Aralık
sayımız çıktı

Latin Amerika siyasetinde yeni ‘ilerici’ hükümetler…

“İlerici” tanımlaması her ne kadar tartışmaya açık olsa da Latin Amerika ülkelerinde son zamanlarda yapılan seçimler sonucu iktidara gelen yönetimler bu sıfatla anılıyor. Ortak bir düşünsel kanaldan beslenen bu güçlerin kıtada yeni bir dalga oluşturup oluşturmayacağı tartışılmaya devam ediyor. Sözkonusu hükümetlerin karşı karşıya olduğu açmazlar, fırsatlar ve başarı şansları…

Dünyanın bir dizi bölgesiyle kıyaslandığında Latin Amerika alt kıtası ekonomiden siyasete çok sıkı karşılıklı etkileşim içinde. Ortak kurumsal yapıların yanısıra siyaseten de birbirlerinin rüzgarından etkileniyor. Vakti zamanındaki gerilla mücadelelerinden askerî diktatörlüklere, başta yerli hareketi olmak üzere alabildiğine renkli toplumsal hareketlerden ABD’nin nezaretinde “Condor” gibi kanun dışı faşizan örgütlenmelere, Latin Amerika sanki ortak bir kaderi paylaşıyor.

8 Ocak 2023’te sabık başkan Jair Bolsonaro’nun aşırı sağcı taraftarlarının başkent Brasilia’da
Kongre, Yüksek Mahkeme ve Başkanlık Sarayı’nın bulunduğu mekanı -6 Ocak 2021’de Donald Trump taraftarlarının ABD Kongresi’nde yaptıklarına benzer bir şekilde- basması ile gözler yeniden Latin Amerika’ya çevrildi. Tıpkı ABD’de olduğu gibi, aşırı sağcılar seçimden önce, eğer kazanamazlarsa seçim sonuçlarını hileli ilan edeceklerini duyurmuştu. İktidarı devredip devretmeyeceği tartışılırken, Bolsonaro hapsedileceği korkusuyla devir teslime iki gün kala ABD’ye kaçtı.

Kıtadaki darbe serisi, 2009’da Honduras ve Paraguay ile başlamıştı. 2016’da Brezilya’da parlamenter ayak oyunlarıyla, 2019’de ise Bolivya’nın karizmatik başkanı Evo Morales’in zaferinden sonra seçimler iptal edilmişti. Bu durum son olarak Aralık2022’de Peru’da yerli ve sendikacı kökenli başkan Pedro Castillo’ya karşı yapılan darbe ile devam etti.

Brezilya’da seçim süresince ve seçimden sonra da kışlalar önünde çadırlar kuran Bolsonaro’nun aşırı sağcı taraftarları, açıkça askerî darbe çağrısında bulundu. Latin Amerika’nın en yoksul ülkesi Haiti’de uyuşturucu çetelerinin “içsavaşı”nda insanlar nefes alamazken, Meksika’da her yıl 35 bin insan benzer çetelerin savaşından ölürken, Latin Amerika’nın bir ortak tarihinden söz edilebilir mi?

Brezilya’nın eski Devlet Başkanı Jair Bolsonaro’nun destekçileri 8 Ocak 2023’te Ulusal Kongre’yi işgal etmişti.

Yine de tarih…

Bilindiği gibi son aylarda La­tin Amerika’da “ilerici” de­nilen hükümetlere dönüşten sözediliyor. Ancak bu tabirin kullanımı konusunda ciddi şüpheler de var. “İlerici” etike­ti, 1999’da Venezuela’da Hugo Chavez’in ve 2002’de Brezil­ya’da Lula da Silva’nın başa geçmesiyle ulusal-popülist re­jimler için kullanılmaya baş­landı. Ardından Bolivya (Evo Morales) ve Ekvador (Rafael Correa) gibi iki yoksul ülkenin tarihinde radikal bir değişime yolaçan iktidar değişiklikleri oldu. “İlerici” denilen hükü­metler neoliberal ekonomi po­litikalarıyla cepheden çatış­madan, hakim sınıfların belini kırmadan, emtia fiyatlarının artışının verdiği itkiyle, özel­likle maden çıkarma rantla­rının sağladığı elverişli bir ekonomik bağlamda yeniden dağıtım politikaları sayesinde, yoksul ve emekçilerin günde­lik hayatlarında önemli iyileş­tirmeler sağladılar.

Eski oligarşinin çıkarlarını zedeleyen bu gelişmeler, böl­gesel düzeyde de yankı buldu. ABD’nin bastırdığı Amerika­lararası Serbest Rekabet Giri­şimi’ne karşı UNASUR (Gü­ney Amerika Uluslar Birliği) ve MERCOSUR (Güney Ortak Pazarı) ile bir ara yol bulundu. Bu dönemde Venezuela Devlet Başkanı Chavez, artan petrol fiyatlarının verdiği imkanlarla hem ülkesinde sağlık ve eğitim alanlarında “önemli misyon­lar” gerçekleştirdi hem de AL­BA (Karayipler ve Latin Ame­rika için Bolivarcı Alternatif ) ile yukarıdaki bölgesel ilişkiler ağından farklı, radikal bir giri­şimde bulundu.

Ancak bu dönemin ardın­dan Sağ’ın geri dönüşünün, gerici veya muhafazakar güç­lerin vahşi yükselişinin dam­gasını vurduğu çok çetin bir döneme girildi. Renkli top­lumsal hareketlerin zayıflama­sı veya hükümetler karşısın­da özerkliğini önemli oranda kaybetmesiyle, ilerici atılımın stratejik sınırlarının da yeter­sizliği kanıtlandı. “İlerici” hü­kümetlerin yalnızca dışardan, özellikle ABD’den gelen yap­tırımlarla zayıflaması değil; örneğin Venezuela’da Bolivar­cı sürecin yolsuzluklar, rüşvet ve esas olarak eski oligarşinin musluklarını kısarken kendi burjuvazisini (Boliburjuvazi) oluşturması gibi nedenler de bu noktada önemli oldu.

2018’den bu yana, Mek­sika, Arjantin, Bolivya, Peru, Honduras, Şili, Kolombiya ve son olarak Brezilya’da “ilerici” hükümetlerin başa geçmesi, ilk dalgadan sonra yeni bir dönem anlamına gelebilir mi?

28 Haziran 2009’da
Tegucigalpa’da Devlet
Başkanı Manuel Zelaya’nın
devrildiği darbenin
ardından başkanlık
sarayının yakınlarında
bekleyen bir dizi askerin
yanından geçen bir sivil.

Son 4 yıldır Meksika’da Lo­pez Obrador’un seçilmesiyle ki­milerinin “geç ilerlemecilik anı” olarak adlandırılan durumun geri dönüşüne ve bu süreçte Ar­jantin’de Cristina Kirchner ile solcu Peronizm’in yeniden ikti­dara gelmesine tanık olduk. Bo­livya’da 2020’de MAS’ın (Sosya­lizme Doğru Hareket) önceki se­çimlere göre oylarını arttırarak, karizmatik lider Evo Morales’in olmadığı koşullarda yerlilerin büyük desteği ile iktidara dönü­şü, gericilere karşı açık bir se­çim zaferiydi.

Kıtada şiddetin en yaygın ve oligarşinin sert olduğu Kolom­biya’da, Gustavo Petro ülkenin ilk Solcu başkanı olarak seçil­di. Başkan yardımcısı olarak da toplumsal hareketlerin çok ya­kından tanıdığı siyah bir kadın, Francia Marquez’in seçilmesi ve silahlı mücadele yürüten ör­gütlerle masaya oturma girişim­leri beklenmedik gelişmelerden birini oluşturdu. Venezuela ile sınırları açan ve böylece Ma­duro’nun tecritine bir kapı ara­layan Petro; Rusya’nın Ukray­na’yı işgali sonucu beliren yeni koşullarda, ABD’nin de Venezu­ela’ya yaptırımlarını gevşetme­siyle iki ülkenin yeni dönemde daha sıkı işbirliğine geçmesi­ne imkan sağladı. Venezuela’da Sağcı güçlerin kendi kendileri­ne ilan ettikleri “başkan” ABD ve AB tarafından tanınmışken, yine Sağcı muhalefet toplanarak oyçokluğu ile bu sözde makamı iptal etti.

İki dalga ve farklılıklar

Eski gerilla, matematikçi, sos­yolog ve önemli bir entelektüel olan, 2006-2019 arasında Bo­livya Devlet Başkanı Evo Mo­rales’in yardımcılığını yapan Alvaro Garcia Linera ise kıta­daki yeni dalganın geçmişteki karizmatik liderlikler yerine da­ha ılımlı olduğunu belirtmekte. Ayrıca bu yeni durumun, dünya rekabetinden azade olmadığını da eklemek gerekir. Arjantinli akademisyen Daniel García Del­gado, Latin Amerika’nın ABD ve Çin gibi iki büyük gücün çatış­masının merkezinde yer aldığını ve bunun bölge için bir kazanım olabileceğini belirtiyor. Ancak bu ikinci ilerici dalganın, Latin Amerika mali ve adli seçkinle­rinin (oligarşi) direniş kapasite­sinin tehdidi altında olduğu da eklenmeli. Aşırı sağ 20 yıl önce­sine göre çok daha kemikleşmiş durumda.

Hükümet olmak yeter mi? Büyük güçler arasındaki çatışmadan istifade etmek için çevre ülkelerin sağlayacağı manevra imkanlarının değerlendirilmesinde, toplumun farklı kesimlerinin nasıl etkileneceği ayrı bir tartışma konusu. Arjantinli siyaset bilimci Atilio Borón, anahtarın toplumsal hareketlerde olduğunu belirtiyor. Halkçı kesim örgütlerinin etkin seferberliğinin yokluğunda, yani “aşağıdan” bir baskı gelmedikçe ilerici hükümetlerin kurumsal çerçevede yapabileceklerinin sınırlı olduğunu dile getirmekte. O da 2018’de Meksika’da Obrador’un başa geçmesinin önemli bir dönemeç olduğu kanısında. Ancak ABD ile komşuluğun ve bağımlılığının değişim için büyük güçlüklere yol açtığını eklemekte.

Honduras’ın devrik başkanı Honduras’ın devrik Devlet Başkanı Manuel Zelaya, yeni rejime meydan okuyarak Honduras’a geri döndüğü 2009 Eylül’de destekçilerini selamlıyor (üstte). Zelaya’nın destekçileri 29 Haziran 2009’da Tegucigalpa’daki başkanlık konutu yakınlarında askerlerle çatışıyor (altta).

Bir önceki dalganın temsil­cisi karizmatik liderlerin (Cha­vez, Kirchner ve Mujica gibi) ol­maması, yukarıdan hamlelerin imkanlarını sınırlamakta. Eski Bolivya İletişim Bakanı Manuel Canelas ise seçim sonuçlarının ilerici hükümetin önünün açıl­ması için yeterli olmadığını, ide­olojik açıklamalarla uygulamalar arasındaki açığın kapatılama­dığını vurguluyor. Örnek olarak gösterdiği ise, Ekvador’daki baş­kanlık seçimini kazanan Lenin Moreno’nun (2017-2021) anında 180 derece pozisyon değiştirerek ABD’nin dümen suyuna girmesi.

Lula’nın 1 Ocak 2023’te Pla­nalto Sarayı’na gelişinin, benzer düşünen hükümetler arasındaki ilişkileri iyileştirmesi muhtemel. Mart 2022’den beri Şili Dev­let Başkanı olarak görevde olan Gabriel Boric, Aralık 2019’dan bu yana Arjantin’in başkanı Al­berto Fernández’in veya Kolom­biya Devlet Başkanı Petro’nun Venezuela’daki Nicolás Maduro hükümetiyle ilişkilerini olağan­laştırması da önemli. Böylece bölgesel entegrasyon projeleri gündeme gelebilir ve ABD-Çin rekabeti kıskacında Latin Ame­rika’nın yerel çıkarların ortak savunusu mümkün olabilir.

Ancak, başarıları öne çıkarır­ken en büyük sorunlarından bi­rinin özellikle hataların üzerine gidilmemesi olduğu atlanmama­lı. Şili’de anayasa referandumu öncesinde Mapuç yerlileri ile hükümet arasındaki gerilim, ör­neğin Evo Morales’in And Dağ­ları’nda yerlilerin yaşam alan­larını daraltan girişimlerinden ders çıkarılmadığını göstermek­te. Öte yandan kıtanın bütünü için söylenebilecek şey ise, as­kerî diktatörlük dönemlerinden kalma baskı aygıtlarının icraatı ile açık bir hesaplaşmaya gidil­mediğinde, parlamenter veya askerî darbe ihtimallerinin gün­demden düşmeyeceği.

Geç İlericilik’

Bu “geç ilericilik” döneminin geleceği, Brezilya seçimlerini Lula’nın kazanmasıyla şekillen­meye başladı ama, aynı zaman­da Bolsonarizm toplumun ve devletin geniş kesimlerini kuşat­mış görünmekte. Tıpkı ABD’de Trumpizmin Trump’ın seçimi kaybetmesi ile tükenmediği gibi. Bu yeni dönemin, pandemi, yük­sek enflasyon, iklim değişikliği­nin etkisi ve derin bir ekonomik krizin damgasını vurduğu çok bozulmuş bir ortamda başladığı­na dikkat edilmeli.

Henüz iktidarlarını kaybetmeden önce Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez, Bolivya Devlet Başkanı Evo Morales, Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inácio Lula da Silva ve Ekvador Devlet Başkanı Rafael Correa (soldan sağa)…

Öte yandan uzun süre La­tin Amerika’ya damgasını vuran toplumsal hareketler de yeniden canlanmaya başladı: 2019’da Şili, Kolombiya, Haiti ve Ekvador’da çok faktörlü, genellikle sınıflara­rası, çok güçlü ve radikal sefer­berlikler oldu. Bu hareketler ara­sında öne çıkanlar ise feminist, yerli ve radikalleşmiş gençlik hareketleriydi. Özellikle gençlik, -seçimlerde çekimser oyların %50’nin üstünde olmasının ka­nıtladığı gibi- kurumsal yapılarla arasına mesafe koymuş durum­da. Sağ’ın ve aşırı Sağ’ın, tama­men sermayenin komutasında­ki bir medya alanının desteğiyle, genellikle Evanjelik kiliselerin muhafazakar akımıyla, büyük toprak sahipleri ve büyük şirket­lerle ittifak ve saldırı hâlinde ol­duğu bir türbülans sözkonusu.

Arka planda, jeopolitik ve as­kerî düzeyde “efendi” olmaya de­vam eden ABD ile Çin arasında, büyüyen bir emperyalistlerarası çatışma yaşanıyor. Öte yandan Bolivya’da Morales’in seçimi­nin iptal edilip indirilmesine yol açanlara ve Brezilya’da Bolsona­rocu darbecilere karşı yapılan kovuşturmalar, Latin Amerika’yı sıcak günlerin beklediğini gös­termekte.

26 Ekim 2020’de Pinochet dönemi anayasasını yürürlükten kaldırma yönünde oy kullanan Şilililer, anket sonuçlarını sokaklarda kutladı.