DOĞU’DA VE BATI’DA KAN BAĞI / KANLI BAĞLAR
Babanı öldür anneyi al oğlunu öldür iktidarı çal
Antik Yunan tragedyası Kral Oidipus ile Doğu destanı Şehnâme’de geçen Rüstem ile Sührab hikayesi, baba ile oğulun birbirlerini bilmeden öldürmelerini konu alır. Osmanlı tarihinde de babayı ve oğlu bile isteye öldürmek, tarihsel metinler ve minyatürlerin en trajik sahnelerini oluşturur. Kim Doğu, kim Batı, kim bireysel arayışlara meyyal ve kim itaatkar, birbirine karışacaktır.
ANADOLU’DA KÜÇÜK İNSANIN BÜYÜK AKSİYONU
Köylü ve isyan mecburiyeti: ‘Celâlîyim, Celâlîsin, Celâlî’
Bozoklu Şeyh Celâl, 1519’da Tokat’ta Safevî desteği ve mezhep gayesiyle ayaklandı. Kendisinden sonraki her nevi halk katılımlı isyan; ister mezhep ister geçim davasıyla ortaya çıkmış olsun, onun adıyla anıldı: Celâlî. Küresel kuraklık, nüfus artışı, yerel beylerin baskısı, eşkıyalık, coğrafi keşiflerin getirdiği ekonomik güçlükler derken, olan sıradan insana olmuş; çileden çıkıp gemi azıya alan çiftçi, şehirli yahut göçer evli, tüfeği elinde bulmuştu.
TÜRK-MÜSLÜMAN KÜLTÜRÜNDE KARDEŞLİK
Aynı kök, karın ve kan ama kardeşler düşman
Kandan, sütten veya ortak itikattan gelmiş olsun, kardeşlik Türk kültüründe büyük anlam ifade eden sıkı bir ilişkiydi. Ancak paylaşılamayan miraslar kardeşleri kaçınılmaz biçimde karşı karşıya getirdi. Nakkaşlar ve tarih yazarları kavgaları betimleyip ölümsüzleştirmeyi pek yeğlemediler. Bunu ancak merkezî söyleme dışardan katılan bir yazar ve ona eşlik eden nakkaş yapabildi.
‘ÖÇ ALMA’NIN SOLMAYAN RESİMLERİ
İntikam: Tanrı’nın adını kötülük için kullanma
Doğu ve Batı kültürlerinde çeşitli din ve öğretiler kindarlık hislerini törpüleyerek uyumlu birer toplum yaratmayı hedeflemişti. Ancak yasa koyucular Tanrı’ya dayanarak birbirlerinden intikam almayı sürdürdüler ve bu ayrıcalığa yalnız kendilerinin sahip olduğunu ileri sürdüler. Öç almanın Osmanlı minyatüründeki tezahürleri.
OSMANLI ÜLKESİNDE MAHPUSLUK HÂLLERİ
Sultan ‘Kafes’te özgür dünya dışarıda hapis…
Osmanlı zindanları azılı katillere, siyasi tutuklulara, yanlış anlaşılmış mazlumlara evsahipliği yaptı. Biçarelere su ve ekmek dışında bir şey verilmez, kadı efendinin yoklamasında pişman görünenler veya padişahın yüce affına mazhar olanlar paçayı kurtarırdı. Buna mukabil, Divan toplantısını “kafes’ arkasından izleyen padişah yegane özgür ve korunaklı insandı; zira dış dünyayı tümüyle hapsetmişti.
AFETTEN KURTULMANIN MADDİ-MANEVİ STRATEJİLERİ
Felaketten sağ çıkmak için duayı takiben ‘eylem’ şart
Osmanlı toplumunda musibet, kaynağını Tanrısal iradeden alır. Ondan kurtulmanın yolu Hakk’a sığınmak, ruh ve pirlerden medet ummak, adaklar adamak olduğu kadar bazen acımasızlığa varabilen maddi tedbirlerdir. Konyalı Kürt Kadı, Evliya Çelebi ve Tahir-Tayyib kafadarların hikayeleriyle felaketten sağ kurtulmak için izlenen yollar, geliştirilen metotlar…
OSMANLI DÖNEMİNDE ÇİFTÇİLER
‘Ekende yok biçende yok yiyende ortak Osmanlı!’
Ekmek ne kadar aziz ise, buğdayı ekip biçen de o denli uluydu. Ancak onlar da padişahın kuluydu! İmparatorluk ekonomisini sırtlarında taşıyan bu insanlar, ağır ve çeşitli vergilerle başederek geçimlerini sağlamak zorundaydı. Osmanlı köylüsü genel olarak ürettiklerinin yüzde 50’sini vergi olarak ödüyordu.
CİNLER, PERİLER, İFRİTLER
‘3 harfliler’i betimleyen cesur nakkaşlarımız vardı
Cin inanışları Antik Yunan’dan Çin’e, Romalılardan Osmanlılara kadar pek çok toplumda kendisine yer edindi. Kimine göre dumansız ateşten türetildiler, kimine göre sürüngenlerin suretine bürünmüşlerdi. Ancak Osmanlı nakkaşları sürekli anlatılan ama neye benzedikleri bir türlü malum olmayan bu varlıkları tasavvur edip betimlediler.
ŞENLİK VE TEKNOLOJİ
Roket var, otomat var alkış alan bahşişi kapar
Osmanlı şenliklerinin minyatürlü ve yazılı betimleri, bize Osmanlı evreninin mekanik ilmi açısından oldukça renkli ve gelişmiş bir görünüme sahip olduğunu düşündürecek veriler sunuyor. Bu teknolojik üretkenlik, savaşta ve günlük hayatta şölenlerde olduğu kadar sık görülmemiş. Hayret, alkış ve bahşişin teknolojiyi saman alevi gibi de olsa parlattığı anlar…
GAYRİMÜSLİMLER VE DÜZENLEMELER
Osmanlı dünyasında ‘öteki’nin tasvir edilmesi
1856 Islahat Fermanı öncesinde Osmanlı toplumunu oluşturan unsurlar, modern anlamda eşitlikçi bir politika ile tanımlanmıyordu. Millet-i hâkime (yöneten millet) ile millet-i mahkûme (yönetilen millet) sözkonusuydu ve bu unsurlar da kendi içlerinde Rum, Yahudi ve Ermeni başta olmak üzere ayrılmıştı. Ancak Osmanlı toplumunda esas toplumsal ayrım, belirgin biçimde din esasına dayanmayan yönetilen ve yöneten ayrımıydı.