Kasım
sayımız çıktı

Ne poşete konuldular ne de sansüre uğradılar!

MEHMET ASAF VE MÜSTEHCEN EDEBİYAT

Mehmet Asaf 1920’li yıllarda erken cumhuriyet döneminin ilk müstehcen edebiyat metinlerini kaleme almış, bunlar kapış kapış satılmıştı. Yazarın, cinsel çağrışımlar yaptıran isimlerle yayımladığı bu kitapçıklar, günümüzden yaklaşık 100 yıl önce müsamahayla karşılanmış; soruşturmaya, kovuşturmaya konu olmamış; sansüre uğramamıştı.

Mehmet Asaf, 1920’lerin “avam edebiyatı” akı­mına kapılarak müs­tehcen türde sıradışı metinlere de imza atmış bir yazardı. Her ne kadar edebiyatçılığının bu yönü çok fazla irdelenmemişse de Fındıkçı Nigar’dan Cilveli Râna’ya, Kaymaca Kulübü’nden Kocamın Kocası’na eski harfli Türkçe yazdığı 10 sıradışı kitap onu temkinli diline rağmen müstehcen edebiyatımızın önemli bir kalemi yapmaya ye­ter. Öyle ki bu alanda Mehmed Rauf’un haklı ününden sonra, müstehcen edebiyatımızın 2. Mehmet’i de odur.

BasinTarihi-2
Mecmuanın iç sayfasında kullanılan nü levhanın altında “Kelebek” yazıyor

Mehmet Asaf 1874’te İstan­bul’da doğup 1961’de vefat etti. Sırasıyla Mahalle Mektebi, Nu­mune-i Terakki, Beyazıt Rüşti­yesi ve Vefa İdadisi’nde okuyan yazarın borsa ve tahvillere olan ilgisi ona hem “Borsacı” soyadı­nı getirecek hem de “Konsolitçi Asaf” olarak anılmasına yol açacaktı. Tarik, Sabah, İkdam, Saadet, Mâlûmât, Servet, Gayret, Serbestî ve İnsaniyet gazetele­rinde, Kadınlar Dünyası, Cingöz, Gıdık, Zümrüd-ü Anka ve Ayna dergilerinde yazılar kaleme aldı. Asaf’ın ilk kitabı Dilârâ 1902’de yayımlandı. 1920’ler­de temkinli bir dille yazılmış müstehcen kitapçıklarına gelene kadar Mihriban (1914), Beyimin Edebiyata Merakı (1918), Bihterle Muhlis, Küçük Hanımın Kedileri, Zavallı Baba, Sinirli Bey (1918), Sinirli Hanım (1918) ve Yeni Hanım Mektubları (1920) adlı kitapları yazdı. Bu tarihten itibaren, erken cumhuriyet dönemindeki ilk müstehcen edebiyat örnekleri olan ve adeta kapışılan kitapçıklar gelecekti.

BasinTarihi-1
Servet-i Fünûn Mecmuası’nın 10 Ekim 1901 tarihli sayısının içinde kullanılan bir levha, neşriyat tarihimizdeki “erotika” için ilklerden biriydi.

1922

‘Kötü yol’a düşen, ama sonradan evlenip çocuk yapan Benli Leyla!

BasinTarihi-3
Benli Leyla

Rahmetli Prof. Dr. Zafer Toprak, Toplumsal Tarih dergisinin 2017 Eylül sayısındaki “Türkiye’de Müstehcen Avam Edebiyatı (1908-1928)” başlıklı yazı­sında, son dönem Osmanlı toplumunun çözülüşüyle ortaya çıkan bu tür için şunları yazar: “Meşruti­yetten cumhuriyete müstehcen avam edebiyatı bir toplumsal dönüşümü sim­geliyordu. Bu tür edebiyatta içerik biçi­me baskın çıkıyor, bilinçaltına itilmiş özlemler satıraralarında ifadesini bu­luyordu. Müstehcenlik, özgürlüğün bir tür dışa vuruşuydu. Fındıkçı Nigar’ıyla, Cilveli Rana’sıyla, Kahpe Feride’siyle, Pamuk Müjgan’ıyla ve nihayet Fırlama Tevfik’iyle müstehcen edebiyat, kaotik bir evreye, Türkiye’de geçiş dönemine özgü bir edebiyattı.”

Bu geçiş döneminde Mehmet Asaf da müstehcenliği açık bir şekilde dilde değil ama anlatımda, hikayede benim­seyecek; Fatih’ten Harbiye’ye, Şişli’den Üsküdar’a, tramvaydan köşke ve ora­dan da koşulsuz olarak yatağa uzanan; umumiyetle alt-üst sınıf ilişkilerinin çok belirgin olarak işlendiği hikaye­ler yazacaktır. Poşette satılmayan, ortalama 40 sayfalık ve adeta kapışılan hikayeler; döneminin en hızlı tüketilen ve yayıncısına-ya­zarına en hızlı gelir sağlayan yayınlar olacaktır.

Mehmet Asaf bu çerçevedeki ilk kitabını 1922’de Benli Leyla ismiyle yazar. 104 sayfalık ro­man, aynı zamanda bu türdeki en hacimli eser olacaktır. Bun­dan sonraki diğer kitaplar, 40 sayfayı geçmeyen küçük hikayelerden oluşacaktır.

Yazar ve yayıncı, kitap başlıkları­nın birçoğunda lakaplı kadın isim­leri tercih eder. Kitaphane-i Sudi’nin “Meraklı Romanlar” serisinden çıkan Benli Leyla’nın başlığının altında “Millî büyük roman” yazar. Benli Leyla biraz da ailesinin göz yummasıyla kötü yola düşmüş ama sonra Necdet adında bir koca bulmuş ve ondan hamile kalmış­tır. Roman, Benli Leyla’nın eşi Necdet’le doğacak kızına isim bulma arayışıyla biter: “Necdet dedi ki: ‘Madem bir isim bulamıyorsunuz durunuz ben söyle­yim, şu yavrunun ismi ‘Jale’olsun! Leyla dedi ki: ‘Geçen sene’ dedi, ‘Hünkarsuyu yokuşunun ortasında kantarda tartılan üç kız kardeşin en küçüğünün ismi’… Necdet: ‘Evet’ dedi; ‘Ben isterim ki benim kızım da o ‘Jale’ gibi güzel, onun gibi şen şuh, şakrak olsun!”

1925

‘Bu gece gel Cevad’ diye temennilerde, istirhamlarda, niyazlarda, bulunmuştu…

Mehmet Asaf’ın 4 kitaplık “Genç­lik Demetleri” serisiyle birlikte 1925’te Cemiyet Kitaphanesi’nce Kuş­dili Gelini hikayesi yayımlanır. Kitabın başlığının altında “Fantazi küçük hikaye” yazmaktadır. Fatih-Harbiye tramvayında başlayan hikaye, genç Cevad’ın Pakize Hanım’ın konaktaki davetine gitmesiyle şenlenir: “Amcası Ahmet ehemmiyet vermese bile, Jale bundan manalar çıkaracaktı. Halbuki yalıdan ayrılırken Pakize, davetkar tatlı nazireleriyle ona ‘Gel! Gel! Bu gece gel Cevad!’ diye temennilerde, istirhamlar­da, niyazlarda, bulunmuştu. Genç şimdi ne yapacaktı? Ayestefanos’a Behçet’e mi gidecekti? Yoksa yalıya Pakize’nin haremi vasılına mı avdet edecekti?”

BasinTarihi-4
İkisi de Gebe
BasinTarihi-5
Cilveli Râna

1925

Fındıkçı Nigar’dan Cilveli Râna’ya, ‘yenge’ler ve uzun, uykusuz geceler

BasinTarihi-6
Fındıkçı Nigar kapakları.

Mehmet Asaf 1925’te Cemi­yet Kitaphanesi’nin “Genç­lik Demetleri” serisinden 4 kitap yayınlar. Serinin 9 ila 12. kitapla­rı arası Mehmet Asaf imzalıdır. İkisi De Gebe dokuzuncu kitap, Şivekâr Hanım onuncu kitap, Fındıkçı Nigâr onbirinci kitap, Cilveli Ranâ ise onikinci kitap olarak yayımlanır. Kapaklarında genç ve güzel, şen ve şuh, resimli, renkli kadın fotoğraflarının yer aldığı fasiküllerde 40’ar sayfalık küçük hikaye şeklinde, dönemin köşklerinde ve zengin muhitle­rinde geçen, “avam tabaka” için ancak hayal olabilecek hayatlar anlatılmaktadır.

Cilveli Ranâ şu satırlarla başlamıştır: “Bu gece meclis pek parlaktı. Bütün hanımefendiler, bütün hanımlar Nezahat Hanı­mefendi’nin köşkünde toplan­mışlardı. Mevsim; yaz… Tatlı ve ayık bir Temmuz gecesi… Sema­da buluttan eser yok… Mehtap da ne kadar da güzel. Galiba ayın 14. gecesi… Fakat Ranâ, o 14 geceden de parlak… Bütün kodamanların gözü onun üstünde…”

Fındıkçı Nigâr’ın sonunda ise gayrıresmî randevu evinde çalışan ve 4 genci “kandıran” Nigâr’ın macerası zührevi hastalıklar hastanesinde son bulur: “Fındıkçı Nigâr’ın devam ettiği gizli randevuevi zabıtaca keşfolunarak hemen sed ve bend edilmiş (kapatılmış), üç-beş malum kadınla beraber Fındıkçı Nigâr da derhal emraz-ı zühre­viyeye sevk olunmuştu”.

İkisi De Gebe kitabında ise Ni­hat Bey, yengesi Handan Hanım ile herkes uyuduktan sonra bir gece “uykusuz” kalmıştır: “Nihat genç kadının ellerini elleri içine aldı, titrek bir sesle: ‘Elbet inana­caksınız!’. Handan: ‘Titriyorsu­nuz Nihat Bey!’. ‘Yalnız ellerim, yalnız dudaklarım mı? Bütün ruhum, bütün mevcudiyetim titriyor.’ Lakin Nihat Bey! Yenge­ciğim! Nihat! Nihat!”

192?

Dönemin eşcinselliğe bakışı ve bir ‘hastalık’ olarak Kocamın Kocası

Cemiyet Kitap­hanesi’nde Kuşdili Gelini kitabı 1925’te ya­yımlanır. Mehmet Asaf’ın yine o yıllarda Cemiyet Kitaphanesi’nden Kocamın Kocası adlı, yılı belirsiz kitabı çıkar. 32 sayfalık kita­bın künyesinde “192” yazar; yılın dördüncü hanesi bütün baskılarda boştur. 1920’ler­de yayımlanan tarihsiz Kocamın Kocası, müstehcen neşriyatın tarihî kitaplarından biridir. Kitap, eşcin­selliğin işlendiği ilk hikaye kitapla­rındandır. Kitabın kapağında kadın resmi olsa da bu defa kitabın başkah­ramanı bir erkektir.

Kitabın başında Mehmet Asaf’ın dili temkinlidir. Dönemin eşcinselliğe genel bakışaçısını yansıtması bakı­mından önemlidir: “Fenni tıp buna galat-ı hüsn mü (duygu yanılgısı), aksi telezzüz mü (tersine zevklenme) işte öyle bir şeyler deyip duruyor. Ne derse desin, herhalde fena bir hastalık… Koleradan, vebadan daha müthiş, daha korkunç, daha berbat… Verem bile kemirmeye başladığı vücudu az zamanda eritir, çürütür. Bu öylesi de değil. Yapıştığı insanın ensesinden müntehâyı hayata (hayatın sonuna) kadar ayrılmaz. Velhasıl illetlerin en şifa bulmazı, yaraların en çare bulunmazı, hastalıkların en murdarı (bozuk, kirli), en fenası, en onulmazı­dır.”

BasinTarihi-7
Kuşdili Gelini

Daha sonra “Gelişmiş ülkelerin hemen hepsinde az çok hüküm süren bu müsibetten Doğu da uzak kala­mamıştır. İstanbul’da vaktiyle bu hastalığa tutulanlar pek çokmuş, hatta vekiller, vezirler arasında parmakla gösterilenleri bile varmış. Galiba onun için kibar hastalığı diyenler de var” diye yazan Mehmet Asaf, Nezahat Ha­nım’ın eşi Mümtaz Bey’in hikayesini anlatmaya baş­lar: “Düğünden kırk-elli gün sonra Mümtaz’da tu­haf tuhaf hâller görülmeye başladı. Bu tuhaf hâller Nezahat’in olduğu gibi Nigar Hanıme­fendi’nin dikkatinden kaçmıyordu. Dikkati çekmeyecek gibi de değildi ki. Mümtaz her nerede görülürse mutlaka onsekiz-ondokuz yaşındaki delikanlılarla görülüyordu. Hâlbuki kendisi otuzundaydı. Otuz yaşındaki bir adamın böyle onsekiz-ondokuz yaşındaki dört kaşlı, bıyıkları yeni terlemiş gençlerle düşüp kalkmasına ne mana verilirdi?”

Mümtaz Bey hikayenin sonunda eşi Nezahat Hanım’dan artık herke­sin bildiği şoför sevgilisi Kadri için boşanmıştır. Kitabın sonunda Çırçır Suyu’nda havuz başında tekrar karşı­laşmaları ise şu satırlarla anlatılmış­tır: “Nezahat havuz başında içenlere, oynayanları dikkatli bir nazar-ı atıf etti. Ve bunların hepsini tanıdı. Biri boşandığı kocası Mümtaz’dı. Oyna­yan da Şoför Kadri ile Mümtaz’ın sev­diklerinden ondokuzluk bir gençti. Refikaları,‘acaba bunlar kim?’ diye birbirlerine sorarlarken, Nezahat, ‘iyi dikkat etsenize!’ dedi; ‘biri, işte şu ağacın dibinde oturan boşandığım kocam, Oynayanın biri de kocamın kocası…”

BasinTarihi-8
Lamia’nın Sergüzeşti

1927

‘Hemşireciğim! İyi düşün!’ ‘Bedbaht olmayasın!’

Mehmet Asaf tarafından 1927’de çıkarılan bir diğer kitap, Lamia’nın Sergüzeşti’dir. Daha önce Hanımlar Alemi gazetesinde yayımlanan bu kısa hikaye, Kitaphane-i Sudi tarafın­dan kitaplaştırılmıştır. 24 sayfa içerisinde kasidelere de yer ve­rilen kitap şu satırlarla sonlanır: “Hemşireciğim! İyi düşün sonra karar ver! Evet, iyi düşünüp karar ver ki benim gibi bedbaht olmayasın! Ben hem bedbaht oldum hem de bir bedbahtın altı ay sonra validesi olacağım.”

1927

Polisiye ile harmanlanan: Üçü bir yatakta ve dan dan dan!

BasinTarihi-9
Üçü Bir Yatakta

Cemiyet Kitaphanesi’nin 1927’de yayınladığı Üçü Bir Yatakta, Mehmet Asaf’ın bu türü polisiye bir hikaye ile harmanladığı bir kitaptır. 31 sayfalık hikayenin sonunda Nevzat, eşi Meliha’yı sonunda Nejad’la yatakta yakalar: “Bir ‘dan!’ sesi işitildi, bir ateş parla­dı. Meliha da Nejad’ın yanında yuvarlandı. Nevzat ondan son­ra hemen karyolanın üstüne sıçradı. Üçüncü kurşunu kendi beynine sıkarken haykırdı: ‘Karım, karımın güzel aşığı, ben… Üçümüzde bir yatakta’… Sabahleyin pencerelerden aks eden ziya-i şems (güneş ışığı) üç naaşı bir yatakta gördü. Biraz sonra gelen memurin za­bıta, müddei umumi, tabib-i adli, heyeti ihtiyariye üç naaşı bir yatakta buldu. Ertesi gün bu müthiş cinayetten bahseden gazeteler, havadi­sin başına: ‘Üçü bir yatakta’ serlevhasını (başlığını) koydular.”

1927

BasinTarihi-10

Genç erkekler kulübü

Mehmet Asaf ’ın yazdığı bir başka hikaye de Kaymaca Kulübü’dür. Bu kitapçık da Cemiyet Kütüp­hanesi tarafından yayın­lanmıştır. 32 sayfalık risa­lede genç erkeklerin gittiği özel bir kulüp tasarlayan Mehmet Asaf şu satırlarla başlar: “Mahalle çocukları, yangın viranesinde ‘Kay­maca Kulübü’ yaptıkları günden beri kadın­lar arasında dedikodu hiç eksik olmamıştı. Üç-beş kadın bir gece bir yerde toplandılar mı derhal Kaymaca Kulübü’nün lafı açılıyor­du. Sabah kahvesinde birbirbirine gidenler, akşamüstü fırıldaklı bostanda toplananlar arasında zemin-i mübaheseyi (konuşma) hep bu teşkil ediyor, herkes bu hususdaki efkâr-ı mütalatını (düşüncesini) eğri-doğru ileri sü­rüyor, fakat bütün bu efkâr-ı mütalaat hülasa edilirse hep kulübün aleyhinde çıkıyordu.”

1938-39

BasinTarihi-11
Daktilo Güzeli

Râna Hanım yine karşımızda

Mehmet Asaf, eski harfli Türkçe kitap­ların ardından 1938’de yazdığı Abonoz Kızının Defteri adlı aşk hikayesinden sonra 1939’da da Sinan Yayınevleri için de “Heye­canlı, meraklı, aşk romanıdır” tanıtımlı iki kitap daha yazar. Bun­lardan biri Daktilo Güzeli, diğeri de Kahveci Güzeli’dir. 16 sayfalık kitapçıkların kapaklarında kadın portre fotoğrafları kullanılmıştır. Cilveli Râna ve Kocamı Kocası’nda da yer  bulan Nezahat Hanım, bu defa Daktilo Güzeli’nde karşımıza tekrar karşımıza çıkar.

AyinFotosu-12
Kahveci Güzeli

MEHMET RAUF’TAN EN ŞEN, EN ŞUH HİKAYELER

Bin Bir Bûse 100 yaşında

Mehmed Rauf’u Türk müsteh­cen edebiyatının zirvesine çıkaran, 1923-24’ün İstan­bul’unda resimli 16 sayı çıkan ve okuyucuya “en şen, en şuh hikayeler” vaadeden Bin Bir Bûse dergisidir. Dergi, isimsiz yazar­ları ve döneminin sarsıcı erotik içeriğiyle 1920’lerin İstanbul’unu kayınbiraderler, baldızlar, yenge­ler, konak yaşamı, kadınlı-erkekli hizmetkarlar, genç kızlar, zengin kocalar, çetrefilli aşk ve şehvet hikayeleriyle adeta toplumsal olarak “dikizleyen” bir sosyal ya­şam manzumesidir. Dergi o kadar çok beğenilmiş ve ilgiye mazhar olmuştur ki, fasiküller hâlinde ve üzerinde yazarlarının isimleri açıkça yazan kitapçıkları bile çıkmıştır.

BasinTarihi-KUTU3

100 ya­şındaki Bin Bir Bûse’den, Mehmed Rauf’un “Çivi Çivi’yi Söker” hikayesinden bir bölüm: ““Mü­şekkel omuzları göründü, sonra altından avuçlarında mini mini kancalarıyla bir çift canlı hara­retli meme fırladı. Gömleğinin içinde kalçaları dalgalanıyordu. Vücudun bütün hududunun ahengi genç kadının ne bulun­maz nadire, ne ele geçmez bir afet olduğunu ilan ediyordu. O zaman ayaklarının altında birbiri üzerine yığılan elbisenin üzerine çömeldi; şim­di potinlerini çıkarıyor, bu hareketiyle ince bacakların arasın­da gölge içinde kaybo­lan latif bir çizgi fark olunu­yordu. Necip artık yatakta bir kan halinde kaynıyor, kuduruyordu. Eğer hevesine tabiğ olsa galeyan eden kanı onu bir hamlede genç kadının üzerine sevk edecekti. Fakat buna mahal kalmadı. Genç kadın ayağa kalkmıştı. Bu halde yatağa yaklaştı, yorganı kaldı­rarak daldı. İçinde kayboldu. O anda iki kuvvetli kolun arasında sıkıldığını, dudaklarını bir ağzın zabtettiğini gördü.”

BasinTarihi-KUTU1
BasinTarihi-KUTU2