İtalyan Yarımadası merkezli Roma ile Konstantinopolis merkezli Bizans arasındaki dinîsiyasi çekişme ve anlaşmazlıklar, özellikle Dört Halife dönemindeki (632-661) Müslüman fetihleriyle beraber ciddi bir bölünmeyle sonuçlandı. Papa ve patrikler arasındaki gerilimler, her iki tarafın da diğerinin düşmanlarıyla işbirliği yapmasına kadar uzanacaktı.
Hıristiyanlığın ortaya çıkışından ve yayılmaya başlamasından yaklaşık 3 yüzyıl sonra, yeni oluşan bu cemaatin içinde itikadi/öğretisel ayrılıklar başgöstermişti. Bu bölünmelerin önüne geçmek için en büyük adım, Hıristiyanlığa geçen ilk Roma imparatoru olan Büyük Konstantin’in önayak olduğu İznik Konsili’nde (325) atıldı. Ancak başkentin yine aynı imparator tarafından Yeni Roma’ya (Konstantinopolis’e yani İstanbul’a) taşınmasının getirdiği otorite tartışması “Büyük Bölünme”nin altyapısını oluşturacaktı.
Papalığın bulunduğu Roma kentinin “barbarlar” tarafından ele geçirilmesiyle (476), buradaki “kutsal makam”ın meşruiyeti, Doğu’da devam etmekte olan Roma İmparatorluğu’ndaki din adamları tarafından sorgulanmaya başlanmıştı. Hıristiyanlığın devlet dini olarak yeni başkentte kabul edilmesi de (380), Konstantinopolis’e dinî otorite merkezi olarak ayrı bir güç katmaktaydı. Bu durum, İmparator 1. Justinianus’un İtalyan Yarımadası’ndaki Roma şehriyle beraber eski imparatorluk topraklarını fethetmesi ve “pentarşi” sistemini resmîleştirmesine kadar devam etti. 5 apostolik, yani Havariler tarafından kurulmuş, makamın yönettiği bölgeleri işaret eden “pentarşi” düzeni şu şekilde tasarlanmıştı: Havarilerden Petrus’un kurduğu Antakya; Roma; İskenderiye; Konstantinopolis ve daha sonra Kudüs makamları. Böylece 5 patrik ve bölge belirlenmişti.
Bir zamanlar Herakleia’ya (Marmara Ereğlisi) bağlı olan Byzas kenti, Konstantinopolis’e dönüştükten sonra havari Andreas’ın (Petrus’un kardeşi) kurmuş olduğu iddiasına dayanan bir apostolik makama ve patrikliğe dönüştürülmüştü. Kudüs de kendisine ithaf edilen kutsiyetten ötürü havarilerden Yakup’un (İsa’nın kardeşi olarak geçen, bir ihtimal üvey kardeşi, bir ihtimal de kuzeni olan kişi) kurduğu söylenen son patriklik olmuştu. Justinianus’un kurduğu düzene göre tüm bu Havarilerin kurduğu kutsal makamlardan Roma, yine “eşitler arasında birinci” kabul edilmişti; fakat her makam kendi bölgesinde tam otoriteye sahipti.
Bu durum, Dört Halife dönemindeki (632-661) Müslüman fetihleriyle beraber fiilen bozuldu; zira Antakya, Kudüs ve İskenderiye’ye bağlı bölgeler İslâm İmparatorluğu’nun kontrolüne geçmişti. Böylece geriye Roma ve Konstantinopolis, yani sırasıyla biri dinî gücün diğeri ise Hıristiyan siyasi gücünün iki merkezi kaldı. İkonoklazm tartışmaları ve 800’de Papa’nın Şarlman’ı Kutsal Roma İmparatoru ilan etmesi yine kırılma noktalarını oluşturdu.
1054’e gelindiğinde Papa 9. Leo’nun bir mektupla gönderdiği heyetin Konstantinopolis Patriki Mihail Kerularios’u aforoz etmesi, iki kilise arasındaki ilişkileri geri dönülmez bir yola sokacaktı. Bu hadise daha sonra tarihçiler tarafından Doğu-Batı bölünmesinin gerçekleştiği tarih olarak kabul edilecekti. Şimdi bu hadisenin arka planına ve sonrasına bakalım:
1-‘Konstantin’in Bağışı’ adlı sahte belge, kopuşu tetikledi
Konstantinopolis’teki Patrik Mihail Kerularios ile Roma’daki Papa 9. Leo, birçok konuda ihtilaf halindeydi. Bunların en önemli sayılanlarından biri, efkaristiya/ komünyon ekmeğinin mayalı mı yoksa mayasız mı olacağı hakkındaydı! Ayrıca Papalığın diğer patrikler arasındaki birincil konumu ve “filioque” diğer ihtilaf konuları idi. “Filioque” yani “Ve Oğul’dan” anlamına gelen Latince tabir, Kutsal Ruh’un sadece “Baba’dan” değil “Baba ve Oğul’dan” geldiği ayrımını vurgulamaktaydı ve önemli bir itikadi problem kabul ediliyordu.
Papa, Patrik Kerularios’e bir mektup yazarak Roma’daki “kutsal makam”ın üstünlüğünü vurgulamıştı. Ancak mektupta çok sayıda ithaf yapılan ve “Konstantin’in Bağışı” adı verilen metin sahte bir metindi. 8. yüzyılda yine siyasi bir ihtiyaç üzerine düzenlenmiş/üretilmiş bu belge, imparator 1. Konstantin’in Roma’daki Papalığa diğer patrikliklerden üstün bir konum ve başka ayrıcalıklar verdiğini gösteriyordu (Bu belge sonraki yıllarda da Papalık tarafından yine siyasi amaçlar için kullanıldı; ta ki 15. yüzyılda Rönesans’la beraber klasik metinler üzerine çalışan bilginler bunun orijinal olmadığını tespit edene kadar… Dönemin uzmanları, yazmadaki dilin 8. yüzyıla özgü olduğunu belirlediler. Yine bir Rönesans bilgini olan Katolik rahip Lorenzo Valla ise belgenin sahteliğinin bariz olduğunu ve Katolik Kilisesi’nin bunu bilmesine rağmen yine de kendi amaçları için kullandığını iddia etmişti).
2-Papa, gönderdiği elçiler henüz yoldayken hayatını kaybetti (1054)
Papa 9. Leo, anlaşmazlık yaşadığı konularda Patrik Kerularios’u uyarmak için ve aynı zamanda İtalya’nın güneyini işgal eden Normanlara karşı ittifak oluşturmak üzere en yakınlarından oluşan bir delegasyonu Konstantinopolis’e gönderdi (1054). Kardinal Humbert ve Papalık sekreteri Lorenli Frederik’in (geleceğin Papa 9. Stephanus’u) başını çektiği grup Konstantinopolis’e ulaştığında gayet iyi bir şekilde karşılandı; fakat delegasyon henüz yoldayken Papa hayatını kaybetmişti. Bu durum, Konstantinopolis’e ulaşanların meşruiyetini etkiliyordu. Konstantinopolis Patrikliği’yle görüşmeler buna rağmen devam etti; fakat tartışmalı konularda bir uzlaşma gerçekleşmedi.
Bunun üzerine 16 Temmuz 1054’te Kardinal Humbert’in başını çektiği bu delegasyon, Patrik Kerularios Mihail’i ile onu destekleyenlerin aforoz kararını içeren bir bildirge hazırladı ve bunu Ayasofya’da süren bir ayin sırasında kilise sunağına astı. Bu anlaşmazlığın sadece dinî sonuçları olmadı, yeni seçilen Papalar Bizans’a karşı bu sefer Normanlarla ittifak kurmaya başladı. Yeni kurulan bu ittifaka karşı girişilen mücadelede, Bizans İmparatorluğu, Güney İtalya’da kalan son topraklarını da kaybedecekti.
3-Kopuş tek bir anda gerçekleşmedi ama, 1204’te kesinleşti
16 Temmuz 1054, Doğu ve Batı kiliselerinin kopuşu ile ilgili en önemli tarih olsa da, Doğu- Batı bölünmesi aslında bir sürecin ürünüydü. Papalıkla Konstantinopolis Patrikliği’nin
karşılıklı “restleşmesi”, yaşandığı dönemde geçici ve hatta “günlük” bir güç çekişmesi olarak algılanmış ve iki kilise arasındaki ilişkiler pratikte devam etmişti.
Ancak Doğu ve Batı arasında yüzyıllardan beri süren en önemli ayrılık aslında dil konusunda idi. Doğu’da hem din hem de kültür dili Grekçeydi; Batı’da ise Latince kullanılıyordu. İki yüzyıldan uzun bir süre (537-752 arasında “Bizans Papalığı” adı verilen dönem) boyunca Konstantinopolis’in siyasi gücün merkezi hattâ İtalyan Yarımadası’nın fethinden sonra Papaları tayin eden otorite olması yine bu ayrımın kökenlerini oluşturuyordu. 1054’teki olayın bir benzeri Patrik Photius’un Papa 1. Nikolas tarafından aforoz edilmesiyle (863) gerçekleştiyse de, bundan ötürü ortaya çıkan bölünme Papa’nın ölümüyle geçiştirilmişti.
“Büyük Bölünme”yi sağlayan sürecin en çarpıcı olayları ise 1054’ten sonra ardı ardına gerçekleşecekti: Papalık’ın başını çektiği ve 1095’ten itibaren başlayan Batı’dan kutsal topraklara doğru seferler (Haçlı Seferleri); İstanbul’da yaşayan ve Papalık’a bağlı Latin cemaatlerin mahallelerine yapılan saldırılar ve buradaki katliamlar (1182); buna misilleme olarak Papalık’la işbirliği içinde olan İtalyan Yarımadası’ndaki Normanların Bizans’a bağlı Selanik’te gerçekleştirdiği yağmalama (1185); ve en önemlisi Haçlı Seferi’ne katılan Latinlerin İstanbul’u işgali ve yağmalaması (1204).
Tüm bu hadiseler sonucunda Doğu ve Batı kiliseleri arasındaki müzakere yolları kapanacaktı.
4-Karşılıklı aforozlar kaldırıldı; yine de bölünme sonlanmadı
“Büyük Bölünme”yle büyük darbe alan Hıristiyanlık aleminde ilişkilerin onarılması da yüzyıllar alacaktı. 1054’teki karşılıklı aforoz hadisesinden hemen sonraki büyük çalkantılara evsahipliği yapan iki yüzyıl, Doğu-Batı kiliseleri arasındaki ilişkilerin düzeltilmesini imkansız kılmıştı. İlk birleşme girişimi ancak 1439’da Floransa Konsili’nde gerçekleşebildi. Osmanlı tehlikesinden ötürü Batı’dan destek bekleyen Bizans İmparatoru 9. İoannes Paleologos, Papa 4. Eugenius’un hazırlattığı iki kilisenin birleşmesine dair Papalık fetvasını (Greklerle Birlik Fetvası) imzaladı ve böylece kağıt üzerinde de olsa bir birlik sağlandı. Bu birlik, Osmanlıların İstanbul’u fethi (1453) ve Bizans İmparatorluğu’nu ortadan kaldırmasıyla son buldu; zira Fatih Sultan Mehmet, fethin ardından birlik karşıtı Gennadios Skolarios’u İstanbul Patriki ilan ederek bu girişimi geçersiz kılacaktı.
Doğu-Batı kiliselerinin ayrılığını sonlandırmak üzere diğer bir girişim de çok yakın tarihte, 1965’te gerçekleşti. Papa 6. Paulus ile İstanbul Patriki 1. Athenagoras, 1964’te Kudüs’te Zeytindağı’ndaki görüşmelerinden 1 yıl kadar sonra 11. yüzyıldaki seleflerinin karşılıklı olarak gerçekleştirdikleri aforozları kaldırdılar. Bu gelişme “birleşmeye doğru uzanan bir yol” olarak görülse de, aradan geçen 60 yıllık süredeki karşılıklı iyi niyet girişimleri, Doğu-Batı kiliselerinin birliğini sağlayamadı.