1. Dünya Savaşı’nda kullanılan silahları üretenlerin, olağanüstü servetleri oldu. Cephede havaya uçan Alman askerleri, ölürken bile Krupp’a para kazandırdığını bilmiyordu.
Büyük Savaş’a giden yolda, krizler birbiri ardına dünyayı sarsarken Avrupa güçleri muazzam bir silahlanma yarışına girmişti. 1913’te yayımlanan Jarbuch der Millionǽre yani Alman “Milyonerler Yıllığı”, Bertha Krupp’un 283 milyon mark servetiyle Baron Rotschild (163 m) ve Prince Henckel von Donnersmark’ı (254 m) geçerek ülkenin en zengin insanı olduğunu yazdı. Krupp’lar Avusturya’da metalurji fabrikalarından Yeni Kaledonya’daki nikel madenlerine kadar dünya çapında sayısız yatırım yapmışlardı. Ancak işin ilginç tarafı İngilizlerin de bu yatırımlara ortak olmalarıydı. Ve şimdi sıkı durun: İngiliz Vickers şirketi 1896’da Krupp patentli fünyelerin lisansını almış, 1904’te de anlaşma yenilenmişti. İngiliz topçusu 1. Dünya Savaşı’nda bunları kullanacaktı!
1915’te İngiliz Avam Kamarası’nda, üretilen her top mermisi için Krupp ailesine bir şilin ödenip ödenmediği sorulmaktaydı. Hükümet, anlaşmanın 16 Temmuz 1914 tarihinde sona erdiğini, o tarihten itibaren ödeme yapılmadığını ve ülkeler savaşta olduğu için ödenmesinin de düşünülemeyeceğini açıkladı. Ama bu bir yalan beyandı ve iki firma da gizli kayıt tutuyordu. Krupp, Albert Vickers’in her ölü Alman askeri için kendisine 60 mark borçlandığını hesaplamıştı. Cephede havaya uçan Alman askerlerinin hiçbiri, ölürken bile Krupp’a para kazandırdığını bilmedi.
Krupp savaşın bitiminden üç yıl sonra 1921’de, Sheffield’e faturasını gönderip patentinin savaşta kullanılması karşılığında 260.000 sterlin istedi (Bugünün değeriyle 43.3 milyon TL) Bu iddiaya göre İngilizler 4.100.000 top mermisi atmışlar ve her iki mermi ile bir Alman öldürmüşlerdi. Olay İngiliz-Alman Uzlaşma Mahkemesine gitti ve sonuçta galipler mağluplara sadece 40.000 sterlin (6.7 milyon TL) ödediler. İngilizlerin sadece 640.000 mermi atmış oldukları kabul edildi ve her bir merminin dört Almanı öldürdüğü varsayıldı. Bu bile, savaş sonrası koşullarda Krupp için büyük sevinçle karşılanan bir paraydı.
20. yüzyılın başlarında dünyanın bütün devletleri büyük silah şirketlerine para aktarmak için çırpınıp duruyordu. Bunların başında Krupp, Schneider (Fransız), Armstrong ve Vickers (İngiliz) ile Mitsui buluyordu. Aralarına katılan altıncı şirket de muazzam bir gelişme gösteren Skoda fabrikalarıydı. Bu arada İsveç ve Rusya da sahneye çıkmışlardı. Ancak Krupp ve Vickers o kadar öndeydi ki, Avrupa ordularında bunlardan para almayan yüksek rütbeli subayların parmakla gösterilecek kadar az olduğu söyleniyordu.
Basil Zaharoff: Kurtuluş Savaşı’nda Yunanlıların sponsoru
Muğla doğumlu Rum hemşerimiz, Küçük Asya seferi için Yunan hükümetine yaklaşık 5.5 milyar TL “bağış”ta bulunmuştu.
Savaş zenginleri deyince, Muğlalı hemşerimiz Sir Basil Zaharoff’dan söz etmemek olmaz.
1849’da Muğla’da doğan bir Rum olan Basil’in Zaharoff soyadı, ailesinin 19. yüzyılın başlarında bir süre Rusya’da yaşadığı zamandan kalmadır. Aile daha sonra İstanbul’da şimdiki adı Kurtuluş olan Tatavla semtine yerleşmiş, büyük oğul Basil genç yaşta ticaret için Londra’ya gitmiş, usulsüz işlere karışınca soluğu Atina’da almıştır. Burada punduna getirip savaş toplarıyla ünlü Nordenfelt firmasının temsilciliğini alan Basil Zaharoff, daha sonra kendi adıya ünlenecek makineli tüfeği icat eden Hiram Maxim ile ortak oldu. Bu ortaklığı, 1897’den 1927’ye kadar çalıştığı İngiliz Vickers’e taşıdı. Esas olarak İngilizlerle çalışmakla birlikte Fransız silah sanayi ile ilişkilerini de hiç kesmedi. Öyle ki 31 Temmuz 1914 tarihinde, savaşın başlamasına saatler kala Fransız hükümetinden Légion d’Honneur nişanı aldı. Bu aynı zamanda Jean Jaurès’in de öldürüldüğü gündü.
Zaharoff’un bir dolandırıcı olduğu, çoğu zaman savaşan iki tarafa silah ve malzeme sattığı, gene çoğu zaman iki tarafa da bozuk malzeme verdiği bilinmiyor değildi. Ama silah satışları o derece kârlıydı ki, ülkeler bu işi yapanların bütün ahlaksızlıklarına göz yummaktaydı. Zaharoff kirli işlerini yürütmek için Fransa’da bir banka satın almış, Fransız hükümetine de Olimpiyat oyunları için büyük bir bağış yapmıştı. Savaş sırasında da mağdurların aileleri için yüklü bir çek göndermişti. Ne var ki esas faaliyet alanı İngiltere idi. Bu ülkeden hem vatandaşlık, hem de “Sör” unvanı aldı. Elbette, İngiliz hükümetine de yüklü bağışlarda bulundu ama aldığı %7’ye varan komisyonlar sayesinde savaştan o kadar çok para kazanıyordu ki, arada bir verdiği birkaç milyon sterlin onu sarsmıyordu bile.
Ortağı olduğu Vickers, 1. Dünya Savaşı sırasında 4 zırhlı, 3 kruvazör, 53 denizaltı, 3 yardımcı gemi, 62 hafif gemi, 2.328 top, 8 milyon ton cephane ve malzeme, 90.000 mayın, 22.000 torpil, 5.500 uçak ve 100.000 makinelitüfek sattı. Savaştan sonra serveti bir efsane halini almıştı. Zaharoff en büyük bağışı ise Yunanistan’a yaptı. 1919’da başlayan Küçük Asya seferinin finansmanı için Yunan hükümetine yarım milyon altın frank (yaklaşık 5.5 milyar TL) verdi ve karşılığında Anadolu demiryollarının imtiyaz hakları sözünü aldı. Kazandığı paranın önemli bir bölümünü, eski vatandaşlarını safdışı etmek için harcadı.
Savaş gemileri: Denizde dretnot yarışı
İngiltere’nin 1906’da denize indirdiği H.M.S Dreadnought daha önceki bütün gemileri klas dışı bırakınca, Almanya ile İngiltere arasında amansız bir donanma yarışı başladı.1914’e gelindiğinde 22 İngiliz dretnotu karşısında Almanların 16 dretnotu bulunuyordu. Bu gemilerin her biri, küçük bir kenti inşa edecek kadar pahalıya mal oluyordu. Öyle ki 1914’de donanma için altı yılda 229 milyon sterlin (78.5 milyar TL) harcamış olan İngiltere, Almanya’ya şunu söylemeyi düşünüyordu: “Siz iki geminizin yapımını bir yıl erteleyin, biz de aynısını kendi dört gemimiz için yapalım. Böylece siz 6, biz de 12 milyon sterlin tasarruf ederiz”. Bu teklif resmen yapılmadı, çünkü Almanların tasarruf edecekleri parayı kara kuvvetlerine harcayacakları düşünüldü. Ama harcamalar savaştan önce bile korkunç bir noktaya gelmişti.
Maxim makinelitüfeği: Maksimum ölüm
Hiram Maxim geri tepme gücüyle çalışan makinelitüfeğini yaptığı zaman, bu, o zamana kadar kilit ve levye vasıtasıyla kullanılmış kovanı geri çeken Gatling veya eski Nordenfelt’den çok daha ileri bir sistemdi. Silahın başındaki tek kişi, teorik olarak dakikada 600 mermi atabilirdi. Ancak silahı ve ayağı taşıyanlar, hedef tespit edip nişancıyı yönlendirenler, cephane ve soğutma suyunu taşıyanlarla birlikte bir makinelitüfek timi oluşturulması gerekmekteydi.
Her hâlükârda bu o kadar başarılı bir silahtı ki, 1. Dünya Savaşı’nın en etkili katillerinden birisi oldu. Hücuma kalkan birlikler iki siper hattı arasında makinelitüfeklerle biçildiler. Zaharoff bu silahı gördüğü zaman önemini kavradı ve Nordenfelt ile çalışmaya başlamış olan Maxim’e ortak oldu. 1897’de ise bunlar “Vickers” ile birleşip “Vickers, Sons & Maxim Ltd.”e dönüştü. Müşteriler sıra beklerken, Zaharoff için pazarlama sorunu diye bir şey olmayacaktı.
Big Bertha topu: 1160 kiloluk mermi
Krupp’un yaptığı 42 cm. (16.8 inç) çapındaki bu silah, 1914’te dünyanın en büyük çaplı obüs (veya havan) topuydu. 150 ton ağırlığındaki silah, 1160 kiloluk bir mermi atıyordu. Beton bir zemin inşaatına yerleştirilen bu silahın daha hafif ve betona gerek duyulmayan seyyar bir modeli de yapıldı ama, bu da 43 ton geliyor ve 830 kiloluk mermi atıyordu. Gamma adı verilen bu silah 12 demiryolu vagonunda taşınıyor ve 24 saatte ateşe hazır hale getiriliyordu. Ateş ederken mürettebat 300 metre uzağa koştuğu halde kulak zarları patlayabilmekteydi. Big Bertha’nın mermisinin düştüğü yerdeki dehşet ise o kadar büyüktü ki, buna mâruz kalan Verdun istihkâmlarındaki personel çılgına dönüp koşuşturmaya başlamasınlar diye mahzenlere kilitleniyordu. Patlamayan bir merminin dahi 2 metre toprak, 3 metre çelikli beton ve nihayet 1 metrelik bir duvarı delip geçtiği görülmüştü. Almanlar 2. Dünya Savaşı sürecinde, aynı serinin devamı olan ve menzili 47 km.’ye ulaşan dev toplar yapmaya devam ettiler.
Paris topu 130 kilometrelik menzil
Paris topu da Krupp’un 1. Dünya Savaşı’nda cepheye (piyasaya) sürdüğü ve tasarımı baş uzmanı Prof. Fritz Rausenberger tarafından yapılan özel bir ölüm makinesiydi. 106 kiloluk bir mermiyi 130 kilometre uzaklığa fırlatabiliyordu. Cephe 100 kilometre uzaktayken Almanlar 1918 Mart’ında Paris’i bombalamaya başlayınca insanlar önce ne olduğunu anlamadılar ve Zeplin bombardımanına uğradıklarını sandılar.
ANALİZ
Ölüm endüstrisinin boyutu ve yükselişi
Milyonlarca insanın refahına harcanabilecek olan kaynaklar, top mermileri şeklinde hızla eridi. Her salvo sadece can almakla kalmadı, toplumları mâli olarak da borçlandırarak yıkıma götürdü.
Krupp 1914’te, yarısı Essen kentinde bulunan 82.000 çalışana sahipti. Bu sayı kısa sürede 150.000’e çıktı ki, aralarında 20.000 kadın vardı. Bunların önemli bir kısmı, hassas bir iş olan fünye atölyelerinde çalışıyordu. Savaşın ilk yılında 35 yeni fabrika kurdular; en büyüğü 1915 yazında faaliyete geçen mermi fabrikasıydı. Bu fabrika savaşın ikinci yılında 8 milyon top mermisi imal etti. Üçüncü yılda ise korkunç bir tempoya çıkıldı. Krupp cephelere ayda 9 milyon mermi ve 3.000 top gönderiyordu. Bu arada donanma için zırh yapımı da sürmekteydi. Krupp ve Vickers birarada muazzam bir üretim kapasitesine ulaşmışlardı ama, gene de cephelerde sık sık cephane krizleri çıkıyordu. Nasıl olmasın? Almanlar sadece Verdun’deki muharebenin ilk haftasında 13 kilometrelik bir cephede 1400 top ve ağır havan kullanarak 2.5 milyon mermi attılar. Savaş sırasında Essen’deki fabrikaları ziyaret eden tarafsız bir gazeteci, 7 bin kişinin aynı anda yemek yediği ve gün boyu aralıksız olarak 35 bin kişiye servis yapan bir yemekhaneyi görünce şaşkınlığa düşmüştü. Savaş üretimi de savaşın kendisi gibi yeni bir düzende yürümeye başlamıştı.
1. Dünya Savaşı siperlerinde top mermisi harcaması o düzeye çıkmıştı ki, Fransızlar bu sorunu çözmek için cepheden tam 287.000 askerlerini kimya ve metalurji fabrikalarına geri çekmişlerdi. Almanya’nın yarı nüfusuna sahip bu ülkenin, savaşın ilk altı haftasında 1 milyon kayıp verdiğini ve son derece büyük bir asker sıkıntısı çektiğini düşünürsek, durumun ciddiyeti anlaşılır. Fransızlar ciddi yatırım ve gayretlerle birara günlük top ve havan mermisi üretimini 80.000 adede kadar çıkardılar, ama bu dönemde kalite sorunu ortaya çıktı. Bu mermilerin yarısı düştüğü yerde patlamamıştı ve 600 yüz top ateş ederken infilak etmişti. Normalde her yarım milyon ateşte bir top infilak ederken, şimdi bu her 3 bin atışta bir meydana gelince, üretimi düşürüp kaliteyi artırdılar.
Savaşın başında aşırı kayıp vermiş olan Fransız piyadesi, sonuna yaklaşıldığında sadece topçunun koruması haline düşmüştü. Savaşa 990 adet meşhur 75’lik hafif batarya ve sadece 50 ağır batarya ile giren Fransız ordusu, dört yılın sonunda 1.014 ağır batarya oluşturmak durumunda kalmıştı. Milyonlarca insanın refahına harcanabilecek olan kaynaklar, karşılıklı siperlere fırlatılan top mermileri şeklini alarak hızla erimekte, her salvo sadece can almakla kalmayıp, toplumları mâli olarak da borçlandırarak yıkıma götürmekteydi.
Savaşın korkunç giderleri vergilerin artırılmasının yanı sıra iç ve dış borçlanma ile karşılanmaya çalışıldı. Kısa sürede bütçeler aşıldı. Ekonomik düzen altüst oldu ve hayat ancak savaş disiplini ile devam etti. Savaşın cephelerde getirdiği yıkıma, kitlelerin yaşam standardındaki düşme eşlik etti.
Nihayet bu Almanya’da olduğu gibi açlık seviyesine çıktı. Para değerindeki düşüş, gıda kıtlığı ile birleşince salgın hastalıklar kol gezmeye başladı ki, savaş sonunda çıkan influenza (İspanyol gribi) salgınının dünyada 50 milyon ila 80 milyon kişinin ölümüne neden olduğu hesaplanıyor.
Sonuçta, savaştan sonra birçok ülke totaliter rejimlerle ayakta kalabildi. Açlık ve siyasi istikrarsızlık tüm ülkelerde kitleleri şu veya bu oranda demokrasiden uzaklaştırdı. Rusya Bolşevik diktatörlük sayesinde dağılmaktan kurtulurken, Almanya da krizlerden Nazi rejimiyle çıkabildi. Bu iki dev totaliter rejim bir süre sonra birbirlerinin boğazına sarılacak ve dünya daha büyük bir kan deryasına sürüklenecekti.
Savaşları, savaş sanayicileri çıkarmadı elbette; ama bundan muazzam çıkar sağladılar. Krupp savaştan sonra da bir sanayi devi olarak büyümeye devam etti ve Nazileri destekledi. Zaharoff ise parasının bir kısmını Megalo Idea oyununda yitirdikten sonra petrol işine girdi. Bu arada Monte Carlo kumarhanelerine de yatırım yaptı. İngiliz Vickers ile Armstong firmaları 1927’de birleşip elli yıl boyunca silah üretmeye devam ettiler. Rus Putilov fabrikaları devletleştirildi. Habsburg imparatorluğu dağılınca Steyr Avusturya’ya, Skoda sonradan dağılan Çekoslavakya’ya kaldı.
1914’de savaşa giren Japonlar, Pasifik’teki birkaç minik Alman kolonisini ele geçirdikten sonra ürettikleri her şeyi alan Avrupa ülkelerine malzeme satmaya başladılar. Mitsui gibi şirketler Kitsui Bussan gibi büyük ticaret şirketleri vasıtasıyla satışa mal yetiştiremiyorlardı. Burada yapılan birikim, Japonya’nın yayılma iştahını kabartmaktaydı. ABD’de ise silah sanayi esas itibariyle 2. Dünya Savaşı sırasında bir dünya gücü haline gelecek, Eisenhower bile “military-industrial complex” dediği bu güçten endişeye kapılacaktı. Bu arada kaynaklarını hızla tüketerek ABD’ye borçlanan Batı Avrupa ülkeleri İkinci Dünya Savaşı’na kadar ayakta kalabilecek, akabinde dünya politikasında bu ülkenin yedeğine girerek ikinci sınıf bir güç haline düşeceklerdi.