Prag doğumlu Alman şair ve yazar Rilke, Rodin’in asistanı olarak çalıştığı dönemde kendisinden bir masa rica etmiş, ünlü heykeltraş da bu isteğini ikiletmemişti. Rilke’nin Rodin’e Mektuplar’ındaki kısa bir mektup, bütünüyle tek bir resme ayrılmış: El Greco’nun “Toledo’nun Görünümü” adlı meşhur tablosuna. Biz de bir kere daha bakalım.
Rainer Maria Rilke’nin (1875-1926) dilimize bir-ikisi çevrilen Rodin’e Mektuplar’ını okurken rastladığım bir ayrıntı, gerekliliği şüpheli bir detektiflik işine soyunmama yolaçtı. Orada bitseydi hiç değilse. Başlayınca duramayanlar için kaybolmak kolayın kolayı; saatlar sürecek bir sekansa dalmış bulundum.
Rilke, yaşlı ustanın asistanı olarak çalıştığı dönemde, taşındığı Rue de Varenne (Paris) sokağındaki odası için, 12 Eylül 1908 tarihli mektubunda bir masa ricasında bulunuyor. İki gün sonrasında teşekkür mektubu yazıp yolladığına bakılırsa Rodin isteğini ikiletmemiş. Neden bilmem, içimde aniden o masayı tanıma fikri doğup büyüdü. Akla gelmeyecek bir kaynakta, karmaşık kişilikli ve kimlikli Kont Harry Kessler’in Uçuruma Yolculuk başlığı altında yayımlanan günlüklerinde, şairin bugün Rodin Müzesi olarak kullanılan binadaki odasında çekilmiş fotoğraflarına ulaştım. Fotoğraflardan ikisi ‘masa başında’ çekilmişti.
Sözkonusu yapıyı, ilginçtir, Rilke üzerinden keşfetmiştir Rodin. O zamana dek asıl karargahı, sonunda bahçesine gömüldüğü, ziyaret ettiğimde uzun bir fotoğraf seansı gerçekleştirdiğim Meudon kâşânesiydi.
Harry Kessler’in güncesi meğer define adasıymış! Kont, Rodin’le de buluşmuş, söyleşmiş; orada, büstlerini yaptığı zevat hakkında söyledikleri, insanın kendisini kendisine benzetme(me) eğilimi bakımından düşündürücü örnekti -farklı kaynaklarda benzer değerlendirmelere rastladıydım. Rodin, Mme de Noailles’ın burnunun büyük göründüğü itirazıyla poz vermeyi sürdürmediğini aktarıyor sohbetlerinde! Hugo, büstünün ona benzemediğini, Puvis de Chavannes yeterince “güzel” durmadığını dile getirerek mutsuzluklarını ifade etmişler -oysa üçüncü kişiler model ile büstün tıpatıp benzeştikleri konusunda hemfikirlermiş.
Kont, Maillol ve Hoffmansthal ile Yunanistan gezisine çıkmış. Delfoi’da, Olympos’ta ustaların yorumlarını sıcağı sıcağına defterine geçirmiş, gene fotoğraflar çekmiş. Değerli bir tanıklık bu.
Apollon tapınağında, Maillol’un sırttan çekilmiş fotoğrafı beni Delfoi’ya sürükledi o an.
Bir vakitler, “Ekphrasis Antologyası” inşa etme düşüncesine kapılmıştım; öyle tasarıları çökerten, konunun enginliği oluyor; insan bazı canalıcı örneklerin yanından geçmekten, onları iş işten geçtikten sonra keşfetmekten çekiniyor -oysa ne var, zaman içinde geliştirilebilir antologyalar.
Rilke’nin Rodin’e Mektuplar’ındaki kısa bir mektup, bütünüyle tek bir resme ayrılmış: El Greco’nun o sıralarda (Ekim 1908) Paris’te sergilenen “Toledo’nun Görünümü”ne. Şair heyecana kapılmış; usta gidip görsün, sonra oturup uzun uzadıya üzerinde konuşsunlar istiyor besbelli.
Bugün El Greco’nun MET koleksiyonunda yeralan 121×106 cm. boyutlarındaki, 1596-99 arası gerçekleştirdiği tahmin edilen, yaşarken elden çıkarmadığı tablo (Hemingway’in müzenin en önemli yapıtı saydığı biliniyor), ikizi “Toledo’nun Görünümü ve Planı” (1610) ile birlikte, ‘kent manzarası’ bağlamında çığır açıcı çıkış olarak nitelendiriliyor.
Beni burada ilgilendiren, iki şairin resme bakarak yazdıkları: Rilke ve Claudel, zıt düşünce ve duygularla ayrılmışlar önünden.
İlki, renklerini uykusuzluk ile buluşturuyor tablonun; “insan böyle düşler görmeli” diye yazıyor Rodin’e. İkincisi (tam burada, birden, Rodin’le bağlantısı karışıyor Claudel’in, işin içine, kızkardeşi trajik Camille üstünden -ama konuyla ilgisi yok bunun), ‘aşırı gayretkeş’ bulduğu El Greco’yu sevmiyor; renk bahsinde Rilke’nin karşı kutbunda; ya “soğuk palet” tamlamasına başvuruyor ya tersine “zehir saçan yeşil”den dem vuruyor.
Giritli El Greco, uzun Roma parantezinin ardından İspanya’ya demir atmıştı. O dönem açısından sıradan sayılamayacak güzergah.
Sayısız kent değiştirerek yaşamıştı Rilke. Diplomatlık mesleği birçok ‘uzak’ kente sürüklemişti Claudel’i. Buna karşın, El Greco’daki “yabancı hemşeri”nin, Cemal Süreya’nın deyişiyle “bir kentin dışarıdan görünüşü”ne odaklanmasının mahiyeti onları kurcalamamış demek.
El Greco, neden Toledo’yu böyle göstermek istemişti?
İçine, içeri, alınmadığı duygusunu taşıyor olabilir miydi?
Belki bundan, fırtına renklerinden bir kâbus atmosferini “zehirli” dokunuşlarla vermeyi seçmişti -kimbilir.