Şampiyonlar Ligi’nde finalin adı kondu: Inter-Manchester City. İtalyanlar 13 yıllık hasreti dindirmeyi, İngilizler ise ilk kupalarını almayı hedefleye dursun, devler arenasında perde 10 Haziran’da İstanbul’da iniyor. Şampiyon Kulüpler’den Şampiyonlar Ligi’ne, Kupa 1’in 68 yıllık öyküsü ve unutulmayan kahramanları…
Milyarlarca futbolseveri ekran başına kilitleyen Şampiyonlar Ligi’nde büyük final geldi (10 Haziran). Bir endüstrinin can damarı devler arenasında Inter ve Manchester City İstanbul’da, Atatürk Olimpiyat Stadyumu’nda karşı karşıya geliyor. 1955’te Şampiyon Kulüpler Kupası adıyla başlayan organizasyon, 1992’den beri Şampiyonlar Ligi adıyla anılıyor. Statüsü değişse de, bu büyük heyecana literatürde “Kupa 1” de deniyor.
Aslında Avrupa’da farklı ülkelerin futbol temsilcileri ilk defa 1890’larda buluşmaya başlamıştı. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun takımlarını biraraya getiren Challenge Cup, 1897’den 1911’e kadar sürmüş; şinitzel diyarının temsilcileri turnuvayı tahakkümleri altına almıştı. Kimilerinin “ilk gayriresmî Dünya Kupası” saydığı, çay imparatoru Sir Thomas Lipton’un adını taşıyan organizasyonda ise 1909 ve 1911’de İngilizler, İtalyanlar ve İsviçreliler kapışmıştı.
Orta Avrupa’nın şampiyonası Mitropa Kupası 1927’de başlamış; organizasyonun ilk yılında Avusturya, Macaristan, Yugoslavya ve Çekoslovakya’dan ikişer ekip rekabet etmişti. Bu ülkeleri, lig şampiyonlarının yanında ya lig ikincileri ya da kupa sahipleri temsil etmişti. Zamanla katılımcı sayısı artmış, İtalyan ve İsviçre takımları da arenada yerini almıştı. Buradaki seviye olağanüstüydü. 1930’daki ilk Dünya Kupası’nın yarı finalisti Yugoslavya; 1934’ün şampiyonu İtalya, finalisti Çekoslovakya ve yarı finalisti Avusturya; 1938 şampiyonu İtalya’yla finalisti Macaristan kulüpler düzeyinde boy göstermişti.
Şampiyon Kulüpler Kupası’nın 1955’teki doğumundan sonra gölgede kalan organizasyon, 1958’de Tuna Kupası adını almış, 1992’de sona ermişti. 6 defa mutlu sona ulaşan Macaristan temsilcisi Vasas, turnuvanın en başarılı takımıydı.
Yaşlı Kıta’da bunlar olurken, Güney Amerika’da da dünya futboluna ilham verecek gelişmeler yaşanıyordu. 1916’da bugün Copa América olarak bildiğimiz Güney Amerika Şampiyonası start almış ve 1927’de Fransız Futbol Federasyonu Başkanı Henri Delaunay bundan esinlenerek Avrupa kıtasının da kendisine ait bir turnuvası olması gerektiği fikrini ortaya atmıştı. O tarihte daha UEFA kurulmamış; Dünya Kupası’nın temeli atılmamıştı. FIFA, Delaunay’in teklifini elinin tersiyle iterek önce 1930’daki ilk Dünya Kupası’nın hazırlıklarına başlamıştı. İlk Avrupa Futbol Şampiyonası ise 30 yıl sonraya, 1960’a kalacaktı.
Turnuvayı doğuran makale
Avrupa’da kulüpler düzeyinde bir turnuva fikrine ilham veren iki köşetaşından ilki yine Güney Amerika’dan gelmişti. 1948’de Güney Amerika şampiyonları bir turnuvada buluştular. Libertadores Kupası’nın öncülü olan bu organizasyonu yerinde takip eden L’Équipe muhabiri Jacques Ferran gördüklerini editörü Hanot’ya anlatmış ve kafalardaki ilk ışığı yakmıştı. 1954 Dünya Kupası finalisti Macaristan Millî Takımı’nın çoğunluğunu oluşturan Honved takımının aynı yılın sonunda Wolverhampton Wanderers (Wolves) tarafından devrilmesi ise ikinci köşetaşı olacaktı. İngiliz basınının kendi takımlarını “dünya şampiyonu” ilan etmesi üzerine, Hanot bir makale yazmıştı. Fransız gazeteci, “dünya şampiyonu” denebilmesi için Wolves’un deplasmanlara gitmesi gerektiğini, Milan veya Real Madrid gibi köklü ekiplerle de oynaması gerektiğini vurguluyordu.
UEFA’nın 1955’te nihayet, ısrarla Avrupa’nın en iyi kulübünün belirlenmesi gerektiğini söyleyen Hanot’ya kulak vermesiyle Şampiyon Kulüpler Kupası doğdu. Bu turnuvada lig şampiyonları sahne alacaktı. Tabii istisnalar da mevcuttu. Yeni organizasyonun muzafferleri, kendi liglerinde aldıkları sonuçtan bağımsız olarak bir sonraki sezona otomatik olarak katılabiliyordu. Bu şartlarda aynı ülkeden iki takım yarı finalde buluşsa da, finalde karşılaştıklarını görmek için 2000’deki Real Madrid-Valencia maçını beklemek gerekecekti.
İlk santra
Şampiyon Kulüpler Kupası’nda ilk düdük 4 Eylül 1955’te çalındı; Sporting Lizbon’la Partizan arasındaki mücadelede taraflar yenişememişti (Tesadüf bu ya, 3-3 biten karşılaşmada iki gol atan Milos Milutinovic’in yolu sonradan ülkemize de düşecek, usta futbolcu Beşiktaş ve Altay’da teknik direktörlük yapacaktı). İlk şampiyon ise Reims’i deviren Real Madrid olmuştu. Beyaz Şimşekler sonra da üstüste 5 defa taçlanarak organizasyona damgasını vurmuştu. Yaptıkları, adeta yapacaklarının ıspatıydı.
1960’lara Benfica fırtınası damgasını vurdu. Efsane hocaları Bela Guttmann’ın idaresindeki Kartallar, Real Madrid’den sonra Şampiyon Kulüpler Kupası’nı kaldıran ilk takım olacaktı. Portekizlilerden bayrağı alan ise Milano’ydu. Milan’la Inter, tıpkı Benfica gibi 1960’larda ikişer defa taçlanmıştı. Milano’nun fiyakalı çocuklarından önce Milan kurulmuş, sonradan kulüpte İtalyanların tahakkümünden sıkılan 44 üye, “Internazionale” diyerek kapısı herkese açık yeni bir kulübe hayat vermişti.
1966’da Real Madrid, tekrar mutlu sona ulaştı. İspanyol devi, Yugoslav ekibi Partizan’ı yenerken efsane 10 Numara Paco Gento da altıncı kupasını kaldırıyordu; unutulmaz solak geçen sene öldüğünde kulübün onursal başkanıydı. Tarihte ona yaklaşanlar olduysa da 57 yıldır unvanını koruyor; bir gün Kupa 1’i altıncı defa kazanacak ondan başka bir futbolcu olacak mı merak ediliyor.
1967’de Britanya ilk şampiyonuna kavuştu. Ancak bu onura ilk ulaşan İngilizler değil İskoçlardı. Sürpriz bir şekilde finale ulaşan Celtic, Portekiz’de Inter’i devirerek tarih yazmıştı. 11 Glasgowlu çocukla bunu başaran hocaları Jock Stein’ın yaptığı inanılmazdı. Evet, daha devir eskiydi, fakat Yaşlı Kıta’nın genç turnuvasında güçlü ekiplerde yabancı futbolcular çoktandır oynuyordu.
Ertesi yıl unvan İskoçya’nın güneyine gitmiş; Manchester United, Şampiyon Kulüpler’i kazanan ilk İngiliz ekibi olmuştu. 1958’de çeyrek final maçından dönerken Münih’te geçirdiği uçak kazasında yokolma tehlikesi atlatan kulüp, 10 yıl sonra aynı organizasyonda taçlanmıştı.
1970’lerin başında Hollanda ortasında ise Almanya fırtınası esmişti,.. Feyenoord’dan bayrağı alan Ajax, “Total Futbol” manifestosunu dünyaya ezberletecekti. Üstüste üç defa şampiyon olan Amsterdamlılara Bayern Münih nazire yaparken, iki ülke bir de 1974 Dünya Kupası finalinde kozlarını paylaşmış, Panzerler kendi evlerinde kazanmıştı.
1977’den itibaren Şampiyon Kulüpler, adeta İngiltere Federasyon Kupası’na dönüştü. Liverpool, Nottingham Forest ve Aston Villa, Yaşlı Kıta’nın en büyüğü olarak öne çıktılar. Kraliçe’nin çocuklarının 9 yılda 7 defa zafere ulaşması adeta şaka gibiydi. 29 Mayıs 1985’te Juventus ile Liverpool arasındaki final maçında Heysel Stadyumu’nda yaşanan facia, bu serinin sonu oldu. Final maçının başlamasından önce Liverpool taraftarlarının İtalyanlara saldırması, çıkan panik sonucu bir duvarın çökmesi ve taraftarların tel örgülere sıkışması sebebiyle 39 taraftar öldü. Bu trajedi İngilizleri uzun süre Avrupa’dan uzaklaştırdı; Ada’nın tahakkümü de böylece son buldu.
1986’da Steaua Bükreş, 1991’de de Kızılyıldız penaltılarla zirveye çıktı. Şampiyonanın mutlu sonla biten peri masallarına bu iki takımdan başka belki bir de 1990’larda altyapısıyla şaha kalkan Ajax eklenebilir. 1992’de statüyle oynayan UEFA, eleme usulüyle son 8’e kalan takımları iki gruba ayırmış, liderler finalde buluşmuştu. O yıl Barcelonalı Ronald Koeman’ın Sampdoria filelerini havalandıran unutulmaz frikiği, İspanya’ya 26 yıl aradan sonra kupayı getirmişti.
1992-93 sezonunda statü aynı kalsa da bir anda markanın ismi değişti: “Şampiyonlar Ligi”. Marsilya bu ligin ilk şampiyonuydu. UEFA, elindeki altın yumurtlayan tavuğun farkındaydı. 1997’de katılımcı sayısı artmış, ikinciler de organizasyonda boygösterebilmişti. İki yıl sonra ülkeler dörder takımla devler arenasında sahne alabildiler. 2003’te de ikinci grup aşaması terkedildi, son 16’dan itibaren eleme usulüne dönüldü.
Kupanın abonesi Real Madrid hesabı 1998’de açmış, sonrasında da dur-durak bilmemişti. 32 yıl beklemek belli ki onları iyice iştahlandırmıştı. Ertesi yıl Barcelona’nın mabedi Camp Nou’da oynanan final, bir Hollywood senaristinin kaleminden çıkmış gibiydi. Mario Basler’in attığı golle Bayern Münih, Manchester United karşısında öne geçmişti. Heyecan kasırgasında top sürekli direkten dönüyor, skor tablosu bir türlü değişmiyordu. Kızılca kıyamet, verilen üç dakikalık uzatmada kopmuştu:
Korner için kalesinden koşarak gelen Peter Schmeichel mucizenin başlangıcıydı. Ya atacaklar ya da ağlayacaklardı. David Beckham’ın ortasıyla çarşı-pazar karışmış, solak Ryan Giggs’in sevmediği sağ pabucuyla cılız vuruşu Teddy Sheringham’a asist olmuştu. Skor artık 1-1’di. Uzatmalara gidiliyor derken, 101 saniye sonra kullanılan ikinci bir köşe atışında tarih yazılmıştı. Sheringham’ın aşırdığı topu süper yedek Ole Gunnar Solskjaer’ın tamamlaması İngilizler için rüya, Almanlar için kabustu. Kırmızı Şeytanlar, Alman devine pabucunu ters giydirirken, futbolseverlere “yok artık” dedirtmişti.
Devler arenasının kuruluşundan sonra Barcelona 4, Milan ve Bayern Münih 3’er kez mutlu sona ulaşsa da Şampiyonlar Ligi’nin de en başarılı ekibi Real Madrid olmaya devam ediyor. Beyaz Şimşekler, 1993’ten bu yana tam 8 defa kupayı kaldırdı. Son olarak 2022’de zafere ulaşan İspanyol ekibinin hocası Carlo Ancelotti de tam bir kupa koleksiyoneri. Oyunculuğunda 2, hocalığında ise 4 defa Kupa 1 şampiyonluğu yaşayan İtalyan çalıştırıcı, bu organizasyonun en başarılı teknik direktörü.
Kupa 1’de toplam 14 şampiyonluğu bulunan Real Madrid bir gün geçilir mi? İmkansıza yakın.
En golcüler
Cristiano Ronaldo – 140 gol (21 Manchester United, 105 Real Madrid, 14 Juventus)
Lionel Messi – 129 gol (120 Barcelona, 9 PSG)
Robert Lewandowski – 91 gol (17 Dortmund, 69 Bayern Münih, 5 Barcelona)
Karim Benzema – 90 gol (12 Lyon, 78 Real Madrid)
Raul – 71 gol (66 Real Madrid, 5 Schalke)
En çok kazanan takımlar
Real Madrid: 14 (1956, 1957, 1958, 1959, 1960, 1966, 1998, 2000, 2002, 2014, 2016, 2017, 2018, 2022)
Milan: 7 (1963, 1969, 1898, 1990, 1994, 2003, 2007)
Bayern Münih: 6 (1974, 1975, 1976, 2001, 2013, 2020)
Liverpool: 6 (1977, 1978, 1981, 1984, 2005, 2019)
Barcelona: 5 (1992, 2006, 2009, 2011, 2015)
Şampiyonlar Ligi’nde finaller kenti İstanbul
10 Haziran’da İstanbul, ikinci defa Şampiyonlar Ligi finaline evsahipliği yapacak, Manchester City ile Inter, kozlarını 74.753 kişi kapasiteli Atatürk Olimpiyat Stadyumu’nda paylaşacak. Aslında UEFA tarafından Türkiye’ye bu onur 2020 için bahşedilmişti. Ancak tüm dünyayı vuran COVID-19 pandemisi yüzünden final seyircisiz olarak Lizbon’da oynanmıştı. Kentin hakkı 2021’e kaydırılsa da salgın koşulları yüzünden yine İstanbul’da buluşulamamıştı.
Daha önce 2009 UEFA Kupası finali Şükrü Saracoğlu Stadyumu’nda, 2019 Süper Kupa randevusu da Vodafone Park’taydı. Kadıköy’de Galatasaray ve Beşiktaş’ta bir dönem görev yapan Mircea Lucescu’nun çalıştırdığı Şahtar Donetsk gülerken; Dolmabahçe’de Liverpool penaltılarla kazanmıştı.
İstanbul, şüphesiz Liverpool tarihinde büyük öneme sahip. Kırmızılar 2005’ten bu yana ne zaman bir maçta geri dönse, İngiliz basınında bu şehir konuşuluyor, o ruhun altı çiziliyor.
25 Mayıs 2005’te Atatürk Olimpiyat Stadyumu’ndaki finale Milan, mutlak favori olarak çıkmıştı. En son 1990’da İngiltere’de şampiyon olabilen Liverpool için bu kadarı bile büyük başarıydı. Kaptan Paolo Maldini ateşi yakmış, Hernan Crespo’nun iki golüyle yarı sonunda tabelada 3-0 yazmıştı. İş bitti derken, devre arasında başlayan İngilizlerin kültleşmiş marşı “You’ll never walk alone” fitili ateşlemişti. Diğer kaptan Steven Gerrard’ın başlattığı geri dönüşte Vladimir Smicer farkı bire indirmiş, Xabi Alonso da skoru eşitlemişti. Kalesinde devleşen Jerzy Dudek, penaltılarda da sihrini konuşturunca işlem tamamdı. Tesadüf bu ya, Kırmızılar adına son atışı kullanmak da Smicer’e kalmıştı. Kulüpte son maçına çıkan Çek yıldız kupayla veda etmişti.
Şampiyonlar Ligi tarihinin en güzel maçı İstanbul’da oynanmıştı. Çimlerde yaşananlar tek kelimeyle destandı. O günkü mucize unutulmazdı!