Uluslararası kamuoyunun kayıtsız kaldığı Ruanda trajedisi, 20. yüzyılın en büyük katliamlarından. İçsavaş sonrası yaşanan hadiseler radyolardaki ağır tahriklerle başlamış ve Tutsilere karşı devasa bir saldırı başlamıştı. 26 yıl sonra yakalanabilen ve olayları kışkırtan işinsanı Félicien Kabuga (90) rahatsızlığı nedeniyle yargılanamıyor.
Yaklaşık 100 gün içinde yaşanan Ruanda Soykırımı, 500 bin kişinin üzerinde insanın katledilmesi ve daha fazlasının farklı türlerde şiddete maruz kalmasıyla 20. yüzyılın sonuna damga vuran en büyük trajediydi. Uluslararası kamuoyunun kayıtsız, uluslararası örgütlerin yetersiz kaldığı bu katliam, ülkedeki içsavaşın devamında yaşandı.
1990’da başlayan Ruanda İçsavaşı, 4 Ağustos 1993’te Ruanda’nın Hutu kökenli başkanı Juvénal Habyarimana ile RPF’nin (Ruanda Vatansever Cephesi) o zamanki lideri Alexis Kanyarengwe’nin barış görüşmeleri sonucu Arusha Sözleşmesi ile anlaşmalarıyla sona erdi.
Bundan kısa bir süre sonra ise Habyarimana’nın ve Hutu kökenli Burundi Cumhurbaşkanı Cyprien Ntaryamira’nın uçağı 6 Nisan 1994’te bir füze saldırısıyla düşürüldü. Bu olayın hemen ardından Ruanda Soykırımı’na dönüşecek Tutsilere karşı katliamlar zinciri başladı.
1- Hutu – Tutsi ayrımı etnik mi değil mi, belli değil
Avrupalı güçler Ruanda’yı kolonileştirmeden önce de Hutu ve Tutsi (ve Twa) ayrımı mevcuttu. Hutular daha çok tarım, balıkçılık-arıcılıkla uğraşırken Tutsiler hayvancılık yapan göçebelerdi (pastoralist). Savaşçı sınıf, krallığı yöneten hanedan ve çevresindeki aristokrat sınıf da yine Tutsilerden oluşuyordu. Sırasıyla Almanya ve Belçika’nın hâkim olduğu sömürge dönemlerinde ise bu kimlikler iyiden iyiye öne çıkarıldı. Ancak hem Hutular hem Tutsiler, Kinyarwandi (ve akraba dili Kirundi) dilini konuşmaktaydı.
Azınlık Tutsiler, Hamitik kökenliydi ve bu bölgeye daha sonra Afrika Boynuzu’ndan (Habeşistan) gelmiş, hükümran olmuşlardı. Bu iki grup arasında evlilikler çok yaygındı ve kişiler evlilik yoluyla Tutsi olabilirdi. Belçikalı sömürgeciler daha sonra bu ayrıma “iktisadi bir kimlik” kazandırdılar ve “danası olanları” Tutsi, olmayanları Hutu olarak sınıflandırdılar.
Tüm bunların ötesinde iki toplumun da Y-DNA ve otozomal DNA’larına bakıldığında, her ikisinin de Bantu kökenli ve birbirlerine çok yakın olduğu tespit edilmiştir; fakat bunun ortak bir kökene mi, yoksa karşılıklı evlenmelere mi dayandığı belli değildir.
2- Kabuga’nın provokasyonları ve radyo yayınlarının etkisi
Ruanda 90’lı yılların başında yetersiz altyapısı nedeniyle dönemin yaygın iletişim teknolojisi televizyona uzaktı. Ayrıca çok düşük olan okuryazarlık oranları nedeniyle yazılı medya da küçük bir kitleye hitap ediyordu. Oysa radyo yaygındı ve Hutular tarlada veya atölyelerde çalışırken rahatlıkla bu yayınları dinleyebiliyordu. İşte tam burada işinsani Félicien Kabuga’nın aşırı sağcı medya yatırımlarından olan RTLM büyük rol oynadı. Kabuga, aynı zamanda suikaste uğrayan Başkan Habyarimana’nın da yakın arkadaşıydı. Radyosunda sürekli olarak Tutsi nefretini yayan ve Tutsilerle iş yapan veya evlenen bütün Hutuların da öldürülmesini söyleyen yayınlar yapmaktaydı.
1994’te Habyarimana’nın uçağının düşürülmesinden sonra RTLM radyosu yayınlarındaki şiddet çağrısının dozunu artırdı ve bu yayınlar Hutu kökenli birçok kişinin şiddet olaylarına katılmasında çok büyük bir rol oynadı.
Yakalandığı 2020’den beri yargılanan Kabuga, geçen aylarda demans ve Alzheimer hastalığını bahane ederek davayı erteletti ve yapılan muayenelerin ardından mahkeme Kabuga’nın rahatsızlıkları nedeniyle sağlıklı bir şekilde yargılanamayacağı kararını verdi.
3- Ruanda’nın komşusu Burundi’de de Tutsilere karşı kitlesel katliamlar meydana gelmişti
Komşu ülke Burundi Cumhuriyeti de Ruanda’yla benzer bir demografik yapıya sahipti (% 85 Hutu, % 14 Tutsi) ve aynı dili konuşmaktaydı. Hutu-Tutsi gerilimi ilk defa burada 1972’de geniş çaplı şiddet olaylarına dönüşmüş, ordudaki Tutsiler, Hutulara karşı kitlesel bir katliama girişmişti. Ülkeyi, krallığın kaldırıldığı 1966’dan beri zaten azınlık olan Tutsi kökenli komutanlar yönetmekteydi.
1993’e gelindiğinde Burundi’de ilk defa bir demokratik seçim yapıldı ve Hutu kökenli bir politikacı, Melchior Ndadye, cumhurbaşkanı seçildi. Seçilmesinin hemen ardından yapılan darbe girişimi sırasında Ndadaye öldürülünce, bu cinayet ülkenin çoğunluğunu teşkil eden Hutular’da büyük bir öfke yarattı. Felicien Kabuga’nın Ruanda merkezli RTLM radyosunun adeta Ruanda’da yapacaklarının bir önprovası havasında hazırladığı nefret yayınları, öfkeli Hutu gruplarının Tutsilere karşı olan nefretini körükledi. 100 binden fazla kişinin öldürüldüğü 1993’teki bu katliamlar, “önceden tasarlanmış olma karakteri” taşımadığı için, daha sonra BM tarafından “soykırım” statüsüne sokulmamış; ancak böylelikle uluslararası kamuoyunun buradaki cinayetlere karşı tepkisizliği, 1 yıl sonra komşu Ruanda’daki katliamların önünü açacaktı.
4- Somali’deki başarısızlık Ruanda’ya müdahaleyi geciktirdi
1993 Ekimi’nde Somali’de BM barış misyonun desteklediği ABD birlikleri ile Somali Ulusal İttifakı arasındaki Mogadişu Muharebesi yaşandı. Bunun sonrasında 18 Amerikan askerinin cesedinin kentin sokaklarında sürüklenme görüntüleri dünya medyasında infiale yolaçtı. Bundan kısa bir süre sonra Ruanda’daki katliamlarla ilgili istihbaratlar, olayların soykırıma kadar dönüşebileceği endişesiyle ABD başkanı Bill Clinton’a iletildi. Ancak dönemin Amerikan yönetimi, Somali’deki olaylar ve bunun tekrarlanması endişesiyle duruma müdahale etmeme kararı aldı. ABD, Sahraaltı Afrika’daki olaylara misyon gönderilmesi konusunda BM’de isteksiz davrandı ve Ruanda’yı de stratejik olarak önemsiz ülke kategorisinde değerlendirdi.