Türkiye’nin en kıdemli gazetecilerinden Aydın Engin’in arkasında bıraktığı yaşam, onu Ödemiş’ten Hukuk Fakültesi’ne, tiyatro sahnesinden 53 yılını verdiği gazeteciliğe, Almanya’da taksicilikten “Yılın Anneliği”ne savurmuştu. Her dönem başını belaya sokmayı bilmiş, güleryüzünü hiç yitirmemiş bir gazeteci.
Türkiye’nin en kıdemli gazetecilerinden Aydın Engin, 24 Mart’ta 81 yaşında öldü. Arkasında bıraktığı yaşam, onu Ödemiş’ten alıp Hukuk Fakültesi’ne, tiyatro sahnesinden 53 yılını verdiği gazeteciliğe, sığınmacılık yıllarında taksicilikten “Yılın Anneliği”ne savurmuştu. Attığı her adımda, her dönemde başını itinayla belaya sokmayı bilmişti. Son olarak 31 Ekim 2016’da gözaltına alınıp Cumhuriyet gazetesi davasında yargılandığında 75 yaşındaydı. “Sürekli Basın Kartı”nın yenilenmemesi üzerine Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’na açtığı davayı kazandığının haberi ise ölümünden 5 gün sonra geldi.
Aydın Engin, Ödemiş’te terzilik yapan Sadık Bey’le Adalet Hanım’ın oğlu olarak 1941’de dünyaya gelmiş; hukuk okumak için geldiği İstanbul’da gönlünü İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Gençlik Tiyatrosu’nda adım attığı tiyatroya kaptırmıştı. Amatörlükten profesyonelliğe Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu’nda dramaturg olarak geçmişti. 1967’de daha sonradan “çocukça” diyeceği bir kararla “Sokak Kızı İrma’yı değil devrimci oyunlar oynamak istiyoruz” diyerek Tuncel Kurtiz ve Müjdat Gezen’le birlikte topluluktan istifa etmişti. İstifa sonrası yolda rastladıkları Tuncer Necmioğlu ve Umur Bugay’ı da alıp Halk Oyuncuları’nı kurmuşlardı. Elde ne oyun ne de olunca bir süredir aklında dönüp duran ve çobanlıktan başbakanlığa yükselen Süleyman’ın hikayesini anlattığı Devr-i Süleyman’ı kaleme almaya başladı ve oyun sahnelendiği an itibarıyla kelimenin tam manasıyla “patladı”. Yasaklamalar seyircinin merakını iyice celbediyor; oyun İstanbul’dan Ankara’ya “Devr-i Küheylan” adıyla gidiyor; yasağın kaldırılmasıyla İstanbul’a “Danıştay kararıyla Devr-i Süleyman” olarak geri dönüyordu. “Yalan, yalan” nidalarıyla oyunun basılması, sopalarla dekorun parçalanması ancak oyunun şöhretini artırmıştı. 2 ay sonrasına bile biletler tükenmişti.
Ancak tüm ilgiye rağmen, daha radikal eylemler yapma özlemi, onu tiyatroya “kederli bir elveda çekip” gazeteciliğe geçmeye itmişti. Önce haftalık dergi, sonra günlük gazete olarak çıkan Yeni Ortam’ın yazıişleri müdürü oldu. Arada 12 Mart 1971 darbesi sırasında tutuklandı. 12 Mart sonrasındaysa Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’nin kurucuları arasında yer aldı. Partinin kurucularından Oya Baydar ile evlendi. Bu evlilikten oğlu Ekim Engin dünyaya geldi. 1974’te birlikte İlke dergisini kurdular. 1976’da İsmail Cem’den DİSK’in satın aldığı Politika gazetesinin genel yayın müdürü oldu. Gazetecilik yapmakla “organ yayını” olma baskısı arasında çatışmalarla da geçse, kapanana kadar gazetenin başında kaldı. “Tırmık” köşesinde yazdığı yazılar nedeniyle 7 defa hapse girdi. O kadar ki artık eşi Oya Baydar şakayla karışık “Evde mi yaşayacaksın burada mı, karar ver” demişti.
1980’de başka bir davadan 7.5 yıl hapse mahkum olduğunu öğrendiğinde halihazırda Davutpaşa Cezaevi’nde tutukluydu. “Genç bir arkadaşın annesi, görüş gününde gazeteye sarılmış temiz çamaşır getirmişti. ‘Çamaşır senin, gazete Aydın Bey’in’ demiş. O gazeteden, başka bir davada aldığım cezanın kesinleştiğini öğrendim, bu da 7.5 yıl yatacağım anlamına geliyordu” diye anlatıyordu haberi alışını. Kesinleşen cezanın haberi 2.5 saat önce cezaevine ulaşsa belki tahliye edilmesine izin verilmeyecek, “bitleri üzerinde” Düsseldorf’a gidemeyecek; 4 ay sonra 12 Eylül’de alacağı 100 yılı aşkın rekor cezayı Türkiye’de öğrenecekti.
Dilini bilmedikleri Almanya’da hamburgerciden kağıt deposuna girip çıkmadığı iş kalmamış, yıllarca Frankfurt’ta taksicilik yaparak geçinmişti. Bir süre TKP’yle bağlantılı Türkiye Postası’nı çıkarmış, ama partiyle arası açılınca yayını bitirmişti (bir Yunanistan sayahatinde partinin onları “kafası karışık” bulduğu için gizlice dinlettiğini öğrenip ayrılmışlardı). Frankfurter Rundschau’ya yaptığı başvuru da dil bariyerine takılmıştı. Bir de “Yılın Anneliği” macerası vardı. Eşi Oya Baydar şöyle anlatıyor: “Parti’den benim Moskova’ya eğitime gitmem önerisi geldi. Hayır denilemeyecek bir şey. Marksizm bilgimi-kültürümü geliştirmek önemliydi benim için. Aydın’ın gitmeme hiç itirazı olmadığı gibi destekledi de. Henüz 1.5 yaşında bile olmayan oğlumuzun bakımını tek başına üstlenmekten çekinmedi. Aydın, o sene kendi tabiriyle ‘Yılın Annesi’ seçildi”.
12 yıllık siyasi sığınmacılığı, 1991’de Turgut Özal döneminde 141. ve 142. Maddelerin kaldırılmasıyla son buldu. Daha önce yattığı süreler düşürüldüğünde cezası 52 güne inmişti. Onu da göze alıp Türkiye’ye döndüğünde tek arzusu, ölüm döşeğinde yatan annesini görebilmek için tek bir gün izindi. “Devlet cevap bile vermedi. (…) Ben, çaresiz hapishaneye girmek üzere Frankfurt Havalimanı’nın yolunu tutmazdan iki gün önce Terzi Sadık’ın karısı Adalet Hanım’ın ölüm haberi geldi”.
Aydın Engin, tüm yaşadıklarına rağmen hiç acılaşmamayı başarmış; muzip, nüktedan, eyleme geçmekten çekinmeyen bir insan ve gazeteciliğin Türkiye’deki yüz aklarındandı.