İnsanoğlu 350.000 kuşak boyunca avcı-toplayıcı olarak yaşadı. Sadece 600 kuşaktır tarımla uğraşıyor. Tohumunun, fidesinin insan eliyle yeniden ekilmesi, dikilmesi, korunması, gereken bitkiler, insanı da toprağa, ekine bağımlı hale getirdi. 1950’lerde “devrim” olarak nitelenen tarıma ve yerleşik düzene geçişin farklı tarihi.
FÜSUN ERTUĞ
İnsanlar milyonlarca yıl avcı-toplayıcı olarak göçebe bir yaşam sürdürmüştür. Bu döneme ait iskeletler üzerinde ve günümüz avcı kabilelerinde yapılan karşılaştırmalı araştırmalar, eski toplulukların avcılıkla elde edilen hayvansal gıdalar kadar toplanan bitkilerle de beslendiklerine işaret eder.
Çok uzun bir geçmişi ve yaşamsal önemi olan bitki toplayıcılığı, tüm insanlık için derin kökleri olan bir mirastır. Sadece gıda olarak değil, başta şifalı otlar olmak üzere, giysi, yem, yakacak, barınak, araç-gereç, el sanatları ve benzeri her türlü gereksinim için de bitkilerden yararlanılır. Ancak gıda, ilaç, yem gibi amaçlarla kullanılan çiçek, yaprak, yumru, meyve gibi bitkisel unsurlar kısa sürede yokolur ve genellikle sadece ahşap, tohum ve sert çekirdekler kömürleşerek ya da mineralize olarak günümüze ulaşabilir. Bu nedenle şimdilik bitkilerin tarihöncesi dönemlerdeki yaşamsal rollerine ilişkin bilgilerimiz görece sınırlıdır.
Avcı-toplayıcılıktan yerleşik düzene geçiş sürecinin nasıl olduğu, önce yerleşik düzene geçilip sonra mı tarımın, hayvancılığın başladığı ya da tarımın keşfiyle birlikte mi insanların toprağa yerleştiği, arkeolojide en önemli, en uzun süre tartışılmış ve tartışılmakta olan sorulardan biridir. Son yıllarda çeşitlenen ve sayıca artan araştırmalar, bu sürecin her bölge için farklı geliştiğini gösterir. İçinde bulunduğumuz coğrafyada pek çok kazı yeri ile araştırılmakta olan süreç, sistematik, uzun vadeli kazıların yanı sıra genetik, arkeobotanik, etnobotanik, arkeozooloji gibi farklı disiplinlerin araştırmaları ve yeni analiz, tarihleme yöntemleriyle önceki bilgilerimizi değiştiren sonuçlar ortaya koymaktadır.
Etnobotanik çalışmalar, önceden düşünülenin aksine yerleşik düzene geçildikten 10.000 yıl sonra bile avcılık ve toplayıcılık etkinliklerinin risk faktörünü azaltmak, sağlıklı ve dengeli beslenmek ve kültürel kimliğin bir parçası olarak sürdürüldüğünü göstermiştir. Halen Anadolu’da, Akdeniz çevresinde, birçok kırsal yerleşimde, mevsimsel avcılığın ve balıkçılığın yanı sıra, doğadan bitki ve diğer doğal malzemelerin (mantarlar, böcekler, sürüngenler, taşlar, kabuklar, mineraller) toplanması sürmektedir.
Doğadan toplanan bitkilerin sadece küçük bir bölümü evcilleştirilmiş, yani tarıma alınmıştır. Günümüzde arkeolojik, arkeobotanik araştırmalar sonucu dünya üzerinde birbirinden bağımsız olarak tarımın başladığı dört ana bölge saptanmıştır. Diğer yandan bitki genetiği çalışmaları gen merkezlerini, tarıma alınan bitkilerin yabani ataları ile uzaklık ya da yakınlıklarını, tarıma alınan bitkilerin yayılış haritalarını ortaya çıkarmaktadır.
Tarım öncesine ait arkeolojik yerleşimlerde açığa çıkarılan veriler, yabani tahıl ve baklagil tanelerinin doğal ortamlarından toplandıktan ve genellikle öğütme taşlarında ezilip öğütüldükten sonra gıda olarak kullanıldığını gösterir. Taneler tazeyken çiğ olarak, frik şeklinde ateşte kavrularak, ya da sepet-kaplarda pişirilerek de tüketilmiş olabilir.
Evcilleştirme nedir?
Tahıllar ve baklagiller, besleyici değerleri yüksek, kurutularak taşınabilen ve uzun süre saklanabilen taneli bitkiler olarak binlerce yıl doğadan toplanarak kullanılmıştır.
Buğday, mercimek, nohut gibi bitkilerin ataları her yerde ve bol miktarda bulunmadığından, olasılıkla insanlar bu tohumları yerleşmelerine daha yakın yerlere taşımışlardır. Zamanla topladıkları ya da diktikleri bitkilerin, tercih ettikleri özellikte olanlarını seçerek çoğaltmışlardır. Örneğin yabani buğday başakları olgunlaştığında taneler kolayca dağılır, bu da hasatı zorlaştırır ve pek çok tanenin kaybına yol açar. Taneleri olgunlaştığı halde toplarken dağılmayan başaklar ertesi yıla tohumluk olarak ayrılır ve ekilirse, birkaç kuşak sonra buğday tarlasının başat özelliği dağılmayan başaklar olabilir. Daha iri, daha dayanıklı taneler, koşullara, iklime uygun olan erken ya da geç çimlenme gibi özellikler, uzun gözlemler sonucu insanlar tarafından -olasılıkla kadınlarca- seçilerek çoğaltılır.
Bir aşamada, bu seçimler genetik bir dönüşüme, sıçramaya neden olur ki bu farklılaşmaya ‘evcilleştirme’ ya da ‘domestikasyon’ diyoruz. Bir bitkinin yabani olanı ile domestike edilmiş, evcilleştirilmiş olanı arasında belirgin biçimsel farklılıklar olmakla birlikte, bunlar hemen ortaya çıkmaz. Dolayısıyla bir yabani tohumun insan eliyle ekilmiş olup olmadığını bilmek mümkün değildir, ancak bu doğal süreç birkaç kuşak sonra bir değişime neden olursa, ancak o zaman tarıma alınmış olduğu söylenebilir. İlk kez Charles Darwin, evrim teorisi çerçevesinde yabani türlerle evciller arasında az sayıda ancak belirgin farklılaşmaların varlığını gözlemiş, doğal seçilimin yanı sıra insanların belirli özellikleri seçerek üretmeleri (seçici islah) arasındaki farka işaret etmiştir.
Tarıma geçiş ‘devrim’ mi?
Tarımın öncülü ve sonucu olan ‘evcilleştirme’ bir karşılıklı bağımlılık ilişkisidir. Evcilleştirilmiş bitki kendi kendine yetişmez, tohumunun, fidesinin insan eliyle yeniden ekilmesi, dikilmesi, korunması, bakılması gerekir. Tarım zorlu bir uğraştır ve insanı toprağa, ektiği ürüne bağımlı hale getirir, kısaca ‘evcilleştirir’. Ehlileştirilmiş hayvan da kendini doğadaki gibi korumayı, beslenmeyi, soyunu sürdürmeyi başaramaz, insanın desteğini gereksinir. Belki üretime geçiş sürecinin bunca uzun olması bu nedenledir. Tarımda ya da hayvancılıkta başarılı olmayanlar belki başka yerlerde yeni deneyimlere giriştiler ya da yeniden göçebe bir yaşama döndüler. Hayvancılık yapanların halen daha iyi otlaklar peşinde hayvanlarıyla birlikte yaz-kış döngüsünde ovalarla yaylalar arası yarı-göçebe bir yaşam sürdürdükleri de bilinir.
1950’li yıllarda tarıma geçiş, insanlık için bir ‘devrim’ olarak nitelenmiş ve taş aletlerdeki teknolojik değişime bağlı olarak bu dönem arkeologlarca Yeni Taş Çağı (Neolitik) olarak adlandırılmıştır. Bugün bu geçişin bir devrim şeklinde tek bir yerde, hızla gerçekleşmediği, her toplulukta benzer taş aletlerin, benzer tarım ürünlerinin görülmediği arkeolojik kazılar sonucu anlaşılmıştır. Bu büyük değişime devrim ya da evrim demek belki uygun tanımlar değildir. İnsanlık tarihinde zorunlu olmayan ancak yaygın olarak gözlenen bir süreçtir denilebilir.
Bitki ve hayvanların ‘evcilleştirme öncesi’ kontrollü, seçilerek yönetildiği uzun bir süreçten geçildiği ortaya çıkmıştır. Bazı araştırmacıların ‘ön evcilleştirme’ (proto domestikasyon) dediği aşama, geri dönüşler, çeşitli mutasyonlar ve olasılıkla henüz bilmediğimiz birçok öykü içermektedir.
Tarım ve hayvancılığın başlamasına dek insanların sadece doğadan topladıklarını ve avladıklarını ‘tükettikleri’, bir anlamda ‘asalak’ oldukları, tarım ve hayvancılığın başlamasıyla ‘üretici’ duruma geçtikleri de söylenegelmiştir. Ancak insanlar binlerce yıl, yenen bitkileri toplayıp öğüterek, zehirli olanları işleyip arındırarak, avladıkları hayvansal gıdaları bölerek, ateşte pişirerek fiziksel ve kimyasal olarak değiştirmiş, sonuçta gıdalarını yeniden ‘üretmişler’dir.
Beslenmenin yanı sıra topraktan kerpici yaratıp evler, tapınaklar inşa etmişler, ahşap ve taştan kaplar ve çeşitli aletler üretmişler, kemik ve yarı değerli taş boncuklardan takılar yapmışlar, bitkilerden hasırlar, sepetler örmüşler, liflerden ve deriden giysiler yapmışlardır. Bunlar ‘üretim’ olarak değerlendirilmese bile avcı-toplayıcıların mağaralara yaptıkları resimler, yaygın olarak hemen her yerleşimde bulunan kilden, taştan kadın ve hayvan figürinleri, Göbeklitepe’de ve diğer birçok yerleşimde rastlanan kabartma ve heykellerle kendilerini ifade etmeleri sanatsal bir üretim olarak değerlendirilmelidir. Tarıma ve hayvancılığa geçildikten sonra bu yaratıcı üretimler çeşitlenip, katlanarak sürmüştür.
Hangi bitki, nerede evcilleştirildi?
Güney Doğu Anadolu, İran, Doğu Akdeniz kıyıları ve Mezopotamya gibi bölgeleri kapsayan Güney Batı Asya, dünyada en erken evcilleştirmenin gözlendiği bölge olarak bilinmektedir. Günümüzden yaklaşık 12.000 yıl önce, bu bölgede yaşayan bazı avcı ve toplayıcılar seçtikleri birkaç bitkiyi tarıma aldılar. Buğday, arpa, nohut, mercimek, bezelye ve keten öncelikli olmak üzere çavdar, havuç, haşhaş, incir, şeker pancarı, zeytin, kabak, kahve, susam gibi bitkiler ilk kez bu bölgede evcilleştirilmiştir. Tarımın Avrupa’ya bu bölgeden çiftçilerin göçüyle ulaştığı ya da etkileşim yoluyla yaygınlaştığı da anlaşılmıştır.
Tarıma geçiş, dünyada farklı bölgelerde ve farklı zamanlarda, belirli bitkilerin evcilleştirilmesiyle gerçekleşmiştir. Örneğin Orta ve Güney Amerika’da mısır, patates, fasulye, domates, biber, ayçiçeği ve avokado gibi bugün tüm dünyada yaygın olarak yetiştirilen bitkiler ilk kez tarıma alınmıştır. Çin ve Uzak Doğu’da MÖ 7 binden itibaren pirinç, kuş darısı, yulaf, lahana, soya, şalgam, limon, portakal, çay, muz, kiraz, şeftali gibi bitkilerin tarımı başlamış ve buradan dünyaya yayılmıştır. Evcilleştirilerek tarıma alınan bitkilerin büyük bölümünü gıda ve içecekler oluşturur, diğer evcilleştirilenler arasında lif, yağ, şeker, boya ve tıbbi bitkiler görülmektedir. Dünyada 50.000’i aşkın yenebilen doğal bitki arasında tarımı yapılan bitki sayısı oldukça sınırlıdır. Sadece 15 bitki gıdamızın yaklaşık % 90’ını oluşturmaktadır.
Yakın zamanlara dek, tarım ve hayvancılık olmaksızın insanların yerleşik düzene geçmelerinin mümkün olmadığına inanılmaktaydı. Tarımın bir önkoşul olmadığı, kimi yerleşik toplulukların uzun süre bitkileri evcilleştirmeden ve hayvanları ehlileştirmeden, sadece onlar üzerinde belirli bir kontrol sağlayarak yaşamlarını sürdürebildikleri yeni kazılarda ortaya çıktı. Güneydoğu Anadolu’da son yıllarda yapılan kazılarda, örneğin Diyarbakır-Körtik Tepe’nin erken tabakalarında, hemen sonrasında Batman-Hasankeyf Höyük’te ve çarpıcı tapınaklarıyla tarih öncesi bir inanç merkezi olduğu ortaya çıkan Urfa-Göbeklitepe’de tarım öncesi yerleşik yaşamın varlığı saptandı.
Orta Anadolu’nun en eski yerleşimlerden biri, ilk tabakası günümüzden 10.500 yıl önceye tarihlenen Aşıklı Höyük’tür. Kazısı 25 yıldır süren Aşıklı, bin yıl kesintisiz devam eden bir tarıma geçiş yerleşimidir ve bu sürecin en kapsamlı araştırılmış örneklerinden biridir. Burada, tarım ve hayvancılık (özellikle koyun keçi ehlileştirilmesi) deneme aşamasındadır. Sakinleri henüz çanak çömlek üretmezler. Birbirine yaslanmış kerpiçten evleriyle oldukça büyük bir yerleşim olan Aşıklı, avcı-toplayıcılıktan tarıma ve hayvancılığa geçişin bin yıl boyunca gözlenebildiği bir laboratuvar gibidir.
Aşıklı Höyük’ün terk edilmesinden hemen sonra yerleşildiği saptanan dünyaca ünlü Konya-Çatalhöyük Neolitik yerleşmesinde ise tarım oldukça gelişkindir. Koyun-keçi ehlileşmiş olmakla beraber yabani sığırın özel, belki kutsal bir yeri olduğu gözlenmektedir. Kalabalık bir toplumu barındıran, kent görünümündeki bu yerleşmede yapı duvarlarında av sahnelerine rastlanması, leopar korumalı ‘ana-tanrıça’ figürinleri avcı-toplayıcı yaşamdan kalan izler olarak da değerlendirilebilir.
Kuşaklar boyu tarım…
Tarımsal yaşam, insanlığın uzun tarihinde görece kısa bir süredir. Jules Pretty adlı bir araştırmacı, kolay anlaşılır bir kıyaslama yapar ve insanların 350.000 kuşak boyu avcı-toplayıcı olarak yaşamasına karşın sadece 600 kuşaktır tarımla uğraştığını ve endüstrileşmiş tarımın sadece iki kuşaklık bir geçmişi olduğunu söyler.
Yazılı kaynakları olan ilk topluluklar görülmeye başladığında, yani MÖ 3000’lerde bu uygarlık merkezlerinin tümüyle tarım ağırlıklı bir ekonomileri olduğu görülür. Gerek Mısır, gerek Mezopotamya, gerekse daha sonraki Hitit yazışmalarında çok miktarda bitkiden, onların özelliklerinden, hangi törenlerde nasıl kullanıldığından, nasıl ekilip dikilmesi gerektiğinden, karşılaştırmalı piyasa fiyatlarına dek pek çok kaynakta söz edilir. Hitit tabletlerinde anılan bitkiler arasında buğday, arpa, susam, keten, haşhaş, üzüm gibi tarımı yapılanlar olduğu gibi, üzerlik, sinir otu, adam otu olduğu tahmin edilen tıbbi bitkiler de bilinir.Bunlar halen Anadolu bozkırlarının halk ilaçları arasında yer almaktadır.
Tarımsal üretimin önemli tahıllarının, meyve ve sebzelerinin atalarını barındıran, biyoçeşitlilik ve kültürel miras açısından büyük bir zenginliği olan Anadolu bu özellikleri nedeniyle insanlık tarihinin önemli bir aşamasına ev sahipliği etmiştir. Farklı disiplinlerden uzmanların çalışmaları tarıma geçişe ilişkin ayrıntıları ortaya çıkardıkça bu döneme ait bugün kısmen görebildiğimiz resim de netleşecektir.