KKTC’de işler ne Ada halkı ne de Türkiye için iyi gitmiyor. 1974 Harekatı’nı kurtuluş olarak gören Kıbrıslı Türklerin beklentileri ne yazık ki gerçekleşmedi. Yıldönümleri, oturup düşünme, muhasebe yapma zamanları. Ortada bir başarı hikayesi olmadığına göre, Ankara ve Lefkoşa 50. yıl vesilesiyle kafa kafaya verip “nerede hata yaptık” diye sorgulamalıdır.
Kıbrıs Barış Harekatı olarak anılan 1974 müdahalesinden bu yana, Ada fiilen 2 bölgeli bir yapıya büründü. Kıbrıs Türk tarafı Ada’nın kuzeyinde ilerideki bir federasyonun Kıbrıs Türk kanadını oluşturmak üzere, 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni (KTFD) kurdu. 15 Kasım 1983’te ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) ilan etti.
KKTC’nin ilanı müzakere masasında siyasi eşitliği pekiştirme amacıyla açıklanırken, kimileri bu hamleyle KTFD anayasasına göre tekrar seçilmesi mümkün olmayan Rauf Denktaş’a ilelebet cumhurbaşkanı seçilmesi olanağı sağlanmasının hedeflendiğini ileri sürdü. Dünya ise KKTC’nin ilanını, Türkiye ve Kıbrıs Türk toplumunun federasyon hedefinden uzaklaşması olarak gördü ve bu devleti tanımaya yanaşmadı; KKTC’ye ciddi ambargolar uygulanmaya başladı.
KKTC ilanından önce imzalanan 1977 Denktaş-Makarios ve 1979 Denktaş-Kiprianu antlaşmaları, Kıbrıs sorununun 2 bölgeli federasyon temelinde çözümlenmesini öngören antlaşmalardı. Altında Denktaş’ın da imzası olan bu antlaşmalara dört elle sarılmalı, bazı ödünleri de göze alarak bunları yaşatmanın yolları aranmalı, KKTC’nin “yasadışı” duruma düşmesine yol açılmamalıydı.
KKTC’nin bağımsızlığını tanıyan, bu ülkede büyükelçi bulunduran ve ondan büyükelçi kabul eden tek ülke durumundaki Türkiye’nin KKTC’yle ilişkisi 2 bağımsız devlet arasındaki ilişkiden çok ve belki de kaçınılmaz olarak bir “vasallık”, yani idare eden-edilen ilişkisi olarak gelişti. Bugün KKTC bağımsız demokrasilere özgü bütün devlet organlarına sahip; ama bu organlar nihai tahlilde Türkiye’nin güdümünde.
Kıbrıslılar KKTC’yi idare eder gibi görünse de esas yönetenler Ankara ve Ankara’dan gelen Türkiye vatandaşları. O kadar ki, KKTC’nin ilk döneminde Bakanlar Kurulu toplantılarına T.C. Büyükelçiliğinin müsteşarı da katılır ve kararlarda onayı aranırdı. Bu yöntem uzun bir süredir terkedilmişse de Türkiye’nin karşı olduğu herhangi bir karar almak bugün de mümkün değil.
Güvenlik Kuvvetleri adını taşıyan KKTC ordusuna TSK mensubu bir general komuta ediyor. Polis teşkilatı da İçişleri Bakanı’nın değil, Güvenlik Kuvvetleri komutanının emrinde.
Görünürde bir Maliye Bakanı var; ama devletin maliyesini bir zamanlar Yardım Heyeti olarak bilinen ve adı son dönemde T.C. Lefkoşa Büyükelçiliği Kalkınma ve Ekonomik İşbirliği Ofisi olarak değiştirilen T.C. kurumu yönetiyor. KKTC Merkez Bankası’nın başkanlığını T.C. Merkez Bankası tarafından görevlendirilen bir memur üstlenmiş durumda. Yatırımlar T.C. vatandaşı girişimciler tarafından, T.C. devlet bankalarınca sağlanan kredilerle yapılıyor.
Biz “yavru vatan” demeyi çok seviyoruz; ama kağıt üzerinde bağımsız olmakla birlikte kendinden askerî, siyasi ya da ekonomik açıdan daha güçlü bir ülkenin güdümünde olan ülkelere “uydu devlet” deniyor siyaset biliminde.
KKTC bir kapalı sistem. Kapalı sistemler çürümeye müsait sistemler. KKTC sisteminin tek açık tarafı, sıkıştıkça Türkiye’den kaynak aktarma imkanı. Bu da kapalı sistemi beslemeye, sürdürmeye yarıyor. Yaklaşık 400 bin nüfuslu KKTC’ye bir Cumhurbaşkanlığı Sarayı ve Cumhuriyet Meclisi külliyesi kazandırma girişimi de kapalı sistemi yaşatmaya yönelik, gösterişe yönelik bir hamle.
Kamu yönetimi modeli de kapalılığa hizmet ediyor. Yönetici sınıflara mensup kişilerin çocukları işe alınmada kayırılıyor. Bunlar arasıra uğradıkları devlet dairelerinde kamuya yararlı herhangi bir iş yapmıyor. Kimi bir yandan devletten maaş alırken diğer yandan ileride babasının yerini almak için siyaset yapıyor. Kimi girişimci, kamudan aldığı maaş yanında inşaat işleri, hayvancılık, narenciye yetiştiriciliği yapıyor. Belki bir “kafecik” açıyor. Ada’da bir gelecek göremeyen gençler ise Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu alıp AB’nin sağladığı parasız eğitim gibi olanaklardan yararlanarak Avrupa’ya gidiyor ve dönmüyorlar.
Kıbrıs’ın kuzeyinde 50 yıl önce kurulan Türk devleti hâlâ vergi nasıl toplanır, havayolu şirketi nasıl idare edilir, öğretmen tayini nasıl yapılır, elektrik ücreti nasıl tahsil edilir, suçla nasıl mücadele edilir ve bunlara benzer onlarca sorunun cevabını henüz bulamamış gözükmektedir. Bir eski KKTC Başbakanının “en düzgün kanunlarımız İngilizlerden kalanlar” dediğinin tanığıyım.
Ortalama Kıbrıslı, eğitim ve kültür bakımından ortalama T.C. vatandaşından fersah fersah ileridedir. Çağdaştır, laiktir, demokrattır. Çok farklı siyasi görüşlere sahip insanların ne denli uygarca ilişkiler sürdürebileceği konusunda örnek alınabilecek niteliktedir. İngiliz koloni idaresi döneminde, hiçbir mecburiyet altında değilken Atatürk devrimlerini gönüllü olarak kabul edip uygulamış bir toplumdur Kıbrıs Türk toplumu. Kıbrıs’ı Türkiyeleştirmeye, Kıbrıslıyı da Türkiyelileştirmeye ne gerek vardır ne de kimsenin gücü yeter.
Kıbrıslının başlıca iki şikayeti, Türkiye’nin KKTC ile ilişkilerinde kullandığını söyledikleri tepeden bakan üsluba ve Türkiyeli göçmenlere ilişkindir. “Seni ben kurtardım. Maaşını ben ödüyorum. Nankörlük etme. Sus!” tavrımıza haklı olarak tepkilidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, başbakan olduğu dönemde basının karşısında KKTC Başbakanına “Maaşın kaç?” diye sormuştu. Kıbrıslı bu olayı hiç unutmaz. Siyasilerimiz Kıbrıslıya “besleme” de der zaman zaman. Kıbrıslı onu da unutmaz. Kıbrıs Türkü T.C. ile ilişkilerin eşitlik ve karşılıklı saygı temelinde yürütülmesini arzular; buyurucu ve küçük düşürücü tavırlardan yakınır.
Türkiye’nin Kıbrıs’taki Türk-Rum oranını muhafaza etmek, hatta bu oranı Türkler lehine arttırmak için Kıbrıs’a kontrolsüz bir şekilde ihraç ettiği nüfus, bugün Kıbrıslı Türkleri kendi vatanlarında azınlık haline getirdi. Kıbrıslılar KKTC nüfusunun ancak 3’te 1’ini oluşturuyor ve oransal olarak sürekli azalıyorlar.
Bugün KKTC’de yaşayan insanların çoğunluğu 1974 öncesini yaşamamış, gerçek Kıbrıslıların ortak hafızasını oluşturan tarihe yabancı bir halk. Bu ortamda her iki grup da diğerini ötekileştiriyor. T.C. için KKTC’nin sadece stratejik bir değer taşıdığı, başta siyasi liderlerimiz ve bürokratlarımız için KKTC halkının bir önemi olmadığı algısı, Kıbrıs’ın yerli halkında maalesef geniş ölçüde yerleşmiş gözüküyor.
Türkiye’den gelenlerin niteliği de zamanla değişti. İlk başlarda “orada fırsat var” diye gelenler bugün işinsanı oldular. Pek çok iş alanı Kıbrıslı Türklerin kontrolünden çıktı. Bugün marketlerin de eğlence mekanlarının da çoğu artık Türkiye kökenli işinsanlarının.
Kıbrıslı-Türkiyeli ayrışması ve sosyal uyumsuzluk, Rumlarla bir federasyon çatısı altında birleşmeyi savunan ve bu amaçla Kıbrıslılık kimliğini öne çıkaranların savlarını destekliyor, onları haklı çıkarıyor. Kıbrıs Türkü kimliğinin kaybolmasından, 20 Temmuz’un sağladığı kurtuluşun bugün bir yokoluşa dönüşmesinden endişeli.
1974 ve sonrası, Türkiye’de siyasi istikrarsızlığın dorukta olduğu yıllar. Koalisyon hükümetleri Ada’daki gerçekleri ve sorunları doğru teşhis edememişler ve kendi dünya görüşleri doğrultusunda kısa vadeli politikaları hayata geçirmişler. Bir hükümet KİT kurdururken, bir diğeri vergi cenneti yaratma siyaseti izlemiş; bir ara Kıbrıs Türklerini toptan maaşa bağlama fikri üzerinde durulmuş; diğer bir dönem turizmin öne çıkarılmasına ağırlık verilmiş…
1974’ten beri Türkiye’deki bütün iktidarların Kıbrıs için farklı ekonomik modeller uygulama yoluna gitmeleri ve temel bir stratejiye dayanmayan bölük pörçük politikalar, ticari, ekonomik ve bilimsel akıl yerine siyasi aklın yol gösterdiği yanlış uygulamalar, Ada’da istikrarlı bir ekonomik gelişmenin yakalanmasına engel oluşturmuştur.
Birçok ciddi ekonomik düşünce kuruluşunun KKTC’yi ekonomik bakımdan kendine yeterli, sağlıklı ve sürdürülebilir bir yapıya kavuşturmak için neler yapılması gerektiğini inceleyen ve önerilerde bulunan değerli raporları var. Bu raporlar öncelikle devletin küçültülmesi, kamuda istihdamın sınırlanması ve cari harcamalarının kısılması, özelleştirmenin yaygınlaştırılması, doğru teşvik politikalarıyla rekabet gücü olan sektörlerin desteklenmesi gerektiği konusunda görüş birliği içinde.
Türkiye’den onca nüfus taşınmasına rağmen bugün dahi KKTC’nin nüfusu Eskişehir’in Odunpazarı ilçesinden fazla değil. Madem Kıbrıs bir millî dava, ya kesenin ağzı açılıp Ada’nın kuzeyi bir Hongkong’a, Tayvan’a, Monako’ya dönüştürülmeli ya da Kıbrıslının her alanda önünü açan uygun strateji ve politikalarla Ada’da sağlıklı ve sürdürülebilir bir yapının oluşması sağlanmalıydı.
Bunların ikisi de yapılmadı ve Kuzey Kıbrıs’ta bir Türk devletinin kurulduğu tarihten bu yana geçen 50 yıl içinde, gerek Ankara’daki gerek Lefkoşa’daki yönetimler -bugünkü statükonun geçici olduğu inancıyla olsa gerek- siyasette de ekonomide de günü kurtarmaya yönelik, palyatif tedbirlerle idare-i maslahat ettiler.
Yıldönümleri, oturup düşünme-muhasebe yapma zamanlarıdır. Ortada bir başarı hikayesi olmadığına göre, Ankara ve Lefkoşa bu 50. yıldönümü vesilesiyle kafa kafaya verip nerede hata yaptık diye sorgulamalıdır.