Türkiye’de elektronik müziğin öncüsü Gökçen Kaynatan; Siluetler, Apaşlar, Moğollar, Kaygısızlar gibi grupların ve daha birçok müzisyenin esin kaynağıydı. Bugün 84 yaşında olan ve yeni eserleri üzerine çalışmaya devam eden Kaynatan, elektronik aletlerle dolu stüdyosunda, dünden bugüne uzanan olağanüstü bir kariyerin notlarını, notalarını aktardı.
İstanbul’un her dönem mutena semti Moda’da, Sivastopol Sokak’ta Rum okulunun karşısındaki bahçeli müstakil evin kızına ders veren piyano hocası büyük bir şaşkınlık yaşadığında sene 1944’tü. Hoca eve girerken piyanodan gelen sese dikkat kesilmiş, odaya girdiğinde ise tuşların üzerinde gezinen parmakların evin 5 yaşındaki küçük oğluna ait olduğunu görünce merakla sormuştu: “Sen böyle çalmayı nereden biliyorsun?” Küçük oğlan, ablasıyla yaptıkları her dersi kapının aralığından dinlediğini söyleyince, piyano hocası hemen annenin yanına koşmuştu. “Hanımefendi” dedi, “siz kızınız yerine esas evdeki büyük yeteneğe ders aldırmalısınız.”
Bir sonraki sahne 18 yıl sonra: ‘60’lı yılların başında bir konser. Sahnede yanları simli pantolonları ve ceketleriyle birörnek giyinmiş bir grup var; grubun şef gitaristi gözleri kapalı yerlere yatarak kendinden geçiyor. Seyirciler çığlık çığlığa. Bir anda sahne ışıkları kararıyor, grup seyirciye sırtını dönüyor. Üzerlerine vuran morötesi ışık sayesinde sırtlarına çizili iskeletler karanlığın içinde bembeyaz parlarken, izleyiciler artık içlerinde birikmiş karşı konulamaz enerjinin etkisiyle konserin verildiği sinemanın koltuklarını kırmaya başlıyor. Grubun ismi Gökçen Kaynatan ve Arkadaşları Show Orkestrası.
Gökçen Kaynatan bugün 84 yaşında. Kadıköy Altıyol’da, bir binanın en üst katında, binbir türlü elektronik alet dolu stüdyosunda kaydedeceği yeni eserlerini düşünmekle meşgul!
1960’ların ilk yarısında, 10 yıla kalmadan ortaya çıkacak Siluetler, Apaşlar, Moğollar, Kaygısızlar gibi grupların hem esin kaynağı hem de bir nevi hocasıydı Gökçen Kaynatan. Cem Karaca ilk sahne deneyimini onunla yaşamıştı. 60’ların ikinci yarısında büyük bir rüzgar yakalayan Siluetler’in kurucusu Mesut Aytunca ilk gitar derslerini ondan alacaktı. Mazhar Alanson ortaokula başlamış bir yeni yetme olarak onun konserine girebilmek için sinema duvarlarından atladığını anlatacaktı yıllar sonra. Moğollar’dan Taner Öngür, 1965’te 16 yaşındayken sahnede Gökçen Kaynatan ve Arkadaşları’nı izlediğinde yaşadığı duyguyu şöyle tarif edecekti: “Onları izlerken öyle heyecenlandım ki; herhalde o yaşta Beatles’ı izlesem aynısı olurdu.”
“O zamanlar yokluk yıllarıydı” diyor Gökçen Kaynatan; “gitarın yabancı mecmualarda ancak resmini görüp içgeçirirdik. Bas gitar bulmaksa zaten mümkün değildi. Mesut (Aytunca) ilk benim grupta bas çalacaktı; ama bas gitarı yok. Ne yapacağız? Babamın atölyesinde kendim çizip, keresteden biçip bir bas gitar imal ettim. 5-6 yıl o gitarı çaldı sahnede. Yokluk daha ilk günden yaratıcı olmaya sevketti bizi. Yapa yapa öğrendik. Mesela, Cağaloğlu’nda bir konser vardı. Bizden önce Erkin (Koray), Barış da (Manço) çıktı. En son da biz. Ancak ses sistemi berbat. Çaldığımız duyulmuyor bile. Seyirci ‘Bu ne yahu?’ diyor. Hatta yuhalayanlar oldu. O zaman oturup “ne yapabiliriz?” diye düşündüm. 8 kanallı pre-ampfli bir mikser projesi çizdim. Bir de 60 watt’lık bir power ampfli. Doğubank’ta o zamanlar Radyocu Necdet vardı. Necdet Altınçizme, bugün en iyi ses sistemcisi. İstediğimi imal etti. O devirde Türkiye’de yapılan müziği araştıran bir ekip gelmişti Hollanda’dan 2000’lerin başında. Benimle de görüştüler. Fotoğraflara bakarken bizim ses sistemini gösterip ne olduğunu sordular. Anlattım. ‘İyi de’ dediler, ‘o yıllarda dünyada pre-ampfli, power ampfli henüz yoktu, siz nereden görüp yaptınız?’ Dedim ‘bana uzaydan, yukarılardan mesaj geldi, ben de uyguladım.” Kaynatan, “Tabii o zamanlar aklımız olsa patentini alırdık en azından” diye espri yapmayı da ihmal etmiyor.
Moda’da bahçeli-müstakil bir evde geçen çocukluk… Caddebostan, Suadiye, Moda, Beyoğlu sinemalarında verilen konserler… Bulunması zor, eşi-benzeri o sırada Türkiye’de görülmemiş elektronik aletler… Magazin dergilerinde kaputuna yatarak poz verilen Oldsmobile marka otomobiller…
“İstanbul’un hâli vakti yerinde bir ailesinin, tuzu kuru kolejli oğlu” değil Kaynatan. “Benim babam Kadıköy’de Kaynakçı Şaban olarak tanınırdı. Çok iyi kaynak ustasıydı.” Peki soyadı neden Kaynatan? Yıl 1935. Soyadı Kanunu yürürlüğe girmiş. Gökçen Kaynatan’ın babası Yalova’daki Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nün su tesisatını döşemekle meşgul: “Babam elinde kaynak şalaması, metal su borularını kaynatıyor. Yüzünde maske. Arkadan birisi ‘kolay gelsin usta’ diyor. Bizimki işi hiç bırakmadan, geriye dönmeden ‘eyvallah’ diyor. Kaynağı bitirip ayağa kalktığında bir bakıyor, kendisini izleyen Atatürk. ‘Aferin sana usta, işini güzel yapıyorsun. Adın ne?’ diyor. ‘Şaban, Paşam’ diyor babam. ‘Soyadı aldın mı?’ diye soruyor Atatürk. Henüz almadığını söyleyince ‘O zaman senin soyadın Kaynatan olsun’ diyor.
Sonrasında şöyle devam ediyor:
“Haydarpaşa Meslek Lisesi’nde okudum ben. Okuldan çıktığımda Kadıköy’e yürüyerek gelirdim her gün. Sebebi de şuydu. O zamanlar Kordon Otel vardı rıhtımda. Metin Bulut vardı; aslında doktordu ama aynı zamanda bir arkadaşıyla gitar çalardı akşamları o otelde. Nasıl olmuş, ilişkileri neydi, nereden tanışırlardı bilmiyorum ama Adnan Menderes, Amerika’dan dönerken ona hediye olarak bir gitar getirmiş. O gitar lobideki küçük sahnede dururdu. Ben de her akşam okuldan çıktıktan sonra otelin önünde durur, burnumu cama yaslar, o gitarı seyrederdim eve gitmeden. ‘Bir gün benim de olur mu’ diye hayal kurardım. Hepsi yokluktan oldu aslında. Çocukken elektroniğe mekaniğe çok ilgim vardı. Ortaokuldayken frekansları öğrenmek tutkumdu. Bir tane detantör parazit yayınlayıcı yapmıştım. Anten primer ve sekonder devreleri vardı. Bisikletimin üzerine yerleştirmiştim. Mahallede tur atıyordum. O zamanlar radyo var, bütün evlerden sesi geliyor. Ben geçerken hepsi parazitleniyordu ve bununla eğleniyordum. Hep böyle sihirbazlık peşinde koştum ama fakir sihirbazdım”.
“Sihirbaz”, aslında 1972’de yayınlanan aynı adlı 45’liğine bir gönderme. O sırada Gökçen Kaynatan grubunu dağıtmış, sahnelerden çekilmiş. “Tabii adı sanı bilinen, Tarkan gibi bir insandım aslında. Sahneleri bıraktım ama üretmeye devam ettim. Müziği bırakmadım” diyor.
1972’deki iki 45’liği “Pencerenin Perdesi/Beyoğlu’nda Gezersin” ve “Sihirbaz/Evren”, Gökçen Kaynatan ve Elektronikleri adıyla yayınlanıyor.
O dönem Türkiye’de öncülüğünü yaptığı alanda grup müziği patlamış; ama Kaynatan grup elemanları elektronik aletlerden oluşan “sanal bir grup” kurmayı tercih etmiş. Rock’n roll’dan tamamen deneysel elektronik bir müziğe geçiş… Sihirbaz 45’liğinin yayınlandığı hafta Hey dergisine verdiği söyleşinin başlığı şöyle: “Fakir bir sihirbaz iddia ediyor: Kainattaki bütün sesleri çıkarabilirim”. ‘Elektronikleri’ biraraya getirmek o günün şartlarında kendisine 250 bin liraya patlamış. O sırada liseyi bitirip tahsile devam etmiş ve içmimar olmuş.
1974’te Almanya’ya gitmiş. Teknik ressam olarak çalışmış; aynı zamanda Almanca derslerine başlamış. Kaynatan, Almanya’dayken dönemin elektronik müzikçilerinin kullanmaya başladığı EMS synthesizer’a da merak salmış. Ancak döneminin bu en gelişmiş aletini kullanmak o kadar kolay değil; bu yüzden Mannheim Musikhochschule’de uzun süre ders görmüş. 1976’da döndüğünde bu aleti Türkiye’de kullanan ilk insan olmuş. Bir süre sonra Barış Manço da TRT ekranlarında EMS synthesizer kullanırken görünmüş. “Aslında Barış çalmayı bilmiyordu. Grupta onu çalan başkasıydı ama çekim sırasında düğmeleriyle oynuyordu. Nasıl olsa izleyenler anlamıyordu” diyor.
1982’de İzzet Öz’ün meşhur televizyon programı Teleskop’ta yer almış. Bugün Youtube’ta da mevcut videoda Öz, “Şimdi elektronik bir çağ başladı; müzik de kuşkusuz bu çağa ayak uydurdu. Ülkemizde de bunun başarılı bir öncüsü var. Gökçen Kaynatan ve parçası Doğanın Ötesi” anonsuyla sunuyor kendisini. Kaynatan’ın bu performansına kendi çizdiği resimler de eşlik ediyor. Resimlerinde kasırgalar, tayfunlar, herşeyi yakıp kavuran güneş, çölleşen dünya, patlayan hidrojen bombaları, iskeletler var. Kaynatan’ın ‘70’lerde oluşturduğu yeni müzikal çizgide temalar hep aynı minvalde: Evren, kosmos, varoluş, doğa, cennet ve cehennem… “Biz hep cenneti düşünüyoruz. Oysa cennet bu dünyada. Ve biz bu cenneti cehenneme çeviriyoruz. Benim çocukluğumun Moda, Kalamış sahilleri yok artık. Daha küresel ısınma, iklim değişikliği lafları ortada yokken, kimse konuşmazken ben bunlara kafayı takmıştım. Doğanın intikam alacağını biliyordum” diyor.
Şimdi sırada ne var peki? Kaynatan bugünlerde son 20 yıldır üzerine çalıştığı; tüm dünya müziklerini, mesela Karadeniz tulumuyla İrlanda gaydasını biraraya getireceği; hip-hopçuların rap yaptığı; hicaz makamında bestelenmiş bir nevi gerçek bir “elektronik opera”yı dansçılarla sahneye uyarlama peşinde.
Bunun yanısıra elinde birikmiş sayısı hayli fazla çalışmasını dünya piyasasıyla buluşturma hedefinde. 2017’de İngiltere merkezli ve dünyanın farklı coğrafyalarında ‘60’lar ‘70’ler boyunca üretilen avangard işlere ilgi gösterip bunları plak olarak yeniden yayımlayan Finders Keepers şirketi kendisiyle temasa geçmiş; yayımlanmış ya da yayımlanmamış eserlerini plak olarak basmak istemiş. İlki 2017, ikincisi 2019’da olmak üzere iki albümü yayınlandığında, dünyanın farklı yerlerindeki meraklıların büyük beğenisiyle karşılanmış.
Plakları yayınlayan şirketin yöneticileri de Kaynatan’ın yaptığı müzikten çok etkilenmiş: “Benden kayıtları istediklerinde, oturdum makara bantlardan dijitale aktardım; internetten gönderdim. 1-2 gün sonra şirketin ortaklarından Doug Shipton aradı, ‘Bunları yaparken ne kullandın?’ diye sordu. Ben teknik bir soru sandım, meğer adam ‘ne kafasıyla yaptın, ne içiyordun?’ manasında sormuş. Oysa 20’li yaşlarımda bile değil başka şeyler, sigara ve alkol dahi kullanmazdım. O sayede bu yaşa kadar böyle sağlıklı geldim. O kayıtları yaparken de sadece ve sadece Çamlıca gazozu içiyordum.”