Dünün ve bugünün gündemi e-postanıza gelsin.
0,00 ₺

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

İnsanlık durumundan, insanlık dramına…

İkinci Dünya Savaşı’ndan beri ilk kez dünyada mülteci sayısı 40 milyonu geçti. 1945 yılında da buna yakın sayıda mülteci Avrupa’nın dört bir yanında aç, sefil dolanıp duruyordu. Şimdi, en kalabalık kafileler, savaşlar ve katliamların paramparça ettiği Ortadoğu ülkelerinden dünyaya dağılıyorlar. İlk durakları komşu ülkeler, yolları da çoğu zaman Akdeniz oluyor, ama hiçbir yolu denemekten vazgeçmiyorlar. Savaş nedeniyle yaşanan zorunlu göçlerin başlangıç noktası tabii ki İkinci Dünya Savaşı değil. Her savaş aynı zamanda bir göç nedeni ve insanlar en eski zamanlarından beri savaşıyorlar. Bu dosyada, günümüzde artık hemen her ülkede günlük gerçekliğin huzursuz edici bir parçası olan zorunlu göç sorununu ele alıyor, tarih boyunca yaşanan büyük sürgünlerin oradan oraya savurduğu insanların ayak izlerinden yürüyoruz…

Her savaş insanları öldürmekle kalmaz, aynı zamanda birçoğunu yerinden yurdundan eder. Çoğu zaman, bunları savaş istatistiklerinde de göremeyiz. Nispeten az bir kısmı ne yapıp edip eski yurtlarına dönerler ama, çoğu için hayat artık sonu gelmeyen bir sürgün acısı üzerine yeniden kurulur. Bizim neslimiz yetmiş yıldır mülteci kamplarında sürgün üzerine sürgün, katliam üzerine katliam yaşayan Filistinlileri, Bulgaristan’dan göçe zorlanan halkımızın Sirkeci garında trenden inişini, sonra da sınırlarımızdan içeri giren, sokaklarımızı, parklarımızı dolduran Irak ve Suriyelileri izleyerek yaşlandı. Bu acı olaylar çok göz önünde olduğu için dikkati çekti. 

Halbuki ülkemizde her iki aileden en az birisinde Balkanlar’dan, Kırım’dan, Kafkaslar’dan veya daha uzak yerlerden gelen “muhacirler” vardır. Kimileri bunu unutmayı ve geçmişe gömmeyi tercih ederken, kimileri için de kuşaktan kuşağa geçen bir travma vardır. Atalarımız, Filistinlilerden çok daha büyük katliamlara uğradıktan sonra göçe zorlandılar. 

Savaş sürgünlerinin bir kısmı, yeni bölgeleri işgal eden galipler tarafından kovulur. Eski sakinler artık yüzyıllardır yaşadıkları bölgelerin istenmeyen kişileridir. Devletler onları gönderip kendi uluslarından bir nüfus yaratacaklardır. Zorunlu göçlerin altında yatan temel mesele budur. Gönderilenlerin yerine yerleştirilenler de bir nevi sürgündür ve bir süre sonra tekrar sürülme ihtimalleri büyüktür. 

Örneğin, 2. Dünya Savaşı’nda Baltık ülkelerine yerleştirilen Rusların bir kısmı, SSCB yıkılınca yeni yurtlarında baskıya uğramaya başlamış, tekrar eski yurtlarında kendilerine yer aramak zorunda kalmıştır. Ama aradan üç nesil geçmiş, eskiyle hiçbir bağlantı kalmamış, eski yurt da artık onlar için yabancı bir yer olmuştur. Böylelikle yeni bir süreç başlar. 

Zorunlu göç için başka nedenler de vardır. Örneğin iç savaşlarda kaybeden taraf, katliam korkusuyla ülkeden giderken, bu göç galipler tarafından teşvik edilir. Muhaliflerinden kurtuluyorlardır. Farklı dinden, mezhepten, inançtan olanların tasfiyesi için göçe zorlananlar da vardır. Güneyimizden, en profesyonel şekilde elektronik medyaya servis edilen videolu vahşet görüntüleri son tahlilde buna hizmet etmektedir: “Bakın, istediğiniz kadar nefret edin ama mutlaka korkun.” Örnekler zaten kendilerini açıklayacaktır, ancak zorunlu göçün yeni bir şey olmadığını, tarihin çok eski dönemlerinden beri varolduğu görülür. 

Uzak geçmişteki zoraki göçler arasında en çok bilinenler Mezopotamya ve Bereketli Hilal çevresinde meydana gelmiştir. İran’da Kambiz ve Darius döneminde kaydedilmiş olaylar vardır ama en çok üzerinde durulan, çok daha sonra 542 yılında Sasani kralı I. Hüsrev zamanında 292 bin kişinin, büyük bir merkez haline getirilen Ctepiphon kentine sürülmesidir. Tabii bu kadar kesin bir rakam pek de inandırıcı değildir, çünkü hem o kadar büyük bir nüfusun beslenmesi o dönemde olanaksız gibidir, hem de o kadar hassas kayıt 20. yüzyılın olaylarında bile yoktur. Ama en azından böyle olayların olduğunu gösterir. 

Tarihte, efsaneyle karışık büyük sürgünler arasında Yahudiler ile ilgili olanlar daha çok bilinir. Tevrat’ta geçen Mısır sürgünüyle ilgili hikayelerin doğrulanması olanaksızdır ama, Babil sürgünü ile Romalılar dönemindeki olaylar bu ulusun tarihinde çok önemli bir yere sahiptir. Son büyük Babil kralı Nabukadnezzar Yakın Doğuyu hakimiyeti altında birleştirmişti. Yahudilerin isyanı karşısında MÖ 605’te başlayan savaş ve kuşatmalardan sonra MÖ 587 yılında Kudüs’ü alarak yıktı. Bu dönemde (güvenilirliği kuşkulu rakamlara göre) 200 bin kadar Yahudi dalgalar halinde Babil’e sürüldü. Bunların Nabukadnezzar’ın başkentini güzelleştirmek üzere Babil’in Asma Bahçeleri’nde çalıştırıldıkları rivayet edilir. 

Yahudilerin sonraki sürgünleri 19 yılında Tiberius ile başlayıp 135 yılında Hadrianus’a kadar devam etmiş, aradaki Roma imparatorlarının hepsi bu uygulamayı az veya çok sürdürmüştür. Bunun sonucunda Yahudiler imparatorluğun ve Avrupa’nın her tarafına dağıldılar. Çok sonraları Hıristiyanlar İspanya’yı fethettikleri zaman buradan Akdeniz’in dört köşesine göç ettiler, çoğu İtalya ve Mısır’a gitti, bir kısmı da Osmanlı ülkesine geldi. 

Tarihin eski dönemlerinde büyük güç haline gelenler, fethettikleri yerlerden üretici ve özellikle de sanatçı ve zanaatçıları kendi ülkelerine zorla getirirlerdi. Bunlara çoğu zaman iyi davranılır, üretken olmaları için ev ve iş verilir ancak ayrılmalarına müsaade edilmezdi. 

Uzak tarihteki olaylar önemlidir, çünkü dünyadaki kültür alışverişini hızlandırmışlar ve tarihe yön veren bazı dinamikleri oluşturmuşlardır. Örneğin İstanbul’un fethi sonrasına İtalya’ya göç eden bilgili kişilerin ve sanatçıların Rönesans’a katkısı olduğu düşünülür. Bir başka örnek de Timur’un Anadolu’dan çekilirken bir grup Türkmen’i yanında götürmesidir. Bunları Erdebil şeyhlerinin yanında bırakmış, onlar da bunları yetiştirdikten sonra Şii Safavi yayılmacılığının öncüleri olarak kırmızı börklü (kızıl başlı) dervişler olarak Anadolu’ya göndermiş, böylece günümüze kadar uzanan, acı olaylarla örülü uzun bir süreç başlamıştır. Bütün bu zorunlu göçlerin listesini çıkarmak bile pek zordur ama biz şimdi yakın tarihte meydana gelen olaylara bakalım. 

AMERİKAN DEVRİMİ

Önce majestelerinin işbirlikçileri, sonra Kızılderililer

Amerika’daki 13 İngiliz kolonisinin mücadelesi 1773 yılındaki “Boston Çay Partisi”nden dokuz yıl sonra, 1782 yılında bağımsızlığın kabul ettirilmesiyle sonuçlandı. O dönemde bu kolonilerin toplam beyaz nüfusu 2.5 milyon olup, bunların beşte biri İngiltere’yi desteklemişti. 

Bu anlamda Bağımsızlık Savaşı, daha sonraki benzerlerinin hepsinde görüleceği gibi, aynı zamanda bir iç savaştı. Bağımsızlık taraftarları savaşı kazanınca “Loyalist” adı verilen İngiltere yanlıları için hayatın kolay olmayacağı belliydi. Nitekim yüz bin kişi derhal ülkeden kovuldu. Bir kısmı İngiltere’ye döndü ki, bunlar genellikle daha zengin olup parasını kurtarabilen bir kesimdi. Çoğunun bütün varlıkları gasp edildi. Sayıca az olan bir kesim Karayipler’deki İngiliz kolonilerine, çoğunluk ise Kanada’ya gitmeyi tercih etti. O zamanlar nüfusu çok az olan Kanada, bu insanları memnuniyetle kabul etti ve onlar da ülkenin gelişmesinde ciddi katkıda bulundular. Geride kalan “Loyalist”lerin üzerine fazla gidilmedi ve onlar da zamanla bu geçmişlerini unutturarak bir daha gerginlik oluşturmadılar. Bu sürgünde da yağma dürtüsü önemli bir yere sahiptir. 

Loyalistlerin gelişi Henry Sandham imzalı tablo Birleşik Krallık Loyalistlerinin New Brunswick’e varışlarını romantik bir biçimde gösteriyor.
Takriben 1783 yılı.

Yağma, ABD tarihinde daha sonra da büyük bir rol oynayacak, Kızılderililere önce rezervasyonlar tahsis edilecek, sonra bunlar da bin bir hile veya zorla ellerinden alınacak ve yerli halkın büyük bölümü sürgün yollarında öldürülecekti ki, Cherokee halkının sürgün yollarında imha olması bunun en bilinen örneklerindendir. Georgia ve Tennessee’den Teksas’a kadar uzanan topraklarda yaşayan bu halka tahsis edilen geniş alanların sonradan tekrar yağmalanması gündeme geldi. 1836 ile 1839 yılları arasında Oklahoma’ya sürülürken binlercesi yollarda açlık ve hastalıktan öldü. 

ABD’den söz ederken, bu ülkenin İç Savaş’ında da yüz binlerce kişinin ilerleyen orduların önünden kaçarak savaş mültecisi durumuna düşmüş olduklarını kaydedelim. 

POLONYA İŞGALLERİ

Hitler’den önce Yahudi düşmanlığı

Almanya’da Leh ve Yahudi düşmanlığının Hitler zamanında meydana gelen bir olay olduğu düşünülür. İşin aslı öyle değildir. Badem bıyıklı onbaşı diktatör olmadan yüz elli yıl önce, Prusya Kralı Büyük Friederich ülkesini büyütmek üzere Orta Avrupa’da çoktan seferlere başlamıştı. İlk olarak doğuya yönelmiş, nitekim 1772 yılında Avusturya ve Rusya ile birlikte Polonya’nın ilk paylaşımı gerçekleşmiştir. Bunu 1793-95 yıllarındaki paylaşımlar izleyecektir ama 1815, 1832, 1846 ve 1939’da başka paylaşımlarda vardır. Friederich 300 bin Almanı Polonya topraklarına yerleştirmiş, 1830 ve 1848 ihtilalleri yeni göç dalgaları yaratmıştır. 1885 yılında Prusya İskan Komisyonu merkezi bütçeden parayla toprak alıp Alman kolonicilere dağıtmaya başladı. Komisyonun zorla satın alma yetkisi vardı ve faaliyetleri 1908’e kadar devam etti. Komisyon 150 bin Almanı daha Polonya arazilerine yerleştirirken, itiraz hakkı olmayan Polonyalıların 500 bini son derece düşük ücretlerle mülteci işçi haline geldi. 200 bin Polonyalı Alman bölgelerinde, daha fazlası da Rus egemenliği altındaki yerlerde çalışıyordu. O dönemde daha çok tarım arazilerine göz dikildiği için, kentlerdeki Yahudiler nispeten daha az baskıya maruz kalmıştı. 

Yanaluklar, Almanya’dan göçen bir Slav ailesi

AVRUPA’DAKİ TÜRK VARLIĞI YOK EDİLİYOR

Balkan göçü: Ya öl ya git

Orta Avrupa’ya yerleşen Türklerin geri dönüşü 1683’teki ikinci Viyana bozgunuyla başladı. Ordunun bakiyesi zorlukla Belgrad kalesine çekilirken, yollarda daha sonra iki yüz elli yıl boyunca tekrarlanacak acıklı göçmen manzaraları göze çarpmaya başladı. Gerçi Osmanlılar bir kez daha toparlanıp Pasarofça ile dengeyi sağladı ama Kırım’ın yitirildiği 1768-74 savaşından itibaren işler hep yokuş aşağı gidecekti. Sırp isyanını takiben, 1821 yılında başlayan Mora isyanında çok kısa sürede 35 bin Türkün öldürülmesi Balkan Hıristiyanları için model olacak, yüz yıl içerisinde öldürülenlerin sayısı bir milyonu geçecektir. En yoğun katliamlardan birisi 1877-78 savaşında yaşandı ve Rus ordusunun Bulgar çeteleriyle birlikte 300 bin Türkü katletmesi üzerine bir milyona yakın Türk göç etmek zorunda kaldı. 

Nüfus ve göçler konusunda en kapsamlı araştırmaları yapan Prof. Kemal Karpat 1783 ile 1914 arasında Osmanlı topraklarına 7 milyon 425 bin kişinin göç ettiğini ortaya koymaktadır. Tabii bunların bir kısmı Lübnan, Ürdün ve Filistin’e, ayrıca Mekke, Medine ve Bingazi’ye yerleştirildi. Bir kısmı da Tuna boyuna iskan edildi. Karpat, sadece Doğu Anadolu ile Irak ve Suriye’nin kuzeyinde 5 bin yeni köy kurulduğunu kaydetmektedir. Keza Dobruca’da kurulan Mecidiye kentinden söz eder. Yeni kurulmuş olan Meclis-i Ebniya (Osmanlı Binalar Kurulu) tarafından çizilen plana göre inşa edilen bu kent düzgün sokakları ve kamu binalarıyla dikkat çekmekteydi. 1878 yılında Berlin Antlaşmasıyla Romanya’ya terk edilirken nüfusu 15 bini bulmuştu. Bu kent günümüzde nüfusu 80 bin olan önemli bir yöresel merkezdir. 

Dönüşü olmayan göç Evleri yakılıp yıkılan, hayvanlarına el konan Müslüman ahali Anadolu’ya doğru göç yolunda. Ayaklar çıplak, çocuklar ve kurtarılan eşyalar sırtlanmış. Bir daha hiç dönemeyecekleri yurtlarını terkediyorlar.

Karpat’ın rakamlarına göre Kırım ve Kuban’dan 1783-1914 yılları arasında toplam 1 milyon 800 bin kişi, Kafkasya’dan 1862 ile 1900 yılları arasında 2 milyon 625 bin kişi, Balkanlardan ise 1877-78 savaşında 800 bin, bu tarihten Birinci Dünya Savaşı’nın çıktığı 1914’e kadar 2 milyon 200 bin kişi göç etti. Türklerin en büyük zorunlu göçü 1912-13 Balkan Savaşları sonrasında meydana geldi. 1878 yılında Bosna-Hersek’in Avusturya tarafından işgalinin de küçümsenmeyecek bir göç yarattığı kaydedilmelidir. 

Osmanlı Devleti yıkıldıktan sonra da Balkan Türklerinden kalanlar ağır baskı altında göçe zorlandılar. Özellikle Bulgaristan’dan yapılan göç bazen dalgalar halini almakla birlikte, her zaman az-çok devam etti. Bütün bu göçlerin sonunda Anadolu’daki Türk ve Müslüman varlığı güçlendi. Bu kişilerin çoğu iyi yetişmiş ve meslek sahibi kişiler olduğu için ülkemize yararları büyük oldu ve Kurtuluş Savaşı’nın dinamik gücünü oluşturdular. Cumhuriyet’in ilanı da bu kesimlerin desteğiyle mümkün oldu. Osmanlıların son dönemi ile Cumhuriyet’in sosyal ve siyasi yapısında, son göçlerle gelenler ile Anadolu’ya daha önce yerleşmiş olanlar arasındaki kültür farklarının yarattığı gerilim son derece belirleyici olmuştur. Her siyasi ve düşünsel farklılığın altında bu arka plan vardır. 

ÇERKES SÜRGÜNÜ

Rusların Müslümanlara zulmü

Rusya yayılmacı emellerini gerçekleştirmek için zorla Ortodoks dinini kabul ettirme politikası uygulamış ve Müslümanları daima düşman görmüştür. Kiliselerin tepesine yerleştirdikleri hilale saplanmış haç sembolü, bu anlayışlarını temsil etmektedir. İdil-Ural Türkleri ve Kırımlılardan sonra Kafkasya’ya yönelen Ruslar burada Çerkesleri büyük baskı altına alarak göçe zorladılar. En büyük bölümü 1864-65 yılları arasındaki göçlerde farklı kabilelerden 1.2 ila 1.5 milyon arasında Çerkes yola çıkarılmış, bunların 400 bin’i yolda açlık ve hastalıktan ölmüştür. Ruslar, geri gelme ihtimallerine karşı önce boşalan evleri ve bahçeleri yakmış, sonra bir kısım Hıristiyan ahaliyi yerleştirmişlerdir. 1878 Savaşı sonrasında da, nüfusun artma olasılığına karşı tekrar göçe zorlananlar olmuştur. Esas olarak Osmanlı topraklarına yerleşen Çerkesler ülkede nüfus yapısının değişmesine katkıda bulunmuş, yıllar içerisinde bir kısmı başka ülkelere göç etmiştir. 

1900’lerin başında Kabardey bir aile.

ANADOLU’DAN HIRİSTİYANLARIN TASFİYESİ

Tehcir ve mübadele

Tehcir ve mübadele 1911-1922 yılları arasında süren savaşlar dizisinin sonucudur. Türkler Balkan Savaşı’na kadar şu veya bu şekilde Osmanlıcılık politikasını sürdürmüşler ancak 1913 yılında Türkçülük politikası öne çıkmıştır. Katliamdan kurtulup sürülen Türk göçmenlere karşılık, o yıl Ege Rumları göçe zorlanmaya başlanmıştır. Türklerin Makedonya’dan sürülmesi için uygulanan modelin Doğu Anadolu’da tekrarlanacağının görülmesi üzerine, İttihatçılar büyük güçlerin zoruyla 8 Şubat 1914 tarihinde imzaladıkları reform planının uygulanmasını savaş çıkıncaya kadar geciktirdiler. Tayin edilen valiler Hoff ve Westenek’in bölgeye gelmesini önlediler. 

Ermeni kadın ve çocuk mülteci gıda yardımı alıyorlar.

1915 Nisan ayında Ermeni tehciri, yani sürgün olayı başladı. 950 bin Ermeni Suriye’nin Deyrizor mıntıkasına sürüldü. Savaş koşullarında yarısından fazlası açlık ve hastalıktan öldü. Bunu 1922 yılında Yunan Ordusuyla birlikte çekilen Rumlar izledi. 1923 yılında yapılan bir antlaşmayla nüfus mübadelesi yapıldı. 1.5 milyon Ortodoks ile 500 bin Türk yer değiştirdi. Ne var ki antlaşmanın dil ve kökene bakmadan sadece din üzerinden yapılması Türkçe konuşan Gagavuzların ve Karamanlı Ortodoksların da zorla ve istemeden göç ettirilmesiyle sonuçlandı. Bunlar büyük sıkıntı çektikten sonra sadık Helen vatandaşı oldular. Aynı şekilde Türkiye’ye gelenler arasında Pomaklar, Arnavutlar ve diğer bazı gruplar da vardı. Kısaca, bu aslında çok kaba bir şekilde uygulanan etnik temizlikti. 

Anadolu Hıristiyanlığının tasfiyesi Türkiye’yi sosyal, kültürel ve ekonomik olarak geriye götürdü. Bugün de bunun sıkıntılarını yaşıyoruz. Bu kişilerin bıraktıkları varlıklar sermaye birikimi sürecinin bir parçası oldu. Siyasi olarak da çoksesliliği azalttı. Yunanistan’a gidenler de bu ülkenin politikasında önemli rol oynadılar. Bir kısmı Venizelos’u destekledi. Orta vadede, Yunan Komünist Partisi gücünü önemli ölçüde Anadolu göçmenlerinden aldı. 

Pontus Rumu mülteciler açık trenle sürgüne gönderiliyor.

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI

İki milyon mültecinin hâlâ bitmeyen çilesi

Ağustos 1914’te savaşın birkaç ayda biteceğini sanan Avrupalılar aniden kitlesel mülteci akınlarıyla karşı karşıya kaldılar. Almanya’nın Schlieffen Planı çerçevesinde tarafsız Belçika’ya saldırıp büyük kısmını işgal etmesi sonucunda (buna o dönemde “Rape of Belgium” deniliyordu) 250 bin Belçikalı İngiltere’ye götürüldü. Ayrıca bir kısmı da işgal edilen Kuzey Fransa ahalisiyle birlikte bu ülkenin güney bölgelerine gitti. Ancak bu savaşın en büyük mülteci sorunu Habsburg İmparatorluğu’nun dağılması üzerine kurulan ulusal devletler arasındaki nüfus değişimi oldu. Avusturya, Macaristan, Romanya, Polonya (kısmen), ileride tekrar bölünüp yeni mülteciler yaratacak olan Çekoslovakya ve Yugoslavya (kısmen) Habsburg sınırları içerisindeydi. Kısa vadede 2 milyon insan yer değiştirdi ama sorunlar çözülmedi. Örneğin Romanya ile Macaristan arasında hala süren bir Transilvanya meselesi vardır. Burada yaşayan çok sayıda etnik Macar 1918 ve 1945 paylaşımlarının çözülmemiş sorunlarından sadece birisidir. Romanov ve Osmanlı İmparatorluklarının dağılmasıyla ilgili sorunlar ise Ukrayna ve Baltık ülkelerinde, Kafkasya’da, Balkanlarda, Yakın Doğu’da hala devam etmektedir. 

I. Dünya savaşı’nda Avusturya birlikleri Sırbistana ilerlemeden önce göç eden Sırplar.

KIRIM VE KAFKASYA

Slavlaştırma politikası

Rus çarlarının Slavlaştırma politikası SSCB tarafından da sürdürülmüştür. Çok kısa bir intibak döneminin ardından, halklar üzerindeki baskılar ağırlaşarak devam etmiştir. Ukraynalılar Ruslara karşı en uzun süre direnen grup olmuşlar, bunun karşılığında 1930’ların başında Holomodor adı verilen kırımı yaşamışlardır. II. Dünya Savaşı da Ruslara Slavlaştırma politikası için yeni fırsatlar yaratmıştır. Almanlar Kırım’a girince bir kısım halkın Almanlarla işbirliği yapması bahanesiyle Kırım Türkleri Orta Asya’ya sürüldü. Ayrıca Çeçenler, İnguşlar, Volga Türkleri, Azeriler, Karaçaylar ve Budist bir halk olan Kalmuklar da sürgün yollarında sayısız ölü verdiler. Öte yandan, çarlık zamanından beri baskı altında olan Ahıska Türkleri de fırsattan istifade sürgün edilmiş, aylar süren Orta Asya yolculuğunda 17 bini ölmüş, yüz binden fazlası yurtsuz bir şekilde dağıtılmıştır. SSCB’nin çökmesinden sonra Ahıskalılara dönme olanağı tanınmış ama kentlerini işgal eden Gürcü ve Ermeniler tarafından engellenmişlerdir. 

Kırım Tatarı ressam Rüstem Eminov’un “Sürgün” isimli çalışması.

FAŞİZM ÇAĞINDA DOĞU AVRUPA

Yahudi soykırımı ve diğer kurbanlar

Doğu Avrupa üç büyük imparatorluk arasında sıkışan ulusların karıştığı ve bu nedenle faşizm çağında büyük huzursuzluklar yaşayan bir bölgeydi. Yahudiler bütün ülkelerde ortak istenmeyen unsur olarak en büyük soykırıma uğradılar.
6 milyonu öldürüldü, sağ kalanların 300 bin kadarı (esas olarak Rus işgal bölgelerinden) İsrail’e gönderildi ve bu ülkenin kuruluşunu mümkün kıldı. Onları Almanlar ve Polonyalılar izler. 1939 sonbaharında Polonya tekrar paylaşıldıktan sonra Almanya’da yaşayan 1 milyondan fazla Polonyalı Nazi işgal bölgelerine sürülürken, Rus işgal bölgesinden de 2 milyon kadar Polonyalı Sibirya’ya sürüldü. Ruslar bu sırada gelecekte Polonya’ya liderlik yapabilecek seçkin kişileri, başta subaylar olmak üzere öldürdüler. Onların yerine yaklaşık aynı sayıda Rus ve Ukraynalı yerleştirildi. Rusların işgal ettiği Baltık ülkelerinden de yaklaşık 200 bin kişi doğuya sürülürken, bölge Almanları da batıya gittiler ki, bunların sayısı 130 bin civarındadır. İki yıl sonra Nazi’ler Rusya’ya girince bu kez Rus ve Ukraynalılar gene yollara düştüler. Bu arada Ruslar sayıları yaklaşık yarım milyon olan Volga Almanlarını (Karadeniz kıyıları ve Kafkasya’da yaşayanlar dahil) Sibirya’ya sürdüler, Romanya ve Doğu Avrupa’da yerleşmiş 730 bin Alman da savaşın seyri ters dönünce batıya gittiler. Bu dönemde yaklaşık 8 milyon kişi toplu olarak yer değiştirmiş ve sayısız milyon hayatını yitirmiştir. 

Yakalanan Yahudiler Alman askeri birlikleri öncülüğünde sürgün için toplanma noktasına götürülüyorlar.

İKİNCİ SAVAŞ SONRASI

Oradan oraya savrulan insanlık

Nazi Almanyası’nın çökmesi ve Rusların Doğu Avrupa’yı işgali muazzam bir yeni göç dalgası daha başlattı. Polonya’nın doğusu Sovyetler Birliği tarafından ilhak edilirken, Almanya’nın doğusundan alınan bazı topraklar da tazminat kabilinden bu ülkeye katıldı. Bu karmaşa içerisinde yeniden Rus işgaline giren Baltık ülkelerinden 300 bin kişi bu kez batıya giderken, Ruslar bir o kadarını da gene Sibirya’ya sürdüler. Rus işgal bölgesinden yaratılan Doğu Almanya ile Polonya ve ilhak edilen Doğu Prusya’dan 11.6 milyon Alman batıya aktı. Ruslar diğer işgal bölgelerindeki Almanları da zorla batıya gönderdiler ki bunlar arasında Südet Almanları ile Macaristan’da yaşayanlar önce gelir. Bunların sayısı da yaklaşık 4 milyondur. Küçültülmüş Batı Almanya, savaşta epey nüfus yitirmişti ama kısa sürede 15 milyondan fazla soydaşını kabul edip yerleştirmek zorunda kaldı. Bu arada Ruslar, ülkelerinin batısında genişlettikleri topraklara 2.3 milyon Rus ve Ukraynalıyı yerleştirdiler. Ayrıca ilhak ettikleri Polonya topraklarından 4.5 milyon kişiyi de, batıya kayan yeni Polonya’ya sürdüler. Gene aynı dönemde 320 bin Yahudi daha İsrail’e gitti ki, bunun yüzde doksanı Doğu Avrupa ve Balkanlar’da hayatta kalabilenlerdi. Türkiye’den de 30 bine yakın Yahudi bu göçe katıldı.

II. DÜNYA SAVAŞI

Nazilerin elinde 12 milyon esir işçi

Almanya savaş ilerledikçe büyük bir işgücü sıkıntısı yaşamaya başladı. Cepheler her ay yüz binlece insanı yutarken bütün Avrupa’dan zorla evlerinden koparılan insanları çalışmak üzere “Büyük Reich”a getirmeye başladılar. Bunlar savaşın sonuna doğru toplam işgücünün yüzde 20’sine ulaştı. Bu konuda genel kabul edilen rakam 12 milyondur çünkü müttefikler savaşın sonunda buraya zorla getirilmiş 11 milyon işçi buldular. Bunların ülkelerine iadesi öncelik verdikleri konu olmakla birlikte yanıp yıkılmış bir ulaştırma şebekesi, çoğunun hasta olması ve iaşe sorunu son derece büyük sıkıntı yarattı. Bir kısmı her ülkede evlerinden zorla toplanmış insanlar, bir kısmı da savaş esirleriydi. Son derece kötü koşullarda çalıştırıldıkları belgelenmiş olup, o kadar çoğu açlık ve hastalık nedeniyle ölmüştür ki, sürekli yenilenme yoluyla asıl rakamın 15 milyona yakın olduğu düşünülmektedir. Savaştan sonra sınırlar değişmiş, bir kısmı yaşadığı kentin başka ülkede kaldığını görmüştü. Bu nedenle yanıp yıkılmış kıtada gerçek rakamları bulmanın hiçbir olanağı yoktu. 

Zwangsarbeiter Almanya’nın işgal ettiği topraklardan getirilen esirler Alman savaş sanayii için zorla çalıştırıldı.

İSPANYA İÇ SAVAŞI

Önce çocuklar sürüldü

İspanya İç Savaşı (1936-1939) büyük bir mülteci sorunu yaratmıştı. Savaşın ilk yıllarında iki taraf da çocuklarını yabancı ülkelere göndererek korumak istediler. Milliyetçiler Portekiz, Almanya, İtalya, Hollanda ve Belçika’ya, Cumhuriyetçiler ise İngiltere, Belçika, Rusya ve Meksika’ya gönderdiler. Çocukları İngiltere’ye götüren 800 kişilik Habana gemisinde 3.840 çocuk ve 200 kadar da öğretmen ve yardımcı vardı ve İngilizler de bu sayı karşısında şaşırmışlardı. Bunlara o dönemde “Bask mültecileri” deniliyordu. Rusya’ya giden çocuklar Stalin tarafından geri gönderilmedi, Franko da onları istemedi. Bir kıs- mı ancak 1956’da dönebildi. Savaş’ın son aylarında, yenilmekte olan Cumhuriyetçilerin bir kısmı Meksika ve Rusya’ya gitti ama büyük göç Fransa’nın başına kaldı. 500 bin İspanyol bu ülkeye geçti. Fransa bunları istemiyordu. Bu nedenle iyi davranmadılar ve yaklaşık yarısı geri dönmek zorunda kaldı. 10 bin İspanyol göçün ilk aylarında kötü koşullar nedeniyle açlık ve hastalıktan öldü. Göçmen kampları inşa halindeyken İkinci Dünya Savaşı başladı. Ertesi yıl Naziler Fransa’yı işgal ettiler ve düşman gördükleri bu insanların bir kısmını Malthausen toplama kampına göndererek öldürdüler. Bir kısım mülteci de kamplardan kaçarak Pirene dağlarında ilk direniş gruplarını oluşturdular. Bu arada 6 bin kadarı da Fransızlarla birlikte savaşırken öldü. Nihayet, savaştan sonra bunların bir kısmı gerilla birlikleriyle Pirenelerden İspanya’ya girerek bir ayaklanma başlatmak istedi ama başarısız oldular ve çok kısa sürede imha edildiler. 

İspanya İç Savaşı’nda çocukların tahliyesi.

FİLİSTİN

1948 yenilgisinden bugüne vatanları mülteci kampları

Mülteci kamplarında 1948’den beri ba- rınan Filistinliler, çağımızın en büyük acılarını yaşamaya devam etmektedir. İngiliz işgali altındaki, Araplar, 1921, 1929 ve 1936-39 yıllarındaki mücadeleleriyle Yahudilerin teşebbüslerini engellemeyi başaramadılar. 1948 yılında da İsrail karşısında ezici bir yenilgiye uğradılar. Bu dönemde Filistin’deki Arap nüfusun % 85’i olan 720 binden fazla kişi ülkelerini terk ederek mülteci haline düştü. Bunlar ağırlıkla Batı Şeria ve Gazze şeridi ile Lübnan, Suriye ve Ürdün’e gittiler. Aradan geçen 70 yıl içerisinde dört nesil Filistinli bu kamplarda yaşadı ve büyüdü. Günümüz- de sayıları 5 milyona yakındır. 

1967 savaşında 325 bin Filistinli tekrar mülteci oldu. Bir kısmı ilk kez, bir kısmı yirmi yıl içinde tekrar yollara düştü. Bu savaş sonrası kurulan 10 yeni kamp ile birlikte mülteci kamplarının sayısı 59’a çıktı. Günümüzde yaklaşık 2 milyon Filistinli Ürdün’de, yarımşar milyon Lübnan ve Suriye’de ve çeyrek milyon da Suudi Arabistan’da yaşıyor. Gerisi dünyaya yayılmış durumda. Filistinliler gittikleri ülkelerde tehdit olarak görülüp birçok kez katliama uğradılar. 1970 yılında Ürdün’de Kara Eylül katliamında on bine yakın Filistinli öldürüldü. 1982 yılındaki Lübnan savaşında ise Sabra ve Şatilla kamplarında Hıristiyan milisler binden fazla kişiyi katlettiler. 

İsrail-Arap savaşları sırasında bir mülteci kampı

PAKİSTAN’IN KURULUŞU

Hindular ve Müslümanlar yer değiştirirken dökülen kan

İngiltere 1947 yılında alt kıtadan çekilirken, Hindular ile Müslümanlar arasında milyonlarca kişinin yer değiştirmesi ve bu olaylar sırasında yüz binlerce kişinin ölmesi çağımızın sayısız trajedisi arasında en büyüklerinden birisidir. Hindistan’ın o dönemde tek yönetim altında 390 milyon nüfusu vardı. Bölünmeden sonra Pakistan doğu ile batı arasında eşit olarak bölünmüş 60 milyon nüfusla kurulurken, Hindistan’da 330 milyon kişi kaldı. Sınırlar belli olunca ilginç bir tesadüf, 7.25 milyon Hindu ile aynı miktarda Müslüman yer değiştirdi. Bu göçlerin dörtte üçü batıda gerçekleşti. 14.5 milyon kişi göç yollarında iken taraflar birbirlerine girdiler ve bu çatışmalarda ölü sayısı için 200 bin ila 1 milyon arasında değişen ölü sayıları verilmektedir. Söz konusu olayların acılarını artıran bir olgu da çok sayıda kadın ve kızın kaçırılması oldu. Hindular 33 bin Hindu ve Sih kadın ve kızın, Müslümanlar da kendilerinden 50 bin kişinin kaçırıldığını söylediler. İlerideki yıllarda bunların bir kısmı bulundu, bazıları ailelerine iade edildi, ancak önemli bir kısmı kabul edilmeyecekleri ve tekrar şiddet görecekleri korkusuyla geri dönmedi, kendilerini kaçıranların yanında kaldılar. 

Eylül 1947, Hindistan’ın bölünmesi; Pakistan’a gitmek için ayrılmayı bekleyen Müslümanlar Delhi’deki Purana Qila’ya gidecek güvenli bir yol arıyorlar.

TİBET’İN İŞGALİ

Dalai Lama ve 150 bin müridi

Komünistler Çin’de 1949 yılında iktidarı ele geçirdikten hemen sonra, tarihi iddiaları olan Tibet’i işgal ettiler. Tibet’in, bu ordulara karşı uzun süre direnecek bir gücü yoktu. Bu nedenle 150 bin kadar Tibetli, işgalin ardından ülkeyi terk eden Dalai Lama’ya katıldı. Tabii, bunların hepsi bir anda gitmedi. İşgalin ardından kısa süre içerisinde yaklaşık 80 bin kişi gitti ve diğer mültecilerin önemli bir kısmı da 1955 ile 1959 yılları arasındaki başarısız ayaklanmaların ardından ülkeden ayrıldı. Nitekim, 1959 ile 1961 yılları arasında ülkede altı bin kadar budist manastırın tahrip edildiği söylenmektedir. Günümüzde sürgündeki Tibetlilerin yaklaşık üçte ikisi Hindistan’da, geri kalanı ise başta Nepal ve Bhutan olmak üzere dünyaya yayılmış bulunmaktadır. 

1960’ların başında Hindistan’a varan Tibet’li çocuk mülteciler.

SOVYET UZAK DOĞUSU

Casusluk bahanesiyle kovulan 172 bin Koreli

Korelilerin 1930’lu yıllarda Sovyet Uzak Doğu’sundan Kazakistan ve Özbekistan’a taşınmaları, SSCB’de bir ulusal grubun tümüyle sürülmesinin ilk örneğini teşkil etmiştir. 1850’lerden itibaren daha iyi geçim olanakları için Rusya’ya iltica etmiş olan Koreliler zamanla Vladivostok bölgesindeki nüfusun dörtte birini teşkil edecek sayıya ulaşmışlardı. Bu durum SSCB yöneticileri tarafından potansiyel bir tehdit olarak değerlendirilmiş ama resmi gerekçe olarak bölgede Japon casusluk faaliyetlerini artıyor olması gösterilmişti. 1930’dan 1937’ye kadar 172 bin Koreli 40 güne kadar uzayan tren yolculuklarıyla Orta Asya’ya taşındı. Yaklaşık 100 bini Kazakistan’ın ıssız bölgelerine, geri kalanı Özbekistan’a yerleştirildi. İkinci Dünya Savaşı çıktığı zaman ırkçı bir anlayışla savaş birliklerine alınmadılar ama işçi taburlarında son derece kötü koşullarda madenlerde ve diğer zor işlerde çalıştırıldılar. Küçümsenmeyecek bir kısmı açlıktan öldü. Bununla birlikte Koreliler çalışkanlıkları sayesinde giderek kendilerini kabul ettirdiler ve günümüzde çoğu Orta Asya cumhuriyetlerinde olmak üzere yarım milyona yaklaşan bir nüfusa ulaştı. 

1930’dan 1937’ye kadar 172 bin Koreli 40 güne kadar uzayan tren yolculuklarıyla Orta Asya’ya taşındı.

FİNLANDİYA’NIN İŞGALİ

Başarıyla karşı koydular ama ülkelerinde mülteci oldular

Finliler Çarlık Rusyası yıkılırken başarılı bir kurtuluş mücadelesine girişerek bağımsızlıklarını kazanmışlardı. Stalin İkinci Dünya Savaşı’nı 1918’de yitirdikleri toprakları geri kazanmanın bir vesilesi olarak kullanmaya karar verdi ve üzerinde birçok devlet kurulmuş bu ülkelerin hepsini ele geçirmeye yöneldi. Nitekim Kars ve Ardahan ile Finlandiya’nın büyük kısmı hariç, bunların hepsini, hatta fazlasını aldı ama SSCB yıkılınca, Ruslar, birkaç istisna dışında hepsini tekrar yitirdiler. 1939 yılında Stalin o dönemler Leningrad denilen St. Peterburg’un savunması için kentin kuzeyindeki Karelya berzahını istedi. II. Dünya Savaşı’nın en iyi askerleri arasında tartışmasız ön sırada yer alan Finliler başarıyla karşı koydular ama kırk bin kadar kayıp verdikten sonra savaşa
son verdiler, aksi halde 4 milyonluk nüfuslarını yenilemeleri olanaksız hale gelecekti. Ruslar Karelya’yı işgal ederken, ülke nüfusunun sekizde biri olan 420 bin Finli ata yurtlarını terk etti. Bir daha dönemeyeceklerdi. Savaş koşullarında bunların yerleştirilmesi ve beslenebilmesi için bir “Acil İskan Komisyonu” kuruldu. 1941’de Hitler Rusya’ya girince Finliler Karelya’yı geri aldılar ama Almanlar çekilirken bu kez Petsamo’yu da katarak gene ülkenin büyük bölümünü terk etmek zorunda kaldılar. 

Karelya işgali Ruslar Karelya’yı işgal ederken, ülke nüfusunun sekizde biri olan 420 bin Finli ata yurtlarını terk ettiler.

AFGANİSTAN MESELESİ

Rus işgalinden günümüze milyonlarca sahipsiz insan

Orta Asya’nın talihsiz ülkesi Afganistan’da mülteci sorunu Rus işgaliyle başlamış, İç savaş ve Taliban dönemlerinden sonra Amerikan işgaliyle birlikte tekrar büyük bir göç dalgası ortaya çıkmıştır. Afganistan mültecilerinin sayısını bulmak zordur çünkü örneğin İran’daki 2.4 milyon mültecinin sadece 800 bininin kayıtlı olduğu ifade edilmektedir. Keza Pakistan’da bulunan ve bu ülkede derin sorunlara yer açan 2.5 milyon mültecinin % 40’ı kayıtsızdır. Bunların dışında Rusya, Orta Asya ülkeleri ve dünyanın diğer bölgelerine yayılmış mülteci sayısının da 200 bini geçtiği anlaşılmaktadır. Böylece asgari olarak 5.1 milyon rakamı ortaya çıkıyor. Ayrıca ülke içinde mülteci haline düşen 1 milyon kişinin eklenmesiyle, bazı kaynaklarda ifade edilen 6.3 milyon sayısının doğruya yakın olduğu kabul edilebilir. 1979 yılının sonunda başlayan Rus işgalinden beri mültecilerin bir kısmının sınırlardan defalarca geçtikleri de göz önüne alınırsa, gerçek rakamın tespit edilemeyeceği anlaşılır. 

Peşaver yakınlarındaki Mardam mülteci Kampı’nda çadır kurmak için hazırlık yapan Afganlar.

KÖRFEZ SAVAŞLARI VE ARAP BAHARI

Kalıp mı ölmeli, kaçıp mı ölmeli?

Irak’da savaş nedeniyle meydana gelen göçler on yıllardır artıyor. Baas döneminde baskıdan kaçanlar olduğu gibi, Körfez Savaşı ile işgal dönemiyle birleşen İç Savaş göçleri toplamını tespit etmek çok zordur. 3.2 milyon Iraklının ülke içinde yer değiştirdiği, 2 milyonunun bölge ülkelerine gittiği ve 200 bin kadarının da dünyaya dağıldığı şeklindeki rakamlar olsa olsa bilgili bir tahmin sayılabilir. Göç etmek zorunda kalanların ağırlıkla Sünni olduğu ifade edilmektedir. Bunların IŞİD örgütüne taban sağladığı da görülmektedir. İşgal altında yürütülen karşılıklı katliamlar Bu örgüt Suriye Sünnileri ile birleşerek etki alanını iki ülkenin geniş bölgelerine yerleştirmek istemektedir. Suriye’de ise 6 ila 6.5 milyon kişi ülke içerisinde yer değiştirmiş, yaklaşık 4 milyon kişi de başta Türkiye olmak üzere çevre ülkelere ve bir kısmı da dünyaya dağılmıştır. Bitmeyen bir iç savaşa sahne olan Libya’da nüfusunun üçte birini sürgüne gönderen talihsiz bir ülkedir. Tunus’a sığınan mülteci sayısının 1 milyonun üzerinde olduğu ifade edilmektedir ve daha yüksek rakamlara da rastlamak mümkündür. Bunlara, diğer bölge ülkeleri gibi BOP kurbanları demek mümkündür. 

Ezidlilerin göç çilesi Yerlerinden edilen Ezidi azınlıklar Şengal kasabasındaki İŞİD yanlılarının şiddetinden Suriye sınırına doğru kaçıyorlar.

RAKAMLAR ÜZERİNE ÖNEMLİ BİR AÇIKLAMA

İstatistiklere dahi giremeyen kurbanlar

Yakın veya uzak tarihte meydana gelen savaş, katliam ve göçlerle ilgili rakamlar daima sorunludur. İlk olarak, mültecilerin çoğu kayıtlara geçmez veya kimi halde birden fazla kayda geçtiği için mükerrer sayım olabilir. Kamplara girip çıkanlar izlenemez. Kayıtsız giren veya üç kez giriş yapan da olabilir. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği ancak mertebe düzeyinde rakamlara sahiptir. Son yıllarda Akdeniz’de kaç mülteci boğulmuştur? Bin mi, on bin mi? Ayrıca, kendi ülkesi içerisinde mülteci duruma düşenler çoğunlukla göz önünde değildir. Şiddetten kaçarak bir şehirden diğerine gitmiş, bazıları kamplara sığınmış, kimileri kaçırılmış, yolda ölmüş ve kimliği belirsiz bir şekilde gömülmüştür. Savaş esirlerinin bir kısmı ülkelerine dönmemiş, başka bir hayata başlamıştır. Bir kısmı işçi olarak çalıştırılanlara karışmış, kayıtlar yitip gitmiş ve çoğu zaman da devletler tarafından gizlenmiştir. Örneğin Rusya İkinci Dünya Savaşı sırasındaki kayıplarını
uzun süre saklamış, gerçeğe yakın rakamlar ancak SSCB’nin tarihe karışmasından sonra ortaya çıkmıştır. Sayılar bir taraftan abartılırken, diğer taraftan da gizlenmeye, az gösterilmeye çalışılır. Örneğin Ukrayna katliamı olan Holomodor ile ilgili olarak 1.5 milyondan başlayarak 7 milyona kadar çıkan rakamlara rastlanır. 10 milyonun üzerine çıkanlar bile vardır. Gerçek rakam muhtemelen 2 milyon civarındadır. Ama kesin rakam asla bilinmeyecektir. Bunları bırakın, çoğu zaman asker kayıpları bile tam bilinmez. Örneğin büyük savaşlarda hastanelerde yüz binlerce yaralı vardır. Bazıları çürüğe ayrılırken diğerleri kendi birliklerine dönmez, depo birliklerine gider, oradan başka birliklere dağıtılır ve izlenemez hale gelir. Elektronik kayıt öncesinde bunların derlenip düzenlenmesi olanaksızdı. Ayrıca, kayıp olarak kayda geçenlerin bir kısmının cesedi bulunamamıştır ama diğerleri esir, bazıları da firaridir ve kesin rakamlar asla bilinemez. İkinci Dünya Savaşı esirlerinin bir kısmı Almanya’ya ancak 1956 yılında dönmüştü. Bu kargaşalık içerisinde doğru rakamı seçmek için önce kayıtlara bakıyoruz, karşılaştırıyoruz, sonra abartılanları veya eksik gösterilenleri elemeye çalışıyoruz. Gene de verdiğimiz her rakamın ancak mertebe olduğunu ve kesin sayıların hiçbir zaman bilinemeyeceğini hatırlatmak isteriz. Bu basitçe olanaksızdır. Hiçbir çaba bunun üstesinden gelemez. 

Devamını Oku

Son Haberler