Aralık
sayımız çıktı

Padişahın görkemli evi imparatorluğun şaheseri Topkapı Sarayı

MÜZE OLUŞUNUN 100. YILI

“Padişah Evi” olarak anılan Topkapı Sarayı, tarihi boyunca övgülere, edebî eserlere konu oldu, uğruna şiirler yazıldı. Osmanlı mirasının müstesna örneklerinden biri olan sarayın, cumhuriyetin ilanından 6 ay sonra Atatürk’ün önerisi ve Bakanlar Kurulu kararı ile müze yapılması, yeni devletin önceki egemenlik ve uygarlığa sahip çıkması açısından önemliydi.

Kültür ve mimarlık tarihimizin yegane “hem-zemin/rez de chaussée” sarayı, “Padişah Evi” Topkapı’dır. Yapıldığı 1460’lar­dan 18. yüzyılın sonlarına kadar dünyanın en güçlü devletini yöneten Türk padişahlarının İstanbul’daki bu özgün sara­yında; Asya bozkırlarından, Altay ve Tanrı Dağı eteklerin­den, çadırlardan kurulmuş eski kağan ordugahlarından esintiler var gibidir. Bu çağ­rışım, edebi değildir; Topkapı Sarayı’nın havadan görünüşü veya sarayın sayvanlı-kubbeli “taht kapısı” (3. kapı) önündeki bir cülus töreninin betimi bize bunu gösterir. Ayrıca sarayın tekil ögeleri de -başta Çinili Köşk, Bağdat, Revan, Alay, Yalı köşkleri (yıkılmıştır)- dıştan ve içten, o eski ordugah otağlarını çağrıştırır.

Cumhuriyet_Tarihi_1
Padişah otağlarının girişini andıran sarayın sayvanlı-kubbeli 3. kapısı. Bunun önüne cülus tahtı kurulduğu için Altın Kapı da denirdi. Gouffier, 19. yüzyıl.

Sarayın büyük tören kapısı Bâb-ı Hümayûn’un alınlığın­daki yazıtta ve sayısız belgede Osmanlı padişahları “karaların sultanı, iki denizin hakanı” olarak anılır. Fatih Sultan Meh­med’in bu “Yeni Saray” tasarı­mında -eski Türk hakanlarının ordugah/saray geleneğine göndermeyle- sarayın “taht ka­pısı”nda otağ-ı hümayûn esinti­si vardır. Bu bakışla cülusların ve saltanat törenlerinin bu kapı önünde yapılması geleneği de anlamlıdır. Bu yönüyle Osmanlı saray-köşkleriyle otağ-ı hü­mayûnların tarihsel bağları bir araştırma konusudur.

Anadolu merkezli Selçuklu Devleti’nde Türk sultanların büyük sarayı Konya’da; Osma­noğulları’nın başlangıç evre­sinde “han” denilen ilklerin sarayları Bursa ve Edirne’de; 15. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar ise İstanbul’daydı. Bugün, Anadolu eski Türk saraylarının izleri olarak Konya’daki Alaeddin Köşkü, Edirne’de ise saray-içi kalıntıları var sadece! Fatih’in, İstanbul-Beyazıt’ta yaptırdığı Eski Saray’dan da avlu duvar­larından izler gösterilebilir. Bu gerçek, Fatih’in Sarayburnu’nda yaptırdığı ve günümüze ulaşan Topkapı Sarayı’nın da, eski Türk hakan-sultan saraylarının Tür­kiye’deki tek örneği olduğuna işaret eder.

2. Mahmud (1808-1839) ve ardılları bu ecdat sarayını terkedip Beşiktaş saraylarına taşınsalar da, Topkapı Sarayı’na özel cülus, kutlama ve ziyaret­lere kapanışa kadar uymuşlar; kimi mekanlarla hazine ve saltanat birikimleri için de bir görev kadrosu bulundurmuş­lardır. Buna karşın Harem dai­resi, Ağalar-Baltacılar-Enderun koğuşları ve mutfaklar harap olmuş; İncili Köşk, Balıkhane Kasrı, Sepetçiler Kasrı yıkıl­mış; Topkapı yazlık sarayı ve fişekhane yapılan Yalı Köşkü yanmış; Alay Köşkü posta yönetimine verilmiş; avlu ve bahçelere müze, park, hastane, kışla, dikimhane, matbaaha­ne, talimhane… yapılmış; sur-ı sultanî yıkıntıları gecekondu olmuştur. 5 asırlık Osmanlı büyük sarayının 20. yüzyıla ulaşan manzarası buydu.

Cumhuriyet_Tarihi_2
Topkapı Sarayı’nın günümüzde çekilmiş kuşbakışı fotoğrafında, iç sarayın dışında kalan saray alanına kışlalar, koğuşlar, müzeler yapıldığı görülüyor. Sağdaki İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin büyük avlusunda Çinili Köşk’ün terası ve kubbesi seçilebiliyor.

Yeni Türkiye’nin pek çok sorunu varken, Cumhuri­yet’in ilanından 6 ay sonra, Atatürk’ün önerisi ve Bakan­lar Kurulu kararı ile Topkapı Sarayı’nın müze yapılması, yeni devletin önceki egemenlik ve uygarlığa bakışı açısından önemlidir. Başta Cumhurreisi Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin, kapanan Osman­lı Devleti’nin büyük sarayı Top­kapı’yı yıkma veya kışla-mektep yapma değil; dünyaya örnek bir jestle, saltanatın taşınır-taşın­maz birikimlerinin sergilenece­ği bir müze yapma kararı alması önemli ve anlamlıdır. Yeni hükümetin bu kararı, 3-4 Mart Devrim Yasaları’ndan 1 ay sonra, 3 Nisan 1924’te aldığı da vurgu­lanmalıdır. Türk-İslâm devleti hükümdarlarının resmî ve özel sarayına, yeni devletin ulusal ve uluslararası ziyaretlere açık müze konumunu öngörmesi, kuşkusuz o günkü koşullarda beklenmeyen bir durumdu.

Topkapı Sarayı, Roma-Bizans ve Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik eden tarihî İstanbul (günümüzde Fatih ilçesi) sınır­larındadır. Sultan Fatih, saray alanı için, kıyıdan Haliç, Boğaz ve Marmara ile çevrili, çok özel bir tabiat ve tarih alanı olan Sa­rayburnu’nu seçmiş. Kent içinde küçük bir kent ölçeğinde tasar­lanan saray alanının güvenliği, sur-ı sultanî denen 7 burçlu, kıyı tarafında Bizans surlarına eklemli bir içkale ile sağlanmış.

Cumhuriyet_Tarihi_3
Padişahlar, Türk hakanlarının Orta Asya’daki geleneğini İstanbul’da sürdürdüler. Culüs tahtı, sarayın otağ görünüşlü 3. kapısı önünde, taş döşeli kapı sahanlığına, zeminden bir basamak yüksek olacak şekilde kurulurdu. Sarayın içinde tahta çıkan tek padişah yoktur (3. Selim dönemine ait yağlıboya tablodan detay, Topkapı Sarayı Müzesi).

Saray, Macaristan’dan Dalmaçya kıyılarına, Kırım’a, Kafkasya ve Karadeniz kıyı­larına; Kuzey Afrika’dan Nil boylarına, Doğu Akdeniz ve Kızıldeniz’e, Basra Körfezi’ne kadar Arabistan’a egemen olan Osmanlı Devleti’nin yönetim merkeziydi. Anadolu ve Rumeli, anılan coğrafyalardaki ülkeler ve uluslar, imparatorluk sınırla­rından ayrıldıkları tarihlere ka­dar bu saraydan yönetilmişlerdi. 1830’lardan sonra yeni saltanat sarayları yapılarak Osmanlı ha­nedanı Topkapı’dan taşınsa da, -başta cülus- Topkapı Sarayı’na özel gelenekler aksatılmamış­tı. 5. Mehmed Reşad’ın cenaze töreni ve ardılı son padişah Vahideddin’in cülusu da (1918) burada yapılmıştı.

1923’te Lozan Antlaşması’nın imzalanması; İstanbul’daki işgalcilerin çay partileri düzenlenerek uğurlanması; birçok ülkede monarşi ve diktatör­lükler egemenken Türkiye’nin “cumhuriyet” tanımıyla demok­rasiye geçmesi, savaş yorgunu ülkelere “yurtta barış dünyada barış” mesajı verilirken salta­nat sarayı Topkapı’nın da müze yapılması; ulusal ve evrensel açılardan kültüre ve barışa açık yeni bir devletin doğduğunun müjdesiydi. Günümüzde de Top­kapı Sarayı 560 yıllık tarihine koşut, mekanlarında sergile­nen koleksiyonları ile de 100 yıl önceki müze kararının ne kadar isabetli olduğunu düşündürür ve dünyanın sayılı kültür durak­ları arasında yer alır.

Cumhuriyet_Tarihi_4
Sarayın hem-zemin yapısını net olarak gösteren Verico çizimi. Babüssaade (taht kapısı) önünde bir arife bayramı, 19.yüzyıl.

SURLARI, KAPILARI, İNSANLARIYLA…

Saray: İstanbul’un en önemli mahallesi

Rumeli Hisarı ve Yedikule gibi, de­niz ve kara yönlerinden burçlar­la berkitilip surlarla korumaya alınan saray, konumu ve yapılarıyla bir kent kalesi görünümündedir. Matrakçı Nasuh’un çizimi ve 16. yüzyıla ait yabancı kaynaklardaki resimler, he­nüz Harem dairesi olmayan sarayı bir şato görümünde yansıtır. Kara tarafında Fatih’in yaptırdığı yaklaşık 800 metre uzunluğundaki sur-ı sultanî, Haliç ve Marmara kıyılarında 2.500 metreyi bulan Bizans dönemi deniz surlarına bağlanmıştır. Deniz ve kara surlarının toplam uzunluğu 3.300 metre dolayında, alan ölçü­mü ise 592.600 metrekaredir (bu ölçüyü 699.179 metrekare, hatta 800 bin metrekare veren kaynaklar da vardır). Bu elips coğrafi alan, 45 metre rakımlı tepe düzlüğü ile ya­maçlardan oluşur. Saray yapılarının yoğunlaştığı asıl alan olan iç saray, bir iç surla ayrıca tahkim edilmiştir. Avlularda, taraçalara oturmuş bina, daire, koğuş ve köşklerdeki gönyesel sapmaları dikkate alınmazsa, iç sa­ray 72 bin metrekarelik bir dikdört­gen oluşturur.

Sur-ı sultanînin, İstanbul’a açılan 4 kapısı vardır. Bahçeler ve mey­danlar, bütün saray alanının yak­laşık 10’da 8’i kadardır. Köşk, kasır, oda, daire ve koğuşlar, kütüphane, namazgah, mescit, ambar, fırın, kiler, mutfak, su dolabı, sarnıç, gömüş (duvar içi sarnıcı) çeşme, havuz, de­ğirmen, ahırlar ile bir silah hazinesi yapılan Aya İrini Kilisesi ve Darphane başlıca yapı bloklarıdır. Bu konumu ile saray, İstanbul’un en büyük, en zengin, en kalabalık mahallesiydi.

Kentten surlarla ayrılan sarayın birinci özelliği, “tek” ve “başına buyruk” tahttaki padişahın ve ailesinin evi oluşuydu. Padişahların İstanbul’un öteki mahallelerinde akrabaları, büyükbabası, büyükan­nesi, dayısı, amcası, teyzesi, yeğeni yoktu; her biri tek ve tekildi! Tahttan indirilmiş padişah varsa o, tahttaki padişahın kardeşi, kuzeni şehzade­ler sarayın “kafes” denen meka­nında tutuklu; önceki padişahın kadınları ve kızları da Eski Saray’da gözetim altında yaşarlardı. Padişah kızlarının evlendiği kaptanpaşa ve vezirlerden olan erkek çocuklarına şehzade denmezdi, bunlar hanedan varisi de sayılmazdı.

‘TOPKAPU SARAYI’

Adını kapısında duran toplardan aldı

Cumhuriyet_Tarihi_Kutu_1
Topkapusu Yazlık Sarayı iskelesinden padişahın binişe (deniz gezisine) çıkışı.

Beyazıt’taki saraya daha önce yapıldığından Eski Saray, sonra inşa edilene de ilk zamanlar Yeni Saray denirdi. Topkapı Sarayı’nın belgelerdeki diğer adları: Saray-ı Cedide-i Âmire, Saray-ı Hakanî, Saray-ı Hümayûn, Südde-i Saadet, Der-i Devlet, Der-i Devlet-Mekin, Dergâh-ı Muallâ; İstanbul Sarayı, Taht Sarayı, Saray-ı Has’tır. Ya­bancı kaynaklarda Sérail du Grand Seigneur (Büyük Efendinin Sarayı), Grand Seraglio (Büyük Saray), New Serai (Yeni Saray), Topcapu Sarai yazımları vardır.

Topkapı Sarayı adına gelince… Sarayburnu’ndaki bu yazlık kıyı sarayına, girişindeki toplar nedeniyle “Topkapu Sarayı” denirmiş. Padişah ve harem kadınları burada da kalır, saltanat kayıklarıyla buradan deniz gezilerine çıkılırmış. Bu ahşap saray 1862’de yanmıştır. Boğaziçi’ndeki yeni saraylardan saltanat kayıklarıy­la gelişlerde, sahilsarayın “Topkapu­su”ndan saraya çıkıldığı için zamanla bu ad da benimsenmiş. Günümüz­deki yaygın ve resmî adı budur.

PADİŞAHLARIN ÖZEL EŞYALARI-ÖZEL HAYATLARI

Kişisel tarih hazineleri ve anılar

Cumhuriyet_Tarihi_Kutu_2
Hünkar Hamamı’nda cariyelerin padişahı yıkayışını betimleyen bir gravür.

İstanbul fatihi 2. Mehmed’in 1460’larda yaptırdığı Topkapı Sarayı’nda, sonraki padişahlardan, gereksinim ve zevklerine göre yeni odalar, köşkler, eklemeler , eskiyi yıktırıp yeniyi yaptıranlar vardır. Saray müzede; padişahların ve ailelerinin özel eşyaları, giysileri, silahları ile “hazine” denen birikim ve koleksiyonlar sergilenmektedir. Bir kasaba genişliğindeki bu sarayda, padişahların eşlerinin ve çocuk­larının mest pabuçtan kaftana kaprastlı kapaniçeye, sarığa kavuğa, fese, sorguca nişana, oyuncağa, kılıca, tesbihe… varıncaya değerli parçalar; saray arşiv ve kitaplıkla­rında bunları tanıtan belgeler, anılar kitapları; bina ve kapı cephelerinde de kitabeler vardır.

Bu sarayda tahta oturan, ayak divanına çıkmak durumunda kalan; bayram kutlamalarını, arz günle­rinde divan üyelerini, elçileri kabul eden padişah; saraydaki diğer zamanlarını da yeme-içme, ibadet ve dinlenmeyle geçirirler. Ende­run’da içoğlanlarının, Harem’de de cariyelerin hazırladığı sazlı, sözlü, rakslı müsabaka ve müsamereleri (gece gösterilerini) izleyerek; kitap okuyarak-okutarak; kimileri masal, fıkra, destan dinleyerek; atalarının zaferlerini ve eski savaşları anlattı­rarak vakit geçirirler; saray dışında “biniş” denen gezilere çıkarlar, ava, hasbahçe ve kasırlara giderlerdi. 3. Selim gibi günlük yaşamını “ruzna­me” adıyla sır katiplerine yazdıran padişahlar da vardır.

ŞİİRLER, ÖVGÜLER, GÜZELLEMELER…

Suyu kevser, toprağı misk ve benzersiz

Cumhuriyet_Tarihi_Kutu_3
Harem dairesi yapılmadan (16. yüzyıldan) önceki Topkapı Sarayı’nın minyatürü. Seyyid Lokman, Şehinşahname, 1581.

Sarayın yapılışını anlatan Bizans tarihçisi Kritovoulos “Bu gör­kemli sarayın güzel kuleleri, Harem ve Selamlık daireleri, koğuşları, dinlenme köşkleri, revaklı koridor ve yolları, geniş avluları, göz alıcı hamamları var” derken, tarihçi İbn-i Kemal, Tevârih-i Âl-i Osman’da “İstanbul Fatihi, derya ile çevrili Zeytinlik diye meşhur tepeye bir Yeni Saray yaptırdı ki etraftan gelen gelip gören üstat mimarlar, taş ustaları ‘hiçbir asırda sanisi (ben­zeri-ikincisi) görülmemiştir’ derler. Suyu âb-ı kevser, misk kokan top­rağı, ağaçları tubâ misali, çimenleri diba gibi ziba, çiçekleri İrem gülzârı gibi yaz-kış solmaz, yemişleri cen­net meyveleri misalidir” demiş.

Evliyâ Çelebi Seyahatnâme’sin­de: “Ebü’l-Feth (Fatih) bu saray şehirde yetmiş adet maksure-i şa­hane, müteaddit divanhâne ve hal­vethâne ve matbah, ve habbazha­ne ve tımarhane (hastane) ve odun ambarı ve alaf (yem) ambarı ve ıstabl-ı hassa ve kilâr-ı hassa… ve İrem-i zâtü’l-İmad misali bir Bağ-ı İrem tarh ve inşa edip ve yirmi bin ar’ar (servi) ve çınar ve savber ve şimşad misillü ağaçlar dikdürüb ve nice kere yüz bin şecere-i müsmire (meyve ağaçları) ravza-i cinandan (cennetten) nişan verir. Etrafı açık bir püşte (tepe) üzerine de ken­dilerine mahsus kâşi çinilerle kırk adet has odalar, Bâb-ı saadetin iç yüzüne de bir arz odası yaptırdı ki güya Kasr-ı Havernak’dı (Efsanevi Saray)” diye över.