Liyakata öncelik veren yansız bir bürokrasi, modernliğin belirleyici özelliği olarak düşünülür; Batı toplumlarının imajları açısından büyük önem taşır. Buna karşılık yolsuzluk salgını, “daha az gelişmiş” ülkelere özgü sayılır. Oysa Ortaçağ’dan günümüze Avrupa ve ABD’de de bitmek bilmez skandalların önemli bir bölümü, orduda, okulda ve ticarette liyakat problemlerine bağlı, kimisi kurumsallaşmış yolsuzluklarla örülü.
Osmanlı Devleti’nde sultanların ve yönetici tabakanın eğitim-öğretimi, gerek İslâm kültüründen gelen birikim gerekse Bizans’tan devralınan yapılarla (devşirme sistemi) sistemleşmişti. Osmanlı Devleti’ni ilk 300 yılında liyakatli padişahlar ve kadrolar; son 300 yılında ise kritik dönemleri göğüsleyen liyakat sahibi bürokratlar yaşatabilmişti. Kardeşleri tarafından “kafes hayatı”na mahkum edilen padişah adayları, zehirlenme korkusu ve cehalet içinde yıllar geçirdikten sonra tahta çıkıyor ve imparatorluğu “yönetiyorlardı”.
“İş, ehil olmayana verildi mi kıyameti bekle!” sözü, Buhari tarafından aktarılan ve Hz. Muhammed’e ait bir Hadis-i Şerif. Yine Nisa Suresi, 58. Ayet’te işin ve hizmetin ehline verilmesi emrediliyor. Dinî referansların yanısıra, tarihte hem Türkiye hem dünya tarihinde yaşanan bir dizi iktidar-yönetim problemi de, “liyakat” konusunun ne denli hayati olduğunu kanıtlıyor. Dünden-bugüne, eğitim ve kalite olarak yetersiz olanların yolaçtığı rezaletler, felaketler…