Mehmet Asaf 1920’li yıllarda erken cumhuriyet döneminin ilk müstehcen edebiyat metinlerini kaleme almış, bunlar kapış kapış satılmıştı. Yazarın, cinsel çağrışımlar yaptıran isimlerle yayımladığı bu kitapçıklar, günümüzden yaklaşık 100 yıl önce müsamahayla karşılanmış; soruşturmaya, kovuşturmaya konu olmamış; sansüre uğramamıştı.
Mehmet Asaf, 1920’lerin “avam edebiyatı” akımına kapılarak müstehcen türde sıradışı metinlere de imza atmış bir yazardı. Her ne kadar edebiyatçılığının bu yönü çok fazla irdelenmemişse de Fındıkçı Nigar’dan Cilveli Râna’ya, Kaymaca Kulübü’nden Kocamın Kocası’na eski harfli Türkçe yazdığı 10 sıradışı kitap onu temkinli diline rağmen müstehcen edebiyatımızın önemli bir kalemi yapmaya yeter. Öyle ki bu alanda Mehmed Rauf’un haklı ününden sonra, müstehcen edebiyatımızın 2. Mehmet’i de odur.
Mehmet Asaf 1874’te İstanbul’da doğup 1961’de vefat etti. Sırasıyla Mahalle Mektebi, Numune-i Terakki, Beyazıt Rüştiyesi ve Vefa İdadisi’nde okuyan yazarın borsa ve tahvillere olan ilgisi ona hem “Borsacı” soyadını getirecek hem de “Konsolitçi Asaf” olarak anılmasına yol açacaktı. Tarik, Sabah, İkdam, Saadet, Mâlûmât, Servet, Gayret, Serbestî ve İnsaniyet gazetelerinde, Kadınlar Dünyası, Cingöz, Gıdık, Zümrüd-ü Anka ve Ayna dergilerinde yazılar kaleme aldı. Asaf’ın ilk kitabı Dilârâ 1902’de yayımlandı. 1920’lerde temkinli bir dille yazılmış müstehcen kitapçıklarına gelene kadar Mihriban (1914), Beyimin Edebiyata Merakı (1918), Bihterle Muhlis, Küçük Hanımın Kedileri, Zavallı Baba, Sinirli Bey (1918), Sinirli Hanım (1918) ve Yeni Hanım Mektubları (1920) adlı kitapları yazdı. Bu tarihten itibaren, erken cumhuriyet dönemindeki ilk müstehcen edebiyat örnekleri olan ve adeta kapışılan kitapçıklar gelecekti.
1922
‘Kötü yol’a düşen, ama sonradan evlenip çocuk yapan Benli Leyla!
Rahmetli Prof. Dr. Zafer Toprak, Toplumsal Tarih dergisinin 2017 Eylül sayısındaki “Türkiye’de Müstehcen Avam Edebiyatı (1908-1928)” başlıklı yazısında, son dönem Osmanlı toplumunun çözülüşüyle ortaya çıkan bu tür için şunları yazar: “Meşrutiyetten cumhuriyete müstehcen avam edebiyatı bir toplumsal dönüşümü simgeliyordu. Bu tür edebiyatta içerik biçime baskın çıkıyor, bilinçaltına itilmiş özlemler satıraralarında ifadesini buluyordu. Müstehcenlik, özgürlüğün bir tür dışa vuruşuydu. Fındıkçı Nigar’ıyla, Cilveli Rana’sıyla, Kahpe Feride’siyle, Pamuk Müjgan’ıyla ve nihayet Fırlama Tevfik’iyle müstehcen edebiyat, kaotik bir evreye, Türkiye’de geçiş dönemine özgü bir edebiyattı.”
Bu geçiş döneminde Mehmet Asaf da müstehcenliği açık bir şekilde dilde değil ama anlatımda, hikayede benimseyecek; Fatih’ten Harbiye’ye, Şişli’den Üsküdar’a, tramvaydan köşke ve oradan da koşulsuz olarak yatağa uzanan; umumiyetle alt-üst sınıf ilişkilerinin çok belirgin olarak işlendiği hikayeler yazacaktır. Poşette satılmayan, ortalama 40 sayfalık ve adeta kapışılan hikayeler; döneminin en hızlı tüketilen ve yayıncısına-yazarına en hızlı gelir sağlayan yayınlar olacaktır.
Mehmet Asaf bu çerçevedeki ilk kitabını 1922’de Benli Leyla ismiyle yazar. 104 sayfalık roman, aynı zamanda bu türdeki en hacimli eser olacaktır. Bundan sonraki diğer kitaplar, 40 sayfayı geçmeyen küçük hikayelerden oluşacaktır.
Yazar ve yayıncı, kitap başlıklarının birçoğunda lakaplı kadın isimleri tercih eder. Kitaphane-i Sudi’nin “Meraklı Romanlar” serisinden çıkan Benli Leyla’nın başlığının altında “Millî büyük roman” yazar. Benli Leyla biraz da ailesinin göz yummasıyla kötü yola düşmüş ama sonra Necdet adında bir koca bulmuş ve ondan hamile kalmıştır. Roman, Benli Leyla’nın eşi Necdet’le doğacak kızına isim bulma arayışıyla biter: “Necdet dedi ki: ‘Madem bir isim bulamıyorsunuz durunuz ben söyleyim, şu yavrunun ismi ‘Jale’olsun! Leyla dedi ki: ‘Geçen sene’ dedi, ‘Hünkarsuyu yokuşunun ortasında kantarda tartılan üç kız kardeşin en küçüğünün ismi’… Necdet: ‘Evet’ dedi; ‘Ben isterim ki benim kızım da o ‘Jale’ gibi güzel, onun gibi şen şuh, şakrak olsun!”
1925
‘Bu gece gel Cevad’ diye temennilerde, istirhamlarda, niyazlarda, bulunmuştu…
Mehmet Asaf’ın 4 kitaplık “Gençlik Demetleri” serisiyle birlikte 1925’te Cemiyet Kitaphanesi’nce Kuşdili Gelini hikayesi yayımlanır. Kitabın başlığının altında “Fantazi küçük hikaye” yazmaktadır. Fatih-Harbiye tramvayında başlayan hikaye, genç Cevad’ın Pakize Hanım’ın konaktaki davetine gitmesiyle şenlenir: “Amcası Ahmet ehemmiyet vermese bile, Jale bundan manalar çıkaracaktı. Halbuki yalıdan ayrılırken Pakize, davetkar tatlı nazireleriyle ona ‘Gel! Gel! Bu gece gel Cevad!’ diye temennilerde, istirhamlarda, niyazlarda, bulunmuştu. Genç şimdi ne yapacaktı? Ayestefanos’a Behçet’e mi gidecekti? Yoksa yalıya Pakize’nin haremi vasılına mı avdet edecekti?”
1925
Fındıkçı Nigar’dan Cilveli Râna’ya, ‘yenge’ler ve uzun, uykusuz geceler
Mehmet Asaf 1925’te Cemiyet Kitaphanesi’nin “Gençlik Demetleri” serisinden 4 kitap yayınlar. Serinin 9 ila 12. kitapları arası Mehmet Asaf imzalıdır. İkisi De Gebe dokuzuncu kitap, Şivekâr Hanım onuncu kitap, Fındıkçı Nigâr onbirinci kitap, Cilveli Ranâ ise onikinci kitap olarak yayımlanır. Kapaklarında genç ve güzel, şen ve şuh, resimli, renkli kadın fotoğraflarının yer aldığı fasiküllerde 40’ar sayfalık küçük hikaye şeklinde, dönemin köşklerinde ve zengin muhitlerinde geçen, “avam tabaka” için ancak hayal olabilecek hayatlar anlatılmaktadır.
Cilveli Ranâ şu satırlarla başlamıştır: “Bu gece meclis pek parlaktı. Bütün hanımefendiler, bütün hanımlar Nezahat Hanımefendi’nin köşkünde toplanmışlardı. Mevsim; yaz… Tatlı ve ayık bir Temmuz gecesi… Semada buluttan eser yok… Mehtap da ne kadar da güzel. Galiba ayın 14. gecesi… Fakat Ranâ, o 14 geceden de parlak… Bütün kodamanların gözü onun üstünde…”
Fındıkçı Nigâr’ın sonunda ise gayrıresmî randevu evinde çalışan ve 4 genci “kandıran” Nigâr’ın macerası zührevi hastalıklar hastanesinde son bulur: “Fındıkçı Nigâr’ın devam ettiği gizli randevuevi zabıtaca keşfolunarak hemen sed ve bend edilmiş (kapatılmış), üç-beş malum kadınla beraber Fındıkçı Nigâr da derhal emraz-ı zühreviyeye sevk olunmuştu”.
İkisi De Gebe kitabında ise Nihat Bey, yengesi Handan Hanım ile herkes uyuduktan sonra bir gece “uykusuz” kalmıştır: “Nihat genç kadının ellerini elleri içine aldı, titrek bir sesle: ‘Elbet inanacaksınız!’. Handan: ‘Titriyorsunuz Nihat Bey!’. ‘Yalnız ellerim, yalnız dudaklarım mı? Bütün ruhum, bütün mevcudiyetim titriyor.’ Lakin Nihat Bey! Yengeciğim! Nihat! Nihat!”
192?
Dönemin eşcinselliğe bakışı ve bir ‘hastalık’ olarak Kocamın Kocası
Cemiyet Kitaphanesi’nde Kuşdili Gelini kitabı 1925’te yayımlanır. Mehmet Asaf’ın yine o yıllarda Cemiyet Kitaphanesi’nden Kocamın Kocası adlı, yılı belirsiz kitabı çıkar. 32 sayfalık kitabın künyesinde “192” yazar; yılın dördüncü hanesi bütün baskılarda boştur. 1920’lerde yayımlanan tarihsiz Kocamın Kocası, müstehcen neşriyatın tarihî kitaplarından biridir. Kitap, eşcinselliğin işlendiği ilk hikaye kitaplarındandır. Kitabın kapağında kadın resmi olsa da bu defa kitabın başkahramanı bir erkektir.
Kitabın başında Mehmet Asaf’ın dili temkinlidir. Dönemin eşcinselliğe genel bakışaçısını yansıtması bakımından önemlidir: “Fenni tıp buna galat-ı hüsn mü (duygu yanılgısı), aksi telezzüz mü (tersine zevklenme) işte öyle bir şeyler deyip duruyor. Ne derse desin, herhalde fena bir hastalık… Koleradan, vebadan daha müthiş, daha korkunç, daha berbat… Verem bile kemirmeye başladığı vücudu az zamanda eritir, çürütür. Bu öylesi de değil. Yapıştığı insanın ensesinden müntehâyı hayata (hayatın sonuna) kadar ayrılmaz. Velhasıl illetlerin en şifa bulmazı, yaraların en çare bulunmazı, hastalıkların en murdarı (bozuk, kirli), en fenası, en onulmazıdır.”
Daha sonra “Gelişmiş ülkelerin hemen hepsinde az çok hüküm süren bu müsibetten Doğu da uzak kalamamıştır. İstanbul’da vaktiyle bu hastalığa tutulanlar pek çokmuş, hatta vekiller, vezirler arasında parmakla gösterilenleri bile varmış. Galiba onun için kibar hastalığı diyenler de var” diye yazan Mehmet Asaf, Nezahat Hanım’ın eşi Mümtaz Bey’in hikayesini anlatmaya başlar: “Düğünden kırk-elli gün sonra Mümtaz’da tuhaf tuhaf hâller görülmeye başladı. Bu tuhaf hâller Nezahat’in olduğu gibi Nigar Hanımefendi’nin dikkatinden kaçmıyordu. Dikkati çekmeyecek gibi de değildi ki. Mümtaz her nerede görülürse mutlaka onsekiz-ondokuz yaşındaki delikanlılarla görülüyordu. Hâlbuki kendisi otuzundaydı. Otuz yaşındaki bir adamın böyle onsekiz-ondokuz yaşındaki dört kaşlı, bıyıkları yeni terlemiş gençlerle düşüp kalkmasına ne mana verilirdi?”
Mümtaz Bey hikayenin sonunda eşi Nezahat Hanım’dan artık herkesin bildiği şoför sevgilisi Kadri için boşanmıştır. Kitabın sonunda Çırçır Suyu’nda havuz başında tekrar karşılaşmaları ise şu satırlarla anlatılmıştır: “Nezahat havuz başında içenlere, oynayanları dikkatli bir nazar-ı atıf etti. Ve bunların hepsini tanıdı. Biri boşandığı kocası Mümtaz’dı. Oynayan da Şoför Kadri ile Mümtaz’ın sevdiklerinden ondokuzluk bir gençti. Refikaları,‘acaba bunlar kim?’ diye birbirlerine sorarlarken, Nezahat, ‘iyi dikkat etsenize!’ dedi; ‘biri, işte şu ağacın dibinde oturan boşandığım kocam, Oynayanın biri de kocamın kocası…”
1927
‘Hemşireciğim! İyi düşün!’ ‘Bedbaht olmayasın!’
Mehmet Asaf tarafından 1927’de çıkarılan bir diğer kitap, Lamia’nın Sergüzeşti’dir. Daha önce Hanımlar Alemi gazetesinde yayımlanan bu kısa hikaye, Kitaphane-i Sudi tarafından kitaplaştırılmıştır. 24 sayfa içerisinde kasidelere de yer verilen kitap şu satırlarla sonlanır: “Hemşireciğim! İyi düşün sonra karar ver! Evet, iyi düşünüp karar ver ki benim gibi bedbaht olmayasın! Ben hem bedbaht oldum hem de bir bedbahtın altı ay sonra validesi olacağım.”
1927
Polisiye ile harmanlanan: Üçü bir yatakta ve dan dan dan!
Cemiyet Kitaphanesi’nin 1927’de yayınladığı Üçü Bir Yatakta, Mehmet Asaf’ın bu türü polisiye bir hikaye ile harmanladığı bir kitaptır. 31 sayfalık hikayenin sonunda Nevzat, eşi Meliha’yı sonunda Nejad’la yatakta yakalar: “Bir ‘dan!’ sesi işitildi, bir ateş parladı. Meliha da Nejad’ın yanında yuvarlandı. Nevzat ondan sonra hemen karyolanın üstüne sıçradı. Üçüncü kurşunu kendi beynine sıkarken haykırdı: ‘Karım, karımın güzel aşığı, ben… Üçümüzde bir yatakta’… Sabahleyin pencerelerden aks eden ziya-i şems (güneş ışığı) üç naaşı bir yatakta gördü. Biraz sonra gelen memurin zabıta, müddei umumi, tabib-i adli, heyeti ihtiyariye üç naaşı bir yatakta buldu. Ertesi gün bu müthiş cinayetten bahseden gazeteler, havadisin başına: ‘Üçü bir yatakta’ serlevhasını (başlığını) koydular.”
1927
Genç erkekler kulübü
Mehmet Asaf ’ın yazdığı bir başka hikaye de Kaymaca Kulübü’dür. Bu kitapçık da Cemiyet Kütüphanesi tarafından yayınlanmıştır. 32 sayfalık risalede genç erkeklerin gittiği özel bir kulüp tasarlayan Mehmet Asaf şu satırlarla başlar: “Mahalle çocukları, yangın viranesinde ‘Kaymaca Kulübü’ yaptıkları günden beri kadınlar arasında dedikodu hiç eksik olmamıştı. Üç-beş kadın bir gece bir yerde toplandılar mı derhal Kaymaca Kulübü’nün lafı açılıyordu. Sabah kahvesinde birbirbirine gidenler, akşamüstü fırıldaklı bostanda toplananlar arasında zemin-i mübaheseyi (konuşma) hep bu teşkil ediyor, herkes bu hususdaki efkâr-ı mütalatını (düşüncesini) eğri-doğru ileri sürüyor, fakat bütün bu efkâr-ı mütalaat hülasa edilirse hep kulübün aleyhinde çıkıyordu.”
1938-39
Râna Hanım yine karşımızda
Mehmet Asaf, eski harfli Türkçe kitapların ardından 1938’de yazdığı Abonoz Kızının Defteri adlı aşk hikayesinden sonra 1939’da da Sinan Yayınevleri için de “Heyecanlı, meraklı, aşk romanıdır” tanıtımlı iki kitap daha yazar. Bunlardan biri Daktilo Güzeli, diğeri de Kahveci Güzeli’dir. 16 sayfalık kitapçıkların kapaklarında kadın portre fotoğrafları kullanılmıştır. Cilveli Râna ve Kocamı Kocası’nda da yer bulan Nezahat Hanım, bu defa Daktilo Güzeli’nde karşımıza tekrar karşımıza çıkar.
MEHMET RAUF’TAN EN ŞEN, EN ŞUH HİKAYELER
Bin Bir Bûse 100 yaşında
Mehmed Rauf’u Türk müstehcen edebiyatının zirvesine çıkaran, 1923-24’ün İstanbul’unda resimli 16 sayı çıkan ve okuyucuya “en şen, en şuh hikayeler” vaadeden Bin Bir Bûse dergisidir. Dergi, isimsiz yazarları ve döneminin sarsıcı erotik içeriğiyle 1920’lerin İstanbul’unu kayınbiraderler, baldızlar, yengeler, konak yaşamı, kadınlı-erkekli hizmetkarlar, genç kızlar, zengin kocalar, çetrefilli aşk ve şehvet hikayeleriyle adeta toplumsal olarak “dikizleyen” bir sosyal yaşam manzumesidir. Dergi o kadar çok beğenilmiş ve ilgiye mazhar olmuştur ki, fasiküller hâlinde ve üzerinde yazarlarının isimleri açıkça yazan kitapçıkları bile çıkmıştır.
100 yaşındaki Bin Bir Bûse’den, Mehmed Rauf’un “Çivi Çivi’yi Söker” hikayesinden bir bölüm: ““Müşekkel omuzları göründü, sonra altından avuçlarında mini mini kancalarıyla bir çift canlı hararetli meme fırladı. Gömleğinin içinde kalçaları dalgalanıyordu. Vücudun bütün hududunun ahengi genç kadının ne bulunmaz nadire, ne ele geçmez bir afet olduğunu ilan ediyordu. O zaman ayaklarının altında birbiri üzerine yığılan elbisenin üzerine çömeldi; şimdi potinlerini çıkarıyor, bu hareketiyle ince bacakların arasında gölge içinde kaybolan latif bir çizgi fark olunuyordu. Necip artık yatakta bir kan halinde kaynıyor, kuduruyordu. Eğer hevesine tabiğ olsa galeyan eden kanı onu bir hamlede genç kadının üzerine sevk edecekti. Fakat buna mahal kalmadı. Genç kadın ayağa kalkmıştı. Bu halde yatağa yaklaştı, yorganı kaldırarak daldı. İçinde kayboldu. O anda iki kuvvetli kolun arasında sıkıldığını, dudaklarını bir ağzın zabtettiğini gördü.”