Tarih boyunca kış aylarında savaştan kaçınıldı ama teknolojik olanakların gelişimine rağmen, çağımızda da sayısız asker kış savaşlarında tarifsiz acılar çekerek can verdi. 1. Viyana Kuşatması’ndan Napoléon’un meteorolojik yenilgisine, Sarıkamış’tan Stalingrad’a, Ardenler’e uzanan buz cehennemleri ve zebanilerin elinde can verenler.
Önce ıslanıp sonra buz kesmek… Ayazda sabahı etmek… Gelmeyecek tayını beklemek… Bir kap sıcak yemek düşlerken bir ağacın dibinde uyuklamak, uyurken donup gidenleri ve evde bekleyenlerini düşünmek… Silkinip ayağı yere vurarak ısınmaya çalışmak… Soğuktan çıplak ele yapışan silah demiri… Şanslıysan bir ateşe yaklaşabilmek, yarısı yenmiş bir peksimeti ısırabilmek ve kuşatılmadan çekilmeye çalışmak… İşte milyonlarca asker, üstelik çoğu 20. yüzyılda bu acıları yaşadı. Kimisi donup giderken bir kısmı da esarette can verdi. Örneğin Stalingrad’ın buz cehenneminde esir düşen 105 bin kişiden sadece 6 bini ülkesine dönebildi (Ancak tabii bu Almanların elinde açlık ve hastalıkla öldürülen milyonlarca Rus esirin yanında çok küçük kalır).
Nispeten daha iyi belgelenmiş olan yakın tarihe baktığımız zaman, savaşların hiç durmadığını ama kış savaşlarından sürekli kaçınıldığını görüyoruz. Özellikle 13. yüzyıldan 19. yüzyılın ortalarına kadar süren küçük buz çağında, kış seferleri en zengin ordular için bile açlık, hastalık ve donarak ölüm anlamına geliyordu. Buharlı ve ardından içten patlamalı motorlar seferleri biraz kolaylaştırmış olsa da, 20. yüzyılın ortasındaki 2. Dünya Savaşı’nda bile milyonlarca asker kış nedeniyle korkunç acılar çekti; yüzbinlercesi hayatını yitirdi. Napoléon’un yarım milyonluk “Grande Armée”’sini yutan kış, Hitler’in ordularını da kıracaktı. Napoléon Rusya’da bir muharebede yenilgiye uğramadı ama Moskova’dan çekilirken ordusunun neredeyse tümünü açlık ve soğuk nedeniyle yitirdi. Perişan hâlde kalanlar da onları sürekli izleyen süvarilerin kurbanı oldu. Rusya içlerine giren yarım milyona yakın askerin yüzde 90’dan fazlası dönemedi.
Savaşlar ılıman kuşakta -ki geçmişte havalar çok daha sertti- bazı nedenlerle kışa sarkan seferler dışında, ordu atları için gerekli otların yeşerdiği Mayıs’ta başlar ve Kasım’da askerler eve dönmüş olurdu. Osmanlılar’da ordunun büyük kısmı için sefer başlangıcı Hızır İlyas günü olarak bilinen 3 Mayıs, sefer sonu ise Ruz-i Kasım tabir edilen 5 Kasım idi. Sefer hazırlıkları Mart sonunda başlar ama yola Mayıs başında çıkılır; Kasım sonunda da eve dönülmüş olurdu. Genel usul böyleydi; çünkü açıkta barınma bir yana, orduların kışın ikmal edilmeleri ve atların uzun süre açık arazide tutulmaları imkansızdı. Aralık’a kalan yanardı.
Bizim tarihimizde kışa sarkan iki felaketli sefer özellikle öne çıkar. Bunlardan ilki Kanunî’nin hesapsız 1. Viyana Seferi macerası (1529), ikincisi ise Sarıkamış’tır (1914). İkisi arasında 385 sene olmasına rağmen, ikincisinde insan kaybımız -abartılar bir yana- çok daha fazla olmuştur. Bu arada orduların sürekli ve hızlı yürüdüklerini sanan varsa, İstanbul’dan Macaristan’a kadar geçen sürenin 80-120 gün arasında sürdüğünü bilmeleri gerekir. Ordu yağmurlu günlerde yürüyemez, bu arada bazı nehir geçişlerinde vakit yitirilir ve ayrıca askerin dinlenmesi gerekirdi.
1529 seferinde olumsuz koşullar nedeniyle ordu ancak Eylül başında Budin’i kuşatmış ve ayın 10’unda şehri almıştı. Artık ancak geri dönecek kadar sefer zamanı kalmıştı ama Kanunî, Avusturya ordularının uğradığı bir dizi yenilgiden sonra Viyana yolunun açık olduğunu anlayınca felaketli kararını verdi. Kış yaklaşmış, üstelik ordunun yiyeceği azalmış, hastalık başgöstermişti. Buna rağmen kuşatmayı denedi. Surları savunanların tek yapması gereken, birkaç hafta direnip soğukları beklemekti. Padişah durumun umutsuzluğunu anlayınca 14 Ekim’de kuşatmayı kaldırdı ama artık çok geç olmuştu. Nehirler kabarmış, hayvanlar çamura saplanmış, ağırlıklar terkedilince asker aç ve açıkta yatmaya başlamıştı. Farklı kaynaklarda 14-25 bin arasında askerin hayatını yitirdiğinden sözedilir ama, ne kadarının açlık-hastalık-soğuktan öldüğü, ne kadarının yiyecek bulmak için dağılınca pusuya düşen akıncılardan olduğu bilinmemektedir. Yine de Osmanlılar henüz yükseliş çağında oldukları için toparlanmış; bu durum gerilemenin en büyük dönüm noktası olan 2. Viyana felaketi gibi yıkıcı olmamıştır.
Elbette, kış savaşları bu yazıda ele aldığımız hadiselerden ibaret değildir. Norveç’te, Finlandiya’da, Rusya ve Doğu Avrupa’da ve Kore’de tarihin diğer dönemlerinde de kış savaşları oldu. Sıcak iklimde haftalarca açlığa dayanan asker, soğukta 1 haftada sağlığını ve direncini yitirir. Savaş her yerde kötüdür ama düşmanın karşısında açlık, soğuk ve hastalıklardan kırılmak daima daha büyük acılar vermiştir.
ARALIKTA ÖLÜM
1914 Sarıkamış felaketi: Ruslar’dan önce bastıran soğuk
Kısa kış gününün güneşi çekilip yerini ayaza bırakınca sırılsıklam çatıklar donmuş, askerin ayağında buzdan prangalar oluşmuştu. Buzlaşan çarıkların parmak uçlarında başlattığı karıncalanmalar nedeniyle askerler ayaklarını yere vuruyor ama bir süre sonra yorgunluktan bitap düşerek yavaşlıyor, donma bileklere kadar ulaşıyordu. Isı düştükçe yere düşenlerin de sayısı artıyordu. Olduğu yere yığılanları, ölenleri görenler can havliyle zıplamaya çalışıyordu.
1. Dünya Savaşı’nda ordular esas olarak tren ve at arabalarıyla ve kimi zaman da öküz arabaları, develer veya mekkare (katır) kollarıyla ikmal ediliyordu. Motorlu araçlar henüz çok azdı.
Yakın tarihimizdeki ikinci kış felaketi, bilindiği gibi 1914’te Sarıkamış’ta meydana gelmiştir. Bu coğrafyada daha önce hiçbir ordu Aralık ayında harekete geçmemişti. Rusları Almanların karşısından kuvvet çekmeye zorlamak için yapılan bu operasyon kötü yönetilmiş, başından felakete mahkum edilmişti; gönderilen kışlık teçhizat askerin eline ulaşmamıştı. Yüksek irtifada dondurucu soğuk altında yürüyen tümenler, daha Ruslarla karşılaşmadan mevcutlarının yarısından fazlasını yitirdi, asker telef oldu. Burada elden çıkan 4 tümen savaşın devamında çekilen sıkıntıları da arttıracak ve bu felaketin hesabı sorulmayacaktı; zira bunun esas sorumlusu başkomutan vekili Enver ile 3. Ordu Komutanlığı’na getirilen Hafız Hakkı idi. Her ikisi de 2 yıl içerisinde binbaşılıktan en üst komutanlığa gelmiş hırslı ama yetersiz subaylardı. Hafız Hakkı burada tifüsten öldü; Enver ise Balkan Savaşları’nda dağılan orduyu kısa sürede toparlamış olduğu için övgüyü hak etse de, sürekli hata yaparak büyük kayıplara yol açmayı sürdürecekti.
TEKNOLOJİYE KARŞI DİRENİŞ VE COĞRAFYA
1941-42 kar cehennemi: Alman Ordusu’nun erimesi
2. Dünya Savaşı’nda motorlu araçların miktarı ve oranı artmakla birlikte, İngiliz ve Amerikalılar hariç (ki onlar da dağlık ve ormanlık bölgelerde ikmal için katır kullanmışlardır), diğer ordularda çeki hayvanları büyük bir ağırlık taşıyordu. Alman ordusu Rusya’ya 3.2 milyon askerle hücum ederken 150’den fazla tümenin 116’sı piyade, biri süvari tümeniydi; bütün bunların ikmali için 500 bin at kullanılıyordu. Geri kalanın 19’u zırhlı, 16’sı motorizeydi ancak bunlar da Rus kışı ve çamurunu çekeceklerdi.
1941 yazının büyük ilerleme günlerinde Almanlar çok kısa sürede Leningrad’ı kuşattı. Şehir sürekli bombardıman altında muazzam bir direniş gösterdi. Ancak Stuka’ların yiyecek depolarını tahrip etmesi nedeniyle sivillerin yiyecek istihkakı günde 37.5 gram talaşla karışık siyah ekmeğe düşünce açlık, soğuk ve hastalıktan ölenler 1 milyona yaklaştı. Sadece Ladoga Gölü buz tutunca, top ateşi altında biraz ikmal yapılabildi ama Ruslar çoğu hapishanelerden toplanmış olan “einsatz” denilen Nazi ölüm taburlarını şehire sokmadı.
Almanlar savaşı sonbahar başında sonuçlandırma ümidiyle ilerlemişti ama tekerlekli araçları önce “rasputitsa” denilen çamurlu dönemde batağa saplanıp yavaşladı, sonra durdu. Kış yaklaşırken çoğu yerde sadece paletli araçlar az çok ilerleyebiliyordu. Alman Ordusu savaşın erken biteceği beklentisi içerisinde askerlerin büyük kısmı için kışlık kıyafet temin etmemişti. Aralık’ta ısı eksi 40 dereceye kadar düşerken yazlık kıyafetleri içerisinde titreyen askerler donmuş toprakta derin siper kazamıyor, karın içerisinde 1 saatten fazla dayanamıyordu.
Almanlar ve müttefikleri 1941 kışında Moskova, 1942 kışında Stalingrad’da son derece büyük sıkıntı çekti. 1940’ta 20 binden az ölü vererek Avrupa’yı fetheden Alman Ordusu Aralık başına kadar 750 bin kayıp vermiş, bu rakam Mart başında 1.074.000’e ulaşmıştı. Kayıplar, Alman ordusunun ilk baştaki yedeklerinin 2.5 katıydı.
Ertesi yıl Kasım sonunda başlayan Rus karşı taarruzu ise 3 günde Stalingrad’daki 320 bin kişilik Alman ordusunu kuşattı. Aç kalan birlikler teslim oluncaya kadar harabeler arasında süründü. Luftwaffe mareşali Goering onları havadan ikmal edeceğini vaadetti ama günlük gereksinimlerinin dörtte birini bile karşılayamadı. Yiyecek götüren uçaklar, dönerken sadece 30 bin yaralıyı geri getirebildi. Havaalanları, kendilerini son uçaklara atmaya çalışan uzuvları donmuş yaralıların bekleştikleri sefalet manzaralarıyla öne çıktı. Yıkıntılar arasında çalışan hekimler ise soğuktan donan uzuvları anestezi olmadan kesiyor, askerler ise her halükarda ölüyordu. Çekilişin bozgunla sonuçlanacağını anlayan Hitler, askerlerine bulundukları yerde direnme emri vererek büyük kayıplar pahasına Wehrmacht’ı kurtardı.
ALMAN KARŞI SALDIRISI
1944 Ardenler: Donan tarih, geri çekilemeyen ve kırılan asker
Aralık 1944’te, Amerikalılar çok zor bir Avrupa coğrafyasında ve ağır kış koşullarında savaşı sürdürüyordu. Amerikan tarihinin ilk büyük kış muharebesi olan ve “Battle of the Bulge” diye anılan Ardenler harekatı bu sırada yaşandı. Almanların taarruz gücünün kalmadığı sanısı içerisindeki Amerikalılar, özellikle Ardenler bölgesinde zayıf örtme birlikleri bırakarak rahata kapılmışlardı. Hitler tam da buradan vurarak Müttefik cephesini yarmayı ve Hollanda’da denize ulaşmayı hesaplıyordu. Belçika ve Lüksemburg’da kasabalara dağılmış Amerikan birlikleri, Alman hazırlıklarını değerlendiremedi. Üstelik hava kapanmış ve Müttefik hava üstünlüğü bir süreliğine kullanılamaz hâle gelmişti. 16 Aralık 1944’te Hitler’in son taarruzu başlayınca, buradaki 4 Amerikan tümeni 20 Alman tümeni karşısında ilk başta darmadağın oldu. İleri hatlardaki muharebe grupları, durumu kavrayamayan komutanlıklardan çekilme izni alamamıştı. Bunlar karlı tepelerde muazzam sıkıntı çektiler. Ne var ki, hücuma öncülük eden 7 Alman zırhlı tümeninin yakıtı çok azdı ve bu nedenle Amerikan depolarını ele geçirmek üzerine plan yapmışlardı. En büyük depoya çok yaklaştıkları hâlde bunu başaramadılar. Amerikalılar birkaç direniş noktasında tutundular ve hem İngilizlerden yardım aldılar hem de ihtiyatlarını çok hızlı bir şekilde getirdiler. 1 hafta sonra hava açınca, Müttefik uçakları muharebe sahalarına tekrar hakim oldu.
1945 Ocak’ında, Almanların taarruzu bittikten 2 hafta sonra bile Amerikan 30. Tümen’i kar ve soğuktan kaynaklanan hastalıklardan günde 100 asker yitiriyordu. Avcı çukurları bile ancak dinamitle patlatılarak açılabiliyordu. Grip ve donma nedeniyle oluşan kayıplar neredeyse muharebe kayıplarına eşitti. Su boruları ve kanalizasyonlar da donduğu için herkes dışarıda yaşamak zorundaydı.
Almanlar bu muharebede son hareketli ihtiyatlarını tüketerek çekildiler ama bu Amerikalılar için büyük bir şok oldu. Tam savaş bitmek üzereyken 56 bin ölü ve yaralının yanısıra 21 bin esir ve kayıp da verdiler. Almanlar da çok dar bir cephede sadece 90 kilometre ilerlemek için 120 bin kayıp vermişlerdi. Ardenler’in karları içerisinde iki taraftan 80 bine yakın ceset kalmış, kurtulanların çoğu ise zatürre ve dizanteriye yakalanmış. birçok asker de donan uzuvlarını yitirmişti. Bulabildikleri her şeyi ayaklarına sarmışlar, sivillerden aldıkları her çeşit giysiye bütünmüşler, dondurucu rüzgara direnmeye çalışmışlardı.