Blog Posts
4 OCAK 1879
Mustafa Kemal’in gerçek doğum tarihi
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün doğum tarihi, yıllardır 1881 olarak biliniyor, yazılıyor. Oysa ki bugün Şişli’deki Atatürk Evi’nde bulunan tarihî belge, O’nun doğumunun, bilinenden 2 sene önce olduğunu resmen kanıtlıyor. Tarihçi Necdet Sakaoğlu, son kitabında konuyu bütün yönleriyle anlatıyor…
Mustafa Kemal’in gerçek doğum tarihi: 4 Ocak 1879
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün doğum tarihi, yıllardır 1881 olarak biliniyor, yazılıyor. Oysa ki bugün Şişli’deki Atatürk Evi’nde bulunan tarihî belge, O’nun doğumunun, bilinenden 2 sene önce olduğunu resmen kanıtlıyor. Tarihçi Necdet Sakaoğlu, son kitabında konuyu bütün yönleriyle anlatıyor…
10 MADDEDE KADIN HAREKETİNİN İLKLERİ
Yazdılar – çizdiler, dünyayı değiştirdiler
19. yüzyılın ilk yarısından itibaren Osmanlı toplumunda kadın hareketi, kadınların ısrarlı yayın ve üretimleriyle Batı’nın hiç gerisinde kalmayarak büyük kazanımlar elde etti. Kız çocuklarına eğitim hakkından kamuda çalışma ve yüksek öğrenim hakkına pek çok kazanım yayınlar yoluyla olmuştu. İşte ilkleriyle 10 maddede son Osmanlı döneminde ve Kurtuluş Savaşı’nda kadın ve emek hareketine dair ses getiren yayınlar; mücadeleleriyle günümüzü ve geleceğimizi aydınlatan kadınlar…
ÖLÜMSÜZ MARADONA
‘Tanrı’nın eli’, futbolun ilahına değdi
Bir yanda skandalları, mafya ilişkileri, “en büyük pişmanlığım” dediği uyuşturucu bağımlılığı; bir yanda milyonlara yoksulluğunu, ezilmişliğini unutturan, onu ilahlık seviyesine taşıyan bu dünyadan olmayan yeteneği… Adına kilise bile kurulmuştu ya bu dünyada Tanrı olmak kolay değildi. Sonunda Eduardo Galeano’nun dediği gibi “sırtında taşıdığı ağır çarmıhın” altında kaldı.
Yeni nesil propoganda: Siyasi trollük yöntemleri
Trollük, birbirini yüz yüze tanımayan çevrimiçi dünyada cemaatleşmiş, insanların hassasiyetlerini hedef alan, bir tür ganimet olarak duygusal tepkiler toplayan kışkırtıcı, konu dışı ve hariçten gazel okuyan kimse anlamında kullanılıyor. Trollük daha kişisel ve apolitik bir minvalde düşünülürken kolektif ve siyasi misyona sahip bağlamlarda kullanımı giderek arttı. Anonymous adlı hacker grubunun Scientology tarikatiyle mücadelesinin politikleşmesi ilk büyük örneklerden olabilir. Putin’in siyasi troll kullanımı da… Bir Guardian yazısında Putin’in siyasi trolleri ile ilgili sıralanan uzman görüşleri arasında şunlar öne çıkıyordu:
BOT HESAPLAR VE ULUSLARARASI TARTIŞMA
Twitter’ın müdahalesi, Türkiye’nin tepkisi…
Geçen aylarda Twitter’ın Rusya ve Çin’in yanısıra Türkiye kaynaklı 7.340 hesabı da “trol faaliyetleri” kapsamında askıya alması, sosyal medyadaki “algı yönetimi” tartışmalarını alevlendirmişti. Türkiye uygulamayı protesto etti ve Twitter’ı “kara propoganda” yapmakla suçladı.
İnternet öncesi dönemin en önemli kandırmacaları
İnsanları kışkırtarak tartışma yaratmak, “oltaya getirerek” eğlenmek, bazen provokatif bazen de absürt mesajlarla apaçık gerçek kabul ettiklerini sorgulatmak, sosyal medyadan ve hatta internetten çok daha uzun bir geçmişe sahip. Antik Yunan’dan 90’lara kitleleri galeyana getiren en büyük kışkırtıcılar…
TARİHTE TROL EFSANESİNİN KÖKENLERİ
İskandinav mitolojisinin kötü niyetli yaratıkları
İskandinav mitolojisinde ve folkloründe inançsızlık, kötülük, vahşet, çirkinlik ve gecenin tekinsizliğini cisimleştiren troller, günışığına görüp taşlaşana kadar kötülük yapmaktan vazgeçmezlerdi… Aynı günümüzdeki troller gibi onlar da gerçek isimleri yani kimlikleri ortaya çıkınca güçlerini kaybedip yokolurlardı. Belki de aralarında zannettiğimiz kadar büyük bir fark yoktur.
TÜRK İMPARATORLUĞU’NUN MÜSTESNA YILLARI
Kültürde ve askeriyede ‘Magnifique’ bir dönem
Kanunî devri sadece büyük bir fetih devri değil, sınırlar kadar aynı zamanda devlet idaresinin de oturduğu bir dönemdir. Kültürel atılımlar, başta mimari ve kayıt sistemi olmak üzere kalıcı bir etki yaratmıştır. Ne Batı’da ne Doğu’da, dünya tarihinin bu en tayin edici dönemi ne yazık ki şimdiye kadar hakkıyla yazılamamıştır.
2 ÇOCUĞUNU, 5 TORUNUNU ÖLDÜRTEN PADİŞAH
Kaçınılmaz trajedi: Kanunî ve oğulları
Klasik trajedide insan kaderin oyuncağıdır. Hükümdar kendi oğullarını yani doğal rakiplerini öldürtür. Şehzadeler de babalarına başkaldırır, birbirleriyle savaşır; çünkü bu bir ölüm-kalım meselesidir. Sultan Süleyman son yıllarında artık böyle trajik bir karakterdir: Yorgun bir hükümdar, çok sevdiği karısını kaybetmiş bir erkek, iki oğlunun ölüm kararını vermiş yaşlı bir adam.
Dünya Süleyman’a kalmamış
Uluorta “şanlı atalarımız” denen Osmanoğullarını –velev Süleyman olsun– kötülemek yanlış, eleştirmek ise gereklidir. Okul kitaplarında istila, yağma, haraca bağlama, tutsak etme seferlerini dinleyen ve okuyan öğrenciler, bu eylemleri kahramanlık sayarak yapanlara hayranlık duydular. Parlak zaferlerden korkunç cinayetlere, 30 Eylül 1520’den 7 Eylül 1566’ya Kanunî Sultan Süleyman…
TAHTA ÇIKIŞININ 500. YILI: KANUNÎ SULTAN SÜLEYMAN
Hem en muhteşem hem en kanlı dönem
1520’nün Eylül sonunda tahta çıkan 1. Süleyman, 46 yıllık saltanatı sırasında hem müthiş fetihleri hem de korkunç zalimlikleriyle tarihe geçti. Osmanlı İmparatorluğu’nun “Yükseliş” ve en parlak yılları olarak okul kitaplarına aktarılan bu dönem, aslında sonun başlangıcıydı.
16. YÜZYILDA MERKEZ ÜLKE: OSMANLI DEVLETİ
Doğu’da toparlanma Batı’da büyük travma
Kanunî döneminde Batı’daki fetihler, Hıristiyan zihin dünyasında büyük bir altüst oluş meydana getirdi. Vaktiyle Endülüs vasıtasıyla İslâm’ın yayılmasının önü kapatılmıştı; şimdi ikinci bir “Endülüs” daha doğmuştu ve çok daha güçlüydü. Doğu’da ise Osmanlı hilafet anlayışı bu dönemde şekillendi; İslâmi muhafazakarlığı hayatın her kademesine kadar yaygınlaştırma anlayışı hakim olmaya başladı.
KANUNÎ DÖNEMİNDE YÖNETİM VE YÖNETİMSİZLİK 16. YÜZYILDA OSMANLILAR
Hedef yeni ve ileri, ama kafalar eski
Akdeniz’in 1500’lü yıllarda şüphesiz bir ticari önemi vardı; ancak Osmanlılar esas olarak İpekyolu’ndan beslenen bir imparatorluktu. Zaten Akdeniz’in zengin ticaret yolları da esas olarak Batı Avrupa’dan; İspanya, Fransa’nın güneyi ve İtalya etrafından geçiyordu. Osmanlı yönetimi Kanunî devrinde avangard kapitalist ruhu yakalayamadı; “müsadere”yle yetindi.
KANUNÎ DEVRİNDE PAYİTAHT VE SANAT
İstanbul’un altın çağı mimarinin tepe noktası
16. yüzyıla damgasını vuran Sultan Süleyman, Osmanlı başkentinin dokusunu da değiştirdi. Mimar Sinan gibi bir büyük ustanın öncülük ettiği mimarlık ve sanat hamlesi sırasında, 19 ayrı yapı tipinde 596 eser ortaya kondu! İznik çinilerinin, Uşak halılarının, hat sanatının, revzen/vitray sanatının, kündekarinin en parlak örnekleri bu dönemde üretildi.
‘DİRLİK VE DÜZENLİK’İN BOZULMASI
Çöküşün tohumları Kanunî’yle yeşerdi
Osmanlı Devleti’nde sonun başlangıcı, Kanunî döneminde ortaya çıkan bir dizi olumsuzlukla beslenmişti. Osmanlıları çöküşe götüren idari, siyasi, askerî ve ekonomik darboğazlar ile bağnazlık ve düzensizlik, bu dönemin ülke içindekini karakterini belirler. 46 yıllık uzun bir döneme damgasını vuran en önemli felaketler…
PROFESYONEL REHBER GÖZÜYLE
Ayasofya: Kubbe altında herkesi birleştiren mabet
Bosna’da camilerin yakıldığı; Suriye’de kiliselerin, antik eserlerin yokedildiği; Afganistan’da Buda heykellerinin havaya uçurulduğu günümüz dünyasında, Türkiye’nin dünyaya verdiği bir kültür dersiydi Ayasofya. Özellikle Batı’nın genetik kodlarına yerleşmiş olan ayrımcılığa karşı, Türk insanının tarihten gelen adalet duygusu, ahlak duygusu, eşitlik ve hakkaniyet duygusuydu.
AYASOFYA'NIN CAMİ OLMASINDAN YANASINIZ AMA...
Fatih’in bedduası ve İstanbul’daki vakıf malları
Ayasofya’nın cami olması kararı, Fatih Sultan Mehmet’in bedduasına dayandırıldı, ama tüm vakıfnamelerde bulunan bu beddualardan kurtulmak için Ayasofya’yı camiye çevirmek yeterli değil. Osmanlı ve Selçuklu dönemlerinden kalıp yöneticisi olmadığı için Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devredilen başka vakıf malları da var ve pek çoğu da amacına uygun kullanılmıyor.
AYASOFYA’NIN CAMİ OLMASINA KARŞISINIZ AMA...
İktidardakiler değiştikçe, mabetler de dönüştü…
Eski çağlarda bir tanrıya inanmak, mutlaka diğerini inkar etmeyi gerektirmiyordu. Tektanrılı dinlerin yayılmasıyla bu etkileşimler sınırlandı; bir toprağa gelip orada iktidarı ele geçirenin eski mabetleri kendi ibadethanesine çevirerek gücünü kanıtlaması yaygın hale geldi. Bu şekilde bir yandan insanları alışık oldukları ortamda ama bu sefer kendi dinleri için dua etmeye çağırıyorlar, bir yandan da birçok yapının kullanılmaya devam ederek korunmasını sağlıyorlardı. Dünyanın dörtbir yanından bazen korumak bazen tarihten silmek için işlevi değiştirilen dinî yapılar…
KURULUŞUNDAN GÜNÜMÜZE 1500 YILLIK TARİH
Ayasofya’nın dili olsa…
Ortodoks kilisesi, Katolik kilisesi, cami, müze… Ve Danıştay’ın 10 Temmuz’da açıkladığı kararın ardından yapılan statü değişikliğiyle bugün tekrar cami! Sonuna getirilen sıfatlar hep değişiyor. Ama dünyanın en sembolik yapılarından kabul edilen Ayasofya, etrafında dönen tüm tartışmalara rağmen İlahi Hikmet sıfatını taşımayı, bu hikmetle onu paylaşamayanları ayrıştırdığı gibi, tüm dinler, tüm medeniyetler, tüm ülkelerden insanı biraraya getirmeyi de sürdürüyor. Paganlardan Cumhuriyet’e Ayasofya’nın dönüşümleri…
AYASOFYA
Aynı kubbenin altında
Daha öncesini hesaba katmasak da 6. yüzyıldan bugüne dünyanın en görkemli, anıtsal mimarlık eserlerinden Ayasofya… Antik, Helenistik, hatta Arkaik çağların sütunlarına oturmuş bir mabet; İstanbul tarihinin bin yılını sahiplenen Bizans’ın anıtlaşmış arşivi… Yediden yetmişe herkesten saygı gördüğü ve kutsandığı dönem de Osmanlı asırları. Bu dünya harikasının bir kimliği ve bir adı var: Ayasofya, İlahi Hikmet. Önüne sonuna ne yazılırsa yazılsın, Ayasofya Ayasofya’dır; dünyada tektir.
OSMANLILARDAN CUMHURİYETE
Öncü hekimler, hayat kurtaranlar
Salgın hastalıklara karşı 2. Abdülhamit devrinde başlatılan bilimsel mücadele, Osmanlı Devleti’nin en zor zamanlarında büyük fedakarlıklarla sürdürüldü. Bakteriyolojiden mikrobiyolojiye, yerli aşılardan eğitime birçok alanda sağlanan gelişmeler; erken cumhuriyet döneminden itibaren çok daha nitelikli çalışmalarla devam etti.
12 BİN YIL ÖNCEDEN GÜNÜMÜZE
Mikroptan virüse, hastalıklara karşı bitmeyen mücadele
Tabiat intikam almaz; hayatı korumaya, sürdürmeye çalışır. İnsan ise, özellikle 12 bin yıl öncesinden başlayarak kendi kurduğu düzenleri “hayatı pahasına” sürdürmeye çalışıyor. Çatalhöyük’ten Sanayi Devrimi’ne mikropların keşfinde öncü çalışmalar, önde gelen isimler ve sonrasındaki “viral” döneme damgasını vuran biliminsanları…
“EL YIKAMA”NIN ÖNEMİNİ KEŞFEDEN HEKİM
Pasteur’den önce mikropları tanımıştı: Ignaz Semmelweis
19. yüzyıl ortalarında, henüz virüs-mikrop-hijyen kavramları dahi pratik olarak mevcut değilken “el yıkamanın” önemini anlayan ve bunun için mücadele eden bir hekim vardı: Macar doktor İgnaz Semmelweis. “Büyük doktorlar” onun söylediklerine prim vermediler ama ölümünden bir süre sonra Pasteur’ün mikroplarla ilgili keşifleri, enfeksiyonlar ve hijyen arasındaki bağlantıyı bilimsel olarak kanıtlamayı mümkün hale getirdi.
ESKİ TÜRKÇESİ “USÛL-İ TEHAFFUZ” KARANTİNA
‘Usûl-i Tehaffuz’ ya da karantina uygulamaları
Hastalık taşıyanların izolasyonu anlamına gelen ve önce 30 günden (trentino) sonra 40 güne (quarantino) çıkarılan önlemin adı İtalyanca. Osmanlı Devleti’nde bilinen ilk karantina uygulaması Sultan 2. Mahmud döneminde, 1831’deki büyük kolera salgını sırasında olmuştu. Avrupa ülkeleri ise 14. yüzyılda kıtayı kasıp kavuran veba salgınları sırasında karantina uygulamasına geçtiler.
SAVAŞ, PROPAGANDA VE KOMPLO TEORİLERİ
1. Dünya Savaşı ve suçu Almanlara lafı İspanyollara atmak
1. Dünya Savaşı’nın son yılında başgösteren İspanyol Gribi salgını, trajedi içinde trajediydi. Fransa’da bunun aslında gizli bir Alman saldırısı olduğuna inananların sayısı çoktu; hatta Fransız ordusu bile bu iddiaları araştırmıştı. Salgının adı da savaşa katılmamış olan İspanya’da askerî sansür olmaması, bu nedenle hastalıkla ilgili ilk haberlerin İspanya’dan gelmesiydi.
1918-1920 SALGININDAN İNSAN MANZARALARI
İspanyol Gribi de ayrım yapmadı ama en çok yoksullar ağladı
Tarihçiler, 1. Dünya Savaşı’na gösterdikleri ilginin onda birini bile daha fazla can alan İspanyol Gribi salgınına göstermedi. Liderler ve generaller de hastalıktan etkilendi ama, bunlar yoksul halkın çektiği acılar yanında bir hiç mertebesindeydi. Yine de ilk araştırmalar, savaşmaktan bitap düşmüş Avrupalıların bu salgını metanetle, bir çeşit tevekkülle karşıladığını gösteriyor.
DÜNDEN BUGÜNE SALGIN HASTALIKLAR
Kendimiz ettik, kendimiz bulduk
Tarım ve şehirleşmeyle başlayan uzun dönem boyunca birçok salgın hastalık insan türünü tehdit etti. Ancak bu salgınların ortaya çıkıp yayılmasının baş sorumlusu da, bizzat insanın tabiat üzerinde oluşturduğu yeni düzenlemelerdi. Tarih öncesinden modern zamanlara ve son yaşadığımız Coranavirüs salgınına uzanan yol ve bir türlü ders almayan insanın alternatifleri.
300 YIL BOYUNCA İMPARATORLUĞU ŞEKİLLENDİRDİLER
Valide sultanlar: İstanbul’un kraliçeleri
Valide Sultan olarak İstanbul’a ilk taşı koyduran Nûrubânu, sonuncusu ise Pertevniyal Valide Sultan’dır. 10 padişah annesinin, onlara koşut onlarca padişah hasekisinin, kızlarının, sadece İstanbul’da 220 eseri biliniyor. 16. yüzyıl sonundan 19. yüzyıl sonlarına kadar İstanbul dışında da Bosna’dan Hicaz’a çeşmeler, mektepler, mescit ve camiler, bend ve kemerler, köprüler, hastane ve imaretler, sebiller, şadırvanlar… yaptırdılar.
EMRAH SAFA GÜRKAN’IN KİTABINDAN…
Osmanlı tarihinde de ‘şeytan hatun’ anlayışı
Tarihçi Emrah Safa Gürkan’ın son kitabı Bunu Herkes Bilir-Tarihteki Yanlış Sorulara Doğru Cevaplar adlı kitabı, popüler sunumunun aksine önemli analizler içeren bir eser. Kitabın ilk bölümü ise Osmanlı döneminde “Kadınlar Saltanatı” olarak adlandırılan devrin neden ve nasıl bu şekilde tarihleştirildiğini anlatıyor.
İLBER ORTAYLI İLE "İŞİN ESASI"
‘Valide sultanlar üzerine ancak son 20 yıldır ayrıntılı çalışmalar var’
İlber Hoca, Bizans ve Avrupa’da öne çıkan eğilimlerden Osmanlı Sarayı’na, yönetimde kadın hakimiyetinin etki ve sonuçlarını özetledi. Hoca’ya göre, çok daha etraflı, derinlemesine tetkikler yapmak ve gerçek insan hikayeleriyle hadiseleri birleştirmek için çok daha fazla çalışmak gerek.
SANATIN İLHAMI RÜYALAR
Düş/ünü/yorum, öyleyse…
Batı ve Doğu edebiyatında, sanatında, “düş” temalı ürünler çok büyük bir kalem oluşturur. Rüya ve gerçek arasında-ortasında ortaya çıkan unutulmaz eserler hem uykunun hem uyanıklığın en seçkin tariflerini, tasvirlerini bugüne ulaştırır.
RÜYALAR VE MANİPÜLASYON
HİLE, PROPOGANDA VE KÖTÜYE KULLANMA
Rüyaları kötüye kullanarak etki ve iktidar alanları yaratmak, dünden bugüne geçerli bir teknik. Meşhur Hasan Sabbah’ın kullandığı yöntemler ve 1000 sene sona Fetullahçı Terör Örgütü’nce görevlendirilen “rüyacılar”…
3. MURAD'IN RÜYA GÜNLÜKLERİ
SULTANIN BİLİNÇALTINDAN HAYATIN GERÇEKLERİNE…
12. Osmanlı padişahı 3. Murad’ın rüyaları, bir dönemin saray hayatına ve iktidar ilişkilerin dair önemli ipuçları sunar. Dr. Özgen Felek’in detaylı çalışması, “kadın” temasının, hanedanın devamlılığı açısından rüyalara nasıl sızdığını, sızdırıldığını araştırıyor.
KURULUŞ EFSANELERİ VE GERÇEKLER
SELÇUKLULAR-OSMANLILAR: VE TEKRARLANAN RÜYALAR…
Oldukça meşhur olan Osman Gazi’nin rüyası hem Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu hem de İstanbul’un fethini müjdeler. Bununla birlikte hükümdarlık ve fetih müjdelerinin “ağaç” imgesiyle anlatıldığı rüyaları Babil hükümdarı Nabukadnezar; Reşidüddîn’in Oğuzname’sinde yer alan Türk kağanı Tuğrul ve kardeşleri; Selçuklu Devleti’nin kurucusu Selçuk Bey’in babası da görmüştür!
KUTSAL METİNLERİN ETKİSİ
SEMAVİ DİNLER VE HABERCİ DÜŞLER
Diğer peygamberlerin aksine Hıristiyanlıkta Tanrı’nın vücut bulmuş hali olduğu kabul edilen Hz. İsa’nın bu konumu rüya görmesine müsaade etmez. Müşrikler, rüyasında gördüğü gibi Mekke’yi fethedemediği için alay eder ama, Hz. Muhammed 630’da ikinci denemesinde başarılı olur ve doğduğu şehre girer. Fetih Suresi’nin 27. ayeti bu olayı kastederek “And olsun, Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı” der.
YORUMCULARIN DEĞİŞMEYEN İKTİDARI TABİRCİLER
DÜŞLERİ HAYATA TERCÜME EDENLER
Talmut’ta geçen “Yorumlanmayan düş, okunmayan mektup gibidir” cümlesi, rüya tabirinin günümüzde bile pek sarsılmayan tahtını anlatır. 2. yüzyıl rüya yorumcusu Efesli Artemidorus, şüphe bulutlarını dağıtmak için bir antropologun alan araştırması yapması gibi kasaba kasaba dolaşarak pazaryeri kahinlerinden rüya da toplar.
HOMEROS’TAN ARİSTO VE ÇİÇERO’YA
Tanrılar, rüyalar ve fantastik öte dünyalar
Aristo, düşlerin ilahi varlıklardan gelen mesajlar olduğuna dair Homerik görüşü reddeder ve düşleri, fizyolojik ve ruhsal süreçlerin bağlantılı olarak ürettiği imgeler, bir phantasma olarak tanımlar. Cicero ise “Tanrıların işi gücü yok da ölümlülerin yatakları etrafında uçuşup horlayan birilerini bulduklarında, onun başucunda eğri büğrü, bulanık bir görüntü şeklinde mi duracak?” demeye getirir.
RÜYA GÖSTERİLEMEZ ANCAK ANLATILIR; UYDURULMAMIŞ AMA KURGULANMIŞTIR
Prof. Dr. Cemal Kafadar Kim Var İmiş Biz Burada Yoğ İken adlı kitabında, Üsküplü Asiye Hatun’un rüya defterine bir bölüm ayırır. Kafadar şöyle der: “Kimse rüyasını ‘olduğu gibi’ bir başkasına gösteremez, ancak anlatır. Dolayısıyla elimizde rüyaların kendileri değil, görülmüş ya da uydurulmuş rüyaların sözlü ya da yazılı anlatıları, yani çatılmış- kurgulanmış metinler olabilir ancak. Bu nedenle tarihî rüyalar edebiyat tarihinin de ilgi alanına girerler…”
TARİH BOYUNCA RÜYA VE MANİPÜLASYON
Dünyayı yöneten düşler, düşleri yöneten güçler…
Antik metinlerden kutsal kitaplara, fetih ve savaşlardan gündelik işlere, rüya ve rüya tabiri, tüm çağlar ve tüm coğrafyalarda insanları etkilemiş; iktidar sahiplerinin kararlarına ilahi bir meşruiyet kazandırmış. Çivi yazılı tabletlerden günümüz tabirnamelerine, sanat yapıtlarından felsefe metinlerine rüya ve gerçeğin iç içe geçen hikayesi.
MÖ 5. YY’DAN ERKEN CUMHURİYET DÖNEMİNE
Her katmanında ayrı bir tarih yatıyor
350 bin metrekarelik devasa bir alanın beş ayrı bölgesinde Mayıs 2018’den beri sürdürülen Haydarpaşa kazılarında toprağın her katmanından ayrı bir döneme ait eserler çıkıyor.
KADIKÖY'DE 2500 YILLIK KALINTILAR
Üzerinden tren geçen tarih: Haydarpaşa Kazıları
MÖ 5. yüzyıldan Osmanlı Dönemi sonuna dek uzanan eşsiz arkeolojik buluntular, Metropol İstanbul’unun tarihine çok önemli katkılar yapacak.
TOPLUMSALLAŞMA VE POLİTİKA
Önce devlet ve siyaset sonra din ve ibadet…
Anadolu’da, Osmanlı döneminden önce başlayan tarikatların siyasallaşması olgusu modern zamanlara kadar devam etti, ediyor. Tarikat mensubiyeti ve devlet memurluğu ilişkileri her devirde rekabete, çekişmelere, kavgalara sahne oldu.
TEKKE VE ZAVİYELERİN KAPATILMASINDAN BUGÜNE
Cumhuriyet dönemi: Tarikattan Cemaate
19. yüzyılda çöküş sürecine giren tekkeler 1925’te kapatıldı. 1940’lardan itibaren farklı bölgelerde ortaya çıkan cemaatler adlarını duyurmaya başladı. İslâmî literatürde başka anlamda kullanılan “cemaat” kavramının ilk defa tarikat benzeri hareketlere isim oluşu 1950 hatta 1960 sonrasındadır.
KURULUŞUNUN 75. YILINDA DİYANET VE LAİKLİK
Din ve devlet işleri: Ayrılsak da beraberiz!
Cumhuriyetle birlikte oluşturan Diyanet kurumu, son yıllarda farklı kesimlerin farklı eleştirilerine konu oluyor. Bir taraftan “Diyanet kapatılsın”a kadar varan sesler yükselirken diğer taraftan kurumun 2020 için öngörülen bütçesi de (11.5 milyar TL) birçok Bakanlıktan dahi daha yüksek bir seviyeye ulaşıyor. Son Osmanlı döneminden bu yana din ve devlet işlerinin “ayrılamaması” hikayesi.
DÜNDEN BUGÜNE İŞLEVİ DEĞİŞEN BİR KART
Kötü ama haklı, katil çünkü yaralı: Joker
Ekim sonu itibarıyla 800 milyon $ gişe hasılatı elde eden ve Batman yerine düşmanı Joker karakterini başrole taşıyan film büyük beğeni/tepki yarattı. İlk defa Joker’in geçmişine uzanan ve bugünün değerlerini tartışmaya açan süper bir prodüksiyon. Başrolde ise Oscar’a yürüyen bir Joaquin Phoenix var.
'JOKER'LERİN EVRİMİ
Gerçek hayattan kurguya: Anti- Kahramanlar
Dünyada ve Türkiye’de gösterime giren “Joker” filmi, değişen dünyadaki kurgu karakterleri de farklılaştırıyor. Bununla birlikte, edebiyat tarihi boyunca “süper” ama “kötü” kahramanların varlığı, bir dizi klasik eserin de ana ekseninde yer alıyor. Ayşen Gür, son filmden yola çıkarak, değişen/değişmeyen yönleriyle, dünya edebiyatındaki anti-kahraman arketipini anlattı.
Dünyayı değiştiren en büyük yağmalar
İnsanlık tarihindeki büyük dönüşümler, büyük kaynaklara el konulmasıyla gerçekleşti. Her medeniyetin ve her ilerlemenin temelinde kan ve mal var. Amerika kıtasının talanından Hindistan ve Afrika’nın yağmasına; Latinlerin İstanbul’dan, Naziler’in Yahudiler’den çaldıkları para ve eserlere kadar tarihi biçimleyen en önemli hadiseler…
Okyanus ötesinden Anadolu’ya uzanan fırtına dalgaları
Tarih yağma ve soygunla yazılmıştır. Her savaşta bir miktar yağma ve talan bulunur ama kimi hadiseler kökten değişimlere yol açmıştır.
TÜRK ATASÖZÜ VE DEYİMLERİNDE KADINA BAKIŞ
Vur diyen ataların öldüren torunları
Kuşaktan kuşağa aktarılan kimi atasözleri ve deyişlerimiz, kadınlar konusunda ayrımcı yaklaşımlarıyla dikkati çeker. Bugün giderek artan kadın cinayetlerinin toplumsal sorumlusu şüphesiz atasözleri değil; ancak dildeki “erkek”lik, ikincilleştirme ve değersizleştirme, “sorumlu” ve “sorunlu” olarak hep kadınları işaret ediyor. Atalar “sırtından sopayı, karnından sıpayı” deyince, torunlar da “gereğini” yapıyor.
SINIRSIZ ŞİDDET, SINIRLI İSTATİSTİK
2019’un ilk 7 ayında en az 245 kadın cinayeti
İsim-soyadın yalnızca baş harfleri, kurbanların yaşları ve gazete 3. sayfalarında kısa cinayet haberleri... Türkiye’de kadına yönelik şiddete gerçekçi ve kapsamlı bir çözüm bulmak için kullanılabilecek şeffaf ve güvenilir verilere ulaşmak mümkün değil. Ülkemizde günde 115, her bir saatte ise 5 kadın ölüm tehlikesiyle karşı karşıya.
İstanbul Sözleşmesi: Kadınların kazanımları şiddetin bahanesi oldu
2000’lerin başında kadına karşı şiddeti önlemeye yönelik kanunlarda değişiklikler yapıldı ve kadın hareketi önemli kazanımlar elde etti. Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’ne de ilk imza atan ülkeydi. Fakat ne yazık ki bu imzalar ve değişiklikler kadınların hayatına yansımadığı gibi, yaşanan şiddet ve ayrımcılığın bahanesi olarak kullanılmaya da başlandı.
KADINA YÖNELİK ŞİDDETE KARŞI MÜCADELENİN TARİHİ
Geceler de sokaklar da kadınların hakkıdır…
Ev, her zaman kadınların sıcak yuvası olmayabilir. Türkiye’de kadın hareketi, sığınaklar, danışma/dayanışma merkezleri, yasa değişiklikleri haricinde, özel alan/kamusal alan meselesine de odaklandı. Özellikle sokak eylemlerinde, sokakların kadınların da hakkı olduğunu haykırdı.
SON 15 YILIN İNFİAL YARATAN CİNAYETLERİ
Kadının adı var ama katledildikten sonra
Türkiye’de her yıl binlerce kadın, kocası, eski kocası, sevgilisi, babası, ağabeyi, akrabası, kayınpederi tarafından, çeşitli bahanelerin ardına sığınılarak şiddet görüyor veya öldürülüyor. Son yıllarda sadece medyaya yansıyan ve maalesef kısa sürede unutulan cinayetler…
KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN DÜNÜ-BUGÜNÜ
ÖLMEK İSTEMİYORUM
Bu o kadar saf, o kadar güçlü bir çığlık ki! Her gün gazetelerin 3. sayfasında, sokakta, yan komşunuzda, otobüste, okulda, işyerinde, belki de kendi çatınızın altında korkulu gözleriyle karşı karşıya geldiğimiz milyonlarca kadının talebini aynı anda haykırıyor. 2013’te eşi Fedai Baran’dan boşandıktan sonra, geçen ay 10 yaşındaki kızının gözleri önünde katledilen Emine Bulut’u ve diğer kurbanları unutmamak için...
F-35 ve S-400
İki dünya arasında Türkiye
Bugün kamuoyunda “F-35 ve S-400 krizi” olarak tanımlanan fiili durumun tarihsel perde arkası… 1. Dünya Savaşı’na kadar başını İngiltere’nin, sonrasında ABD’nin çektiği Batı bloku ile Rusya arasında gidip gelen Türkiye, değişen dünya dengeleri içerisinde yerini-mevcudiyetini koruma yolunda çeşitli politikalar-inisiyatifler geliştiriyor, geliştirmeye çalışıyor.
WINCHESTER VE MARTINI-HENRY TÜFEKLERİNİN SERÜVENİ
ABD’den silah alımı Osmanlı döneminde ve büyük ölçekte başladı
1870’ten itibaren ABD’de ile ciddi silah alım anlaşmaları yapan Osmanlılar, dönemin son teknoloji ürünü tüfeklerine Avrupa ve Rusya’dan önce sahip oldular.
ÇERNOBİL
Dünyayı sarsan 42 saniye
26 Nisan 1986’da yaşanan Çernobil faciası, insanlık tarihinin en büyük trajedilerinden biriydi. Çernobil’den 33 yıl sonra bile, sadece ve sadece 42 saniyede oluşan bir felaketin izlerinin silinebilmesi için uğraşılıyor. Santralin yakınlarında bulunan Pripyat kenti, 24 bin yıl boyunca insan yaşamına kapalı kalacak. Kazanın saniye saniye radyografisi ve bugüne uzanan gelişmeler…
ÇERNOBİL VE YENİ ENERJİ KAYNAKLARI
Ne nükleer ne termik, çare rüzgar ve güneş!
Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü profesörlerinden, İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Levent Kurnaz’la Çernobil’de neler yaşandığını, çıkarılması gereken dersleri ve Türkiye’de nükleer santrallerin risklerini konuştuk.
GERÇEKLER VE SENARYOLAR
9.6 (IMDB) şiddetinde bir dizi: Çernobil
HBO’nun yeni dizisi “Çernobil”, 33 yıl önceki felaketi gayet başarılı bir şekilde dramatize ediyor. Dört yıllık bir araştırma-geliştirme sonucu ortaya çıkan projenin çekimleri, Çernobil Santrali’ne neredeyse birebir benzeyen Litvanya-Vilnius’taki artık kullanılmayan bir nükleer santralde gerçekleştirilmiş. Yaratıcı ve senarist Craig Mazin, esas olarak Nobel ödüllü Svetlana Aleksiyeviç’in Çernobil’den Sesler: Felaketin Sözlü Tarihi isimli kitabını temel almış.
Ceasar’dan Trump’a tarihin en hileli seçimleri
Serbest veya kısıtlı; gizli oy açık tasnif olsun veya açık oy gizli tasnif; olsun, parlamento veya başkan seçimi… Tarih boyunca dünyada birçok seçime defalarca kez şaibe ve hile karıştı. Bu bazen bir adayı kazandırmak ve diğerini kaybettirmek için, bazen de seçimleri iptal ettirebilmek için yapıldı. Tartışmaların demokratik çözümü olarak önerilen seçimler, kimi zaman içsavaşları başlatan anti-demokratik süreçlere dönüşebildi. Tarihe damgasını vurmuş en ciddi seçim yolsuzlukları…
USULSÜZLÜK, BASKI VE POLİTİKA
‘Sopalı seçim’lerden cumhuriyet dönemi seçim hilelerine…
1912 seçimleri, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin gerçekleştirdiği hile ve baskılar yüzünden tarihimize “Sopalı Seçimler” olarak yazıldı. İkinci büyük kara leke ise 1946 genel seçimlerinde CHP’nin “resmen hile” yapmasıyla yaşandı. 1957’deki seçimlere ise Demokrat Parti’nin ağır siyasi baskıları ve “son anda gelen oylar” damga vurmuştu.
HİLELİ VE ŞAİBELİ SEÇİMLER TARİHİ
Türkiye ve dünyada sandık oyunları…
Temsilî rejimlerdeki seçimlerin dünyada yaklaşık 300 yıllık, Türkiye’de ise yaklaşık 150 yıllık bir geçmişi var. Bu seçimlerdeki usulsüzlük, şaibe, hile veya manipülasyonun tarihi de en
az bu kadar eski. Günümüz Türkiye’sinde yaşanan seçim tartışmalarından, demokrasi tarihinde öne çıkan hadiselere…
BİR MEŞRUTİYET TRAJEDİSİ
Fehim Paşa: Ailesinin gözü önünde katledildi
II. Abdülhamid’in en yakın çevresindeydi. 25 yaşında paşa yapıldı. İstanbul’da kurduğu hafiye örgütüyle muhalifleri sindirdi. Dedikodu ve şikayetlerin ayyuka çıkması üzerine Bursa’ya sürgüne gönderildi ama orada da ahaliyi tehdit edip sindirerek bir hayli mülk edindi. 1908 Temmuz’unda Meşrutiyet’in ilanı üzerine ailesiyle birlikte kaçmak isterken Bursa-Yenişehir’de çocuklarının gözü önünde linç edildi.
LİNÇ
İlkel toplum âdeti değil, modern zaman illeti…
Cezasız kaldıkça tekrar yaşanan şiddet, günümüzde linç vakalarının temel karakterini belirliyor. Özellikle son 100 yıla damgasını vuran linç hadiseleri, Batı’da olduğu kadar bizim coğrafyamızda da maalesef yaygın. Son olarak Kemal Kılıçdaroğlu ve yanındakilere yönelen linç girişimi, özellikle yakın tarihimizdeki kimi acı olaylardan pek de ders alınmadığını gösteriyor.
BERLİN DUVARI
Soğuk Savaş’ın simgesi ve yeniden birleşme fikri
İki Almanya arasında 12-13 Ağustos 1961’de yapımına başlanan duvar, esas olarak Doğu’dan Batı’ya devam eden büyük göçü durdurma amacını taşıyordu. Doğu Bloku her ne kadar duvarın “faşizme karşı” örüldüğü propagandasını yaymaya çalışsa da, 10 Kasım 1989’da Doğu Berlin’de toplanan yüzbinlerin inisiyatifiyle duvar yıkıldı.
HADRİANUS DUVARI
Dışarıdaki ‘barbarlar’a içerideki ‘asiler’e karşı
Roma İmparatoru Hadrianus, 21 yıllık saltanatının (117-138) yarısından fazlasını üç kıtada imparatorluğun eyaletlerini ziyaret ederek geçirdi. Hadrianus nereye gittiyse orada duvarlar yükseldi. Geniş alanlar boşaltıldı, ordu daralan yeni sınırları belirlemek için işe koşuldu.
Ye’cûc-Me’cûc’e karşı Büyük İskender seddi
Makedonyalı Büyük İskender’le (öl. MÖ 323) özdeşleştirilen dinî anlatı şahsiyeti Zülkarneyn, varlığına üç semavî dinin de inandığı Ye’cûc-Me’cûc (Gog-Magog) kavminin şerrinden dünyayı kurtarmak için demirden setini inşa eder ve onları okyanusla çevrili bir kara parçasına sıkıştırır. Ancak kıyamet günü yaklaştığında surda bir gedik açılacaktır. Osmanlı ve İslâm dünyasından bu dinî anlatıyı düşleyen minyatürler…
ÇİN SEDDİ
Tarihten efsaneye efsaneden tarihe
Çinggis Han zamanında bugün bildiğimiz Çin Seddi yoktu. Set ve duvarlar arasında dağlar-tepeler bulunuyor ve geçit verilen yerlerden geçiliyordu. Yani duvar ve setler Çinlilerin yabancılara karşı bir korunma mekanizması halini almamıştı. Çin Seddi’nin oluşması 1368-1644 arasında hüküm sürmüş olan Ming devrine rastlar ve dönemin başlangıcından 16. yüzyıl içlerine değin devamlı bir duvar yapımı ile karşılaşırız.
‘O duvar, o duvarınız vız gelir bize vız!’
İnsanların yerleşik düzene geçmesiyle kıymetlenen yerleşim ve tarım alanları, zaman içerisinde önemli merkezlere ve ekonominin kalbinin attığı kentlere dönüştü. Dışarda olan, dışarda kalan, “öteki” olanlar ise “barbarlar” diye nitelendi. Bunlara karşı savunma amaçlı yapılan devasa sınır duvarları ise istilacılara karşı içerdekileri korumak kadar, içerdekilerin dışarıya çıkmasını engellemeye de yarıyordu. Tarihte bu duvarların hiçbiri ne içerdekileri ne de dışardakileri durdurabildi. Ancak buna rağmen günümüzde de duvarlar yapılmaya devam ediyor.
TARİHTEN EFSANEYE EFSANEDEN TARİHE
Çin Seddi
Çinggis Han zamanında bugün bildiğimiz Çin Seddi yoktu. Set ve duvarlar arasında dağlar-tepeler bulunuyor ve geçit verilen yerlerden geçiliyordu. Yani duvar ve setler Çinlilerin yabancılara karşı bir korunma mekanizması halini almamıştı. Çin Seddi’nin oluşması 1368-1644 arasında hüküm sürmüş olan Ming devrine rastlar ve dönemin başlangıcından 16. yüzyıl içlerine değin devamlı bir duvar yapımı ile karşılaşırız.
İSTANBUL'DAKİ HAYATINA DAİR ESERLER
Mustafa Kemal’in İstanbul günleri…
İstanbul’daki mütareke dönemi, Mustafa Kemal’in temasları açısından belki de en az bilinen dönemdir. Atatürk sağlığında da, “İstiklal tarihinin başı ve başlangıcı olmak üzere, benim İstanbul’daki faaliyet ve temaslarım henüz herkesçe malum değildir” demiştir. Bugüne dek konuyla ilgili yayımlanan kitaplar pek azdır.
MUSTAFA KEMAL'İN İSTANBUL'DA GELİŞİ
Esas ve nihai savaş yeni başlıyordu…
Enver Paşa 1. Dünya Savaşı’nın sonlarından itibaren Mustafa Kemal’i İstanbul’dan uzak tutmaya çalışmış, Talat ve Cemal Paşalar ile birlikte 2/3 Kasım 1918 gecesi bir Alman denizaltısı ile İstanbul’dan kaçmıştı. Bu tarihten 10 gün sonra başkente gelen Mustafa Kemal, memleketin sahipsiz kalmadığını gösterecekti.
MONDROS SONRASI MUSTAFA KEMAL PAŞA
İlk günden itibaren düşmanı defetmeyi ve bağımsızlığı düşündü
İtilaf Devletleri’nin 1. Dünya Savaşı bitiminde Türklere pek hayat hakkı tanımayacağını savaşın sonlarına doğru biliyordu. Başkentteki siyasi hava ve gelişmeleri yakından takip eden Mustafa Kemal, bu süre zarfında bir dizi temaslarda bulundu ve kararını verdi. Mustafa Kemal’in 13 Kasım 1918’de İstanbul’a gelişinden, 16 Mart 1919’da Samsun’a gidişine kadar geçen sürede yaptıkları-yaşadıklarının analizi.
100. YIL / 19 MAYIS ÖNCESİ MUSTAFA KEMAL PAŞA KURTULUŞA DOĞRU...
Ya İstiklal ya ölüm
SUNUŞ 100 yıl önce şu soru ortadadır: Türk milleti diye bir millet var mıdır, yok mudur? Osmanlı yöneticilerine, padişaha, hatta…
KAYNAKLARDA BULUNMAYAN İŞARETLER
Sekban remizleri ve saha çalışmasının önemi
Remizli Sekban mezartaşları çok nadirdir. Sözlü anlatım ve tasvire dayalı remiz görsellerinin ilmi değeri de düşüktür. Esas olan mahkûk remizler ve eşyalar üzerinde mevcut olanlardır. Bu noktada da imitasyonun kolaylığı sebebiyle, özellikle eşyadaki remizler ihtiyatla karşılanmalıdır.
A'DAN Z'YE YENİÇERİ SÖZLÜĞÜNDEN
‘Balta asmak’, ‘Türk’e vermek’ ve ‘Hoşafın yağı’…
Yeniçerilere ait yazılı belgeler ve objeler çok az ama, onların gündelik hayatta kullandıkları kelime ve tabirlerin bir kısmı halen sözlü kültürde yaşıyor. Bu özel tabirler, günümüz argosuna ilham vermiş ve belki bazılarına da kaynaklık etmiş. Açıklamalı bir seçki.
YENİÇERİLERİN SÖZLÜ MİRASI
Allah yektir yek! Alarka’ Vura vura duta!
14. yüzyılda, 1. Murad döneminde kurulan Yeniçeri Ocağı, 1826’da 2. Mahmud tarafından ilga edilinceye kadar dışarıya kapalı doğasıyla kendine has bir kültür oluşturdu. Bektaşilik, ahi kardeşliği ve savaşçı erlerin dayanışması, onlardan geriye benzersiz bir sözlü kültür mirası bıraktı: Argoları, jargonları ve sözlü ritüelleriyle Yeniçerilerin lügatına “imkân dâhilinde” bir bakış…
YENİÇERİLER
Avrupa’yı titrettiler İstanbul’u inlettiler
Kapıkulu Ocaklarının daimi ve paralı piyade ordusu Yeniçeriler, 464 yıl boyunca Osmanlı Devleti’nin temel askerî gücünü oluşturdu. Savaş meydanlarındaki pervasız kahramanlıkları ve 17. yüzyıldan itibaren barış zamanındaki barbarlıklarıyla tanındılar. Okul kitaplarımızda “Yükseliş Devri”nde övdüğümüz Yeniçerilerin sonraki olumsuz hallerine pek değinilmedi. Bugün Aksaray-Yusufpaşa’da, Et Meydanı’nı çevreleyen yüzlerce koğuş, oda, çardak, kerevet, mutfak, ahır örüntülü bir bekâr mahallesinde konuşlanmış Yeniçerilerin gündelik hayatına bir bakış.
DOĞUMUNUN 117. YILI NÂZIM HİKMET
Bilinmeyen şiirleri ve dizeleriyle…
Ünlü dünya şairi Nâzım Hikmet’e ait kimi şiir ve dizeler, Rus arşivlerinde ilk kez açığa çıkarıldı. 1920’lere tarihlenen bu eserler, şairin erken dönemine ve Rusya’daki devrimin ilk yıllarındaki heyecana tanıklık ediyor. Nâzım’ın Türkçede yayımlanan kimi şiirlerinde de, ilk yazıldığı versiyonlarına kıyasla farklılıklar izleniyor. Ünlü şairin peşinde bir arşiv yolculuğu…
GAZÂ, YAĞMA VE ESARET, 1500-1700
Osmanlı Akdeniz’inde Sultanın korsanları
Osmanlı korsanlığıyla ilgili bugüne kadar yazılanların Akdeniz serhaddinin katmanlı realitesini yansıtmakta yetersiz kalması, kaynakların tek tipliliği yüzündendir. Batı müziği sevdasıyla…
BARBAROS HAYREDDİN
Osmanlıların unuttuğu büyük Türk denizcisi
Türk tarihinin en önemli şahsiyetlerinden Barbaros Hayreddin Paşa’nın kahramanlıklarla dolu hayatına karşılık, uzun Osmanlı asırlarında büyük bir unutulmuşluğa mahkûm olduğu…...
10 KASIM 1938 - BELGESEL
Atatürk’ün son yolculuğuna tanıklık edenler anlatıyor…
“10 Kasım 1938” belgeseli, 80. yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün son yolculuğunu, ona eşlik eden ve bugün 90’lı yaşlardaki tanıklarla anlatıyor. İşte Cem Fakir ve ekibinin gerçekleştirdiği çalışmada, bir halkın kahramanına vedası ve hiç dinmeyen bir özlemin başlangıcı…
SEFERBERLİK TRAJEDİSİ VE YAZILMAYAN TARİH
1. Dünya Savaşı’nın askerî olmayan yüzü çok daha karanlıktı
Haritalar, krokiler, fotoğraflar, kahramanlar, savaşanların anıları, cepheler… Savaş tarihleri bunları yazar. Yazılmayan ise gündelik hayat ve “sıradan” insanların trajedisidir. Bu sözlü tarih zaman içinde erozyona uğrar ama, yazılı tarihteki hatalar veya saptırmalarla kıyaslandığında gerçeğe çok daha yakın bir tablo çizerler. En sert ve acımasız etkilerini 1914-18’de göstermiş, ondan önce1877-78 Osmanlı-Rus savaşında, yakın tarihte ise 2. Dünya Savaşı’nda yaşanmış ama yazılmamış seferberlik gerçekleri…
EFSANELERE KURBAN EDİLEN SAVAŞ
Çanakkale mitleri, UFO hikayeleri ve saptırılan gerçekler
Çanakkale muharebelerine dair gerçek olmayan anlatı ve “tarih”ler, bugün bu tayin edici savaşa dair bildiklerimizden çok daha etkili ve yaygın. “Çocuk askerler”den uzaylı hikayelerine, evliyalara ve anlamsız abartılara uzanan bu dev dezenformasyon sektörü, “hem kökü içerde hem kökü dışarda mihraklar” tarafından yıllardır besleniyor. İnsanların inançlarını kullanarak büyütülen anlatılar, bir müddet sonra “resmen gerçek” halini alıyor.
1. Dünya Savaşı’nın yalan, propaganda, efsane ve suç cephesi
1. Dünya Savaşı’nın günümüze kalan en önemli sorunlarından biri, bu dönemle ilgili efsanelerin hem devletler hem de kurumlar tarafından yaratılması, belgelerin arşivlerden yokedilmesi için yüz yıldır bitmeyen bir çabanın gösterilmiş olmasıdır. Devlet adamları ve politikacılar ve tabii generaller çok sayıda hata yaptılar ve sorumlulukların unutturulması, savaş suçlarının örtbas edilmesi için çalıştılar. Gerek savaş sırasında, gerekse sonrasındaki yalanlar veya tahrif edilmeye çalışılan gerçekler…
19.YÜZYILDAN GÜNÜMÜZE EMPERYAL STRATEJİLER
Yüzde bir tebessüm elde büyük bir sopa…
19. yüzyılda İngilizlerin gambot (savaş gemisi) diplomasisi, Amerikalıların büyük sopa politikası adını verdikleri eski strateji, günümüzde özellikle ABD tarafından sandıktan yeniden çıkartılmış görünüyor. Amaç, ekonomik- siyasi yaptırımlarla “yola getirilmek” istenen devleti pazarlık masasına oturtmak, böylece gerçek bir savaşın maliyetinden kaçınmak. 19. yüzyılın büyük devletleri bu yöntemle bir taşla iki kuş vuruyordu: Güç gösteriyle muhataplarının gözünü korkutuyor, vatandaşlarının milliyetçi duygularını okşayarak kendi kamuoylarını hoş tutuyorlardı.
USTANIN İZLERİ VE TARTIŞMALAR
Mimar Sinan gerçeği ve efsaneler…
Mimar Sinan’ın eserleri, kendisi ve kökeni üzerine bitmek bilmez tartışmalar yapılmış ama, bilimsel çalışmalar o düzeye yaklaşamamış. Mimar Sinan da Büyük Çekmece Köprüsü dışında
(ki o da tartışmalıdır) hiçbir yapısında ismini geçirmemiş. Köken tartışması 1930’lu yıllarda büyük bir rezalete de sebep olmuş. Büyük ustanın mezarı açılmış, kafatası ölçülüp ırkı belirlenmek istenmiş ve sonunda kafatası kaybolmuş.
PANTHEON’UN KUBBESİYLE TARİHE GEÇTİ
Batı’nın Sinan’ı Mimar Brunelleschi
14. yüzyılda Batı’da Pantheon’dan Doğu’da ise Ayasofya’dan sonra o ölçüde alanı örten bir kubbe daha yapılmamıştı; zira bunu sağlayacak teknik bilgi Ortaçağ boyunca unutulup gitmişti. Mimar Sinan’dan yaklaşık bir asır önce yaşamış Filippo Brunelleschi (1377-1446), Pantheon’un üzerine “yapılamaz” denilen kubbeyi yaptı ve Leonardo Da Vinci dahil birçok Rönesans şahsiyetine ilham verdi.
BÜYÜK MİMARIN ÖLÜMÜNÜN 430. YILI
Mimar Sinan: Eserleri var ama adı yok
Tarihimizin kuşkusuz en önemli mimarı Sinan üzerine, gerek yaşadığı dönemde (16. yüzyıl) gerekse sonrasında neredeyse hiçbir yazılı belge bulunmuyor. Hem çağdaşı tarihçiler hem sonrakiler, camilere ilişkin nice detaydan bahsederken Mimar Sinan ismini anmıyor. Cumhuriyet döneminde ortaya çıkan kimi oldukça tartışmalı belgeler ise, onun dev eserleriyle eşitsiz mahiyette. Osmanlı-Türk belgelerinde, Mimar Sinan’ın izinde…
ANALİZ
Sultan Reşad: Zamanı ve anayasayı anlamış bir hükümdar
Sultan V. Mehmet Reşad sadrazamların seçiminde İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin isteklerine harfiyen uymuştu. Ancak önemli nokta, anayasamızın da artık padişahların etliye sütlüye karışmalarına izin vermediğini anlamış ve asıl önemlisi, buna karşı çıkmadan padişahlık etmeyi içine sindirmiş bir hükümdar olmasıdır.
ANALİZ
‘Devlet-i Ebed-müddet’ Osmanlı hanedanı ve sonun başlangıcı
Son cülus, son veliaht, son padişah cenazesi! Doğal ki o gün, bunların yakın tarihe birer “son” kaydıyla geçeceği bilinmiyor, “Devlet-i Ebed-müddet” denen Osmanlı varlığının sonsuzluğa kadar devam edeceği düşünülüyordu. Hanedana ve o günlere dair dönem gazetelerin yazamadıkları…
TÜRK BASININDA BİR İLK
‘İki Saltanat Arasında’ Ruşen Eşref’in tarihî tanıklığıyla…
Vakit gazetesinin 5 Temmuz 1918 tarihli nüshasında yayımlanan yazı, sadece tarihî bir hadiseyi yansıtmakla kalmıyor, Türk gazetecilik literatüründe de bir ilk olma özelliği taşıyor. Ruşan Eşref’in gerek gazeteciliği gerekse tanık olduğu olayları ve dönemin havasını olağanüstü bir şekilde aktarması, bu makaleyi eşsiz kılıyor: “İki Saltanat Arasında”…
SULTAN REŞAD’IN ÖLÜMÜ VE VAHİDEDDİN’İN TAHTA ÇIKIŞI-100. YIL
Osmanlı sarayında son padişah cenazesi ve son cülûs…
Bundan 100 yıl önce, 3 Temmuz 1918’de 35. Osmanlı padişahı Sultan Mehmed Reşad vefat etmiş, 4 Temmuz’da ise son padişah Vahideddin tahta çıkmıştı. Gazeteci Ruşen Eşref 5 Temmuz 1918 tarihli Vakit gazetesinde çıkan “İki Saltanat Arasında” başlıklı yazısı, bu tarihî hadiseyi belgeleyen eşsiz bir kaynaktır.
BİR KÜLTÜR VARLIĞI
Bir kültür varlığı: Bergama, Troya, Boğazköy neyse Nâzım da odur!
Nâzım Hikmet’in yalnızca eserleri değil, bizzat ömrü bile destansı bir başyapıt, sonraki kuşaklara kalması gereken bir kültür mirasıdır. Külliyatına dahil edilmemiş onca şiiri, yayımlanmamış onlarca oyun ve senaryosu, yayımlanmamış yüzlerce yazısı, Moskova’da kalan eşyaları, müzeleşememiş, biraraya getirilememiş, dağınık bir şekilde önümüzde durmaktadır… Ölümünün 55. yılında bilinmeyen şiirleri, mektupları ve yaşamıyla Nâzım Hikmet.
ŞAİRE VE EDEBÎ MİRASINA SAYGI
Nâzım külliyatında eksik-gedik kabul edilemez
Yayımlanan Nâzım Hikmet eserlerinin tam ve yanlışsız olduğu söylenemez. Şairin Türkiye’de ve SSCB’de dağınık geçen ömrü; Türkçe elyazmalarının çevirmenlerde kalmış, yitmiş olma ihtimali; sağlıklı ve güncellenmiş bir bibliyografyasının hâlâ yapılmamış olması; arşivlerin ve yayınların yeterince incelenmemesi bu durumun başlıca nedenleri. Orijinal belgelerin rehberliğinde çeşitli örnekler…
NÂZIM HİKMET’İN DÜNYAYA GELİŞİ
Kesinleşen tarih: 15 Ocak 1902’de Selanik’te doğdu
Şairin doğum tarihi uzun yıllardır bir tartışma konusuydu. Erhan Saçlı’nın araştırmaları sonucu ulaştığı Le Journal de Salonique gazetesindeki haberler, Nâzım Hikmet’in 15 Ocak 1902’de doğduğunu kesin olarak kanıtlıyor. Ailenin Selanik günleri 1899’da başlamış, baba Hikmet Bey’in Diyarbakır’a gitmesiyle 6 Ekim 1903’te sona ermişti.
NÂZIM HİKMET-MÜNEVVER ANDAÇ MEKTUPLARI
‘Sensiz Paris Gülüm’
Nâzım Hikmet-Münevver Andaç mektuplaşmaları, şairin İstanbul’da bıraktığı karısı, oğlunun anası, aynı zamanda “dayı kızı” Münevver’e olan aşkını, özlemini yansıtır. Nâzım Hikmet ilk kez Paris’e 1958 Mayıs başında gider. Annesi Fransız olan, çocukluğunun ve ilk gençliğinin bir kısmını bu şehirde geçiren Andaç ise 60’ların sonunda Fransa’ya yerleşir ve orada ölür.
NÂZIM AMCA’NIN VERA’SI
‘Annemin ellerini tutar, sanki kendi gidişini de engellemeye çalışırdı’
Nâzım Hikmet’in son eşi Vera Tulyakova Hikmet’in kızı Anna Stepanova, şair öldüğünde henüz 11 yaşındaydı. Tiyatro bilimci ve profesör Stepanova, halen Rusya Tiyatro Sanatı Üniversitesi’nde ders veriyor ve Nâzım Hikmet’in son yıllarını hatırlıyor. Bilinmeyen veya yayımlanmamış pekçok eserin günışığına çıkmasını sağlayan Stepanova’nın “Nâzım Amca”sı.
NÂZIM’IN MOSKOVA’DAKİ EVİ
Şair’in odası: Başlı başına bir sanat eseri
Evi eser kılan dost armağanı usta işi resimler, küçük heykeller, objeler değil; hepsiyle birlikte oluşan yaşanmışlık ve sürgitlik. Nâzım Hikmet’in odası da bir sanat eseri ve kültür mirası olarak Türkiye’ye getirilmeli; korunup sergileneceği mekânın bir ‘Nâzım Hikmet Merkezi’ne dönüştürülmesi sağlanmalı.
MODADA VE SOKAKTA KÜLTÜREL DEĞİŞİM
6.8 şiddetinde gençlik depremi
Bütün 60’lı yıllar, kız-erkek gençlerin “en iyisini baban bilir” muhafazakârlığına, ataerkil iktidarlara ve her türlü geleneğe başkaldırdığı, onlara başka grupların da katıldığı bir dönüşüm dönemiydi. Bunu en açıkça izleyebileceğimiz alan da dış görünüş ve kıyafetlerdeki çarpıcı değişimdi.
OLAYLARIN MERKEZİNDE NELER YAŞANDI?
‘Fransa’nın canı sıkıldı’, kendiliğinden hareket klasik liderleri tanımadı
1968 baharında üniversitelerde başlayan gösteriler işçilerin de katılımıyla kitlesel bir hal almış, kamuoyunun sempati ve desteği de göstericilerden yana dönmüştü. Yüzbinler Paris’te gösteri yapmaya başlamış, kendiliğinden gelişen büyük hareketlenme herhangi bir liderin veya partinin veya örgütün kontrolünü reddetmişti. Ortada barikatlar, kızıl ve kara bayraklar olsa da, ne bir darbe ne de içsavaş girişimi sözkonusuydu.
50. YIL: MAYIS 68
Dünyayı Sarsan İlkbahar
Geçen yüzyılın sadece siyasi hayatına değil, sanata, kültüre, gündelik yaşamın neredeyse tüm alanlarına damgasını vuran 1968 hadiseleri, Paris merkezli olarak tüm dünyayı etkilemiş, değiştirmişti. Öğrenci gösterileri, işçi direnişleri ve bugüne uzanan mirasıyla, Masis Kürkçügil yazdı.
TÜRKIYE 68
Önce hak arayışları sonra baskı ve şiddet
Türkiye’deki öğrenci gösterileri, Paris ve dünyadaki protesto hareketleriyle eşzamanlı başladı. Başlangıçta siyasal iktidar tarafından -bugün inanılmaz ölçüde demokratik gözüken- yumuşak bir tutumla karşılaştı. ABD 6. Filosu’nu protesto gösterileri ve Vedat Demircioğlu’nu öldürülmesiyle radikalleşen hareket, kalıcı bir miras bırakamasa da bir dizi yeniliğin hazırlayıcısı oldu.
OSMANLI DEVLETİNDE SUİSTİMAL
‘Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar’
Osmanlılar’da rüşvet ve yetki suistimalinin yaygınlığı efsaneleşmiştir. Benzer durumlar her toplumda bulunur ama bizde daha fazla olmasının önemli nedeni, yönetimin Kapıkulu bürokrasisinin elinde olmasıdır.
OSMANLI SADRAZAMININ YALI OYUNU
Reşid Paşa’nın ‘akçeli ilişkiler’i
Tanzimat’ı ilan eden Reşid Paşa, yönetim ve ordu başta olmak üzere bir dizi yeniliğin gerçekleştiği bir evreyi temsil etti. Bununla birlikte, sadrazamlığı sırasında özellikle Galata bankerleri ile olan “akçeli ilişkiler”i, ölümünden sonraki terekesinde açığa çıktı. Paşa, kendisine ait yalıyı padişahın oluruyla hazineye satmış, sonrasında ise yine padişahın kızıyla evlenen oğluna hediye olarak geri verilen mülkün anahtarını elinde tutmuştu!
YETKİ, HIRS VE PARA
Yedim yedirdim yönettim
İktidar sahipleri tarihin her döneminde her medeniyette her siyasi ve dinî yapıda, devlet işleri için ahaliden toplanan paraları gaspettiler. Doğu’da ve Batı’da, krallar ve sultanların etraflarındaki ayrıcalıklı kesimin aldığı rüşvetler, muazzam kişisel servetlerin kaynağını oluşturdu. Çok öne çıkanlar cezalandırıldı ama özellikle Osmanlı toplumunda yıllar içerisinde gelenekselleşen bu mekanizma “işini bilen” idarecilerin yanısıra, “yiyor ama çalışıyor” diye düşünen bir kitle yarattı.
UNUT-MAYIN!
‘Fedakârlık yaptık’ değil, ‘Mehmetçikler bitmez’ diyoruz ve sadece biraz saygı istiyoruz
Unut-Mayın kitabının yazarı ve Güneydoğu gazisi Koray Gürbüz, ilk elden tanıklıkları aktardığı kitabını ve gazilerin gündelik gerçeğini anlattı.
ULUSLARARASI BAŞARI ÖYKÜSÜ
Ampute futbol: Gazilerin iradesi şampiyonluğu getirdi
Türkiye Ampute Futbol Milli Takımı’nın Avrupa Şampiyonu olması gözleri bu spor alanına çevirdi. Ampute futbolda ve diğer birçok spor branşında gazi sporcular başrol oynadı ve oynamaya devam ediyor. #tarih dergi, gazi sporcularla konuştu.
DOĞU VE GÜNEYDOĞU’DAKİ OPERASYONLARIN ANALİZİ
Gayri nizami harpte 33 yıllık mücadele
1984’ten bu yana PKK’ya karşı mücadeledeki en önemli zaaf, siyasi kararsızlıktır. Meselenin bir bütün olarak ele alınması, bölgede uygulanacak ekonomik ve sosyal politikalarla koordine edilerek sürekli kılınması gerekirken, bu yapılamamıştır. Başka bir önemli husus ise uzun vadeli bir askerî-politik strateji geliştirilmemesidir. PKK’nın, antlaşmalara göre müttefik olunan NATO ülkeleri tarafından desteklenmesi de sorunu ağırlaştırmıştır.
ARNAVUT BRUTTI VE BRUNILER: Akdeniz’in dört bir köşesinde
Şövalye, denizci, tüccar, arabulucu, din adamı ve tercümandılar. Akdeniz’deki çok taraflı istihbarat ağının gözdeleri…
Cağaloğlu’na ismini veren aile boyu istihbaratçılar
İstanbul, Cenova, Messina, Sakız arasında mekik dokuyan Cigalazade Yusuf Sinan Paşa ve kardeşinin çift taraflı faaliyetleri…
Casus mektupları, diplomat raporları
İstanbul’daki yabancı diplomatlar, başkentlerine yazdıkları mektuplardaki kimi kısımları şifrelemekteydi.
BARON DE LA FAGE: Kafasında kırk tilki…
Katolik dünyasının en üst mercileriyle açıktan açığa dalga geçti. Sadece vebayı kandıramadı.
16. YÜZYILIN GİZLİ AJANLARI
Sultanın casusları
16. yüzyıl Akdeniz’i, en güçlü dönemini yaşayan Osmanlı Devleti için en önemli ticari ve siyasi faaliyet alanıydı. Kurumsal bir istihbarat anlayışından yaklaşık 400 sene evvelki belgeler, Osmanlı yönetiminin dünya siyaset ve diplomasisinde neler olup bittiğinden ziyadesiyle haberdar olduklarını göstermektedir. Avrupa arşivlerinde, para karşılığı İstanbul’a bilgi veren casusların yazışmaları ve Osmanlı istihbarat ağı.
MUSTAFA KEMAL’İN İŞARETİYLE...
Tarihin değiştiği an: 10 Ağustos 1915 Conkbayırı taarruzu
Çanakkale muharebeleri sadece Türk tarihini değil, dünya tarihini değiştirdi. 25 Nisan 1915’te, çıkarmanın ilk günü düşman taarruzunu durduran Mustafa Kemal; 10 Ağustos’taki karşı saldırıyla da hakim tepeler silsilesini kesinkes ele geçirdi. Böylelikle İtilaf kuvvetleri Boğaz’a inemedi, İstanbul’u ele geçiremedi ve savaşı erken tarihte sonlandıramayıp çekilmek zorunda kaldı. Türkiye’yi yeniden bir millet, Mustafa Kemal’i Atatürk yapan hadise…
‘ASAR-I ATİKA’NIN İDEOLOJİK TARİHİ
Osmanlıların arkeoloji kavgası
Eski eserler (Âsâr-ı atîka) ile ilgili ilk nizamname 1869’da çıktı, aynı yıl Müze-i Hümayun resmen kuruldu. Osmanlı Devleti’nin, genel modernleşme projesinin bir parçası olarak eski eserlerin çıkarılması, korunması, sergilenmesi için attığı adımlar, Batılı bilim çevrelerinde rahatsızlığa yol açtı. Türkiye arkeoloji tarihinin bir yönü de, topraklarındaki eski uygarlıklara ait kalıntıların Türklerin “hakkı” olmadığını ileri sürenlerle yaşanan bu gerilimli ilişkilerdi.
ARŞİV BELGELERİNDE ÂSÂR-I ATÎKA
Osmanlı padişahları eski eserler için ‘verdim gitti’ demedi
Osmanlı padişah ve devlet adamlarının eski eserlere olan yaklaşımı, “Memalik-i şâhânemde taş mı kalmadı, verin gitsin!” diye karikatürize edilen derecede duyarsız ve ilgisiz değildi. Padişah, bizzat kendi imzasıyla çıkarılan nizamnamelere rağmen, “özel izinlerle” eski eserlerin ait oldukları topraklardan koparılmalarına gözyummak zorunda kaldı.
HEM MODERN HEM YERLİ
Theodor Makridi Bey: Türkiye arkeolojisinin Rum asıllı kahramanı
Osman Hamdi Bey zamanında arkeolojik kazıları bilfiil yürütmeye başlayan Theodor Makridi Bey, Türk arkeolojisi ve müzeciliğinin altyapısını oluşturan çok değerli projeleri gerçekleştirdi. İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde görevine uzun yıllar devam eden Theodor Makridi, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk resmî kazılarını da gerçekleştiren isimdi.
İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZELERİ
Türkiye’nin tarih merkezi
125 yılı geride bırakan İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Türkiye’nin en önemli, dünyanın sayılı tarih-kültür miraslarından birini bünyesinde barındırıyor. Son Osmanlı döneminin bu en büyük tarihi eser kurumu, Anadolu ve Ortadoğu coğrafyasındaki medeniyetlerin benzersiz eserlerine ev sahipliği yapıyor.
BİR EFSANENİN TARİHİ
Kleopatra nasıl kleopatralaştırıldı?
Sanat aracılığıyla efsaneleşen tarihî kişilikler arasında Kleopatra belki de en ilginciydi. Bu onun hem Mısırlı, yani Batılıların gözünde esrarını koruyan bir Doğulu, hem de bir kadın olmasından kaynaklanıyordu. İki bin yıl boyunca resim, oyun ve filmlerle tam bir klişeye dönüştü.
SON MISIR KRALİÇESİNE YENİ BİR BAKIŞ
BÜYÜK KLEOPATRA
Mısır Kraliçesi VII. Kleopatra bir klişe olarak ölümsüzleşti. Kötü şöhretinin kökenleri, daha yaşarken Roma’da kurulan propaganda makinesine dayanıyordu. Romalıların gözünde sadece “barbar” bir ülkenin hükümdarı olmakla kalmıyordu, Caesar ve Marcus Antonius gibi Romalı kahramanları baştan çıkaracak güce sahip bir “kötü kadın”dı.
İSTANBUL’DAKİ KÖPEK SÜRGÜNLERİ
Köpeklerin ahı tuttu, Sivriada Hayırsız oldu
İstanbul’da şehir sakinleriyle geleneksel bir uyum içinde yaşayan köpekler, halktan çok idarecilerden çekti. İlk iki sürgün kararı ahalinin infiali nedeniyle iptal edilirken, modernleşme gerekçesiyle yapılan üçüncüsü dört ayaklı İstanbullulara en acı darbeyi indirdi, sürgün yeri Sivriada’nın ismini Hayırsız Ada’ya dönüştürdü.
SULTAN ABDÜLHAMİD'İN TAHT OYUNLARI
Osmanlı sultanının ‘tek adam’lık yolunda gerçekleştirdiği işbirlikleri, entrikalar ve siyasi manevralar
Padişahlığa gelişiyle birlikte ipleri eline almaya karar veren Sultan II. Abdülhamid’in en önemli rakibi, Meclis ve Osmanlı bürokrasisi idi.
II. ABDÜLHAMİD’İN ZADEGÂN VE GÜVENLİK SİYASETİ
‘Halife padişah’a bağlı sivil ve askerî kuvvetler
Meclis-i Mebusan, II. Abdülhamid kadar Bâb-ı Âlî paşalarını da rahatsız etmişti. Birçok taşra soylusu da meclissiz bir yaşam istiyordu. Bunların oğulları saraydaki “Aşiret Mektebi”nde eğitiliyor, her şeyden önce padişaha/halifeye bağlı bireyler olarak yetiştiriliyordu. Hamidiye Alayları da, sadece adını taşıdıkları sultana hesap vermekteydi.
CUMHURİYET DÖNEMİ-1933 DARÜLFÜNUN REFORMU
Profesörler geldi, müderrisler gitti
Osmanlı devrinden kalma İstanbul Darülfünunu’nun yerine modern bir bilim kurumu yaratmayı amaçlayan girişimin bir yüzü reformsa, diğer yüzü tasfiyeydi. Kadro dışı bırakılan 157 öğretim görevlisi içinde, ünlü tarihçi Ahmet Refik Altınay’ın aralarında bulunduğu, üstad kabul edilen biliminsanları da vardı.
27 MAYIS DÖNEMİ-147’LER VAKASI
Şarklıyı “kürtçü” diye inançlıyı “gerici” diye
Daha sonra 14’lerle birlikte kendisi de tasfiye edilecek olan 1960 darbesinin Milli Birlik Komitesi üyesi Kurmay Binbaşı Orhan Erkanlı’nın anıları, çeşitli üniversitelerden 147 öğretim üyesinin tasfiyesinin yanlış ve haksız bir uygulama olduğuna tanıklık ediyor: “Her türlü kanaate, inanışa taarruz ediyor, solcusunu da sağcısını da atıyorduk…”
27 MAYIS DÖNEMİ-EMİNSULAR
Ordudaki en büyük tasfiye
27 Mayıs 1960 darbesiyle yönetimi ele alan Milli Birlik Komitesi, Cumhuriyet tarihinin ordu içindeki en büyük tasfiye operasyonunu gerçekleştirdi. Zorunlu olarak emekli edilen 235’i general, beş binden fazla subay Emekli İnkılap Subayları Derneği (EMİNSU) adıyla örgütlendi ve yıllarca orduya dönmek, özlük haklarını alabilmek için mücadele etti.
ERKEN CUMHURİYET DÖNEMİ-HEYETİ MAHSUSALAR
Mağdurları 10. Yıl Affı bile kurtaramadı
Cumhuriyet’in kuruluş döneminde Osmanlı Devleti’nden “miras alınan” kadroları “temizlemek” amacıyla özel yetkilerle donatılmış askerî ve sivil kurullar oluşturuldu. Heyeti Mahsusalar, Milli Mücadele’ye katılmayan, düşmanla işbirliği yapan asker ve sivil kişileri yargılamakla görevliydi. Bütün büyük tasfiyelerde olduğu gibi, günahsızlarda hırpalandı.
II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ-TENSİKAT KANUNU
Liyakat unutuldu, sonuç tensikat oldu
II. Meşrutiyet döneminin tensikat siyaseti haklı bir nedene dayanıyordu. Zira, Sultan II. Abdülhamit döneminde, Tanzimat’ın devlet hizmetinde çalışmanın tek ölçütü olarak getirdiği liyakat ilkesi büyük yara almış, olur olmadık insanlar hak etmedikleri yerlere getirilmiş, kendilerine yüksek rütbeler bahşedilmişti. Meclis-i Mebusan, tasfiyenin adaletli bir biçimde yürütülebilmesi için azami gayreti gösterdi, fakat uygulamanın bir toplumsal deprem yaratmasının önüne geçemedi.
OSMANLI DÖNEMİNDE DEVLET-MEMUR İLİŞKİSİ
Önce padişahın kulu sonra devletin memuru
Osmanlı devlet mekanizması Fatih Kanunnamesi ile tamamen kurumsallaşmıştı. İstihdamlar, terfiler, aziller kesin kurallara bağlıydı. Bunalım, isyan ve reform dönemleri hariç, kimse rastgele işe alınmaz, sıraya, liyâkata bakılırdı. Ama devlet dairelerinde çalışanların çoğunun iş güvencesi, sabit maaşı yoktu. Maaş alan imtiyazlı yüksek bürokratların kaderi ise, “patron”un, yani padişahın iki dudağı arasındaydı.
OSMANLILARDAN 12 EYLÜL’E TOPLU TASFİYE HAREKETLERİ
Büyük tensikatlar ve kuruyla yanan yaşlar
Gerek Osmanlı, gerekse Cumhuriyet dönemleri, devletin kimi kaçınılmaz, kimi keyfî birçok “toplu temizlik” hareketine sahne oldu. Hepsinde ortak olan nokta, süreçlerin iyi yönetilememesi neticesinde masumların da zarar görmesiydi.
12 EYLÜL DÖNEMİ-1402’LİKLER
Kovmayalım da besleyelim mi?
12 Eylül 1980’de Ordu “emir-komuta zinciri” içinde yönetime el koymuş, cuntacı beş generalin oluşturduğu Milli Güvenlik Konseyi seçilmişleri devirmişti. Tarihe ceberrut uygulamalarıyla geçen 12 Eylül rejimi, 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası’nda yaptığı değişiklikle yaklaşık 5 bin kamu çalışanını sorgusuz sualsiz işten çıkardı. Tasfiyenin “1402’likler” olarak anılan mağdurları arasında, iki değerli akademisyen, tarihçi Mete Tunçay ve siyaset bilimci Baskın Oran da vardı…
YAŞARKEN YAZILAN TARİH II
Türkiye 15 Temmuz’da tarihinin en uzun, en zor gecesini yaşadı. Bütün dünya nefesini tutarak askeri darbe girişiminin felaket filmini andıran dehşet verici görüntülerini izledi. Dakika dakika o tarihi gece ve sonrasında yaşananlar…
ULUSLARARASI BİR KÜLTÜR MİRASI
Kiliseden de camiden de daha fazlası
Ayasofya: 1479 yıllık İstanbul Ayasofyası, sadece Türkiye’nin değil, dünyanın belki de en büyük, en muhteşem çokkültürlü anıt yapısı. 718 yıl kilise, 477 yıl cami, 82 yıldır müze olarak hizmet veren tarihî eser, inançların, mimarinin ve sanatın tepe noktası. Tarih boyunca farklı coğrafyalarda kilise-cami, cami-kilise dönüşümleri ve Ayasofya tartışmalarının günümüzdeki yankıları...
SUİKAST SİYASET SAHNESİNDE CİNAYET
Öldürülen liderler ölmeyen idealler
Siyasi bir araç olarak suikast, çağlar boyunca sıklıkla başvurulan bir yöntem olarak tarihi etkiledi. Gerçekten öyle mi? Sansasyon yaratan, tetikçilerini meşhur eden, üzerine kitaplar yazılıp komplo teorileri üretilen unutulmaz suikastler, aslında ne katillerin ne de perde arkasındakilerin istediği sonuçları doğurdu. Tarihin tekeri geri dönmüyor.
BATI DÜNYASINDA ŞAKŞAKÇILIK
Ödülü menfaat bedeli nefret
La Fontaine’in Karga ile Tilki’si, dalkavukluk üzerine yazılmış en ünlü satırları içerir. Oysa şairin kendisi de dönemin maliye bakanının “maaşlı şairiydi.” Yalakalık hep nefret konusu oldu ama tarihte pek çok büyük yazar ve devlet adamı aynı zamanda başarılı birer dalkavuktu.
YANDAŞ GAZETECİLİĞİN BABASI
Baba Tahir: Saraydan destekli basın patronu
Türkiye’deki yandaş ve besleme gazeteciliğin öncülerinden Baba Tahir, II. Abdülhamit dönemindeki jurnalleri, meslektaşlarını hedef göstermesi, gazetesini şantaj amaçlı kullanması ve çıkarları için yalan haber yapmasıyla ün yaptı.
Osmanlı biat kültürünün yıldız oyuncuları onlardı
Osmanlı kültürüne özel dalkavukluk, ortalama bir zamanlamayla III. Murad’dan II. Mahmud’a 260 yıllık süreçte olageldi. Tanzimat öncesi evrelerde dalkavuklara rağbet zirvede olmalı ki, dalkavuk esnafı, loncası, kâhyası, öyküleri; ellerini eteklerini öptükleri sultanları, kapılarını çaldıkları saraylar, konaklar, dip bucağında oturdukları meclisler hep vardı.
GEÇMİŞ ZAMAN YANDAŞLARI
Dalkavuklar, çanak yalayıcılar, yardakçılar
Dalkavuklar tarih boyunca iktidar sahiplerinin yanından hiç eksik olmadı. Kimi zaman gönüllü kimi zaman ücretli olarak kralın, padişahın, efendinin kararlarını, laflarını, davranışlarını “fazlasıyla” onayladılar. Günümüzde rezilliği çıkmış eski bir mesleğin Doğu’da ve Batı’daki yansımaları.
EĞİTİM-EĞİTİMSİZLİK
Ezberci medreselerden ‘modern’ imam hatiplere
Geçen asırların medreselerdeki verimsiz öğretme-belletme manzaraları da, bir bakıma sivil taburlar gibi görülen Köy Enstitüleri uygulamaları da bilimsel, çağdaş, hümanist bir gelenek yaratamazdı. Bugünse eğitim dünyamızın gözdeleri ve geleceği artık imam-hatipler.
ZORUNLU GÖÇLER
İnsanlık durumundan, insanlık dramına…
İkinci Dünya Savaşı’ndan beri ilk kez dünyada mülteci sayısı 40 milyonu geçti. 1945 yılında da buna yakın sayıda mülteci Avrupa’nın dört bir yanında aç, sefil dolanıp duruyordu. Şimdi, en kalabalık kafileler, savaşlar ve katliamların paramparça ettiği Ortadoğu ülkelerinden dünyaya dağılıyorlar. İlk durakları komşu ülkeler, yolları da çoğu zaman Akdeniz oluyor, ama hiçbir yolu denemekten vazgeçmiyorlar.