1. Dünya Savaşı’nın doğu cephesinde görev yapan Yeni Zelandalılar, Çanakkale’deki Anzak birlikleri içindeki “nz”lerdi. Önemli oranda kayıp veren Yeni Zelandalılar hem Anzak hem Seddülbahir sektöründeki muharebelere katıldılar, kritik görevlerde rol aldılar. “Kiwi”lerin Çanakkale öyküsündeki kırılma noktaları ve ayrı bir millet olarak ortaya çıkışları.
Büyük Britanya 1. Dünya Savaşı’na katıldığında tüm kolonilerinden asker talebinde bulunmuştu. İmparatorluk bir savaşa girerse, kanunlar gereği koloniler de girmeliydi. Yeni Zeland(a), 1840’tan beri İngiltere’nin kolonilerinden biriydi ve ülkedekiler için imparatorluğa hizmet bir erdem olarak görülmekteydi. Bu nedenle hükümet, savaşa katılacağını hemen açıklamıştı. Kanada, Avustralya gibi çoğunluğunu İngiltere’den göçedenlerin oluşturduğu koloniler arasında, 1. Dünya Savaşı’na nüfusuna oranla en fazla asker gönderen Yeni Zelanda olmuştu.
Yeni Zelanda ilk etapta 8.000’den fazla asker göndermeyi kabul etmişti. Çanakkale’de çarpışan Akdeniz Seferî Kuvvetleri Komutanı General Ian Hamilton bu miktarı 8.556 olarak belirlemişti. Yeni Zelandalı askerlerin 7.447’si Gelibolu’da öldü veya yaralandı.
1914’te Büyük Savaş patlak verdiğinde, Yeni Zelandalıların ilk amacı bir maceraya katılmak ve yeni bir yer görmek olmuştu. İkinci motivasyon kaynağı vatan bayrağı idi ama, bunun İngiltere bayrağı olduğuna dikkati çekmek gerekir; zira o dönemde hiçbir Yeni Zelandalı kendini “Yeni Zelandalı” olarak tarif etmemekteydi. Onlar için ev, İngiltere demekti. Savaşa katılan Yeni Zelandalı taburların isimlerinden de anlaşılacağı gibi Auckland, Wellington, Otago ve Canterbury olarak her biri ayrı bir bölgeyi temsil etmek üzere kurulmuştu. Bunlar birbiriyle rekabet eden bölgelerdi.
Birliklerin savaş bölgelerine dağıtımı yapılmadan önce ilk durakları Mısır olmuştu. Yeni Zelandalılar burada Avustralyalılar, Hintler gibi diğer kolonilerden gelenlerle ve hattâ Mısırlılar gibi kendilerinden çok farklı bir medeniyete sahip insanlarla karşılaşınca, ilk defa sadece farklılıklarını değil benzerliklerini de görmeye başladılar. O dönemde kullanılan “Avustralasya” tabiri, Avustralya’nın bölgede baskın unsur olduğunu yansıtır. Mısır’da Avustralyalıların daha cüretkar ve bağımsız, hattâ saldırgan olduğu, Yeni Zelandalıların ise daha ketum ve disipline uygun davrandığı görülmüştü. Kısaca hem İngilizler, hem Yeni Zelandalılar birtakım farkları görmeye başlamıştı. Yeni Zelandalı askerlerin tuttukları günlüklerde, Avustralyalıları “cahil, kaba, ukala, sarhoş” olarak tarif ettikleri görülür.
Çanakkale Muharebeleri’ne ilişkin en önemli referans eserlerden birini (Gallipoli: The New Zealand Story) yazan Christopher Pugsly, savaş sırasında zaman ilerledikçe, yaptıkları her başarılı işin Avustralyalılara mâledilmesi; gazetelerde, raporlarda sürekli Avustralyalıların zikredilmesi gibi nedenlerle, Yeni Zelandalıların Anzak (ANZAC – “Avustralya ve Yeni Zelanda Kolordusu”nun İngilizce yazımının başharfleri) kavramından uzaklaştığını belirtmiştir. Bir dönem, Yeni Zelandalıların kendilerine “Kiwi” dedikleri bile görülmüştü.
Yeni Zelandalılarda ulus bilincinin Çanakkale Savaşı’yla beraber geliştiği düşünülmektedir. Ancak bazı görüşlere göre Yeni Zelandalıların İngiltere’den farklı bir devlet ve İngilizlerden farklı bir ulus olduklarını anlamaları, 2. Dünya Savaşı’ndan sonraya ve hattâ 1970’lerden sonraya kalmıştır. Savaşı yaşamış madalyalı bir askerin görüşüne göre ise “Yeni Zelanda kesinlikle Anzak Koyu çıkarması ile Somme Muharebesi’nin bitişi arasında bir yerde ulus haline gelmiştir”.
Yeni Zelanda birlikleri savaşa katılmak üzere 1914’te yola çıktıklarında ilk olarak 1. Avustralya Tümeni’ne dahil oldu. Mısır’a vardıklarında Yeni Zelanda kampı Zeytun’da kurulmuştu. Anzak Kolordusu’nun komutanı olan İngiliz general Birdwood asker tarafından sıcakkanlı bir insan olarak tanınmıştı. Askerle biraraya geldiğinde selam veren, konuşan bir komutan olması askerde bu izlenimi uyandırmıştı. Kolordunun iki tümeni bulunmaktaydı: 1. Avustralya Tümeni ve 2. Tümen olarak da bahsedilen Yeni Zelanda ve Avustralya Tümeni. Yeni Zelandalı birliklerin bulunduğu bu ikinci tümenin komutanı General Godley idi. Godley, 1910’dan beri Yeni Zelanda Askerî Kuvvetleri Komutanlığı’nı yürütmüştü. Birliklerinin Gelibolu’ya sevkedilmesinden itibaren Yeni Zelanda ve Avustralya Tümeni’nin komutanı oldu. Asker tarafından pek sevilen bir komutandı değildi; daima disiplin bekleyen, sorunlarla ilgilenmeyen, hattâ selam bile vermeyen bir komutandı. Bu iki komutan gibi diğer Yeni Zelanda birliklerinin komutanları da İngilizlerden atanmıştı. Bu birliklerin haricinde Yeni Zelanda Atlı Piyadeleri, arazi yapısı nedeniyle atlarını bırakarak, Mayıs ortalarında Gelibolu’ya gelmişti. Bu tugayın özelliği Boer Savaşı’nda kahramanlığıyla ün yapmış olmasıydı. Ayrıca Yeni Zelanda yerlilerinden oluşan bir Maori birliği de Gelibolu’ya gelecekti.
Anzak Kolordusu 25 Nisan 1915’te, sonradan Anzak Koyu olarak da adlandırılacak bölgenin de içinde yeraldığı, Kabatepe kuzeyi ile bugün Anzak tören alanının bulunduğu Balıkçı Damları arasında kalan sahil şeridine çıkarma yaptı. Karaya ilk çıkanlardan Auckland Taburu, Haintepe’ye sevk edilmişti. Ancak sarp yolda asker dağılmış ve yolunu kaybetmişti. Saat 13.30 civarında Kılıçbayırı’na ulaşabilen Yeni Zelandalı askerler ilk defa Türklerle karşılaştılar. Kılıçbayırı’nda başlayan çarpışmalar Cesarettepe’de devam etti. Yeni Zelandalılar ilk gün ağır kayıp verdiler; ancak daha sonra bölgenin belkemiğini oluşturacak, Bombasırtı’ndaki mevziyi ele geçirdiler (Bu nokta daha sonradan Avustralyalı tabur komutanının adıyla “Quinn’s Post” olarak anıldı).
Yeni Zelandalıların bundan sonraki görevi 1 Mayıs’ı 2 Mayıs’a bağlayan gece, Anafartalar sektöründe, kıyıdaki Lala Baba Tepesi’ni ele geçirmekti. Canterbury Taburu’ndan 50 kişilik bir grup, başlarında İngiliz bir subay olmak üzere tepeye saldırı ve sadece 14 Türk askerinin tutuğu siperi ele geçirdi.
Bombasırtı, Çanakkale Boğazı’na doğru giden yolda en ileri mevziyi oluşturunca, İngiliz komutanların da en önem verdiği nokta hâline gelmişti. Bu mevzi, Türk birliklerince üç taraftan çevrilmişti. 1 Mayıs’tan itibaren Bombasırtı’nı kuşatan14. Alay’dan Türk keskin nişancılar bölgede baş çıkarttırmamaya başlamıştı. Bu durumu ortadan kaldırmak ve bölgeyi rahatlatmak için, hâkim konumdaki Kılıçbayırı’nın ele geçirilmesi gerekmekteydi. Birdwood, bu görevi Godley’e vermişti. 2 Mayıs’ta Kılıçbayırı’nı ele geçirmek üzere harekete geçildi. Ancak Türk birlikleri şiddetle cevap verdi. Muharebe özellikle Otago Taburu için büyük kayıpla sonuçlandı. Bu çarpışmada ölenlerin çoğunun cesetleri, uzun süre açık alandaki sırtta kaldı ve burası Dead Man’s Ridge (Ölü Adam Sırtı) olarak adlandırıldı. Yeni Zelanda gazetelerinde kayıp rakamları yayımlandığında, bütün ülke şoke olmuştu.
İstilacılar Arıburnu’nda olduğu gibi Seddülbahir sektöründe de umdukları ilerlemeyi kaydedememişti. Bu nedenle Arıburnu’nda görev yapan Yeni Zelanda birlikleri, destek olarak Seddülbahir’e çekilerek yeni bir taarruz planlandı. Yeni Zelandalılar 8 Mayıs’taki taarruzda Alçıtepe köyüne üç koldan saldırmış, az bir ilerleme sağlamış ama sonunu getiremeyerek geri çekilmek zorunda kalmışlardı.
Kılıçbayırı’nın üzerine bir de Seddülbahir yenilgisini yaşayan Yeni Zelandalılar, İngiliz komutanlara güvenlerini iyice kaybetmeye başladılar. Onlara göre taarruz planları iyi yapılmamakta, iyi idare edilmemekteydi. Teçhizat yetersiz, yemekler kötüydü. Ayrıca kendilerine hiç iyi davranılmamaktaydı. Üstüne üstlük her başarısızlık Yeni Zelandalılara mâledilmekteydi. İngiliz komutanlardan her fırsatta “nizami asker olsa başarılı olunacağı” sitemleri duyulmaktaydı.
Arıburnu’nda Türk birliklerinin düzenlediği 19 Mayıs taarruzu başarısız olmasına rağmen İngilizleri telaşlandırmıştı; bunun üzerine, Yeni Zelanda birlikleri 20 Mayıs’ta tekrar kuzey cephesine döndüler. 24 Mayıs’ta yapılan bir günlük ateşkeste, düşman taraflar ilk defa yüzyüze geldiler. Bu güne dair Yeni Zelandalıların günlüklerine yazdıkları arasında Türk askerini nazik, Alman askerini kaba olarak niteledikleri dikkati çekmektedir. Bazı günlüklerde Türk askerine isimler takıldı; bazı tiplemeler karikatürlerde kullandıldı: Buna göre Abdül, Jacko veya Johnny Turk biraz şişman, biraz da yaşlı bir askerdi.
1915 Mayıs’ının son haftasından itibaren, Çanakkale’de lağım savaşları (yakındaki düşman siperinin altına kadar tünel kazarak, bu noktaya yerleştirilen dinamitleri patlatmak suretiyle yukardaki savunmayı çökertmek ve ilgili siperi ele geçirmek esasıyla) kızıştı. Bu lağım muharebeleri sırasında, iki taraf arasında avcı siperi mesafelerinin 4-6 metreye düştüğü Bombasırtı en stresli bölgeydi. Yukarıda elbombaları havada uçuşmakta, aşağıda ise iki taraf da yeraltından karşılıklı siperlere baskınlar yaparak bunları ele geçirmeyi amaçlamaktaydı. Burada görevlendirilen Canterbury ve Auckland Taburları bu strese dayanamayınca, mevzinin sorumluluğu Wellington Taburu’na ve komutanları William Malone’a bırakılmıştı. En zorlu ve kritik çarpışmaların içinde bulunan 56 yaşındaki Yarbay Malone, 8 Ağustos günü hayatını kaybedecekti.
İngiliz komuta heyeti, Ağustos için yaptıkları yeni planlarda Conkbayırı ve Kocaçimentepe’yi hedeflemişlerdi. Bunun için kilit pozisyonda Yeni Zelanda birlikleri görevlendirildi. Yeni Zelanda Atlı Piyadeleri, 6 Ağustos’ta Çatlak Dere’den ilerleyerek Halit ve Rıza Tepesi’ni ani bir baskınla zaptetmişti. Conkbayırı’na en yakın mevzi olan Şahinsırt’a ilk ulaşan Auckland Taburu ise 7 Ağustos’ta birçok kez taarruza kalkışmış, ancak büyük kayıp vererek geri çekilmek zorunda kalmıştı.
8 Ağustos’ta tekrar ilerlemek isteyen Malone ve taburu kısa bir süre Conkbayırı zirvesinden Boğaz’ın sularını görse de, 14., 25., 64. Alayların karşı taarruzuyla geri atıldılar. 10 Ağustos’ta ise Mustafa Kemal’in şafak sökmeden başlattığı büyük saldırı hem Yeni Zelandalıları Conkbayırı sırtlarından söküp atacak, hem de hâkim tepeler silsilesinde tam kontrolü sağlayarak muharebelerin kaderini belirleyen hamle olacaktı (#tarih, Sayı: 39, Ağustos 2017).
Yeni Zelanda birlikleri son olarak 27 Ağustos’ta Anafartalar sektöründe, Bombatepe ve Kayacık Ağılı mıntıkasında bir taarruza kalkışsalar da bir sonuç elde edemediler.
Yeni Zelanda’nın yerli halkı olan Maoriler de Temmuz 1915 başında Gelibolu’daki muharebelere katıldı. 16 subay 481 erden oluşan Maori Bölüğü Conkbayırı taarruzunda öncü birlikler arasında yer aldı. Dönemin İngiliz gazetelerinde “Maorilerin vahşi savaş çığlıkları Türklerin kalbine korku saldı” veya “Maoriler Haka dansı yapınca Müslüman Türkler şaşkınlık içinde bu tüyler ürpertici serenadı dinledi” gibi cümleler yer almışsa da, 8 Ağustos’ta Şahinsırt’tan ilerlemek istediklerinde Türklerin açtığı ateşle Ağıldere yamaçlarına sürüklenerek çarpışmalara bu bölgede devam edebilmişlerdi.
Maorilerin çarpışmalara katılmasının Türkiye’de yarattığı şaşkınlık ise, Tanin’de yeralan bir haberde “Tarihte ilk defa Boğazlarda ‘yamyamlar’ tarafından yapılan saldırıya karşı koyulması gerekiyor” sözleriyle ifade edilmişti.