1798-1855 arasında yaşayan Polonyalı şair Adam Mickiewicz, ülkesinin özgürlük mücadelesinin sembol ismi oldu. Rus işgali ve Kırım Savaşı sırasında askeri görevler de üstlenen ve müttefik Osmanlı topraklarına gelen ozan, İstanbul-Beyoğlu’nda öldü.
SEDA KÖYCÜ *
Polonya tarihinin belki de en sancılı döneminde, ulusunun ayağına 123 yıl boyunca hiç çıkmayacak bir pranganın takıldığı dönemde doğmuş ve bu pranganın çıkarılabilmesi için yaşamı boyunca mücadele etmiş, Polonyalıların asırlardır başlarına taç ettiği, dünyaca ünlü bir büyük yurtsever ozandır Adam Mickiewicz (1798- 1855).
Söz konusu pranga 1795’te, dönem Avrupa’sının güçlü devletleri Avusturya, Rusya ve Prusya tarafından takılır ulusunun ayağına. Topraklarını bu devletlerin üçüncü ve ‘öldürücü’ darbesiyle tümüyle yitirip bir devlet olarak Avrupa haritasından silinen Polonyalılar uzun soluklu (1795-1918) bir bağımsızlık mücadelesine girişirler. İşte bu mücadelede ön saflarda yer alan isimlerden biri Adam Mickiewicz olur.
Çok genç yaşından itibaren bu mücadelenin bir neferi olan yurtsever ozanın amacı, yapıtlarında işgal altındaki ulusuna bağımsızlık mücadelesinde güç ve cesaret vermek, ulusunu yüreklendirmektir. Yapıtlarından birinde şöyle seslenir şair:
Doğmuşum kölelik içinde, Zincire vurulmuşum daha beşikte.
Selam sana istikbalin fecri, Ardından doğacaktır Hürriyet Güneşi…
(Çev. Dariusz Cichocki)
Bu bağlamda ozanın sanatında Polonyalıların, bağımsızlıklarını savaşarak elde etmek suretiyle işgal altındaki diğer uluslara bir örnek oluşturacakları, onlar için bir Mesih, bir kurtarıcı olacakları inancı doğrultusunda Mesihçilik düşüncesi de çıkar ortaya. Polonya ulusu işgal altındaki ulusların İsa’sıdır, ozana göre.
Ballady i romanse (Baladlar ve Romanslar) adlı yapıtıyla 1822’de Polonya edebiyatında Romantizm dönemini başlatan ve bu edebiyatın en büyük temsilcisi haline gelen Mickiewicz, dört bölümden oluşan, Polonya ve dünya edebiyatı klasikleri arasına girmiş, ulusal bir destan niteliğindeki büyük başyapıtı Dziady’yi (Atalar) yayımlamaya başladığında (1822) henüz yirmi dört yaşındadır. Ulusal destan niteliğindeki bir diğer büyük yapıtı Pan Tadeusz’u (Bay Tadeusz) 1834’te, otuz altı yaşındayken buluşturur okuyucuyla.
İşgal altındaki Polonya topraklarında bir kurtuluş savaşı niteliğinde ortaya çıkan 1830 Kasım Ayaklanması’nın haberini yurtdışında alır ve ayaklanmanın başarısızlıkla sonuçlanmasıyla yaşamının sonuna dek bir daha asla dönemez yurduna. Bu tarihten sonra mücadelesini Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde sürdürür.
Bağımsızlık mücadelesine sadece kalemiyle de katılmaz ünlü ozan; bu uğurda politik görevler de üstlenir. İşte bu görevlerden biri Mickiewicz’i 1855 yılında, bir göçmen olarak yaşadığı Paris’ten Fransa Eğitim Bakanlığı’nın sözde bilimsel bir görevlendirmesiyle Osmanlı Devleti’nin kalbi İstanbul’a getirir.
Mickiewicz, Osmanlı Devleti’nin Polonya topraklarının büyük bir bölümünde işgalci konumunda olan Rusya’ya karşı verdiği Kırım Savaşı (1853-1856) sırasında, müttefik Osmanlı Devleti’nin topraklarında kurulmuş ve Osmanlı yönetiminde bulunan Polonya askerî birliğinin konumunu güçlendirme göreviyle gelir İstanbul’a. Aralarında bir koordinasyon sağlamak üzere Burgaz ve Dobruca’da bulunun iki Polonya alayını ziyaret eder. Ancak, bu ziyaretler İstanbul’u ozanın yaşamının son durağı kılar, ne yazık ki. Resmî kaynaklara göre, Mickiewicz yaşamını Polonya askerî birliğini ziyareti sırasında yakalandığı sanılan kolera hastalığı nedeniyle yitirmiştir. Ancak, bir de resmî olmayan kaynaklar vardır ve bunlar ozanın muhaliflerince zehirlendiğini söyler.
Mickiewicz bir Türk dostu aynı zamanda ve bu yurtsever ozanın Türk ulusuna duyduğu bu dostluk duygusu yine kendi ulusuyla bağlantılı, kuşkusuz ki.
Osmanlı Devleti, Polonya’nın işgale uğrayıp Avrupa haritasından silinmesini asla kabul etmez ve Osmanlı topraklarına sığınan Polonyalılara kucak açar. İstanbul’daki Polonezköy işte bu tarihi gerçeğin günümüzde de varlığını sürdüren en somut simgesi.
Polonya ulusunun, zor günlerinde kendisine kucak açan Türk ulusuna duyduğu büyük sevgiyi Mickiewicz şu sözleriyle geçirir tarihe: “Polonya’nın düşman komşuları tarafından ezilmesine hiçbir devletin karşı çıkmadığı günlerde, tek dostumuz Türkler olmuştur. Düşmanlarımızın önünde eğilmemiş ve Polonya’nın işgalini kabul etmemiş bir ulus oldukları için Türklere dostluk besleriz biz.”
Bu çağlar üstü ozanın anısını Türk topraklarında, İstanbul’da günümüzde Beyoğlu semti Tatlı Badem Sokak’ta bulunan ve ölümünün yüzüncü yıl dönümü olan 1955’te müze haline getirilen son ikâmet ettiği ev yaşatmaktadır.
* Prof. Dr. Seda Köycü, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Slav Dilleri ve Edebiyatları Bölümü Polonya Dili ve Kültürü Anabilim Dalı öğretim üyesidir.