümler oluştukça alana yeni cesetlere yer açmak için kemiklerin gömüt içerisinde düzenlendiği saptandı. Bu veriler, alanın art zamanlı çoklu gömüt niteliğinde olduğunu net olarak göstermektedir. Hangi bireyin önce, hangi bireyin sonra gömüldüğünün saptanması için ek analizlere ihtiyaç duyulmaktadır. Arazide yapılan ilk analizlere göre; bu alana gömülmüş bireylerden birisi kadın, birisi erkektir. Üçüncü bireyin cinsiyetini belirleme çalışmaları henüz tamamlanmamıştır.
Yanmış ve yanmamış kemiklerin analizi tamamlandığında, alanın niteliğini tümüyle aydınlatmak mümkün olacaktır. Bu mezarda iskeletlerden birinin başının altında bir iki parça halinde bir taş balta, birinin göğüs kısmında iki taş ağırşak ve diğer iskeletin karın bölgesinde ise bronz bir ok ucuyla bir bronz alet ve bazı seramik parçaları ele geçti. Bu ölü hediyeleri, mezarın tarihlendirilmesinde etkili oldu.
Kazı alanının doğusunda bulunan güney ve kuzey yönünde kesit içlerine doğru ilerleyen yaklaşık bir ile üç metre çapındaki taş yığınları üzerinde sürdürülen çalışmalarda, belirginleşen halka şeklindeki taş sıralarının içlerinde ve çevresinde daha küçük taş öbekleri olduğu görüldü. Bu öbekler içinde yanmış kemiklerin saptanması, kremasyon mezarların sayıca çok olduğu bir mezarlık alanında çalıştığımızı kanıtladı.
Bunun dışında alanda birde pişmiş toprak bir kap içinde urne mezar açılmıştır. Ayrıca çalışmalar esnasında taş yığınları içinden bir taş alet, sap delikli bir taş balta, dağılmış vaziyette üç el yapımı pişmiş toprak kap ve çok sayıdaki çeşitli form ve bezemeli çanak çömlek ve parçalar üzerinde yapılan ilk araştırmalar ve Trakya bölgesindeki benzer malzemeyle yapılan karşılaştırma, alanda açığa çıkan mezarlığın dönemi hakkındaki fikrimizi güçlendirdi. Kazıların devam etmesi, malzeme üzerinde şimdilik detaylı çalışma yapılamaması ve analiz çalışmalarının henüz sonuçlanmaması nedenleriyle, kesin olmamakla birlikte Beşiktaş’ta, Kuzey Karadeniz step kültürüne ait kurgan türü bir mezarlığın varlığından söz edebiliriz.
Son Tunç Çağı sonunda Kuzey Karadeniz’den Trakya’ya gelen göç dalgasının izlerinin bölgenin birçok alanında izlendiği; bölgeye gelen bu toplulukların yaşam alanı olarak akarsu düzlüklerini seçtikleri; sakin bir yaşam sürdükleri; megalitik anıtlarla birlikte küçük mezar tepeleri, ip baskılı çanak çömlekleri ile tanınan bu kültürün Trakya’daki varlığını Erken Demir Çağı’na kadar devam ettirdiği, konu uzmanı bilim insanlarınca ifade edilmektedir.
İhlamur Deresi, Beşiktaş Deresi ve Barbaros Bulvarı altında kalmış olan Hasan Paşa derelerinin birleşerek oluşturdukları lagün düzlüğü üzerinde kurulmuş olan Beşiktaş’ta, istasyon kazılarında açığa çıkan kurgan tipi mezarlığın, benzer malzemeler nedeniyle Erken Demir Çağı (MÖ. 1200-700) sakinlerine ait olabileceği düşünülmektedir.