İstanbul’un simge olmuş tarihî yapılarından Kızkulesi, 20 aylık restorasyonun ardından Mayıs’ta tekrar açıldı. Kızkulesi, Tanzimat’a kadar Saray-ı Hümayun’un güvenlikkontrol, tutuklama ve infaz karakolu işlevini görmüştü. “Kızkulesine kaldırılmak” ise ölü-diri bir daha dönmemek demekti. Ancak kulenin ayrıntılı bir tarihi yazılmamıştır.
Restorasyonu yeni tamamlanan İstanbul’un simgelerinden Kızkulesi, onarım perdelerinin açılmasıyla basının gündemine düştü. Ancak denizin ortasında bulunan, kaya tabanlı bu biricik su kulesinin söylencelerden arındırılmış, mimari, tarihsel ve işlevsel bir tarihi henüz yazılabilmiş değil. Rehberler doğrusunu bilseler dahi, gezi gruplarını Salacak’ta durdurup Kızkulesi anlatısına “Tour de Léandre” (Leander Kulesi) aşk öyküsüyle başlıyorlar. Halbuki bu masal ve hurafe örüntülü anlatı, aslında bir Çanakkale Boğazı tragedyası iken, daha denk düşeceği düşünülerek Boğaziçi’ne yakıştırılmış.
Eskiden İstanbul’a ilk defa gelenlerin, kulesini minareye benzettikleri bu minyatür yapıyı “deryada yüzen bir mescit” zannettikleri anlatılırdı. Bugünkü Kızkulesi, asırlar boyu yıkılan, yanan aynı yerdeki kulelerin kaçıncısıdır, bilmiyoruz. Aynı kayada yükselen önceki kulelerden çizimi bugüne ulaşanlar arasında en eskisi, Matrakçı Nasuhî’nin Süleyman Kanunî’nin 1533 Irak-İran seferindeki konak ve yolları betimlediği Beyân-ı Menâzil-i Sefer-i Hümayun adlı albümünden. Bu eserde kule, tarihî İstanbul ve Galata görüntüleriyle Marmara-Boğaz-Haliç sularının resmedildiği ilk tabloda seçilebiliyor. Dikkatli bakılmazsa gözden kaçabilir. Bu çizim, günümüzdeki üç asırlık kuleye benzeyen, “kırmızı-beyaz” miniskül bir betimlemedir. Dolayısıyla 500 yıl önce de o da racık alandaki fener/gözetleme kulesi, dizdar-fenerci evciğinin bugünkü ölçülerinde olduğunu anlarız.
Restorasyon sonrasında Kızkulesi’nin iç duvarlarına Nasuhî’nin bir tablosunun büyütülmüş hâli ile Bartlett, Allom gibi gravür sanatçılarının karakalem, yağlıboya, suluboya Kızkulesi tasvirleri; yapının son 150 yılda çekilen fotoğrafları asılarak buraya bir kültür zenginliği kazandırılabilir. “Nasuhî’nin 1530’lardaki betimlemesinden önceki Bizans binyılında veya 1453’teki Türk fethini izleyen dönemlerde aynı yerde bir kule-fener var mıydı?” sorusu ise, hayatta olsa Prof. Dr. Semavi Eyice’ye sorulmalıydı. Kuşkusuz başka çalışan, bilenler de vardır. Ancak eski harflerle “Kızkulesi”ne karşılık gelen bir “kitap” görülmüş değildir.
Kaynaklara bakıldığında Mehmed Ziya’nın çok yüklü çalışması İstanbul ve Boğaziçi’nin (1928) 25. sayfasındaki Grelot çizimi; Fenerbahçe Köşkü, Üsküdar Sarayı, İstanbul ve Galata’yı kapsayan panoramada, altında “Tour de Léandre” yazılı Kızkulesi’ni de göstermiş. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilatı (1948), Kapukulu Ocakları I-II (1943) kitaplarının “dizin” sayfalarında ise Kız Kulesi/Kızkulesi yok! Metinler tarandığında rastlanabilir. Nitekim Uzunçarşılı’nın Osmanlı Devleti’nin Saray Teşkilâtı (1945) kitabının dizininde yanlış kodlanmasına karşın “Kız Kulesi”ni 56. sayfadaki dipnotta bulduk: 3. Mustafa’nın tahta cülusunda (1757) Sarayburnu’ndan, Yedikule’den ve ‘Kızkulesi’nden toplar atılmasına ilişkin buyrultulardan sözediliyor.
Kızkulesi, Tanzimat’a kadar saltanat merkezi olan Saray-ı Hümayun’un güvenlik-kontrol, tutuklama ve infaz karakolu işlevini görmüş. Boğaz’ın giriş-çıkış güvenliğini sağlamak ve kontrol etmek amacıyla ateşlenen topları varmış. Bekçiler gece-gündüz burada nöbet tutarlarmış. 2. Mahmud’un saltanatında (1808- 1839) kulenin bir köşesine yeni bir deniz feneri eklenirken Boğaz’dan geçen gemilerin karantina işlemleri de burada yapılmaya başlanmış.
Burası, o dönemde olasılıkla Saray-ı Hümayun’un dış birimlerinden, bir yönüyle de idamı çağrıştıran korkulu bir yerdi. “Kızkulesine kaldırılmak” yani kayığa bindirilip bu dış görünüşü ak pak, zarif ve sevimli kuleye götürülmek, diri-ölü bir daha dönmemek demekti! Sadrazam, vezirler, saray ağaları, haremağaları için Kapıarası ve Bostancı’nın makamı olan Balıkhane Kasrı dışında, adı anılmaktan çekinilen Kızkulesi de korku yayardı. Suçlu cariyeler, haremağaları gözlerden uzak burada idam edilirlerdi. Peki Kızkulesi’nin yönetiminden kim sorumluydu? Bu, cevabı kapalı bir sorudur. Sonuç olarak Kızkulesi, İstanbul’un bir simgesidir ama ayrıntılı bir tarihinden sözedilemez.
İstanbul’da doğma büyüme, okumuş, sorulduğunda “İstanbulluyum” diyen milyonlar var. Bunların, “Kızkulesi” adına ekleyebilecekleri birkaç sözcük daha var mıdır? Bu soru Galata Kulesi, Beyazıt Yangın Kulesi, Yedikule için de geçerlidir. İstanbul’u İstanbul yapan camiler, çarşılar, hanlar, tarihî köprüler, kapılar, meydan çeşmeleri, su kemerleri, bendler, saraylar, sahil sarayları, yalılar, camiler, hanlar, hamamlar ve çarşılar için de…
GERÇEKLE HAYAL ARASINDA KIZKULESİ
Yapının ilham verdiği hikayeler, masallar, hurafeler
Kızkulesi hakkında rivayetlerden arındırılmış pek az şey yazılmış. Bu zarif kule uzun yıllar içinde onlarca hikayeye ilham kaynağı olmuş; İstanbulluların hayalgücünü harekete geçirmiş.
Anlatılan hikayelerden birine göre, Üsküdar’ın Kızkulesi’ne yakın burnunda Atinalı general Kharis’in karısı Damalis gömülüymüş. Mezarın üstünde de bir öküz heykeli ve bir yazıt varmış. Buraya Damalis burnu denirmiş. Denizin üstündeki kayaya ilk kuleyi İmparator Manuel Komnenos yaptırmış. Boğazı kapatan zincirin bir ucu bu kaleye bağlanmış. Sözde, kayanın altından karaya bir tünel bağlantısı ile bir de tatlı su kaynağı varmış.
İnciciyan (19. yüzyıl) deniz durgunken kıyıya bağlı bir duvarın izlerinin göründüğünü yazmış.
Evliya Çelebi de bir kral kızı ile Üsküdar’ı fetheden Battal Gazi arasında geçen aşk hikayesini buraya yerleştirmiş. Güya Battal Gazi, Üsküdar kıyılarında bağ-bahçe yetiştirirmiş; bunlara Battal Bağları, Ali Bahadır Bağları denirmiş. Battal Gazi’nin korkusundan deniz üstündeki kayaya büyük bir kale yaptıran Üsküdar Tekfuru, kızını kıymetli çeyizi ile beraber bu kaleye yerleştirmiş. Battal Gazi, Halep seferinden dönünce bir kayıkla kaleye geçip kızın hazinesini zaptetmiş. Sonra iki rekat namaz kılıp “İlahi burayı Mehmed Efendimize müyesser et ki İstanbul mamur ve abadan olsun” demiş. Sultan Mehmed İstanbul’u alınca bu kaleyi yıktırıp yerine bir kule yaptırmış.
Evliya Çelebi kendi dönemindeki kuleyi şöyle anlatıyor: “Karadan bir ok menzili kadar uzakta, dörtköşe yüksek ve güzel bir yapı olup 80 zira yüksekliğindedir ve çevresi 200 adımdır. İki tarafa açılan demir kapısı vardır. Dizdarla beraber 100 nefer, kıyıda da 40 pare balyemez toplar ve ayrıca bir cephaneliği vardır”.
Sonraları kulenin bir köşesinde gemilere yol göstermek için kandil yakılmaya başlanmış. 1719’da bu kandilden çıkan kıvılcımlardan kule yanmış. İbrahim Paşa da Kızkulesi’nin yerine Fenerbahçe’de başka bir kule inşa ettirmiş.
1. Mahmud’un Kızlarağası Beşir Ağa suçlu bulununca ansızın dairesinden alınıp Kızkulesi’nde hapsedilmiş. Sonra bir gece tersaneden bir çektiri ile kuleden alınıp sürgüne gönderilecekken, hava muhalefetinden kuleye yaklaşılamamış. Bunun üzerine padişahın ikinci bir emri ile Beşir Ağa’nın boynu vurulmuş, saraya getirilen başı kap önündeki ibret taşına konmuş (Hicri 1165- 1752). Dönemin bir şairi bu olay için tarih düşürmüş:
“Erbab-ı zulmü kıldı izale / düştü tarih def-i mezalim”
Sadrazam Hekimoğlu Ali Paşa da 1755’de 3. kez görevinden azledilerek burada idam edilecekken Valide Sultan’ın şefaatiyle cezası sürgüne çevrilmiş.
1241’de Kızkulesi’nin önünde bir deniz kazası olmuş. Kaptan-ı Derya Hüsrev Paşa, donanma ile Akdeniz’e açılırken geride kalan gemiler de Haliç’ten çıkmış; Çakmak Ahmet Bey komutasındaki Küh-u Revan gemisi Kızkulesi’ne çok yakın geçerken karaya oturmuş. Dolayısıyla Ahmet Kaptan da utanç deryasında boğulmuş; katledilecekken sürgüne gönderilmiş.
1839’da Tavaffushane Nezareti kurulunca Kızkulesi de bir süre karantinahane olmuş.