Dünün ve bugünün gündemi e-postanıza gelsin.
0,00 ₺

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Yeniçerilerden Şeyhülislâmlığa ve bilimin hizmetine: Botanik Bahçesi

İstanbul Üniversitesi’nin Botanik Bahçesi arazisinin İstanbul Müftülüğü’ne devri aslında yaklaşık yüz yıldır bir tartışma konusu. 16. yüzyıl başlarında Yeniçeri ağasına mahsus bir mekân olarak inşa edilen, 1827’den 1924’e kadar Şeyhülislâmlığa ait olan yapı kompleksi, cumhuriyet yönetimince çeşitli kurumlar arasında bölüştürüldü. Bugün ağaç, çalı, otsu, tropik ve subtropik olmak üzere toplam bitki çeşidi beş bini aşan Botanik Bahçesi binasının tarihî öyküsü…

Süleymaniye Camii’nin arkasındaki İstanbul Üniversitesi’ne ait Botanik Bahçesi son yıllarda tartışmalı bir süreçten geçiyor. Bahçenin yer aldığı 14 bin 878 metrekarelik arazinin Diyanet İşleri Başkanlığı’na devri ilk olarak 2013’te İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’nce en üst perdeden dillendirilmiş, gerek ülke gerek üniversite kamuoyunda tüm ilgililer konuya dikkat kesilmişti.

Bu devir işlemine engel olmak amacıyla akademisyenler ve öğrenciler basın açıklamaları yapmış, yürüyüşler ve çeşitli kampanyalar düzenlemişti. İki yıllık bir sessizlik döneminin ardından, 2015’te Diyanet ve üniversite yetkilileri arasında alınan kararla, arazinin İstanbul Müftülüğü’ne tahsis edildiği ortaya çıkınca konu yeniden gündeme geldi. Ağustos 2017’de arazinin bahçe dahil olmak üzere aidiyetinin tümüyle devredildiği haberi tartışmaları alevlendirdi.

Süleymaniye Camii’nin yanında John Frederick Lewis tarafından çizilen İstanbul Limanı (1835-1836) tarihli resimde Bab-ı Meşihat. Süleymaniye Camii’nin sağında, ilk yıllarından itibaren ihtişamıyla göze çarpıyor.

Bundan yaklaşık 1 yıl sonra, geçen Haziran’da, İstanbul Üniversitesi resmî sitesinden “bahçenin eğitim ve bilimsel amaçlı olarak kullanılmaya devam edileceği, yalnız binaların boşaltılacağı, binalarda yer alan eğitim odaları ve laboratuvarların Beyazıt Yerleşkesi’ndeki başka bir yere taşınacağı” söylenerek bahçedeki popülasyonun zarara uğramayacağı garanti edildi. Müftülük yetkilileri de sürece muhalefet eden üniversitelilere “bina yıkılsa da bitkilere bakarsınız” dedi ama ortam pek yumuşamadı; zira basında “taşınma işlemlerinde sona gelindiğine” dair haberler çıkmaya devam ediyor.

Günyüzüne çıkan bu tartışmalar, aslında 90’lı yıllara kadar geri gidiyor. Nitekim 1995’te Botanik Enstitüsü’nün çabalarıyla bölge sit alanı ilan edilmiş. 2003’te de bahçeye kurucusunun adını yaşatmak adıyla “Alfred Heilbronn Botanik Bahçesi” adı verilmiş.

Alman kurucunun adını taşıyor 2015’te çekilmiş bu drone fotoğrafında “Alfred Heilbronn Botanik Bahçesi” solda altta.

Önceden ulemaya aitti

Günümüzde Botanik Enstitüsü tarafından kullanılan bahçeyi çevreleyen bina, daha büyükçe bir halde ve çevresindeki yapılar ile birlikte cumhuriyete kadar şeyhülislam tarafından kullanılıyordu ve bugünkü devir tartışmalarının kökeninde de bu var. Adı “Şeyhülislâmlık Dairesi” anlamına gelen Bâb-ı Meşihat idi. Osmanlı Devleti’nde işlerin şer’i kurallara uygunluğu konuları burada kararlaştırılır, fetvalar buradan çıkardı. Bir diğer adı da Bâb-ı Fetva olan kurumun buradaki varlığı, 1826’daki Vaka-i Hayriye’ye kadar gider.

Tarihçilerin Vaka-i Hayriye olarak adlandırdığı, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması hadisesinde, ayaklanma girişiminde bulunan Yeniçerilere karşı topçu, cebeci, esnaf ve halk güçleri bir olup görkemli bir şekilde üstün gelmişlerdi. Bunun üzerine padişah II. Mahmud, ulemanın da desteğiyle Yeniçeri Ocağı’nı lağvetti. Bu olayın ardından Yeniçeri ağasına ve diğer komuta kademesine ait olan bina, bir hatt-ı hümayun ile daha öncesinde belli bir yeri olmayan şeyhülislamlık kurumuna verildi. Bu hatt-ı hümayuna kadar buranın adı Ağakapısı’ydı; daha sonra Yeniçeriliğin izlerini tamamen silme gayretlerinin bir devamı olarak Bâb-ı Meşihat adı hızla kullanıma girdi. 1827’de Şeyhülislâmlık buraya taşındı.

Bina 16. yüzyıl başlarında bizzat Yeniçeri ağasına mahsus bir mekân olarak inşa edilmişti. Yeniçeri ağası burada ailesi ve maiyeti ile birlikte kalmaktaydı. Mekan birçok tarihsel olaya sahne olmuştu; II. Osman Yeniçeri ayaklanması başlayınca ilkin buraya sığınmıştı. 16. yüzyıldan 1900’lere kadar birçok harita, gravür ve fotoğrafta kâh Ağakapısı, kâh Bab-ı Meşihat olarak vurgulanan, dikkati çeken önemli bir siyasi merkezdi. Tekeli Köşkü’nü, Hünkâr Köşkü’nü ve ahşap yangın kulesini (bugünkü Beyazıt Kulesi) içeren büyük bir kompleks, şeyhülislâmlığın kullanımında gittikçe genişleyen, bugünkünden de büyük hâldeydi. Zamanla yaklaşık 2.000 kişinin gece-gündüz ikamet edebildiği, ilmiye sınıfıyla ile ilgili birimlerin toplandığı bir yer oldu. 1827’den sonra Osmanlı ilmî bürokrasisi burada tam anlamıyla tek çatı altında toplanacaktı.

Bab-ı Meşihat ya da Bab-ı Fetva 1914 tarihli Alman Mavileri haritası, Bab-ı Meşihat’in (diğer adıyla Bab-ı Fetva) en detaylı ve doğru çizimiydi.

Bab-ı Meşihat’te, Harem ve Selamlık bulunmaktaydı. Harem kısmı olan ve Şeyhülislâmın ailesinin ikamet ettiği kısım genellikle kışları kullanılır, Şeyhülislâmlar yazları aileleri ile birlikte Boğaziçi’ndeki sahil köşklerine taşınırdı. Fetvahanenin Selamlık kısmı yaz-kış kullanımda olup, devlet işleri de buradan halledilirdi.

1836’ya kadar ilk dokuz yıl içinde İstanbul Kadıları ve Kazaskerlerin de taşınması ile Osmanlı şer’î ve hukuki kurumları da buraya geldi. Bölge Tanzimat’tan Kânun-ı Esâsî’ye kadar çok hızlı bir gelişim gösterdi. Süreç içinde uygun mekan imkânı, aktarılan birimlerin genişletilmesini, sayısının her geçen gün artmasını, aynı zamanda ihtiyaçlara binaen içerdiği kurumların alt birimlerini ve meslekî okullarını da kendisine katmasını sağlamıştı. Kânun-ı Esâsî’yle makam daha da önem kazandı. Hatta, Kânun-ı Esâsî 27. maddesinde Meşihat, Sadaret ile birlikte zikredilerek şeyhülislâmlık ve sadrazamlık eş tutulmuştu. O tarihten sonra burası adeta ikinci bir Bab-ı Âlî oldu. Sürekli artan birimleri 1899 itibariyle şu şekildeydi; Fetvahane, Meclis-i İntihab-ı Hükkam, Meclis-i Tedkikat-ı Şer’iyye, Eytam Daireleri, Meclis-i Mesalih-i Talebe, Meclis-i Meşayih, Meclis-i Müellefat Heyeti, Teftiş-i Mesahif-i Şerife Meclisi, Sicili-i Ahval Şubesi, Rumeli ve Anadolu Kazaskerlikleri, İstanbul Kadılığı.

Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar varlığını sürdüren kurumun birimleri gün geçtikçe arttı, arttıkça Bab-ı Meşihat binası da genişledi.

Bugün Botanik Enstitüsü’nün kullanımında son vakitlerini geçirmekte olan L şeklinde büyük bina (Bâb-ı Fetva ana binası), Ahşap Yangın Kulesi, bugün İstanbul Müftülüğü tarafından kullanılan cümle kapısı ve onunla birleşik olarak Şeriyye Sicilleri ile Meşihat Arşivleri, bugün varolmayan Fetvahane binası ile arz odası (Tekeli Köşkü’nün yerindeydi) kompleks yapının son halinin elementleriydi. Buna karşın Yeniçeri ocağının kullanımındaki Ağakapısı, 1816-1817’de Daireyi Hümayun, Tekeli Köşk, Kış Çarşamba Dairesi, Yaz Çarşamba Dairesi, Divan odası, Silahtarağa odası, Ağakapısı Camii ve Kum Meydanı’nın ortasında şadırvan ile havuzdan oluşmaktaydı.

Katlanarak büyüdü

Bina, 1826’de Şeyhülislâmlığa tahsis edilmesinden sonra 1837’de gördüğü geniş kapsamlı tamir ve inşa faaliyetinden sonra genişlemeye devam etti. Neoklasik tarzda kagir yapının tamir ve inşaları, mimari karakteri bozulmadan sürdürüldü. Dış dizaynı Batılı bir üsluba sahip olup, iç yerleşim ve tezyinat geleneksel mimari öğeler taşımaktaydı. Haluk Şehsuvaroğlu’nun anlatımına göre Bab-ı Meşihat binasına, “bahçeden üç dört basamak bir merdivenle girilir ve Şeyhülislâm dairesi sol kolda büyük bir koridor üstünde bulunurdu. Burada Şeyhülislâmın çalıştığı oda, biri büyük diğeri küçük iki namaz odası ve mühürdar odası vardı”. Sedad Hakkı Eldem de dış sofalı kısım üzerinde Haliç tarafında sıra odalar, avlu tarafında da bir cami bulunduğunu ve büyük olan iç sofanın iki cenahında odalar sıralanıp, girişin ise bir yan sofa üzerinde sağlandığını belirtmişti.

Bahçe cephesinden Bab-ı Meşihat binasının bahçe tarafındaki cephesi. Bina ilk yapım tarihinden ve Şeyhülislamlığın kullanımına geçişinden itibaren devamlı büyüdü.

Bina ilk yapım tarihlerinden 19. yüzyıl sonlarına kadar sık aralıklarla tamir gördü. Bu süreçte pencereler, iç bölümlenme ve cephe dahil olmak üzere pek çok değişiklik geçirdi. Arşiv belgeleri Bab-ı Meşihat binasında 1847, 1848, 1849, 1850, 1852, 1854, 1859, 1861, 1864, 1865, 1871, 1888 yıllarında çeşitli tamirler ve yenileme faaliyetleri görüldüğünü gösteriyor. Tamirin dışında iç mekân tasarımı, eşya veya döşeme işlerinin yenilenmesi için de değişiklikler yapıldı. Bu değişiklikler ise 1848, 1850, 1852, 1859, 1861, 1862, 1864, 1865, 1866, 1869, 1875 yıllarında gerçekleşti. Mekanın elverişliliğini ve kapasitesini artırmak hep esas amaç olmuştu. Özellikle kış aylarında poyraz aldığından dolayı soğuk olduğu için ve ihtiyaç olan değişiklik ve eklemelerin yapılması amacıyla gerçekleştirilen bu tadilatlar kapsamında binaların bir kısmı yıkılarak yenileri de yapılmıştı.

1900 yılında yapılan son tamirde, binanın üstüne bir yarım kat daha çıkılmış ve bu kata Şeyhülislâm müsteşarı ve mektupçusu yerleştirilmişti. Şeyhülislâmın dairesinin bulunduğu katın sofasından aşağı inen bir merdiven bulunup, bu alt kattan Haliç manzarası görülmekteydi. Bab-ı Meşihat ile Fetvahane arasındaki yol üstünde Meclis-i Tetkikat-ı Şer’iye gibi daireler manzarası görünmekteydi. Binanın Eyüb’e doğru olan kısmında ise Kazasker daireleri ve kalem odaları bulunuyordu.

1950’lerde Botanik Enstitüsü 1950’lerde Haliç’ten çekilmiş bu fotoğrafta Botanik Enstitüsü binası (Süleymaniye Camii’nin yanında). Bina 1957’de silueti bozduğu gerekçesiyle tıraşlanacak.

Cumhuriyet döneminde Şeyhülislâmlık lağvedildiğinde, Bab-ı Meşihat’ın Fetvahane binası İstanbul Müftülüğü’ne verilmiş, yapı kompleksinin en büyük birimi olan L biçimindeki ana bina kısmına da İstanbul Kız Lisesi yerleştirilmişti. Lisenin buradaki varlığı kısa sürdü. 1927’de geçirdiği yangından sonra bina kapatıldı. Fen Fakültesi bünyesindeki Nebatat ve Hayvanat Enstitüleri için yeni bir bina gerekli olunca, 3 Mart 1935’te yeniden temel atıldı.

Botanik Bahçesi, 1933’teki üniversite reformu ile Almanya’dan gelen bilim insanlarından Ord. Prof. Dr. Alfred Heilbronn ve Prof. Dr. Leo Brauner tarafından İstanbul Üniversitesi’ne bağlı olarak burada kuruldu. Bu kişiler bahçenin Avrupa’daki örnekler gibi olması için yoğun bir çaba gösterdi. Bu süreçte Türkiye florasının zenginliği kullanılmak istendi ve bunun için Anadolu’ya birçok bilimsel gezi düzenlendi. 1957’de bu yapının bir katı Süleymaniye’nin siluetini bozduğu gerekçesiyle traşlandı.

5000’i aşkın bitki Bugün Botanik Bahçesi’nin ağaç, çalı, otsu, tropik ve subtropik olmak üzere toplam bitki çeşidi 5 bini aşıyor.

Botanik Bahçesi ve herbaryumu, Anadolu’nun çeşitli yörelerinde 100 yıl öncesine kadar var olan bitki örneklerini içermekte. Halihazırda Türkiye topraklarında sahip olunan bitki türlerinin yaklaşık üçte biri endemik iken, botanik bahçesindeki bitkilerin bir kısmı da toplandıkları yörelerde değişen çevre koşullarına bağlı olarak artık bulunmuyor. Bugün Botanik Bahçesi’nin ağaç, çalı, otsu, tropik ve subtropik olmak üzere toplam bitki varlığı 5 bini aşıyor. Yıllar alan bugünkü mevcudiyet, birçok bilim insanına göre el değiştirme durumunda bu özelliklerini koruyamayacak.

*Bu yazıda Hasan Fehmi Topal’ın “19. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nda Şeyhülislâmlık Kurumu Bab-ı Meşihat” (2015) başlıklı mimarlık yüksek lisans tezinden yararlanılmıştır.

Devamını Oku

Son Haberler