Ezeli rekabet, ebedi husumet!
Futbol tarihi sonunda bunu da yazdı: Dünyanın en büyük yeşil saha rekabetinin Arjantinli iki kahramanı River Plate ile Boca Juniors, taşkınlıklar nedeniyle bu yıl Libertadores Kupası finalini başka bir kıtada, İspanya’da oynamak zorunda kaldı. Futbol kapışmasından çok ölüm-kalım mücadelesini andıran Buenos Aires derbisinin geçmişten günümüze nefes kesen hikayesi…
Şüphesiz futbolun en büyük rekabeti yıllar dır Arjantin’de yaşanıyor. River Plate ve Boca üphesiz futbolun en büyük rekabeti yıllar dır Arjantin’de yaşaJuniors’un her randevusu ülkede hayatı durduruyor, yeryüzünün dört bir köşesinde milyonlarca kişiyi televizyon başına mıhlıyor. Bu bir derbi değil, adeta ölüm kalım meselesi!
24 Kasım 2018’de Buenos Aires’de çekilen görüntüler bir çatışma bölgesini andırıyordu. Futbolun sadece seyredilmediği, doğrudan yaşandığı, hatta uğruna ölündüğü bu topraklarda Libertadores Kupası final karşılaşmasının öncesinde çıkan olaylar dünya kamuoyunun gündemine oturdu. Bir otobüs taşlanmış, olaylara müdahil olan polisin attığı biber gazından oyuncular perişan olmuş, saatlerce başlama vuruşunun yapılıp yapılmayacağı belirsiz kalmıştı. Sonunda maç bambaşka bir coğrafyaya alınacaktı. Şaka gibiydi; bir kıtanın en büyüğü, başka bir anakarada belli olacaktı!
Güney Amerika’nın kulüpler düzeyindeki en büyük organizasyonu olan Libertadores Kupası, adını kıtayı İspanyol ve Portekizli sömürgecilerden kurtaran liderlerden almışken, şampiyonun İspanya’nın başkenti Madrid’de taçlanması oldukça ironik hattâ trajik olsa gerek. River Plate, uzatmalar sonunda ezeli rakibi Boca Juniors’ı devirerek zafere ulaşırken tarihe geçti: Kıtalarını yüzyıllarca istila edenlerin başkentinde taçlanmak şüphesiz bir ilkti. Şimdi müsadenizle, her şeyin başladığı günlere, yeşil sahaların en ateşli rekabetinin ya da nam-ı diğer Superclasico’nun doğmasından önceki döneme kısaca bakalım.
İki devin doğuşu
Aslında her şey 25 Mayıs 1901’de başlamıştı. Buenos Aires’teki İngiliz kolonosinin iki takımı Santa Rosa ile Rosales’in birleşmesiyle zenginlerin takımı doğmuş; Arjantin ile Uruguay’ı ayıran Plata Nehri’nin İngilizcesi, geleceğin futbol devine ismini vermişti: River Plate.
Düşman kardeş de aynı mahallede doğuyordu. 3 Nisan 1905’te dört göçmen çocuk bir kulüp bulmak için buluşuyordu. Evinde toplandıkları Esteban Baglieto, hem başkan olmuştu hem de kaleci. İsim olarak mahallerinin adını seçmişler, yanına Juniors eklemişlerdi. Bugünün klasikleşmiş sarı-lacivert renklerini bulmalarıysa biraz zaman alacaktı. Siyah-beyaz, açık mavi, mavi-beyaz renkler denenmiş, 1907’de oynayacakları bir maçta aldıkları yenilgi efsane formanın son halini belirlemişti. Kendileriyle aynı renkte formayla oynayan bir takımla girdikleri iddiaya göre, kazanan formasını koruyacak, kaybeden kendisine yeni renkler bulacaktı. Kaybettiler. Boca’lı delikanlılar ertesi gün limanda pusuya yattı. Yanaşacak ilk geminin bayrağı, formalarının rengini belirleyecekti. Tesadüf bu ya, o gün gelen ilk gemi İsveç’tendi. Böylece, sarı-mavi İsveç bayrağının renkleri Boca’nın renkleri olmuştu.
Kozlarını daha önce 1908 ve 1912’de iki kere paylaşmış olsalar da iki takımın ilk resmî randevusu 1913’te, o zamanların müthiş takımı Racing’in sahasında gerçekleşti. O gün kırmızı-beyazlılar gülmüş, sarı-lacivertliler ağlamıştı.
Dünün minikleri, bugünün devleri kupa hasadına da aynı yıllarda başlayacaktı. İlk kez Boca 1919’da ligde zafere ulaşmış, ertesi sene her iki kulüp de şampiyonluk yaşamıştı.O zamanlar ülkede iki ayrı lig düzenleniyor, aynı mahallenin çocukları aynı organizasyonda mücadele etmiyordu. 1923’te alınacak yeni bir karar ölümüne tangoyu doğuracaktı.
Milyonerler ve alttakiler
Başkan Jose Bacigaluppi, River’ı zengin mahallesine taşıyarak adeta bir kan davası başlattı. Bu kararla kulüp kısa sürede kanatlanacaktı. 1927’de ülkede statü değişiyor, ligler birleşiyordu. Hal böyle olunca sahadalardaki rekabet de kızışıyordu. 1932’de kırmızı-beyazlılar Tigre’den Bernabe Ferreyra’yı astronomik bir fiyatla formasından ayırdıklarında lakapları konmuştu: “Los millonarios!” Artık milyonerlerin takımıydılar. Futbol endüstrisinin meşin yuvarlağa diş geçirdiği yıllara kadar aralarındaki mücadele zengin ve orta sınıfın şımarık çocuklarıyla alttakilerin savaşı diye özetlenebilirdi. Her ne kadar yıllar içinde aralarındaki fark kapansa da, yüreklerde hissedilen tekti. Bu bir kimlik mücadelesiydi. 25 Temmuz 1938’de önce River kendi stadyumunu; Estadio Antonio Vespucio Liberti, nam-ı diğer “El Monumental”i (Anıtsal ya da Mabed) açıyordu. Boca da yuvasına kavuşmak için çok fazla beklemeyecekti. 25 Mayıs 1940’ta oynanan San Lorenzo hazırlık maçıyla Estadio Alberto J. Armando, diğer adıyla “La Bombonera” (Çikolata Kutusu) futbol dünyasına “merhaba” diyecekti.
Kanlı derbiler
River Plate-Boca Juniors derbilerinde hemen her zaman irili ufaklı hadiseler yaşanmıştır. Ama bunlardan ikisi, hazin sonuçlarıyla hafızalarda yer etmiştir.
23 Haziran 1968’de River’ın mabedi El Monumental’de buluşmuştu düşman kardeşler. Golsüz giden maçta stadın 12. kapısının etrafı mahşer yerine dönmüştü. Tevatüre göre Bocalıların ev sahibi taraftarların üzerine attıkları yanan kâğıt parçaları, Arjantin futbol tarihinin en büyük felaketinin fitilini yakmıştı. 71 kişi can verirken, 150 izleyici yaralanmıştı. Kurbanların yaş ortalaması sadece 19’du. Üç yıl sürecek soruşturma bir sonuç vermeyecek, o gün olup bitenler hiçbir zaman tam olarak aydınlatılamayacaktı.
30 Nisan 1994’teyse Hâbil ile Kâbil bu sefer Boca’nın yuvasındaydı. Deplasman ekibi derbiyi 2-0 kazanmış; galibiyeti kutlayan iki River taraftarı Bocalı fanatikler tarafından keklik gibi avlanmıştı! Sarı-lacivertlilerin tribün grubu La Doce’nin lideri Jose Barrita ve arkadaşları bir manada skoru eşitlemişti. Kentin duvarlarına yazılan “2-2” sloganları kanları donduruyordu. Güney Amerika kıtasında futbol sadece çimlerde oynanmıyor, maçlar sadece 90 dakika sürmüyordu…
2011’de tarihinde ilk kez küme düşen River, gittiği gibi geri gelmiş; 2014’te de ligde mutlu sona ulaştığında, 36. şampiyonluğuna imza atmıştı.
O tarihten bu yana dört sezonda üç defa ipi göğüsleyen Boca’nın hanesinde ise 33 şampiyonluk yazıyor. Bugüne dek oynanan toplam 248 derbide, sarı-lacivertlilerin 88, kırmızı-beyazlıların 82 galibiyeti bulunuyor.
Dünyada ölmeden önce yapılması gerekenler listelerinde bir maç hep yer buluyor. Tarihiyle, dramasıyla, bugüne kadar yaşananlar yaşanacakların teminatı gibi duruyor. Futbolun adeta ölüm-kalım meselesi olduğu topraklarda sanki her derbi, sırat köprüsünde oynanıyor; kazanan cennete, kaybeden cehenneme gidiyor.
Superclasico’nun şifreleri
Bir tarafta ‘Tavuklar’, diğer tarafta ‘Leş kokanlar’
Arjantin’in büyük bir çoğunluğu, bu iki takımı tutuyor. River Plate’in zenginlerin, Boca Juniors’un ise işçi sınıfının takımı olduğu meselesi tribün marşlarına yansısa da, aslında her iki kulübün de toplumun tüm kesimlerinden taraftarı var. Kırmızı-beyazlı “zengin” River’ın işçi sınıfından büyük destek gördüğü aşikâr. Sarı-lacivertli Boca’nın fanatikleri ise “alttakiler” diye tanımlanmaktan hoşnut gözüküyor, ülkenin yarısından bir fazlasının kendilerini tuttuklarını iddia ediyor. Ama örneğin 2015’ten bu yana devlet başkanı olan ve çok zengin bir aileden gelen Maurico Macri’nin özgeçmişinde 12 yıl Boca Juniors’a başkanlık ettiği de yazıyor.
Ülkede hayat yılda iki kere duruyor. Yeryüzünün en büyük tiyatrosu yeşil sahalarda sahne alıyor. River’ın mabedi kırmızıyla beyaza, Boca’nınki ise sarıyla laciverte boyanıyor.
Bir Bocalı için bir River Platelinin tarifi basittir: “Gallinas” (Tavuk)! Hafızalarınızı zorlayın, bu deyiş size de bir yerlerden tanıdık gelecek. Hani şu meşhur ‘Korkak tavuk Ortega’ pankartı… Malum Beşiktaş taraftarının “Gallinas Ortega” muzipliği, buna alışık Arjantinli maestronun memleket özlemini dindirmişti. Fenerbahçelilere, ellerindeki pankartı “Cesur Yürek Ortega” diye yutturanlar, bizim tribün tarihine geçmişti.
River Plate’liler ise “Bosteros” der Bocalılara. “Leş kokan”dır zira onlar, kötü kokan nehrin kenarına kurulmuş Boca mahallesine göndermedir bu. Aslında 20 yıl kaldıkları mahalleye, büyükbabalarının yaşadığı mıntıkaya hakaret ediyorlardır ya, neyse… La Bombonera’nın girişinde yazan cümleyse Boca’nın varoluşunu özetler: “Boca es mi religion, Maradona es mi Dios, La Bombonera es mi iglesia” (Boca dinimdir, Maradona Tanrım, Bombonera ise kilisem).
Öyle bir rekabettir ki bu, dünyanın iki büyük spor ekipmanı markası da bundan nasibini almıştır. Adidas River’dır, Nike Boca! Taraftar bilinçlidir Arjantin’de; düşmanın sponsorundan giyinmezler. Renk tercihlerinden bahsetmeye ise hiç gerek yok! Bir River taraftarının dolabında sarıyla lacivert biraraya gelmez, Boca’lı ise kırmızıyla beyazı bilmez.
İspanya’ya taşınan finalin öyküsü
İstilacının ülkesinde ‘Kurtarıcılar Kupası’
Güney Amerika kıtasının İspanyol ve Portekizli istilacılardan kurtarılmasında belki de en önemli rolü Simon Bolivar ile Jose de San Martin oynamıştır. 1822’de Ekvador’un Guayaquil kentindeki buluşmalarında aldıkları karar, Güney Amerika’nın yazgısını değiştirecektir. Bolivar bir ilahtan fazlası olduğu Venezüela dışında Kolombiya, Panama, Ekvador, Peru ve Bolivya’nın özgürlüğüne kavuşmasında rol oynar.
Arjantinli general San Martin ise doğduğu ülkenin bağımsızlığını sağlamak dışında, Şili ve Peru’nun özgürlüğüne katkıda bulunur. Jose Gervasio Artigas Uruguay’ın, Bernardo O’Higgins ile Jose Miguel Carrera Şili’nin, Manuel Belgrano Arjantin’in, Jose Joaquin de Olmedo Ekvador’un, Antonio Jose de Sucre ise Venezuela’nın özgürleşmesi için savaşır. İşte bu uğurda çarpışanlara “libertador” (kurtarıcı) denmiş, bu kahramanların adları 1960’tan beri kıtanın en büyük kulüp organizasyonu olan Libertadores Kupası’yla yaşatılmak istenmiştir.
Bu yılki kupanın şampiyonu iki maç sonunda belirlenecekti. İlk karşılaşma Boca, ikincisiyse River’ın sahasında yapılacaktı. Başta ilk ayak için 7, rövanş için 21 Kasım tarihleri açıklanmış fakat Güney Amerika Futbol Konfederasyonu, Buenos Aires’in medar-ı iftiharlarının kapışmalarını üçer gün kaydırmıştı.
10 Kasım’da yapılması gereken ilk santra, maçın başlamasına iki saat kala yoğun yağış yüzünden ertelenmişti. 11 Kasım’da ilk düdük çaldı. 90 dakika sonunda tabelada yazan 2-2, her şeyin rövanşta belli olacağını gösteriyordu.
Tarihler 24 Kasım’ı gösterdiğinde, Buenos Aires’te kıyamet koptu. River Plate’in mabedi El Monumental’e giden Boca otobüsünün taşlanması, kaptan Pablo Perez’in gözünden yaralanması, polisin attığı biber gazından sarı-lacivertli kafilenin perişan olması gündeme bomba gibi düşüyordu. O gün başlama vuruşu sürekli ertelenmiş, sonunda mücadelenin bir sonraki gün yapılacağı duyurulmuştu. 25 Kasım’da Boca tarafının erteleme talebine kulak veren Güney Amerika futbolunun patronu, sonunda maçın Arjantin dışında oynanacağını açıkladı. 29 Kasım’da nihai karar geldi: Rövanş 9 Aralık’ta Real Madrid’in stadı Santiago Bernabeu’da oynananacaktı. Deplasman taraftarı yasağı kaldırılmıştı. Fakat Buenos Aires’ten Madrid’e ulaşım o kadar masraflıydı ki, ölümüne tangonun taraftarları en önemli randevuya gidemiyordu. Ama İspanya’da yaşayan Arjantinliler maça akın ettiler. Heyecan fırtınasında ilk sözü Bocalı Dario Benedetto söylerken, ikinci yarıda River, Lucas Pratto’nun ayağından eşitliği sağlıyordu. Statü gereği deplasman golüne üstünlük tanınmadığından uzatmalara kalan mücadelenin 92. dakikasında Wilmar Barrios ikinci sarı karttan atılınca sarı-lacivertliler bir kişi eksik kaldı. Bunu iyi kullanan kırmızı-beyazlılar önce Juan Fernando Quintero’nun, son anlarda ise Gonzalo Martinez’in golleriyle sonucu ilan etti. Ölümüne derbinin tarihindeki en sıradışı kupa River Plate’in müzesini süsleyecekti.