Uzun süredir sağlık durumundan endişe edilen Pelé’yle ilgili kötü haber 29 Aralık’ta geldi. Milyarları peşinden sürükleyen oyunun ilk büyük uluslararası yıldızı, 82 yaşında hayata gözlerini kapadı. Tarihe geçen başarıları, unutulmaz hareketleri ve futbol tarihine kazandırdıkları benzersizdi.
Bir yanıyla omzunda taşıdığı çarmıhın altında kalan kusurlu bir fani, öbür yanıyla yeşil sahaların gördüğü ilk ilah. Bir tarafta üç Dünya Kupası zaferi, 1.279 gol, çimlerde yazılmış sayısız şiir; öbür tarafta her zaman güçlüden yana duruşuyla özellikle yeşil sahalara veda ettikten sonra giderek karikatürleşen bir figür… Bir yanda Edson, diğer yanda Pelé…
Milyarları peşinden sürükleyen futbolun ilk süper yıldızıydı Pelé. İlki 1958’de, ikincisi 1962’de, sonuncusu da 1970’te televizyonda naklen yayınlanan ilk turnuvada olmak üzere üç Dünya Kupası’nı kucaklamıştı. Topa vurmayı yaklaşık yarım asır önce bıraksa da futbolun kerteriz noktası, her tartışmanın demirbaşı olarak kalmayı sürdürmüştü. Bir anlamda, müzikte Johann Sebastian Bach neyse, futbolda da Pelé oydu. Kendisinden sonra gelen tüm meslektaşlarına ilham vermiş, onların ufkunu açmıştı. Yeşil sahalarda gördüğümüz birçok inanılmaz hareketi ilk o yapmıştı.
23 Ekim 1940’ta Três Corações’te doğan bu çocuğun, başta kendi ülkesi olmak üzere tüm dünyayı sarsacağını kimse bilemezdi. Edson Arantes do Nascimento adındaki o bebek; yeşil sahaların ilk süperstarı olacaktı. Çok fakir bir köyde doğan, nüfusta adı ve doğum tarihi bile yanlış yazılan bu genç, tüm yeryüzünü fethedecek, sonradan herkese ismini ezberletecekti.
Tevatüre göre Nijerya, devam eden içsavaşı bile durdurmuştu onu görebilmek için. Ne de olsa savaş sonra da devam edebilirdi ama, Pelé her gün Lagos’a gelmezdi! (Nijerya’da gerçekten içsavaş onun için durmuş muydu derseniz… Efsanelerin her daim doğruyu anlatmadığını bilsek de onlara inanmanın ayrı bir büyüsü var).
Pelé, futbolcu bir babanın oğluydu. Santrfor olan babası Dondinho, dizindeki sakatlıktan sonra bir türlü eski gücüne kavuşamamıştı. Bir sağda bir solda geçirdiği kariyerinde, yıldızı hiç parlayamamıştı. Annesi Celeste ise onu doğurduğunda sadece 18 yaşındaydı.
Bir gün okuldayken, kendisini en sevdiği oyunculardan Vasco da Gama’nın kalecisi Bilé’ye benzetmiş, ancak dili sürçüp “Pilé” deyiverince bu lakap üzerine yapışmış, dilden dile yayılırken “Pelé”ye dönüşmüştü. O zamanlar farkında olmasalar da İbranice “mucize” anlamına gelen bu kelime, adeta efsanenin doğuşunu müjdeliyordu.
Pelé’nin düzgün bir çift ayakkabısı bile yoktu. Top yerine, içi gazete kağıtlarıyla doldurulmuş çoraplar, greyfurtlar kullanıyordu. Ancak çıplak ayakla oynadığı oyun, bir yandan tekniğini de geliştiriyordu. Küçük Edson, bu hünerlerini bir zamanlar Brezilya forması giyen Waldemar’ın çalıştırdığı Bauru minik takımında sergilemiş, yıldızı ilk defa salon futbolunda parlamıştı.
Waldemar’la birlikte Santos’un kapısından içeri girdiklerinde Pelé henüz 15’indeydi. Millî takımda oynadığı 18 maçta 18 gol atan hocası çocuğa kefil olmuştu. Hattâ daha da ileri gitmiş, onun dünyanın en iyi futbolcusu olacağı kehanetinde bile bulunmuştu. İdmanlarda döktüren gençle hemen sözleşme imzalanmıştı. 7 Eylül 1956’da daha ilk maçında golle tanışan forvetin 16. yaş gününe 6 hafta vardı.
Ertesi yılın başında takımın vazgeçilmezi hâline gelen Pelé, gol kralı olduğunda basın ona “Siyah İnci” lakabını yakıştırdı. Arjantin karşısında millî takım formasıyla ilk kez tanıştığında, takvimler 7 Temmuz 1957’yi gösteriyordu. Brezilya, mabedi Maracana’da 2-1 kaybetmişti ama, takımın tek golünü atan henüz 17’sini bile bitirmemiş bu delikanlıydı. Sambacıların tarihinin en genç yaşta golle buluşan futbolcusu unvanı 65 yıldır ona ait.
İsveç’te doğan güneş
Dünya Kupası’na ilk defa İsveç’te katılan Pelé, henüz reşit değildi. Turnuva öncesi takımın deneyimli yüzleri, dizinden hafif bir sakatlığı bulunsa da 17 yaşındaki gencin 1958 Dünya Kupası kadrosuna muhakkak alınması gerektiğini hocaları Vicente Feola’ya söylemişti. Belki de bu sayede Stockholm’ün yolunu tutmuştu.
O günlerde Brezilya kampını birçok gazeteci ziyaret ediyordu. Onlardan biri de Halit Kıvanç’tı. Dünya Kupası’nı bu topraklara sevdiren büyük usta, köşede oturan iki oyuncu görmüştü. Orta sahanın beyinlerinden Zito’yu tanıyordu da yanındaki çocuğu bilmiyordu. Herkes Zito’yla konuşurken o, yanındaki gençle sohbet etmeyi tercih etmişti. Brezilyalı bir gazeteci sayesinde sadece Portekizce konuşan bu gençle iletişim kurabilmiş, bir süre konuşmuşlardı. Ekim ayında yitirdiğimiz duayen, o anı şöyle anlatıyordu: “Daha sonra o çocuk 1958 Dünya Kupası’nın yıldızı olacaktı. Ben de Pelé ile röportaj yapan ilk uluslararası gazeteci…”
Grupta ilk iki maçta sahne almayan delikanlı, Sovyetler Birliği karşısında sahaya çıkmış, bir de asist yapmıştı. Çeyrek finalde Sambacılar Galler’i tek golle geçerken, ağları bulan Pelé’ydi. Güney Amerikalılar yarı finalde Fransa’yı 5-2’lik skorla devirirken, çocuk bu sefer hat-trick yapacaktı!
Finalden önceki seremonide İsveç Kralı 6. Gustav rakip futbolcularla tokalaşıp o gün itibarıyla Dünya Kupası tarihinin en genç oyuncusu olan ufaklığın suratına pek bakmazken; yanındaki Sambacıların yıldızı Garrincha’nın elini sıkmak için sabırsızlanıyordu. İlk düdükten sonra, o çocuğun sahada rüzgâr gibi eseceğini, iki de gol atacağını tahmin etmemişti kimse. İsveç’i 5-2’lik skorla deviren Brezilya, tarihindeki ilk Dünya Kupası’na ulaşırken, Pelé efsanesi resmen başlıyordu.
Aynı yıl Santos, Paulista Ligi’nde şampiyonluğa ulaşırken, 58 defa ağları havalandıran Pelé de gol kralıydı. 1959 onun için rüya gibi geçmişti. 127 golde onun imzası vardı. Avrupa’nın devleri Real Madrid, Manchester United ve Juventus yıldızın peşine düşmüştü, fakat kimse onu alamıyordu. Sonunda 1961’de Brezilya Cumhurbaşkanı Jânio Quadros, Pelé’yi “ulusal hazine” ilan edecek ve genç yıldızın yurtdışına transferi böylece devlet eliyle yasaklanacaktı.
Ertesi yıl Dünya Kupası Şili’de oynanacaktı. Pelé Meksika karşısında hem asist yapmış hem de ağları havalandırmıştı; ancak rüya bir anda kabusa dönüşmüştü. Çekoslovakya maçında sakatlanan Pelé, şampiyonada bir daha sahaya çıkamadı. Güney Amerikalılar bu sefer Garrincha’nın önderliğinde sambaya devam etti. Çekoslovakya’yı deviren Brezilya, İtalya’dan 24 yıl sonra üstüste ikinci Dünya Kupası’nı kaldırdı.
1962’de Santos, Güney Amerika’nın kulüpler düzeyindeki en büyük organizasyonunu ilk defa kazanırken Pelé adı yine manşetlere taşınmıştı. Libertadores Kupası’nda Santos, Peñarol’ü devirirken, iki gol ona aitti. Güney Amerika’yla Avrupa şampiyonunu biraraya getiren Kıtalararası Kupa’da rakip, Pelé’ye verilen “Siyah İnci” ve “Kral” lakaplarını sonradan devralan Eusébio’nun sürüklediği Benfica’ydı. İki maçı da kazanan Brezilya ekibi müzesine yeni bir parça eklerken, iki karşılaşmada beş gol atan Pelé en iyinin kendisi olduğunu dünyaya haykırmıştı. Ertesi yıl Libertadores Kupası’nda Santos unvanını korurken, oynadığı her maçta fileleri havalandıran forvet yine tarihe geçmişti. 1963’te bu defa Milan’ı yenerek, Kıtalararası Kupa’yı kaldırmışlardı.
1966’daki Dünya Kupası’nda Bulgaristan ağlarını havalandırdığı anda, üç şampiyonada da gol atan ilk futbolcu olan Pelé’ye karşı formül bulunmuştu. Turnuva, ona sahanın her köşesinde yapılan gaddar faullerle özetlenebilirdi. Sonunda sakatlanan forvet, Macaristan karşısında forma giyememişti. Portekiz’le oynanan son grup maçına gelindiğindeyse hesap netti: Sambacılar rakiplerini farklı yenmeliydi. João Morais’in ona yaptığı faulün cezası hapisti, fakat savunma oyuncusu atılmamış, süper yıldız seke seke müsabakayı tamamlamıştı. Son iki turnuvanın muzaffer ülkesi 3-1 yenilince, gruptan çıkamamıştı. “Bir daha Dünya Kupası’nda oynamayacağım” diyen yeşil sahaların kralı ise, sonradan kararını değiştirecekti…
1000. gol
19 Kasım 1969’da Santos, Vasco da Gama’ya karşı oynuyordu. Maracana Stadyumu’nda toplanan 10 binler soluklarını tutmuştu. O güne kadar 999 defa fileleri sarsan efsane, acaba o büyülü gole ulaşabilecek miydi? 33. dakikada Rene’nin yaptığı faul, Santos’a bir penaltı kazandırmıştı. Saatler 23.11’i gösteriyordu. Beyaz noktaya gelen Pelé meşin yuvarlağı ağlarla buluşturduğunda, saha ana-baba gününe dönmüştü. Çimlere inen taraftarları muhabirler takip etmişti. Pelé kaçıyor, yüzlerce insan peşinden kovalıyordu.
Oyun durmuştu. Zaten kimsenin maçla ilgilendiği yoktu. Omuzlara alınan yıldız, üzerine giydiği “1000” yazılı formayla Maracana’yı turluyordu. Hayat ancak yarım saat sonra normalde dönmüş, mücadeleyi 2-1 Santos kazanmıştı. Karşılaşmadan sonra askerî cuntanın lideri Emílio Garrastazu Médici’nin huzuruna çıkan Pelé’ye altın bir top hediye edilmişti.
1970 Dünya Kupası yaklaşıyordu. Oyuncularından emin olan teknik direktör Saldanha, artık 30’una merdiven dayayan süper yıldızı turnuvada oynatmak istemiyordu. Cuntanın lideri Médici’nin en sevdiği futbolcu olan Dario’yu kadroda düşünmeyen hoca koltuğundan olacak, Pelé’nin eski takım arkadaşı Mário Zagallo, Brezilya’nın başına geçecekti.
İlk naklen ve renkli Dünya Kupası
Herkesin 15 dakikalığına meşhur olabileceği dünyada Andy Warhol’un deyimiyle “15 asra bedel şöhret”e imza atan Pelé, 1962’de Amerika’nın uzaya gönderdiği Telstar uydusu sayesinde yeryüzünün dörtbir köşesinde izlenen ilk Dünya Kupası’nın yıldızı olmuştu. Birçokları beyaz camda renkli olarak gördükleri büyücüye o an âşık olmuştu. Meksika’nın çimlerinde Brezilya’nın sarı forması milyonların hafızasına kazınırken, o ve arkadaşları güle oynaya zafere ulaşmıştı. Brezilya üçüncü defa Jules Rimet Kupası’nı kazanmış, statüye göre heykelcik sonsuza dek onların olmuştu.
Meksika, Pelé’nin dördüncü Dünya Kupası’ydı. “Kral” kendisinden şüphe edenlere cevabı sahada verdi. Oynadığı dört turnuvada da ağları sarsan yıldızın Meksika’da gol atmadığı üç sekans tarihe geçti: Çekoslovakya karşısında orta sahadan attığı şut fileleri bulsa, belki birçok belgesel bu anla başlardı. Yerçekimine meydan okuyarak vurduğu kafayı çıkaran İngiliz Gordon Banks asrın kurtarışına imza atmış, tarih onu böyle yazmıştı. Yarı finalde Uruguay kalecisi Ladislao Mazurkiewicz’e attığı çalım ise dehasının zirve noktalarındandı. Topa değmeden rakip kaleciyi geçmeyi başarmıştı.
Finalde Sambacılar İtalya’ya fark atarken perdeyi 10 numara açtı. Bu, onun 12. Dünya Kupası golüydü. Sadece açılışı yapmamış; kapanışta da asiste imza atmıştı. Tarihin en güzel gollerinden biriydi bu. Topu rakibine göstermeyen bir takımın sanat eseriydi. Neredeyse tüm takım paslaştıktan sonra Pelé, Carlos Alberto’ya “al da at” demişti. Brezilya bu demekti; sahada şiir yazmak onların işiydi.
Ertesi yıl Yugoslavya karşısında son kez millî takım formasını giyen yıldız, o formayla 92 maçta 77 gole imza atmış oldu. Sambacılar Pelé’yle Garrincha’nın yanyana oynadığı hiçbir karşılaşmada sahadan boynu bükük ayrılmamıştı.
Kariyerine ABD’de Ertegün Ailesi’nin takımı Cosmos’da veda eden Pelé, hiç takım çalıştırmamış; 1995’te Spor Bakanı olmuştu. Ülkesinde yeşil sahalarda görülen yozlaşmaya karşı savaşmış, 1998’de istifa etmişti. UNESCO İyiniyet Elçisi, kartvizitinde yazan sayısız unvandan biriydi.
Bir kuşağın sevgilisiydi Pelé. Maradona diye haykıran sayısız çocuğun babasına bu oyunu sevdirendi. Tüm dünyanın naklen izlediği ilk Dünya Kupası sayesinde ölümsüzleşmiş, futbolu güzelleştiren birçok karenin baş figürü olmuştu. Üç Dünya Kupası kaldıran yıldızının emekliliğinden sonra Brezilya, aynı başarıyı sadece iki kez tatmıştı. Guinness Rekorlar Kitabı’na göre, attığı 1.279 gol de cabası…
Fakat her daim kıyaslandığı Maradona bir asiyken, o öyle değildi. FIFA’ya yakınlığı nedeniyle kolay hedefti. Zira “patronun adamı”ydı; kurumsaldı. Meşhur polemiğin diğer tarafına bakarsak da uyuşturucu kullanmamış: insanlara ateş etmemiş, eliyle gol atmamış, mafyayla iş tutmamıştı.
Futbol, birçok Güney Amerika ülkesinde olduğu gibi Brezilya’da da ezilen halk için bir çıkıştı. Belki de onun sayesinde, ülkesindeki diktatörlük zaman kazanmıştı (Diğer yanda Socrates ise yeşil sahaların en büyüklerinden biri olmasının yanısıra, en müthiş zaferini sahada değil cuntaya karşı sandıkta kazanacaktı).
Sonuçta ne Sağcıydı ne Solcu, sadece futbolcuydu! Hem de bir tarihe kadar en iyisi oydu. Belki de hâlâ o.
EKRANDA PELE
Belgeselden kurmacaya kahramanın yolculuğu
Tarihin gördüğü en büyük Brezilyalı yıldızın hayatı defalarca filmlere, kitaplara konu oldu. François Reichenbach tarafından hakkında çekilen belgesel için, 1977’de Sérgio Mendes’le bir albüm kaydetmişliği de vardı.
Netflix’teki “Pelé” belgeselinde (2021), daha önce bilinmeyen birçok görüntü eşliğinde takım arkadaşları ve siyasetçiler de Pelé’yi anlatıyordu. Ben Nicholas-David Tryhorn ikilisinin imza attığı yapım, yıldız futbolcunun hayatını Dünya Kupası ekseninde anlatıyor.
Yıldızlaştığı 1958 Dünya Kupası’nın değil de sakatlandığı 1962 Dünya Kupası’nın anlatılması; Pelé’nin yokluğunda Brezilya’yı zafere taşıyan Garrincha’nın isminin bile anılmaması ise dikkati çekici. Belgesel, askerî darbe sonrasını anlatırken her zaman iktidarlara yakın olan efsanenin sanki seyirci tarafından yargılanmasını istememiş.
Beyazperdede sahne aldığı “Zafere Kaçış” (1981) ise şüphesiz tarihin en çok bilinen futbol filmlerinden biri. Sylvester Stallone, Michael Caine ve Max von Sydow gibi usta aktörlere, Bobby Moore, Osvaldo Ardiles ve Kazimierz Deyna gibi unutulmaz futbolcularla birlikte Pelé de eşlik ediyordu.