Yani hayatta kalmaya, hayatı idame ettirmeye çalışmak değil; olumsuz bir vaziyetten faydalanmaya çalışmak. Son yıllarda sıklıkla tekrarlandığı için, ilk duyuşta insana “normal” gibi gelen bu ibare, aslında insan türünün “doğal” ve genetik bir hastalığı. Kendi türüne insan kadar düşman başka bir tür bilmiyoruz. Bir de utanmadan homo homini lupus (İnsan insanın kurdudur) demişiz; güzelim kurtlara benzetmişiz kendimizi.
Önce hayvanları sonra kadınları köleleştiren insanoğlu, başına gelen felaketlerin sorumlusu olarak da önce onları hedef almış hep. Hayvanları zaten yiyoruz, eh üstüne de “cadılar”ı da yakıyoruz ve arada Tanrı’ya bunları kurban ediyoruz. Tek Tanrılı devirlerde de daha incelikli, daha “ahlaklı”, daha “sosyal” ve giderek “daha medeni” çözümler üretiyoruz. Modern zamanlarda bunların “sürdürülebilir” olmasına dikkat ediyoruz!
Hayatın “normal” denen akışı bozuluyor tarihte kimi zaman. Şu anda içinde bulunduğumuz gibi salgın hastalık dönemleri veya yangınlar-depremler-savaşlar- seller gibi afet dönemlerinde, insan türü kendini iyice kaybediyor. Yoksa kendini mi buluyor? İçimizden çıkan kötülüğü Şeytan’a malederek vicdanımızı temizliyoruz. Tabii buna ihtiyacımız var. Din, ahlak, vicdan, yasa, kod, kural olmadan kendimizi idare etmemiz mümkün değil. Bu durumda, bu toplumsal organizasyonu yapan ve bizi yöneten hemcinslerimizin iktidarını kabul ederek ve onlara belli bir bedel (vergi) ödeyerek “kardeşim, biz kendi kendimize yapamıyoruz; sen bizim adımıza hallet” diyoruz. Giderek de “ancak sizleri de ben seçeceğim” deyip, adına “demokrasi” dediğimiz gayet ileri ve modern ve medeni formatlar ortaya koyuyoruz.
Buraya kadar iyi de, esas mesele kriz çıktığı zaman yönetmekte. Krizin olmadığı “normal” zamanlarda, yönetenlerin biraz da “yemesine” itirazımız olmuyor. Zira “yiyor ama çalışıyor”, yani bizi “normal” tutarak kendisi de sebepleniyor. Tamam canım, “olacak o kadar”. Ama esas mesele, kriz çıktığı zaman çıkıyor. “Hani biz size oy-vergi-iktidar falan vermiştik; şimdi hadi bakalım bizi hayatta tutun ve muhtaç etmeyin” diyoruz da, bakıyoruz durum öyle değil. İktidarda bulunan hemcinslerimiz bize birdenbire atalarımızı, çok eski çağları hatırlatarak “sürü bağışıklığı”ndan bahsediyor! Veya dünyanın en “ileri” ülkesi ABD’de olduğu gibi, salgın hastalıktan her gün yüzlerce insan ölüyor. En ileri teknolojinin sağladığı, bilmem kaç boyutlu görüntü eşliğinde uzayın derinliklerine seyahat ediyoruz ama köşedeki bakkala gidip ekmek alamıyoruz. Hesaptan doğalgaz parası çekiliyor ama Çin aşısını vurdurmak için hâlâ bekliyoruz.
Kriz fırsatçılığı bizim kanımızda var. İdeolojileri, siyaseti, dini, ahlakı ve kendi oluşturduğumuz ve işimize geldiğinde hiçe saydığımız toplumsal kuralları-kodları da bu yaradılışta aramak lazım biraz.