Düğünlerde ve meyhanelerde çalan Bodrumlu kemancı Salih Baysal, 1971’de 43 yaşında gittiği İskandinav ülkelerinde sahnelerin tozunu attırmış ve şöhret olmuştu. 3 yıllık Avrupa mesaisinden sonra kalması için yapılan tüm ısrarlara rağmen geri döndü Baysal. Bodrum’da bir ev yapacak kadar para kazanmıştı ve daha fazlasına ihtiyacı yoktu…
Gazetelerin magazin sayfalarındaki haberlere bakılırsa, Bodrumlu Kemancı Salih’e “Allah yürü ya kulum demiş”ti ve kendisi “Avrupa’da büyük yıldız” olmuştu. Oysa çok değil, “daha birkaç yıl öncesine kadar meyhanelerde çalıp ekmek parası için didinir dururdu”. Ancak şimdi İsveç televizyonunda programlara çıkıyor, İskandinav ülkeleri başta olmak üzere Avrupa’nın dörtbir yanında konserler veriyor, plakları basılıyordu.
Hakkındaki haberlerin çıktığı 1974’te, doğup büyüdüğü Bodrum’a “bu defa turist olarak gelen” 46 yaşındaki kemancı, uzaklardayken Bodrum’a, rakıya, çipuraya ve yosun kokusuna hasret kalmıştı.
Hakkında yazılan bir başka haber; “ne nota ne de okuma yazma biliyor ama Avrupa’yı kendine hayran bıraktı” diyordu. Oğlu Yalçın Baysal bugün “O haberleri saklamıştık, sonradan kaybolup gittiler. O zaman gazetecilerin öyle demek hoşuna gitmiş, uydurmuşlar. Tamam nota bilmezdi, kulaktan çalardı ama babamın okuması yazması vardı; her sabah kahvesini içerken gazetesini mutlaka eline alırdı” diye hatırlıyor o günleri. “Yazmaya gelince… Stockholm’de kalıp tüm Avrupa’yı turlarken biz de burada kendimize yeni ev inşa etmeye giriştik. Zaten babam esas o yüzden gitmişti oralara. Kötü bir evimiz vardı, kazandığı parayı bize yolluyordu, biz de yeni evimizi yapıyorduk. Mektupla ‘şu kadar çimento, kum, demir, taş, tuğla almamız lazım, para gönder’ derdik, o da yollardı. Döndüğünde bir not defteri çıkardı, hepsini kaydetmiş. ‘Amma çok çimento, demir kullandınız, bak yazdım hepsini’ demişti. Fakat okuyamadım, çünkü eski harflerle almış bütün notlarını…”
Peki nasıl olmuştu da 1928’de Bodrum-Yalıkavak’ta dünyaya gelen; çocuk yaşta müzisyen olmayı kafasına koyup ilk kemanını kendi yapan; arşesini imal etmek için gizlice atların kuyruklarını kesen ve henüz 10 yaşındayken düğünlerde çalmaya başlayan Kemancı Salih; 40’lı yaşlarının ortasındayken 1972’de gittiği Avrupa’yı fethetmişti?
İsveç’e gitme kararının alındığı günü, oğlu Yalçın Baysal şöyle anlatıyor: “Bir gün kapı çalındı, Okay’la (Temiz) Maffy (Muvaffak Falay) çıkageldiler. Zaten tanışıyorlardı babamla. ‘Salih hadi seni almaya geldik, İsveç’e gidiyoruz’ dediler. Babam ‘bizim bir ev yapmamız lazım, para kazanır mıyım?’ diye sordu. Onlar da ‘kazanırsın’ deyince ‘Tamam gidelim, ben zaten hep oraları gezmek görmek isterdim eskiden beri’ deyip kabul etti. 2 gün sonra Maffy’nin arabasıyla yola çıktılar.”
Kemancı Salih o zamana kadar Bodrum’dan sadece bir defa, 1944’te askerlik görevini yapmak için Bitlis’e giderken çıkmıştı. 45 yaşına gelene kadar bildiği tek iş de, Bodrum’daki düğünlerde ve meyhanelerde keman çalmaktı. Dünya caz sahnesinde Maffy adıyla tanınan Muvaffak Falay (1930-2022) ve Türkiye cazın kilometre taşlarından İsmet Sıral (1927-1987), 1970’te birlikte Bodrum’a gezmeye geldiklerinde tesadüfen başlamıştı bütün hikaye. Falay ve Sıral gece dolaşırlarken denizin dibinde küçük bir balıkçı evinden gelen keman sesiyle irkilmişlerdi. Evin dibine gelip açık pencereden içeri baktıklarında masanın başında oturmuş kendi başına keman çalıp demlenen birini gördüler. “Babam içmesini severdi” diyor Yalçın Baysal. “İşe gitmeyip evde olduğu gecelerde ‘Hadi oğlum şu kemanımı ver, bir de git bana şarap al gel’ derdi. Şarabı da kola ya da gazozla karıştırıp içerdi.”
Kemancı Salih dışarıdan kendisini dinleyen, kim olduklarını bilmediği bu iki adamı fark edince içeri buyur etti. Onlar da “hemen geliyoruz” diyerek önce arabalarına gittiler. Sıral’ın flütü, Falay’ın trompeti ve bir de darbukaları vardı çünkü. O gece oturup birlikte çalarak sabahı ettiler. Kemancı Salih çok hoşlanmıştı bu yeni tanıştığı iki müzisyenden, “her zaman gelin, gene çalalım” dedi yolcu ederken onları. Muvaffak Falay ve İsmet Sıral da çok mutluydular, hatta biraz şaşkındılar. Kendisine söyleseler onun için hiçbir şey ifade etmeyecekti ama, herhangi bir keman hocası görse hatalı bulacağı şekilde kemanı aşağıya doğru eğik şekilde “yanlış” tutan ve arşeyi hiç kaldırmadan çalan adamın bir nevi “keman çalan Charlie Parker” olduğunu düşünmüşlerdi.
Muvaffak Falay bu Bodrumlu kemancıyı hiç unutmadı; fırsatını yakaladığında birkaç defa daha ziyaret etti; onu Okay Temiz’le de tanıştırdı. Falay 1971’de İsveç’te saksofoncu Bernt Rosengren, Gunnar Bergsten ve basçı Gamia Stan’la be-bop çalan bir grup kurmuştu. O yıl Okay Temiz de aralarına katıldı. Temiz’in davulculukta aksak ritimlere olan yatkınlığı, Falay’ın aklına ilginç bir fikir getirdi. Geleneksel Anadolu ritim ve melodilerini caz ile harmanlayacakları bir grup kuramazlar mıydı? Ve bir de solist konumunda yer alacak, tam manasıyla otantik tarzda çalınan bir enstrüman eklenseydi gruba nasıl olurdu? “Mesela bizim Bodrumlu Salih’i alsak ya!” dedi Okay Temiz’e. Böylece 3 yıl kadar kısa bir süre içinde İskandinav ülkeleri başta olmak üzere Avrupa’da büyük beğeniyle karşılanacak olan ve hâlen ilgi gören 3 albüm kaydeden “Sevda” adını verdikleri grup kurulmuş oldu.
Bodrum’dan Falay’ın minibüsüyle yola çıktılar; önce İstanbul’a vardılar; pasaport işlemleri halledildi; bu arada Salih Baysal ilk defa geldiği İstanbul’u dolaştı. Sonra yine karadan uzun bir yolculukla Stockholm’e vardılar. Falay yıllar sonra verdiği bir söyleşide Salih Baysal’dan ve bu yolculuktan bahsederken “Kuzey Almanya’da buz tutmuş denizi görünce Salih’in bir çocuk gibi heyecanla uzun uzun seyredişini unutamıyorum” diyecekti.
Yalçın Baysal babasının yüzünden o çocuk gülümsemesinin hiç eksik olmadığını anlatırken Falay’la olan ilişkilerinin hiçbir zaman bitmediğini anlatıyor: “Maffy sonraki yıllarda da babamı hep ziyaret etti. 1990’da babam vefat ettikten sonra bile bizi unutmadı; 2 sene önce 92 yaşında kaybettik. Vefatından önce her sene mutlaka bize gelir, 1-2 gün kalır, babamla yaşadıklarını ve onun ne kadar yüksek seviyede bir müzisyen olduğunu anlatırdı.”
“Sevda” topluluğu Avrupa çapında büyük ilgi gördüğünde, hatta Falay’ın deyimiyle “neredeyse ABBA kadar meşhur”olduğunda; Batılı caz eleştirmenleri o dönemde rastlanmadık bir tarz deneyen bu topluluğa dikkati çekiyor ve grubun kemancısına ayrıca övgüler düzüyorlardı. 1972 sonunda saygın caz dergilerinin yılın en iyi müzisyenleri listelerinde caz kemancıları arasında Salih Baysal’ın da adı geçiyordu artık. Sonraki yıllarda Okay Temiz’in anlattıklarına bakılırsa dergileri önüne koymuşlar, “bak seni yılın en iyi kemancıları listelerine aldılar” demişler ve beklenmedik bir tepkiyle karşılaşmışlardı: “Niye ki, Bodrum’da düğünlerde, meyhanelerde çaldığım gibi çalıyorum işte.” Temiz, “bütün konserlerde dinleyiciler, eleştirmenler kendisinden inanılmaz etkilenirken o bunu önemsemiyordu” diyecekti.
Baysal o günlerde tek bir şey düşünüyordu: Bodrum’da düzgün, sağlam, 1-2 katlı ev yapabilmek. Falay’ın anlattıklarına bakılırsa parasını biriktirmek için elini çok sıkı tutuyor, az harcamak için sürekli dilim pizza satan en ucuz dükkanlarda karnını doyuruyordu: “Dünyanın en temiz insanıydı. Büyük kabiliyetti. Eğitimi yoktu, ama oraların havalarını İstanbullu kemancılar çalamaz onun çaldığı gibi. Çok yüksek bir müzisyendi. İsveç’te bayıldılar. Danimarka’da âşık oldular artık.”
2. yılın sonunda Danimarka’da konser verdikleri bir gün Falay’ın anlattığına göre beklenmedik bir hadise yaşandı: “Gittik biz Danimarka’ya. Salihcim düştü kaldı orada. 2. gün dedi ‘ben iyi değilim, oturarak çalsam bu gece olur mu?’ Ciğerlerin hastaysa, Danimarka’nın havası vururmuş insanı. O akşam başladı oturarak çalmaya. Yıllarca meyhanelerde sigara ve alkol ile yaşamış. Ciğerleri kötü durumda. Hemen götürdük hastaneye. Dediler ‘bu adam verem, hemen yatırıyorsunuz’. Orda yattı 2 ay, senden benden iyi oldu. Bu arada hastanede çıkarmış kemanı çalmış, herkes gene âşık olmuş kendisine. Yakışıklı da adam. İskandinav kızlar bayılıyordu buna.”
Hastane sonrası Salih Baysal, artık daha fazla Avrupa’da kalmak istemediğini söylemişti Muvaffak Falay’a. Bodrum’a dönmek istiyordu. Evin inşaatı tamamlanmıştı ve Avrupa müzik kariyeri yapmak umurunda bile değildi: “Başladı ‘beni n’olur Bodrum’a götür, özledim oraları’ demeye. Sonunda tamam dedim. Doktora gittim, ‘Bu bir kuş’ dedim, ‘ben onu yuvasından aldım getirdim. Ama şimdi geriye götürüp yerine koymam şart’. Doktor dinledi beni, ‘tamam’ dedi, kocaman bir ilaç kutusu yaptılar ona. Atladık arabaya, Hollanda sınırından geçerken tuttular bizi ne bu ilaçlar falan diye, neyse anlattık derdimizi. Arabayla geldik Bodrum’a kadar. Küçücük bir evi vardı, biriktirdiği parayla yenisini yapmıştı ve tek istediği de buydu zaten” diye anlatıyor Falay.
Salih Baysal kısa süren ama çok yoğun geçen Avrupa caz sahnesi macerasından sonra en iyi bildiği işi yapmayı sürdürdü; düğünlerde ve meyhanelerde çalmaya devam etti. Oğlu Yalçın Baysal’ın dediğine göre hayıflandığı tek bir şey vardı: “Tüm Avrupa’yı gezip gördüğü için mutluydu. Müzisyen olarak büyük başarı kazanmış biri olmayı hiç önemsemedi. Sadece ‘bir de Amerika konseri olsaydı da orayı da görebilseydim’ derdi.”
“Sevda”nın bugün halen tekrar basımları yapılan ve ilgi gören 3 albümü var. Salih Baysal bunun dışında birlikte sahneye çıktığı İsveçli cazcı Bernt Rosengren’in “Notes From Underground” plağında da yer aldı. Ayrıca Avrupa yıllarında yaptığı, Muvaffak Falay ve Okay Temiz’in perküsyonlarda eşlik ettiği “The Myth” adlı kendi ismini taşıyan solo albümü bugün hâlen Avrupa’da satışta.
Salih Baysal 21 Nisan 1990’da nefes darlığı sebebiyle 62 yaşında hayata veda etti. Ölümünden sonra Bodrum’da bir sokağa “Kemancı Salih” adı verildi. Yalçın Baysal’a sorarsanız adı bir sokağa verildi ama, bugün Bodrum’da pek hatırlayanı kalmadı: “İsmi yazıyor şimdi bir sokak levhasında ama şimdi çevirin birini sorun ‘kim bu Kemancı Salih?’ diye, ancak çok yaşlılar bilir kim olduğunu. Çok büyük müzisyendi, ama unutuldu.”