Aralık
sayımız çıktı

20. yüzyılda etki ve tepkiyle büyüyen terörizm

Prof. Dr. İlber Ortaylı, eylemci anarşistlerden Ermeni Daşnaksutyun örgütüne, Stalin’den Hamidiye Alaylarına, Makedon komitacılardan Yahudi ve Arap teşkilatlarına, Kızıl Tugaylar ve benzerlerinden günümüze terörist faaliyetlerin yapısı ve mantığını anlatıyor.

Terörizm 19. yüzyıldan itibaren devletleri son derece korkuttu. Şiddet uygulayanlar arasında nihi­list-anarşist akımlara kapılmış olanlar da vardı. Bunlar başlan­gıçta, devlet adamlarına, hane­dan mensuplarına suikastler düzenleme yöntemiyle işe baş­ladılar. 1900 yılında İtalya Kra­lı I. Umberto böyle öldürüldü. Daha dramatik olanı Avustur­ya’nın güzel imparatoriçesi Er­zsebed (Elisabeth) veya Sisi’nin İsviçre gezisinde bir anarşist tarafından öldürülmesidir.

Aynı yıllarda St. Peters­burg’ta Alman sefaretinin önemli bir diplomatı, yakın geleceğin başbakanı von Bü­low’un hatıratındaki bir pasaj enteresandır. Burada, Çarın zaptiye nazırının naklettiği bir hadise aktarılır. Nazır, kendi­sine sol eliyle dilekçe veren bi­rinden şüphelenir ve hemen o kişinin sağ koluna yapışır. Ada­mın kolunu kırarak sağ elin­deki tabancayı alır. Bir Erme­ni anarşist olduğu ortaya çıkan suikastçi, hızlı bir mahkemeyle o akşam idam edilir. Bu tip sui­kastçilerin “Narodnaya Volya” hareketi içinde yaptıklarıyla pek bir yere gidilmeyeceği görü­lür. Çarlık Rusyası’nın İçişleri Bakanı Plehve, hatta daha evvel Çar II. Aleksander da aynı şekil­de öldürülmüştür.

20. yüzyılda etki ve tepkiyle büyüyen terörizm-1

Aslında Çernişevski daha 1861’de Petropavlosk’da mah­kumken hapishaneden çıkan notları, Rus gençliğinin “ihtilal­ci İncil”i haline gelmişti. Onun yazdığı Ne Yapmalı? kitabı, en­tellektüel, liberal ve sosyalist mücadelenin terörist örgütlen­meye gitmesini kaçınılmaz kıl­mıştı ama yollarını bulamadık­ları da açıktı.

Şurası bir gerçektir ki 19. yüzyıl sonunda milletlerin millî kuruluş hareketlerinin yapısı, liberal politikacıların, entellek­tüellerin, salon toplantılarının, siyasi cemiyetlerin ifade ettiği­nin ötesinde bir teşkilatlanmayı yarattı. Bu yaratıcılar (!) “siz bir işe yaramazsınız, bizim prob­lemlerimize çözüm getiremez­siniz” diyorlardı.

Osmanlı İmparatorluğu’nda devletle ılımlı yaşayan Erme­niler 1890’da Tiflis’te Mikaeli­an önderliğinde Daşnaksutyun örgütünü oluşturdular. Bunun sonucu, aslında 1914 Şubatında Ruslarla yapılan Yeniköy Ant­laşması’na kadar taşındı. Doğu Anadolu’da otonom bir idare teşkil edilmek istendi. Nüfusla­rı göreceli az olsa da, Ermeni­lerin bu bölgede söz sahibi edil­mesi öngörülmüştü. Buradaki hareket doğrudan doğruya hem merkezî idareye hem de bölge­deki Kürtlere karşıydı.

20. yüzyılda etki ve tepkiyle büyüyen terörizm-4
Alman bankacıya suikast Kızıl Ordu Fraksiyonu, daha yaygın adıyla Baader-Meinhof Grubu 1970’lerden 1998’e kadar birçok terör eylemine imza attı. Deutche Bank CEO’su Alfred Herrhausen bombalanan otomobilinde can verdi, 30 Kasım 1989.
Getty Images

II. Abdülhamid tarafından teşkil edilen Hamidiye Alayla­rıyla, bir bakıma Kürtlerin bu sayede taarruza geçmeleriyle, Daşnaksutyun hareketi büyüdü. Aynı tarihlerde Hristo Tatarc­hev’in kurduğu İMRO hareke­ti de Makendonya’nın bağım­sızlığını hedefleyen şiddetli bir komitacılık hareketi olarak or­taya çıktı. Komitenin faaliyet yoğunluğu İlinden Ayaklanma­sı’na kadar uzandı. Bu noktada, rahmetli hocamız Tarık Zafer Tunaya’nın bir tesbitini hatır­latmakta yarar var. Kendisi “İt­tihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) de hem parti hem çalış­ma modelinin kökeni Avrupa’da değil Balkanlar’da aranmalıdır” demiştir. İTC talebe arasın­da bir hürriyet cemiyeti olarak kuruldu, fakat kısa zamanda Makedon ihtilalcilerle savaşan subayların elinde bir komitacı­lık hareketine dönüştü. Bir ha­reket, diğerinin tepkisini yaratır ve etkilendiği yerden fazla uza­ğa düşmez.

Stalin’in Kafkaslar’dan ge­tirdiği şiddet modeli de, başta Ermeni Daşnaksutyun hareketi olmak üzere, dönemin benze­ri terörist faaliyetlerini düzen­leyen örgütlerden etkilenmişti. Stalin’in (o dönem Kafkaslar’da­ki kod adı Koba’dır) partisinin Bolşevik kanadı adına başvur­duğu metod, doğrudan doğru­ya en şedit bir terör modeliydi. Muhtelif bankaları bombalamak hatta posta trenlerini yoldan çı­karmak gibi yöntemlerle Bolşe­vik faaliyetlere para temin etti. İşin ilginç yanı, Rus Sosyal De­mokrat Partisi’nin Menşevik ka­nadından Güney Kafkasya bölge sorumlusu Leonid Krasin bile onun yöntemlerine ses çıkarma­dı. Yaptığı reformlarla hem sos­yalistleri hem aristokrat kanadı hem de pek akıllı olmayan Çar 2. Nikola’yı bile kızdıran Rus­ya Başbakanı Piyotr Stolipin de 1911’de bir tiyatroda suikast so­nucu öldürüldü.

1. Dünya Savaşı sosyalist veya ulusalcı terörist hareket­leri ortadan kaldırmış değildir. Daha doğrusu bunlar biraraya geldiler. Yeni kurulan Polonya Cumhuriyeti bile, sınırları için­deki Batı Ukrayna’nın entegrist, bütüncül milliyetçiliğiyle ve onun terörist saldırılaryla, çift­lik baskınları gibi terör hareket­leriyle uğraşmak zorunda kaldı. Polonya jandarmasının Ukray­nalılar üzerindeki baskısına böyle cevap veriliyordu.

Sonraki dönemde siyonist yerleşmecilerle yerli Araplar arasında Filistin’de çatışmalar başladı. 1929’da 67 Yahudinin öldürüldüğü bir saldırıdan son­ra, Yahudilerin paramiliter ha­reketi Hagana iyice kuvvetlen­di. Bir müddet sonra bu örgü­tün yöntemlerini bile yumuşak bulan İrgun örgütü ortaya çıktı. İlkinin başında David Ben Gu­rion vardı, ikincinin en önem­li adamı ise Menahem Begin’di. Ben Gurion’un geleceğin İsra­il’inin ilk başbakanı, Begin’in ise Camp David’de Mısır’la uz­laşmayı sağlayan başbakan ol­ması bir tesadüf değildir.

20. yüzyılda etki ve tepkiyle büyüyen terörizm-3
İngilizlere siyonist saldırı Kudüs’deki İngiliz mandasının karagâhı olan King David oteli Radikal siyonist örgüt Irgun’un bombalı saldırısından sonra yerle bir oldu, 22 Temmuz 1946.

Yahudi terörüne karşı Filis­tinlilerin İzzeddin el-Kassam önderliğinde örgütlenmesi çok ilginçtir. Ürdün’ün ilk Britanya­lı komutanı Glubb Paşa’nın “bu adamlara önce saldırgan olmayı öğretmem gerek” dediği Filis­tinliler, şimdi bir terör örgütü kurmuşlardı. Karşılarındaki Ya­hudiler de, asırlar boyu Avru­pa’da ezilerek kapağı Filistin’e atan bir kavimdi.

İrgun örgütünün 1946’da Kudüs’teki King David Oteline (İngiliz sivil ve askerî merkez karargahı) yaptıkları bomba­lı saldırı, korkunç bir Britanyalı katliamı olarak sonuçlandı. Ben Gurion bu olaydan sonra İrgun hareketini provokatör olarak, Yahudi halkının en büyük düş­manı olarak nitelemiştir.

Bu tip ulusalcı terörün dışın­da, modern çağda yani 1970’ler­den sonra, “uyuşan ve uyuşuk bir orta sınıfın ve beynelmilel­leşen bir kapitalist sınıfın hük­mettiği” Avupa’da çeşitli slogan ve tahlillerle terörist örgütler kuruldu. İtalya’da Renato Puc­ci’nin Brigake Rosse’si (Kızıl Tugaylar), Almanya’da Ulrike Meinhof ve Andreas Baader’in Rote Armee Fraktion’u (Kı­zıl Ordu Fraksiyonu) bunlara örnektir. 1977 içinde Almanya başsavcısı Siegfried Buback’ı ve ardından Dresdner Bankasının müdürü Jürgen Ponto’yu kaçı­rıp öldürdüler. Nihayet, eski bir SS subayı olan sanayici Martin Schleyer öldürüldü. O dönem Almanya’daydım; hiçbir belirgin siyasi kimliği olmayan ve Alman toplum şartları içinde herkesin kabul edeceği bir mesleği bulu­nan Ponto kaçırıldığı gün, so­kaktaki orta sınıf kadının, “bir takım pis herif ve kadınların ko­canı kaçırıp yokettiğini düşün­sene” diye birbirleriyle konuş­tuklarını hatırlıyorum.

Toplumun tepkisini doğrusu iyi kullandılar ve Baader- Me­inhof çetesinin önde gelenleri nasılsa “intihar” ettiler. Buna ne Almanya’dan ne de üyesi bulun­duğu AB’den hiçbir ciddi tepki gelmedi, hiçbir hukuk söylemi yükselmedi. ASALA terörü ise herkesin bildiği gibi Ağustos 1982’de, Ankara’da Esenboğa Havalanında sona yaklaşmıştı. Bu olay teröristlerin açık yar­gılanması ve idamıyla netice­lendi. ASALA’nın faaliyetleri, bir yıl sonraki Orly katliamıyla sonlanmıştır.

Bugün dünyada terörist siya­si etkinlikler genellikle Müslü­manlara mâlediliyor. Oysa terör Hindiçin’de, Endonezya’da, Gü­ney Hindistan’da, Afrika’da ve uyuşturucu kartelleriyle işbirliği içinde Latin Amerika’da da aynı derecede yaygındır. Terörün İs­lâm dünyasında üretimin arttığı, toplumsal örgütlenmenin sos­yal katmanlarda nisbeten den­geli olarak yayıldığı bölgelerde, kontrol altına alındığı görülür. Nitekim ciddi çatışma ortamı­nın olduğu İran’da Mücahidin-i Halk örgütü bu nedenle bastırı­labilmiş, yurtiçindeki terör ak­tiviteleri sessizleşmiştir. Şayet ciddi etnik çatışmalar yoksa, te­rörün bu ülkelerde tutunma ola­sılığı da azalır.

Bununla birlikte sebepleri gayet basite indirgeyerek açık­lamak pek doğru yol değildir. Gün geçmiyor ki, terör olayı yeni tip örgütlenmeler ve sal­dırı çeşitlemeleriyle ortaya çık­masın.