Münih Olimpiyat Köyü’ndeki güvenlik önlemlerinin yetersizliği herkesin dikkatini çekiyordu. Üstelik polis psikoloğu Georg Sieber’in yazdığı olası felaket senaryoları görmezden gelinmişti. Korkulan oldu, Sieber’in yazdığı 21. senaryo neredeyse aynen gerçekleşti. Filistinli Kara Eylül örgütü, İsrail kafilesinin üyelerini rehin aldı. Bilanço ağır olacak, olimpizm ruhunda iyileşmesi imkansız bir yara açılırken, olimpiyat bayrağı kanla lekelenecekti.
Tam 45 yıl önceydi. Tüm dünya gözlerini Münih’e çevirmiş, olimpiyat heyecanıyla yanıp tutuşuyordu. Derken gelen bir haber herkesi şoke edecekti.
5 Eylül 1972, spor tarihinin en karanlık gününe sahne olmuştu. Filistinli Kara Eylül örgütünün üyeleri, İsrail delegasyonunun kaldığı bir binayı ele geçirip sporcu ve antrenörleri esir almıştı. Unutulmuş olimpiyat ülküsüne yeniden hayat veren Baron Pierre de Coubertin’in düşü, kanlı bir eylemle gölgelenecekti.
Aslında korkulan olmuştu. Olimpiyat köyündeki güvenlik önlemleri, yetersizliğiyle dikkati çekiyordu. Sporcular çitlerden atlayarak görevlilerin ruhu bile duymadan binalara girip çıkabiliyordu. Olys olarak adlandırılan güvenlik görevlileri, saedece sahte bilet satanların ve sarhoşların peşine düşüyordu. Turkuaz ceketleri sayesinde her yerden tanınıyorlar; silah taşımıyorlardı. Ceplerindeki tek cihaz telsizdi.
İsrail kafilesinin şefi Shmuel Larkin, yetkililere güvenlik konusundaki kaygılarını dile getirmiş ve gereken taahhüdü almıştı. Olimpiyat köyünde onlara verilen yer biraz sapa; asıl yoğunluğun olduğu yerden biraz uzaktı. Organizasyon komitesi güvenliğin daha iyi sağlanabilmesi için polis psikologu Georg Sieber’e başvurmuş, ondan olası terör senaryoları yazmasını istemişti. Onun kaleminden çıkan 21. senaryoda aynen şu ifade edilmişti: “Silahlı Filistinliler İsrail kafilesinin binasına girecek, öldürecek, esir alacak, İsrail’in mahkumları serbest bırakmasını isteyecek ve bir uçakla Almanya’dan gidecekler”.
Yetkililer bunun da dahil olduğu son derece gerçekçi kurguları görmezden gelmişti. Hattâ Münih Emniyet Müdürü Manfred Schreiber, bunların gereksiz olduğunu psikologa söylemişti. Katliamdan hemen sonra bu raporun yok edilmesi de manidar olacaktı. Devlet çuvallasa da, örtbas mekanizması çalışıyordu.
Sieber’in akıllara durgunluk veren cehennem senaryolarından biri de şuydu: “İsveçli aşırı sağcı bir grup bir uçak kaçıracak ve o uçağın içindekilerle birlikte Olimpiyat köyüne çakılmasını sağlayacak”. Evet, belki İsveçli değildiler, ancak yine bir Eylül günü 2001’de, teröristler bu çılgın düşünceyi New York’taki İkiz Kuleler’de hayata geçirecekti.
Alman
, 2012’de yayımladığı kapak dosyasında katliamdan üç hafta önce Beyrut’tan bir ihbar geldiğini, fakat bunun ciddiye alınmadığını iddia etmişti. Saldırı günü binada Filistinli teröristlerin inceleme yaptıkları, hattâ Hong Konglu sporcularla karşılaştıkları yıllar sonra ortaya çıkmıştı. Kamuoyunun varlığından bihaber olduğu on binlerce belgeyi inceleyen dergi, Alman devletinin 40 yıldır gizlediği bazı noktaları tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermişti.Kara gece
4 Eylül gecesi İsrail kafilesi önce “Damdaki Kemancı”yı izlemiş, ardından başroldeki İsrailli Shmuel Rodenski ile yemek yemişti. Güzel bir akşamdan sonra kaldıkları binaya dönmüşlerdi. Sabah saatler 04.30’u gösterirken, Kara Eylül’ün sekiz üyesi silahlarla olimpiyat köyüne giriyordu. Tevatüre göre çitlerden geçerken, Kanadalı sporculardan yardım almışlardı. Üzerlerinde spor kıyafetleri vardı; yerleşkenin tüm sakinleri gibi…
Yossef Gutfreund duyduğu bir sesle yataktan fırlamış, kapıda silahlı adamlar görmüştü. Hemen arkadaşlarını uyandıran güreş hakemi, 135 kiloluk bedenini siper ederek teröristlere zaman kaybettiriyordu. Camı kıran Tuvia Skolovski böylece kaçabilmişti. Güreş antrenörü Moşe Weinberg elinden geleni yapıyor; çıkan arbedede çenesinden yaralanıyordu. Filistinliler daha çok rehine istiyordu.
Weinberg kendisini zorlayan saldırganları güreşçi ve haltercilerin bulunduğu daireye götürdü. Kim bilir, daha güçlü sporcuların belki de saldırıyı püskürtebileceğini düşünmüştü. Fakat bir sorun vardı; hepsi uyuyordu. Gafil avlanmışlardı.
Odadan çıkarılanlar bir bir antrenörlerin dairesine götürülürken, teröristlerin üstüne atlayan Weinberg, öğrencilerinden Gad Tsobari’nin kaçmasını sağlamıştı. Başta kimsenin ilgilenmediği güreşçi, basın merkezinde duruma uyanan bir gazeteci sayesinde olanı biteni anlatmıştı. Kendini feda eden hocası sayesinde Tsobari bugün hâlâ hayatta ve 74 yaşında.
Bir saldırganı yaralamayı başaranYossef Romano da vurularak öldürülmüştü. 1 Aralık 2015 tarihli New York
gazetesinde yer alan haberde, diğer dokuz rehineyi korkutmak için haltercinin cinsel organının kesildiği de yazılmıştı. Teröristlerin talepleri belliydi. İsrail’de hapishanede bulunan 234 tutuklunun serbest bırakılmasını istiyorlardı. İsrail, bu talebi bir saniye düşünmeden bile reddetti. Ayrıca Alman Kızılordu Fraksiyonu’nu (Rote Arme Fraktion-RAF ) kuran Andreas Baader ile Ulrike Meinhof’un salıverilmesini şart koşmuşlardı.Saatler süren pazarlıklar
Pazarlıklar sürerken hiçbir rehinenin kılına dokunulmamıştı. Penceredeki Andre Spitzer ile Kehat Shorr’un yüzleri dünya televizyonlarına yansımıştı. Sabahtan beri ultimatom üstüne ultimatom veren teröristler, İsraillilerle birlikte bir Arap ülkesine gitmeyi planlıyorlardı. İçlerinde Federal Alman İçişleri Bakanı Hans-Dietrich Genscher’in de bulunduğu yetkililer, hem rehinelerle hem de Kara Eylül mensuplarıyla yüzyüze görüşmüştü. Saat 15.38’de sürmekte olan yarışmalar dışında Olimpiyat oyunları durduruldu.
Öğleden sonra İsraillilerin tutulduğu yere çok yaklaşan Alman polisi, iki rehinenin öldürüleceği tehdidi üstüne geri çekilmişti. Saldırganlar saat 18.00’de Kahire’ye gitmek istediklerini açıklamıştı. Havaalanına gitmek için de yetkililerden iki helikopter istemişler; Münih’in uluslararası havaalanı yerine bir NATO üssünden uçmaları konusunda ikna edilmişlerdi.
Saatler 20.30’u gösterirken, anlaşma tamamdı. Buna göre Fürstenfeldbruck’tan rehinelerle birlikte kalkacak uçak Kahire’ye gidecek, keskin nişancılar geri çekilecekti.
Alman polisi operasyon için fırsat kovalıyordu. Helikopterlere 200 metre yürümek gerekiyordu. Doğru an yakalanabilir miydi? Teröristlerin lideri, İsa kod adlı Lâtif Afif durumu farketmiş, o mesafeyi otobüsle gitmelerini sağlamıştı.
Kahire’ye gidecek Boeing 727’ye mürettebat olarak 16 polisin yerleştirilmesi planlanmıştı. Amaç, uçağı denetlemesi beklenen İsa ve Tony kod adlı yardımcısı Yusuf Nezzal’ı etkisiz hale getirmek, dışarıdaki saldırganları da keskin nişancılar tarafından gafil avlamaktı.
Helikopterler Fürstenfeldbruck’a gelmek üzereyken, uçakta yapılması düşünülen operasyon son dakikada iptal edildi. Sonradan Alman antiterör timi GSG9’u kuracak Ulrich Wegener, işlerin kontrolden çıkmak üzere olduğunu farketmişti. Geride sadece, üssün değişik yerlerine yerleştirilmiş beş keskin nişancı kalmıştı.
Piste inen helikopterden çıkan İsa ve Tony uçağa gittiklerinde, bunun bir tuzak olduğunu hemen anladılar. Helikopterlere doğru koşarken, kontrol kulesinden ateş açılmıştı. Nişancı İsa’yı ıskalamış, Tony’yi vurmuştu. Böylece çatışmalar başlıyordu. Anton Fiegerbauer adındaki polis hayatını kaybederken, karışıklığı fırsat bilen helikopter pilotları kaçmayı başarıyordu. Sımsıkı bağlanmış olan İsrailliler kapana sıkışmıştı.
Geceyarısını dört dakika geçmişti. Bir anda rehinelere dönen teröristlerden biri önce onları tarıyor; sonra helikopterin içine el bombası atıyordu. Ardından bir diğeri, öbür helikopterde bulunan İsraillileri yine otomatik tüfekle öldürüyordu.
Çatışmalar noktalandığında tarih 6 Eylül, saat 01.30’du. Polis köpekleri tarafından bir otoparkta bulunan Tony kısa sürede etkisiz hale getirildi. Üç saldırgan yaralı olarak ele geçirilmişti: Cemal el-Gaşşî, Adnan el-Gaşşî ve Muhammet Safedî.
Başta saldırganların öldürüldüğü, rehinelerin kurtulduğuna dair haberler çıksa da saat 03.24’te karanlık bilanço ortaya çıkmıştı: 11 İsrailli sporcu ve antrenör, beş terörist, bir Alman polis ölmüştü. Dünya şoktaydı…
Alman kanunlarına göre böyle bir olaya asker müdahale edemiyordu. Polis etkisiz kalmıştı. Ekipmanları yetersiz, elemanları eğitimsizdi. İddialara göre helikopterler yanlış yere inmiş, keskin nişancıların işleri daha da zorlaşmıştı. Kriz komitesinde işleri yürüten Genscher’in de dahil olduğu yetkililer böyle bir olayı çözebilecek kapasitede değildi. Hattâ Schreiber’in bir önceki yıl gerçekleşen bir banka soygununda patlak veren rehine krizi nedeniyle yargılanmışlığı bile vardı. Aklanıp emniyet müdürü olarak görevine devam etmese, belki de katliam hiç yaşanmayacaktı.
‘Şov devam etmeli’
Arap ülkeleri içinde sadece Ürdün’ün kınadığı katliamdan sonra ne olacağı merak konusuydu. Uluslararası Olimpiyat Komitesi Başkanı (IOC) Avery Brundage kararlıydı; Oyunlar ne olursa olsun tamamlanacaktı. Sporcularını olimpiyattan hemen çeken İsrail, buna karşın IOC’nin aldığı devam kararını desteklemişti.
Aynı gün Münih Olimpiyat Stadyumu’nda düzenlenen cenaze törenine 80 bin seyirci ve 3 bin sporcu katılmıştı. Spitzer’in eşi Ankie, Weinberg’in annesi ve kuzeni Carmel Eliash da tribünde yerini alanlar arasındaydı. Hattâ merasim sırasında kalp krizi geçiren Eliash ölmüştü. Brundage’ın konuşmasında İsrailli sporculara neredeyse hiç yer vermemesi tepkiyle karşılanmıştı. Başbakan Willy Brandt’ın ricasıyla bayraklar yarıya indirildiyse de 10 Arap ülkesi istisnaydı. Misillemeden çekinen Mısır, ertesi gün oyunlardan çekiliyordu.
Libya’da kahramanlar gibi karşılanan Kara Eylül üyelerinin cenazeleri devlet töreniyle gömülmüştü. Sağ olarak ele geçirilen teröristler, kaçırılan bir Lufthansa uçağının içindeki rehinelere karşılık serbest bırakılarak Libya’ya gönderilmişti. Birkaç gün sonra da İsrail uçakları Lübnan ve Suriye’deki Filistin kamplarını bombalayacaktı.
‘Av zamanı’
Dönemin İsrail Başbakanı Golda Meir, Mossad’a Münih Katliamı’nın sorumlularının öldürülmesi için gizlice yetki vermişti. Avrupa’nın değişik köşelerinde başlayan “av” filmlere, kitaplara ilham veriyordu. Operasyon sonradan “Tanrı’nın Gazabı” adıyla anılmıştı. Libya’ya iade edilen saldırganlardan Safedî ve Adnan el-Gaşşî’nin de bu operasyon kapsamında öldürüldükleri iddia ediliyor. 9 Nisan 1973’te Beyrut’ta düzenlenen “Gençliğin Baharı” adlı operasyonda ise, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün önemli üyeleri öldürülmüştü. O gün görev yapan komandoların komutanı Ehud Barak, 26 yıl sonra Başbakanlık koltuğuna oturacaktı…
Aynı yılın Temmuz ayında Norveç’in Lillehammer kentinde Mossad ajanlarının yanlış istihbarat alıp Ali Hasan Salameh diye Faslı Ahmet Buşeyh’yi öldürmesi sabırları taşırıyordu. Yakalanan beş kişi 1975’te serbest bırakılmıştı. 22 Ocak 1979’da Salameh’in arabasını uzaktan kumandayla patlatan Mossad, dört sivilin daha hayatını kaybetmesine neden olmuştu. İsrail operasyonlarının yirmi yıldan fazla sürdüğünü One Day in September (Eylül’de bir Gün) kitabında anlatan Simon Reeve, ayrıca bir noktanın altını çiziyordu. Ona göre “Aileler için intikam alıyoruz” diyen yetkililerin aksine, aileler intikam değil Münih’te yaşananları tüm çıplaklığıyla öğrenmek istiyordu. Der Spiegel Ağustos 2012’de yayınladığı başka bir haberde, katliamdan sonra Federal Almanya ile Kara Eylül’ün gizlice görüştüğünü, bir daha Alman topraklarında benzer bir terör eyleminin gerçekleşmemesi konusunda anlaştıklarını iddia etmişti. Spor tarihinin en karanlık gününü planlayanlardan Ebu Davut, 2010 yılında Şam’da bir hastanede öldü. Onun 1977’de Paris’te tutuklanması küçük çaplı bir krize yol almıştı. Filistin Kurtuluş Örgütü, Irak ve Libya ona diplomatik dokunulmazlık verilmesi gerektiğini savunmuş, Fransa ise Federal Almanya’nın iade talebini düzgün yapmadığını gerekçe göstererek katliamın beynini Cezayir’e yollamıştı. Ne için kullanılacağını bilmeden eylem için gerekli finansmanı bugünün Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın sağladığını söyleyen Ebu Davut, Steven Spielberg’in çektiği Münih filmi vizyona girdiğinde Der Spiegel’e konuşmuş ve pişman olmadığını yinelemişti.
Fürstenfeldbruck’tan sağ çıkanlardan Cemal el-Gaşşî ise 1999’da hayattaydı. Oscar ödüllü “One Day in September” (Eylül’de Bir Gün) adlı belgeselde konuşması büyük olaydı.
Spor tarihinin şüphesiz en karanlık günü 5 Eylül 1972’ydi; ancak Münih’te olanlar asla hatırlanmak istenmiyor. Olimpiyata sıçrayan kan, insanlık tarihinde kara bir leke olarak duruyor.
1972 Münih’ten akılda kalanlar
Vehbi Akdağ, Lasse Viren, Mark Spitz ve olaylı basket maçı
Güreşte Vehbi Akdağ ile bir gümüş madalya kazanan Türkiye’de, Uğur Dündar ismi de ilk kez parlıyordu. O zamanlar çok genç, bugünün deneyimli gazetecisi olan ilk kez TRT’de ekranlarında spiker olarak adını duyurmuştu. Oyunların yıldızı Mark Spitz’i anlatmak da ona nasip olmuştu. Katıldığı yedi yarışta da dünya rekoru kırarak altına kulaç atan Amerikalı sporcu, kapanış törenine katılmamıştı. Zira Yahudi’ydi ve başına bir şey gelmesinden korkulmuştu. Efsanevi yüzücü, Münih sonrasında emekliye ayrıldığında henüz 22 yaşındaydı. Kim bilir devam etse, belki de olimpiyat tarihinin en iyisi o olacaktı.
Lasse Viren, 5000 ve 10000 metrelerde ilk kez Münih’te altına ulaşıyordu. Dört yıl sonra aynı başarıyı Kanada’da tekrarlayacak “Uçan Finli”, vatandaşı Hannes Kolehmainen, Çekoslovak Emil Zatopek ve Sovyet Vladimir Kuts’tan sonra bunu gerçekleştiren dördüncü atlet olmuştu.
Sonradan Ukrayna Gençlik ve Spor Bakanı olacak Valeri Borzov, 100 ve 200 metrede herkese nal toplatıyordu. Sakatlık yüzünden yarışamasa da, açılışta Ekvador bayrağını taşıyan Abdala Bucuram, 24 yıl sonra da devlet başkanlığı koltuğuna oturacaktı. İktidarı sadece 186 gün sürmüş, deli denerek görevinden alınmıştı.
Münih’te doğan Amerikalı Frank Shorter, ülkesine 64 sene sonra maratonda altını getirmişti. İşin komiği Shorter yarışı ikinci bitirmiş, ancak ipi ondan önce göğüsleyen Almanın finişe yakın bir yerden parkura giren bir şarlatan olduğu anlaşılmıştı.
Bir önceki olimpiyat oyunlarının 200 metresinde yaşananların bir benzeri de 400 metrede gerçekleşiyordu. İki siyahî Amerikalı atlet madalya töreni sırasında Amerikan Millî Marşı’yla oralı olmayıp kendi aralarında sohbet etmişti. Vincent Matthews ile Wayne Collett, dört yıl öncenin “sivil itaatsizleri” Tommie Smith ve John Carlos gibi spordan men edilmişlerdi.
Olimpiyatların sportif alandaki en önemli hadisesi, şüphesiz erkekler basketbol finaliydi. Yine politikanın gölgesinde Soğuk Savaş’ın iki kutbunun randevusunda maç önce yarım basketle Amerika lehine bitmişti: 50-49. Rusların mola itirazları kabul edilince maç 3 saniye daha uzatılmıştı ama bu sürede basket bulmak çok zordu. Ruslar başaramadı. Amerikalılar yine kutlamaya başladıysalar da gelen bir karar ortamı iyiden iyiye alevlendirmişti. Masa hakeminin saati doğru başlatmadığı gerekçesiyle top bir kez daha Sovyetler’e verilmişti. Ivan Edeşko rakip potaya uzun bir pas yollamış, topu yakalayan Sergey Belov hata yapmamıştı. Bu sefer Amerika itiraz etmiş, ama 3-2’lik hakem kararıyla zafer Sovyetler Birliği’nin olmuştu: 51-50!