Seppuku, Japonya’ya özgü geleneksel-törensel bir intihar biçimi. 16. yüzyıl Japon çay ustası ve düşünürü Sen no Rikyu da yaşamına son noktayı bu acılı yöntemle koymuştu. Dönemin güçlü adamı Hideyoşi’nin emri üzerine canına kıyan üstad, iktidar güneşine yaklaşmanın bedelini “yanarak” ödemişti. Siyaset, dedikodu ve sanat üçgeninde, Uzakdoğu’nun en meşhur trajedilerinden biri.
Kyoto’da, 21 Nisan 1591’de çay ustası Sen no Rikyu, ailesine çay yaptı; sonra çay kaplarını “talihsizliğin kirlettiği bu kapları bir daha kimse kullanmasın” diyerek kırdı. Ardından herkes ayrıldı, geride sadece ölümüne tanıklık edecek biri kaldı. Beyaz kimonosuna bürünmüş 70 yaşındaki usta, ölüm şiirini yazdı: “Kılıcı kaldırıyorum / Yıllardır bana ait olan bu kılıcı/ Zaman geldi nihayet/ Göklere fırlatıyorum”. Bağırmamak için dişlerini sıktı, nefesini tuttu, karnını yardı, arkasında bekleyen tanık, kılıcıyla ölüm vuruşunu yaptı. Malvarlığına el kondu, oğulları kaçtı, karısıyla kızı eski bir dostun himayesine sığındı.
Japonya’da onun yaşadığı dönemde sayısız insan yenildiği için, utanılacak bir iş yaptığı için, bir olayı protesto etmek için… “seppuku” yapmıştı. Ancak Sen no Rikyu’nun yaptığı seppuku, intihar değil idamdı. Emri Japonya’nın diktatörü, Kampaku (imparatorluk naibi) Toyotomi Hideyoşi vermişti. Rikyu’yu bu sona sürükleyen de, aslında onunla yıllardır sürdürdüğü yakın dostluktu.
Sen no Rikyu 1522’de Sakai’de doğduğunda, burası Japonya’nın Çin ve Portekiz’le ticaret yaptığı önemli bir limandı. Rikyu’nun babası antrepoları olan zengin adamdı ama, oğlu babasının yolundan gitmek yerine okumayı tercih etti, çay eğitimi aldı. Zen rahiplerinin meditasyon sırasında susuzluklarını gidermek için içmeye başladığı Çin’den ithal edilen çay zamanla mistik bir anlam kazanmış, yalın bir dekorda çay hazırlayıp içmek Zen felsefesinin bir parçası olmuştu. Çay ustası Takena Joo (1502-1555) eksik, kusurlu anlamındaki “vabi” ve geçici anlamındaki “sabi” kavramlarını çayla birleştirmişti. 20. yüzyıl düşünürlerinden Okakura Tenşin, Japon çay pratiğini “günlük yaşamın sıradanlığı arasında güzelliğe duyulan hayranlık; kusurlu olana tapınma; yaşam olarak bildiğimiz bu imkansızlığın ortasında herhangi bir şeyi mümkün kılmak için gösterilen bir çaba” olarak tanımlıyordu. Ama bu çaba kolay değildi. Rikyu bir şiirinde şöyle diyordu: “Sözleriyle hatta elleriyle/ Çay Yolu’nu bilen/ Çok insan var ama/ Onu kalbinden sunan/ Ya çok az ya hiç yok”.
Sen no Rikyu
Japon Keşiş Sengai Gibon’un yaptığı Rikyu portresi (18. yüzyıl), Fukuoka Sanat Müzesi.
Rikyu’nun yaşamı, Japonya’da merkezî otoritenin yok olduğu, feodal beylerin aralarında savaştığı Sengoku devrine (15. yüzyıl ortasından 17. yüzyıla kadar) denk düşmüştü. Rikyu sahnenin önüne de bu sayede fırladı, çünkü 1568’de o güne kadar tüccarların yönetiminde bir serbest şehir olan Sakai, yeni parlayan savaş beyi Oda Nobunaga’nın eline geçti. Oda Nobunaga (1534-1582), diğer beyleri bastırıp Japonya’yı birleştirme iddiasıyla ortaya çıkmıştı. Karizmatik bir önder, herşeye meraklı bir insandı. Meraklarının başında çay geliyordu. Çay ustalarını çevresine toplayan Nobunaga, Rikyu’yu da hizmetine aldı. Ancak Nobunaga 1582’de bir suikaste kurban gidince, onun yerine en yakın adamlarından Toyotomi Hideyoşi (1537-1598) geçti. Hideyoşi, ancak böyle çalkantılı bir dönemde yükselebilecek bir adam, en alt sınıftan gelen yoksul bir köylü çocuğuydu. O kadar çirkindi ki, lakabı “maymun”du. Bununla birlikte zeki, hırslı bir politikacı, savaş kaybetmeyen bir komutandı. Zayıf yönü sonradan görmeliği, şatafata düşkünlüğüydü. En büyük şatoları o yaptıracak, en asil ailelerin kızlarıyla o evlenecek, en tanınmış entelektüelleri o çevresine toplayacaktı. İşte Rikyu, Japonya’nın bu yeni önderinin gözdesi oldu.
Rikyu ile ilgili bütün anekdotlar yıllar sonra kaleme alınmıştı. Bunlarda çay ustası, son derece sakin, alçakgönüllü bir insan olarak karşımıza çıkıyordu. Ama arka arkaya Japonya’yı avucuna alan iki savaş beyinin en bundan biraz daha fazlası gerekliydi. Gerçi Rikyu’nun tasarladığı ünlü çayevi, bu anekdotları doğrulayacak kadar yalın ve küçüktü. “Çayonu” denilen çay törenlerinin yapıldığı bu çayhaneler, ev veya tapınakların bahçelerinde bağımsız yapılar olarak inşa edilirdi. Rikyu’nun çayhanesi, o güne kadar yapılmışların en küçüğüydü; sadece 2 tatami (Japon kilimi) boyutunda, yani 3 metrekareydi! Böyle bir alanda nefes alıp vermedeki en küçük değişiklik bile farkedilebilir, dikkatsiz bir hareket çay törenini bozabilirdi. Çay odasının kapısı da içeriye ancak eğilerek girilebilecek kadar alçaktı.
Gelen misafir, kılıcını dışarıda bırakmak zorundaydı. Bir rivayete göre, günün birinde öfkeli bir savaşçı elinde kılıcıyla, öldürmek amacıyla Rikyu’nun çayhanesine dalmıştı. Usta çaydanlığın altındaki mangalı sallayarak küçük odanın dumana ve küle boğulmasını sağlamış; savaşçı da bir tuzağa düştüğünü sanıp kaçarken Rikyu ardından “Gelin, gelin! Çok mahcubum, bağışlayın beni! Verin kılıcınızı, küle bulanmış, temizleyeyim!” diye seslenmişti.
Ancak Rikyu aslında bu kadar alçakgönüllü olmadığı gibi, çayhanesi de sadece mistik bir Zen töreni için kullanılmıyordu. Herkesin savaştığı, dolaplar çevirdiği, ittifaklar kurduğu bir dönemde, çok kullanışlı bir buluşma noktasıydı. Daimyo denilen feodal beyler, gizli bir görüşme yapacaksa Rikyu’dan bir “çayonu” düzenlemesini istiyor, küçük odada rahatça konuşuyorlardı. Elbette Rikyu da bütün bu pazarlıkların tanığı oluyordu. Rikyu bu görevi daha Oda Nobunaga döneminde üstlenmişti, hatta bu döneme “oçanoyu goseydo” (çay töreni hükümeti) adı bile takılmıştı. Aynı makamı Hideyoşi döneminde de işgal etti, karşılığında da büyük toprak bağışları aldı. Dönemin daimyolarından (feodal hükümdar) Otomo Sorin, bir dostuna yazdığı mektupta şu tavsiyede bulunuyordu: “Resmî işler için Hidenaga’ya (Hideyoşi’nin kardeşi) başvur, özel işler için de Rikyu’ya”.
Ama Rikyu’nun vaazettiği yaşam tarzıyla gösteriş budalası Hideyoşi’ninki arasındaki tezat çarpıcıydı. Rikyu, “vabi-sabi” felsefesine uygun olarak kusurlu, eksik ve geçici olana tutkundu. Tasarladığı çay kapları çok yalındı. Bunlar elde yoğrularak yapılıyor, delikli bir gövde elde etmek için düşük ısıda pişiriliyordu. Kapların yamuk yumuk ve pürüzlü olması şarttı. Hideyoşi ise, pırıltılı ve büyük olanın peşindeydi. Hatta Rikyu’ya bir “altın çayhane” bile yaptırdı. Bu altın yaldızlı çayhanenin içindeki bütün çay araç gereçleri som altındandı. Hideyoşi bu portatif çayhaneyi o şato senin bu şato benim dolaştırmış, 1587’de Büyük Kitano Çay Töreni sırasında da kullanmıştı. 1000 kişinin katıldığı, Rikyu’nun baş çay ustası olarak hizmet ettiği bu tören Hideyoşi’nin aşağılık kompleksinin bir ürünüydü ve Rikyu’nun minimalist anlayışına hiç uymuyordu.
İki adam arasındaki çatlaklar, Hideyoşi’nin yıllar sonra birden baba olmasıyla iyice derinleşti. Hideyoşi, iktidarını oğluna bırakmak için kendi yeğenlerini bile öldürtmeye başladı. Feodal beylerle yaptığı toplantılara kucağında küçük bebeği hoplatarak katılması, daimyolarda tedirginlik yarattı. Rikyu’nun çayhanesi de bu dedikoduların tam kavşağındaydı. Rikyu’nun son çay törenine davet ettiği kişinin, Hideyoşi’nin en büyük rakibi (ve halefi) Tokugava İeyasu olması anlamlıydı.
Rikyu figürleri
Heykeltraş Jiiçi Kome’nin (20. yüzyıl), yaptığı tunçtan Sen no Rikyu heykeli.
Seppuku yapması emredildiğinde dedikodular aldı yürüdü. Kimilerine göre Hideyoşi, Rikyu’nun tek kızını cariye olarak almak istemiş, çay ustası ise bunu reddetmişti. Bir başka dedikoduya göre Hideyoşi bir gün Daitoku-ji Tapınağı’na gittiğinde, ana kapının üstünde çay ustasının bir heykelinin bulunduğunu farketmiş, onun altından geçmek zorunda kaldığı için köpürmüştü.
Belki de Rikyu’nun ölüme mahkum edilmesinin ardında, o çok iyi bildiğimiz otorite-sanat çatışması yatıyordu. Sen no Rikyu, iktidar güneşine fazla yanaşmış ve sonunda yanmıştı. Gerçi bir şiirinde “Çay Yolu şundan ibarettir: / Önce suyu kaynatırsın/ Sonra çayı demlersin/ Sonra da bir güzel içersin” diye yazmıştı ama çay hiçbir zaman sadece çay değildi.
İntiharın yankıları
Sanata ilham veren son
Sen no Rikyu’nun sıradışı ve trajik intiharı sanat dünyasına esin kaynağı olmuş, özellikle edebiyat, sinema ve mimari alanlarında yankı bulmuştu. 20. yüzyılda Rikyu’nun intiharıyla ilgili dört roman yazıldı ve hepsi sinemaya uyarlandı. Kumai Kei, “Ojinsama” (1978) ve “Sen no Rikyu: Honkakubo İbun” (1989) filmlerini yönetti. Bu son filmde Rikyu rolünü Japon sinemasının gelmiş geçmiş en büyük oyuncusu Toşiro Mifune canlandırdı. Bunları yine 1989’da çekilen “Rikyu” ile 2013’da beyaz perdeye aktarılan “Bunu Rikyu’ya Sor” izledi.
Sen no Rikyu’nun çayevi, çay bahçesi ve çay araç-gereci tasarımları ise minimalizm akımının ilham kaynakları arasındaydı. Japonya’nın en etkili mimarlarından Kengo Kuma, Küçük Mimari (2013) isimli kitabında en büyük yeri Rikyu’ya ayırır.