12 Eylül 1980’de Ordu “emir-komuta zinciri” içinde yönetime el koymuş, cuntacı beş generalin oluşturduğu Milli Güvenlik Konseyi seçilmişleri devirmişti. Tarihe ceberrut uygulamalarıyla geçen 12 Eylül rejimi, 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası’nda yaptığı değişiklikle yaklaşık 5 bin kamu çalışanını sorgusuz sualsiz işten çıkardı. Tasfiyenin “1402’likler” olarak anılan mağdurları arasında, iki değerli akademisyen, tarihçi Mete Tunçay ve siyaset bilimci Baskın Oran da vardı…
Mete Tunçay
“Radikal bir ayıklamaya giriştiler”
Siyasal iktidarlar her zaman kendilerini eleştiren çevrelerden tedirgin olurlar. Öte yandan toplumsal bilimlerle ilgili alanlarda çalışan öğretim üyelerinin her zaman muhalif olmaları doğaldır; çünkü bilim hep eleştirel bakmayı gerektirir. 1950’li-1960’lı yıllarda Fransa’da M. Duverger diye bir anayasa hukukçusu & siyasal bilimci pek ünlüydü. Anılarında, kısa bir süre iktidarla hemfikir olduğu için çok rahatsızlık duyduğunu yazmıştı.
Benim gençliğimde, bugün ülkenin her yerinde bulunan vakıf üniversiteleri yoktu; sadece İstanbul ve Ankara gibi birkaç devlet üniversitesi vardı; doğuda Atatürk Üniversitesi yeni kuruluyordu. Aslında 480 yıllık bir tahrifatla 1453’te kurulduğunu ilân eden bir İstanbul Üniversitesi (haydi 1933’te kaldırılan Darülfünun’u da hesaba katarsak 447 yıllık bir yanlış!) vardı. (Bu, yine de 1960’lı yıllara kadar kuruluşunu Osmanlı ordusuna bağlarken, daha sonra İÖ 2. yüzyıldaki Mete Han’a götürülen TSK’nin yanında masum kalıyor!) Darülfünun’da İttihatçılar sevmedikleri hocaları işten attıkları gibi, 1933 tasfiyesi çok daha radikal olmuş, ama sonra da 1945’teki Dil-Tarih hocalarının kovuşturulması, 1960’taki 147’ler olayı gibi hareketler hep görülmüştü.
12 Eylül 1980 hareketi Sıkıyönetim mekanizması içinde sorumluluğu askerlere devreden 1402 sayılı kanunla üniversite elemanları arasında da radikal bir ayıklamaya girişti. Başrolde Üniversiteler Direktörü denebilecek Prof. Dr. İhsan Doğramacı vardı. O, 1982-84’te üniversitede yapılanların 1933 Devriminden beri gerçekleşen en büyük hareket olduğu iddiasındaydı. Rahmetli arkadaşım, Trabzon Teknik Üniversitesi Jeodezi öğretim üyeliğinden istifa eden Haldun Özen’le 1983 Şubatında Ankara Üniversitesi SBF’nden 1402 sayılı yasaya dayanılarak tard edilen (atılan) ben, Doğramacı’nın haklı olduğunu, 1933 olaylarının da yenileri kadar haksız yapıldığını aynı gün, yani 1 Ekim 1984’te, dört ayrı dergide çıkan yazılarla iddia ettik:
’ta 1933 öncesi, ’da “1933 Darülfünun Tasfiyesi veya Bir Tek-Parti Politikacısının Önlenemez Yükselişi ve Düşüşü,” ’de Hukuk, Edebiyat ve İlâhiyat Fakültelerinden atılanlar, ’ta Tıp ve Fen Fakülteleriyle Dişçi ve Eczacı mekteplerinden çıkarılanlar anlatıldı.’un o sayısının editoryal sunuşunda ben şöyle demiştim: “1933’te tasfiye edilenlerden aklını kaçıran, intihar eden olmuş, işbaşındakilere yaranmaya çalışan, milletvekili yapılan olmuş (yaranmaya çalıştığı halde hiçbir şey yapılmayan da), sonradan üniversiteye dönüp ordinaryüs ve rektör seçilen olmuş, büstü dikilen, anısına posta pulu basılan olmuş.” Son birkaç ayda Fethullahçılar tarafından kurulmuş oldukları iddiasıyla birtakım üniversiteler kapatıldı. Hocaları açığa, bazılarıysa gözaltına alındı. Ayrıca Kürt ayaklanmasının bastırılması sürecinde haksızlıklar yapılmış olabileceğini ileri süren bir takım üniversite öğretim üye ve yardımcıları hakkında araştırmalar başlatıldı. Doğrudan doğruya 15 Temmuz darbe girişimine katılanlar için söylenebilecek bir şey yok, ama yakıştırmalarla buna katılmış gibi yapılanlar için dikkatli olmak gerekir. Demokratik rejimin sağlığı için eleştiriler ve eleştiriciler korunmalıdır.
Baskın Oran
1983 yazı, Bodrum Gölköy’deyiz.
O zamanlar burası hakikaten köy, aylığı 30 liraya küçük bir yer kiralayıp gönlümce tatil yapıyorum çünkü YÖK Yasası’nın yürürlüğe girdiği 6 Kasım 1982 günü odacılara verilip elime tutuşturulan bir “sarı zarf”la Mülkiye’den atılmışım, idare mahkemesinde davamı güzelce açtıktan sonra vatandaşlık vazifemi yapmış olmanın gönül rahatlığı içinde kapağı Gölköy’e atmışım. Her günkü gibi iki adım atıp denize yürüyoruz, günlerden 22 Temmuz, o zamanlar köyün tek bakkalı aynı zamanda PTT acentesi, önünden geçerken, bakkalın gelini seslendi, “Bir telgrafın geldi aha şimdi Baskın Abi” diye:
gazetesinin 12 Eylül darbesini duyuran özel baskısı.
“Üniversite ile ilişiğinizin kesilme işlemi Ankara 1 Numaralı İdare Mahkemesinin 04.05.1983 tarih ve 1983/293 numaralı kararı ile iptal edilmiştir. Görevinize başlamanızı rica ederim, Dekan Prof. Dr. Necdet Serin”.
İşte bu kadaaar! Hadi denize dalıp kutlayalım arkadaşlar derken, arkamdan yine sesleniyor gelin: “Abi, dur accık, bir telgrafın daha geliyor!”
“Ankara 1 Numaralı İdare Mahkemesi kararına uyularak görevinize başlamanız telgrafla bildirilmişse de, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı yazılarına uyularak 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanununun 2301 ve 2766 sayılı kanunla değişik 2. maddesi gereğince görevinize son verilmiştir. Bilgilerinizi rica ederim, Dekan Prof. Dr. Necdet Serin”.
Baktım, birincinin çekildiği saat 21.50, ikincininki 22.00. Daha önce üç kere dekanlığa adaylığını koyup sembolik oylar almış Prof. Serin, darbe sayesinde yukarıdan getirilme borcunu ödüyor askerlerin YÖK’üne, hem de maalmemnuniye, ama tazminat açısından da kendini güvenceye alıyor. Zaten sonra da mükafaten rektör yapılacak!
1402’yle böyle tanıştık. Bu 1402 denilen şey şuydu: KHK’leri düzenleyen 1982 Anayasası o dönemde olmadığı için, “Beşibiyerde” tabir edilen 5 cuntacı general insanları işlerinden kolayca ve “derhal” atabilmek için 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasasının 2. maddesine 19 Eylül 1980’de şöyle bir fıkra eklediler:
“Sıkıyönetim komutanlarının; bölgelerinde genel güvenlik, asayiş veya kamu düzeni açısından çalışmaları sakıncalı görülen veya hizmetleri yararlı olmayan kamu personelinin statülerine göre atanması veya işine son verilmesi, yerel yönetimde çalışanların atanması veya işine son verilmesi, yerel yönetimde çalışanların görevden uzaklaştırılması veya işlerine son verilmesi hakkında istemleri ilgili kurum ve organlarca derhal yerine getirilir.”
21 Eylül’de yürürlüğe giren bu değişiklikten sonra, bugünkü gibi -3 Eylül 2016 itibarıyla- 2.346 falan değil, 73 akademisyen üniversiteden atıldı. Bunların sesi gür çıktığı için 1402 hep akademisyenlerle özdeşleştirilmiştir. Bunların yanı sıra kaymakamlar, memurlar vs. gibi başka kamu personeli de görevden atıldı. Ama yine bugünkü gibi 60.000 falan değil, yaklaşık 5.000 kişi. Gözü dönmüş askerî darbenin attıkları arasında Prof. Server Tanilli gibi emekli olmuş biri bile vardı. Aynen, emekli olduğu halde bugünkü OHAL rejimi tarafından İstanbul Bilim Üniversitesi’nden atılan 81 yaşındaki Prof. Öget Tanör gibi…
Bugünkü OHAL rejiminin aksine, o günkü askerî darbe döneminin sıkıyönetim rejiminde YÖK’e dava açabiliyordun. Yukarıda dediğim gibi açtık, kazandık. Ama 1402’ye açamıyordun. “Bir daha kamu hizmetinde çalıştırılmazlar” dediği için bütün büyük hocalarımız böyle yorumluyordu. Tek istisna, o zamanlar komşu Hukuk Fakültesinde asistan olan Dr. Metin Günday’dı (bugün emekli profesör). Diyordu ki, “Olağanüstü dönemlerin kuralları o dönemler bitince ortadan kalkar”.
Ankara’dan sıkıyönetim 1985’te kalkınca, “Bal gibi” başvuruyoruz. Epey hukuksal gidip gelmeler oluyor, 4 yıl süren çeşitli yargı aşamalarının sonunda Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulu’nun 7.12.1989 tarih ve E 1988/6, K 198904 sayılı kararıyla, dava açtığımız tarihten başlamak üzere maaşlarımızı da alarak “bal gibi” göreve iade ediliyoruz.
Kıssadan hisse… Bugünkü OHAL rejiminde KHK’larla yapılan tahribat sürüp gidecek diye heveslenenler, askerî darbe yönetiminin sıkıyönetim rejiminde neler olduğunu bilsinler de ayaklarını denk alsınlar, hikaye o. Bir kıssadan hisse daha… Askerî darbenin sıkıyönetim rejiminde bile Türkiye’de yargıçlar böyle kararlar verebiliyorlardı. Bugünkü OHAL rejiminde, aynı şeyi yapabilecekleri çok şüpheli.