Ekim 2024 Sayımız Çıktı

Bitkileri evcilleştirdik ve giderek onlara bağımlı hale geldik

İnsanoğlu 350.000 kuşak boyunca avcı-toplayıcı olarak yaşadı. Sadece 600 kuşaktır tarımla uğraşıyor. Tohumunun, fidesinin insan eliyle yeniden ekilmesi, dikilmesi, korunması, gereken bitkiler, insanı da toprağa, ekine bağımlı hale getirdi. 1950’lerde “devrim” olarak nitelenen tarıma ve yerleşik düzene geçişin farklı tarihi.

FÜSUN ERTUĞ

İnsanlar milyonlarca yıl av­cı-toplayıcı olarak göçebe bir yaşam sürdürmüştür. Bu döneme ait iskeletler üze­rinde ve günümüz avcı kabile­lerinde yapılan karşılaştırmalı araştırmalar, eski toplulukların avcılıkla elde edilen hayvansal gıdalar kadar toplanan bitki­lerle de beslendiklerine işaret eder.

Çok uzun bir geçmişi ve yaşamsal önemi olan bitki toplayıcılığı, tüm insanlık için derin kökleri olan bir mi­rastır. Sadece gıda olarak değil, başta şifalı otlar olmak üzere, giysi, yem, yakacak, barınak, araç-gereç, el sanatları ve ben­zeri her türlü gereksi­nim için de bitkilerden yararlanılır. Ancak gıda, ilaç, yem gibi amaçlarla kullanılan çiçek, yaprak, yum­ru, meyve gibi bit­kisel unsurlar kısa sürede yokolur ve genellikle sade­ce ahşap, tohum ve sert çekirdek­ler kömürleşerek ya da mineralize olarak günümü­ze ulaşabilir. Bu nedenle şimdilik bitkilerin tarihön­cesi dönemlerde­ki yaşamsal rol­lerine ilişkin bil­gilerimiz görece sınırlıdır.

Doğadaki yabani mısır ve evcilleştirme sonucu bugünkü hali.

Avcı-toplayı­cılıktan yerleşik düzene geçiş sürecinin nasıl olduğu, önce yerleşik düzene geçilip sonra mı tarımın, hayvancılığın baş­ladığı ya da tarımın keşfiyle birlikte mi insanların topra­ğa yerleştiği, arkeolojide en önemli, en uzun süre tartışıl­mış ve tartışılmakta olan so­rulardan biridir. Son yıllarda çeşitlenen ve sayıca artan araş­tırmalar, bu sürecin her bölge için farklı geliştiğini gösterir. İçinde bulunduğumuz coğraf­yada pek çok kazı yeri ile araş­tırılmakta olan süreç, sistema­tik, uzun vadeli kazıların yanı sıra genetik, arkeobotanik, et­nobotanik, arkeozooloji gibi farklı disiplinlerin araştırma­ları ve yeni analiz, tarihleme yöntemleriyle önceki bilgileri­mizi değiştiren sonuçlar ortaya koymaktadır.

Etnobotanik çalışmalar, önceden düşünülenin aksi­ne yerleşik düzene geçildikten 10.000 yıl sonra bile avcılık ve toplayıcılık etkinliklerinin risk faktörünü azaltmak, sağlıklı ve dengeli beslenmek ve kültürel kimliğin bir parçası olarak sür­dürüldüğünü göstermiştir. Ha­len Anadolu’da, Akdeniz çevre­sinde, birçok kırsal yerleşimde, mevsimsel avcılığın ve balık­çılığın yanı sıra, doğadan bitki ve diğer doğal malzemelerin (mantarlar, böcekler, sürün­genler, taşlar, kabuklar, mine­raller) toplanması sürmektedir.

Doğadan toplanan bitkile­rin sadece küçük bir bölümü evcilleştirilmiş, yani tarıma alınmıştır. Günümüzde arke­olojik, arkeobotanik araştır­malar sonucu dünya üzerinde birbirinden bağımsız olarak tarımın başladığı dört ana böl­ge saptanmıştır. Diğer yan­dan bitki genetiği çalışmaları gen merkezlerini, tarıma alı­nan bitkilerin yabani ataları ile uzaklık ya da yakınlıklarını, tarıma alınan bitkilerin yayılış haritalarını ortaya çıkarmak­tadır.

Tarım öncesine ait arke­olojik yerleşimlerde açığa çı­karılan veriler, yabani tahıl ve baklagil tanelerinin doğal or­tamlarından toplandıktan ve genellikle öğütme taşlarında ezilip öğütüldükten sonra gıda olarak kullanıldığını gösterir. Taneler tazeyken çiğ olarak, frik şeklinde ateşte kavrularak, ya da sepet-kaplarda pişirile­rek de tüketilmiş olabilir.

Neolitik döneme ait tohum ve bunları ezmek için kullanılan sürtme taşı.

Evcilleştirme nedir?

Tahıllar ve baklagiller, besle­yici değerleri yüksek, kurutu­larak taşınabilen ve uzun süre saklanabilen taneli bitkiler ola­rak binlerce yıl doğadan topla­narak kullanılmıştır.

Buğday, mercimek, nohut gibi bitkilerin ataları her yer­de ve bol miktarda bulunmadı­ğından, olasılıkla insanlar bu tohumları yerleşmelerine daha yakın yerlere taşımışlardır. Za­manla topladıkları ya da dik­tikleri bitkilerin, tercih ettikle­ri özellikte olanlarını seçerek çoğaltmışlardır. Örneğin yaba­ni buğday başakları olgunlaş­tığında taneler kolayca dağılır, bu da hasatı zorlaştırır ve pek çok tanenin kaybına yol açar. Taneleri olgunlaştığı halde toplarken dağılmayan başak­lar ertesi yıla tohumluk olarak ayrılır ve ekilirse, birkaç kuşak sonra buğday tarlasının başat özelliği dağılmayan başaklar olabilir. Daha iri, daha daya­nıklı taneler, koşullara, ikli­me uygun olan erken ya da geç çimlenme gibi özellikler, uzun gözlemler sonucu insanlar ta­rafından -olasılık­la kadınlar­ca- seçi­lerek çoğaltılır.

Bir aşamada, bu seçimler genetik bir dönüşüme, sıçra­maya neden olur ki bu farklı­laşmaya ‘evcilleştirme’ ya da ‘domestikasyon’ diyoruz. Bir bitkinin yabani olanı ile do­mestike edilmiş, evcilleşti­rilmiş olanı arasında belirgin biçimsel farklılıklar olmakla birlikte, bunlar hemen ortaya çıkmaz. Dolayısıyla bir yabani tohumun insan eliyle ekilmiş olup olmadığını bilmek müm­kün değildir, ancak bu doğal süreç birkaç kuşak sonra bir değişime neden olursa, ancak o zaman tarıma alınmış oldu­ğu söylenebilir. İlk kez Charles Darwin, evrim teorisi çerçeve­sinde yabani türlerle evciller arasında az sayıda ancak belir­gin farklılaşmaların varlığını gözlemiş, doğal seçilimin yanı sıra insanların belirli özellik­leri seçerek üretmeleri (seçici islah) arasındaki farka işaret etmiştir.

Bugün
dünyamızda
50.000’i aşkın
yenebilen doğal
bitki arasında
tarımı yapılan
bitki sayısı
son derece
sınırlıdır.
Bunların arasından
sadece 15 bitki
gıdamızın
yaklaşık %90’ını
oluşturmaktadır.

Tarıma geçiş ‘devrim’ mi?

Tarımın öncülü ve sonucu olan ‘evcilleştirme’ bir karşılıklı ba­ğımlılık ilişkisidir. Evcilleşti­rilmiş bitki kendi kendine ye­tişmez, tohumunun, fidesinin insan eliyle yeniden ekilmesi, dikilmesi, korunması, bakılma­sı gerekir. Tarım zorlu bir uğ­raştır ve insanı toprağa, ektiği ürüne bağımlı hale getirir, kı­saca ‘evcilleştirir’. Ehlileştiril­miş hayvan da kendini doğada­ki gibi korumayı, beslenmeyi, soyunu sürdürmeyi başaramaz, insanın desteğini gereksinir. Belki üretime geçiş sürecinin bunca uzun olması bu neden­ledir. Tarımda ya da hayvancı­lıkta başarılı olmayanlar belki başka yerlerde yeni deneyim­lere giriştiler ya da yeniden göçebe bir yaşama döndüler. Hayvancılık yapanların halen daha iyi otlaklar peşinde hay­vanlarıyla birlikte yaz-kış dön­güsünde ovalarla yaylalar arası yarı-göçebe bir yaşam sürdür­dükleri de bilinir.

1950’li yıllarda tarıma ge­çiş, insanlık için bir ‘devrim’ olarak nitelenmiş ve taş alet­lerdeki teknolojik değişime bağlı olarak bu dönem arkeo­loglarca Yeni Taş Çağı (Neo­litik) olarak adlandırılmıştır. Bugün bu geçişin bir devrim şeklinde tek bir yerde, hızla gerçekleşmediği, her topluluk­ta benzer taş aletlerin, benzer tarım ürünlerinin görülmediği arkeolojik kazılar sonucu an­laşılmıştır. Bu büyük değişime devrim ya da evrim demek bel­ki uygun tanımlar değildir. İn­sanlık tarihinde zorunlu olma­yan ancak yaygın olarak gözle­nen bir süreçtir denilebilir.

Bitki ve hayvanların ‘evcil­leştirme öncesi’ kontrollü, se­çilerek yönetildiği uzun bir sü­reçten geçildiği ortaya çıkmış­tır. Bazı araştırmacıların ‘ön evcilleştirme’ (proto domesti­kasyon) dediği aşama, geri dö­nüşler, çeşitli mutasyonlar ve olasılıkla henüz bilmediğimiz birçok öykü içermektedir.

Tarım ve hayvancılığın baş­lamasına dek insanların sadece doğadan topladıklarını ve avla­dıklarını ‘tükettikleri’, bir an­lamda ‘asalak’ oldukları, tarım ve hayvancılığın başlamasıyla ‘üretici’ duruma geçtikleri de söylenegelmiştir. Ancak insan­lar binlerce yıl, yenen bitki­leri toplayıp öğüterek, zehir­li olanları işleyip arındırarak, avladıkları hayvansal gıdaları bölerek, ateşte pişirerek fizik­sel ve kimyasal olarak değiştir­miş, sonuçta gıdalarını yeniden ‘üretmişler’dir.

Beslenmenin yanı sıra top­raktan kerpici yaratıp evler, tapınaklar inşa etmişler, ah­şap ve taştan kaplar ve çeşit­li aletler üretmişler, kemik ve yarı değerli taş boncuklar­dan takılar yapmışlar, bitkiler­den hasırlar, sepetler örmüş­ler, liflerden ve deriden giysiler yapmışlardır. Bunlar ‘üretim’ olarak değerlendirilmese bile avcı-toplayıcıların mağarala­ra yaptıkları resimler, yaygın olarak hemen her yerleşimde bulunan kilden, taştan kadın ve hayvan figürinleri, Göbeklite­pe’de ve diğer birçok yerleşim­de rastlanan kabartma ve hey­kellerle kendilerini ifade etme­leri sanatsal bir üretim olarak değerlendirilmelidir. Tarıma ve hayvancılığa geçildikten sonra bu yaratıcı üretimler çeşitle­nip, katlanarak sürmüştür.

Son yıllarda
gerçekleşen
kazılar
(Diyarbakır-Körtik
Tepe/ Batman-
Hasankeyf Höyük/
Urfa-Göbeklitepe)
tarım öncesi
yerleşik yaşamın
ve yüksek
kültürlerin
varlığını ortaya
koydu ve ezberleri
bozdu.

Çatalhöyük Dünyaca meşhur Çatalhöyük’te (Konya), bir tohum ve zahire deposu. aynı yörede avcı-toplayıcı dönemin izleri de mevcut.

Hangi bitki, nerede evcilleştirildi?

Güney Doğu Anadolu, İran, Doğu Akdeniz kıyıları ve Me­zopotamya gibi bölgeleri kap­sayan Güney Batı Asya, dün­yada en erken evcilleştirme­nin gözlendiği bölge olarak bilinmektedir. Günümüzden yaklaşık 12.000 yıl önce, bu bölgede yaşayan bazı avcı ve toplayıcılar seçtikleri birkaç bitkiyi tarıma aldılar. Buğday, arpa, nohut, mercimek, bezel­ye ve keten öncelikli olmak üzere çavdar, havuç, haşhaş, incir, şeker pancarı, zeytin, kabak, kahve, susam gibi bitki­ler ilk kez bu bölgede evcilleş­tirilmiştir. Tarımın Avrupa’ya bu bölgeden çiftçilerin göçüy­le ulaştığı ya da etkileşim yo­luyla yaygınlaştığı da anlaşıl­mıştır.

Tarıma geçiş, dünyada farklı bölgelerde ve farklı za­manlarda, belirli bitkilerin evcilleştirilmesiyle gerçekleş­miştir. Örneğin Orta ve Güney Amerika’da mısır, patates, fa­sulye, domates, biber, ayçiçe­ği ve avokado gibi bugün tüm dünyada yaygın olarak yetiş­tirilen bitkiler ilk kez tarıma alınmıştır. Çin ve Uzak Do­ğu’da MÖ 7 binden itibaren pi­rinç, kuş darısı, yulaf, lahana, soya, şalgam, limon, porta­kal, çay, muz, kiraz, şeftali gibi bitkilerin tarımı başlamış ve buradan dünyaya yayılmıştır. Evcilleştirilerek tarıma alınan bitkilerin büyük bölümünü gı­da ve içecekler oluşturur, di­ğer evcilleştirilenler arasında lif, yağ, şeker, boya ve tıbbi bit­kiler görülmektedir. Dünyada 50.000’i aşkın yenebilen doğal bitki arasında tarımı yapılan bitki sayısı oldukça sınırlı­dır. Sadece 15 bitki gıdamızın yaklaşık % 90’ını oluşturmak­tadır.

2006’da ki Çatalhöyük sergisinde bir duvar resmi.

Yakın zamanlara dek, ta­rım ve hayvancılık olmaksı­zın insanların yerleşik düzene geçmelerinin mümkün olma­dığına inanılmak­taydı. Tarı­mın bir önkoşul olmadığı, kimi yer­leşik toplulukların uzun süre bitkileri evcilleştirmeden ve hayvanları ehlileştirmeden, sadece onlar üzerinde belirli bir kontrol sağlayarak yaşam­larını sürdürebildikleri yeni kazılarda ortaya çıktı. Güney­doğu Anadolu’da son yıllar­da yapılan kazılarda, örneğin Diyarbakır-Körtik Tepe’nin erken tabakalarında, hemen sonrasında Batman-Hasan­keyf Höyük’te ve çarpıcı ta­pınaklarıyla tarih öncesi bir inanç merkezi olduğu ortaya çıkan Urfa-Göbeklitepe’de ta­rım öncesi yerleşik yaşamın varlığı saptandı.

Orta Anadolu’nun en eski yerleşimlerden biri, ilk taba­kası günümüzden 10.500 yıl önceye tarihlenen Aşıklı Hö­yük’tür. Kazısı 25 yıldır süren Aşıklı, bin yıl kesintisiz devam eden bir tarıma geçiş yerleşi­midir ve bu sürecin en kap­samlı araştırılmış örneklerin­den biridir. Burada, tarım ve hayvancılık (özellikle koyun keçi ehlileştirilmesi) deneme aşamasındadır. Sakinleri he­nüz çanak çömlek üretmezler. Birbirine yaslanmış kerpiç­ten evleriyle oldukça büyük bir yerleşim olan Aşıklı, avcı-top­layıcılıktan tarıma ve hayvan­cılığa geçişin bin yıl boyunca gözlenebildiği bir laboratuvar gibidir.

Aşıklı Höyük’ün terk edil­mesinden hemen sonra yerle­şildiği saptanan dünyaca ünlü Konya-Çatalhöyük Neolitik yerleşmesinde ise tarım olduk­ça gelişkindir. Koyun-keçi ehli­leşmiş olmakla beraber yabani sığırın özel, belki kutsal bir yeri olduğu gözlenmektedir. Kala­balık bir toplumu barındıran, kent görünümündeki bu yer­leşmede yapı duvarlarında av sahnelerine rastlanması, leo­par korumalı ‘ana-tanrıça’ figü­rinleri avcı-toplayıcı yaşamdan kalan izler olarak da değerlen­dirilebilir.

Aşıklı Höyük Günümüzden 10.500 yıl önceye tarihlenen Aşıklı Höyük (Aksaray), avcıtoplayıcılıktan tarıma ve hayvancılığa geçişin bin yıl boyunca gözlenebildiği bir laboratuvar.

Kuşaklar boyu tarım…

Tarımsal yaşam, insanlığın uzun tarihinde görece kısa bir süredir. Jules Pretty adlı bir araştırmacı, kolay anlaşılır bir kıyaslama yapar ve insanların 350.000 kuşak boyu avcı-topla­yıcı olarak yaşamasına karşın sadece 600 kuşaktır tarımla uğraştığını ve endüstrileşmiş tarımın sadece iki kuşaklık bir geçmişi olduğunu söyler.

Yazılı kaynakları olan ilk topluluklar görülmeye başla­dığında, yani MÖ 3000’lerde bu uygarlık merkezlerinin tü­müyle tarım ağırlıklı bir eko­nomileri olduğu görülür. Gerek Mısır, gerek Mezopotamya, gerekse daha sonraki Hitit ya­zışmalarında çok miktarda bit­kiden, onların özelliklerinden, hangi törenlerde nasıl kullanıl­dığından, nasıl ekilip dikilme­si gerektiğinden, karşılaştır­malı piyasa fiyatlarına dek pek çok kaynakta söz edilir. Hitit tabletlerinde anılan bitkiler arasında buğday, arpa, susam, keten, haşhaş, üzüm gibi tarımı yapılanlar olduğu gibi, üzer­lik, sinir otu, adam otu olduğu tahmin edilen tıbbi bitkiler de bilinir.Bunlar halen Anadolu bozkırlarının halk ilaçları ara­sında yer almaktadır.

Tarımsal üretimin önemli tahıllarının, meyve ve sebzele­rinin atalarını barındıran, bi­yoçeşitlilik ve kültürel miras açısından büyük bir zenginli­ği olan Anadolu bu özellikle­ri nedeniyle insanlık tarihinin önemli bir aşamasına ev sa­hipliği etmiştir. Farklı disip­linlerden uzmanların çalışma­ları tarıma geçişe ilişkin ay­rıntıları ortaya çıkardıkça bu döneme ait bugün kısmen gö­rebildiğimiz resim de netleşe­cektir.