hilafetin son yılları işbirlikçilikten teslimiyete evrilmiş; vatan savunmasında bulunanların “hain” ilan edilmesine, katledilmelerinin “caiz” olmasına kadar varmıştır. istanbul’un işgalini engellemek için hazırlanmayan birlikler, “kuva-yı inzibatiye” adı altında kuva-yı milliyecilere karşı örgütlenmiştir. emperyalistler, anadolu’da başlayan “kurtuluş”un engellenmesi için sadakatte kusur etmeyen damat ferit’leri bulsa da karşılarında liyakatle halkın mücadelesini buluşturan mustafa kemal’i ve kuva-yı milliyecileri bulmuştur.
Millî Mücadele günleri yalnız emperyalizme karşı verilen bir savaş değildir. Millî Mücadele aynı zamanda İstanbul ile Ankara arasındaki iktidar savaşına da sahne olmuştur. İstanbul’da egemenliği Tanrı’dan aldığını söyleyen ve bu söylemle ülkeyi yöneten bir padişah ve hükümeti vardır. Ankara’da ise egemenliği milletten aldığını söyleyen ve “Egemen Türk milletidir.” diyen Mustafa Kemal Paşa ve TBMM Hükümeti vardır. Dolayısıyla İstanbul ile Ankara arasındaki savaş bir iktidar/egemenlik savaşıdır.
Bu savaş aynı zamanda bir sadakat ve liyakat savaşıdır. Peki, bu savaşta sadakat mi galip gelir liyakat mi?
Neden böyle bir soru soruyoruz? Çünkü Damat Ferit Hükümeti iktidar/egemen benim diyebilmek için sadık kullarını göreve çağırır. Nasıl mı? Anlatalım.
Erzurum Kongresi’nden Misak-ı Millî’ye…
Biliyorsunuz Damat Ferit, Vahideddin’in ve tabii ki İngilizlerin pek sevdiği bir sadrazamdır. Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki milliyetçiler Padişah’ın kapattığı Meclis’in yeniden açılmasını, bu açılışın önünde engel olan Damat Ferit’in de istifasını ister. İstekleri olur. İngiliz Muhipleri Cemiyeti üyesi Damat Ferit istifa eder, 2 Ekim 1919 günü kurulan Ali Rıza Paşa Hükümeti1 seçim kararı alır. 12 Ocak 1920 günü İstanbul’da Mebuslar Meclisi açılır.2
Meclis, 28 Ocak günü cesur bir kararın altına imza atar. Erzurum Kongresi’nden itibaren milliyetçilerin ilmik ilmik dokuduğu Misak-ı Millî’yi kabul eder. Türk milletinin -kapitülasyonlar gibi- uygarca yaşamasına engel olacak hükümler içeren bir barışı kabul etmeyeceğini duyurur bu belge ve emperyalistleri can evinden vurur. Zira Anadolu’daki millî hareket onlara, gözleri önünde meydan okumuştur. İtilaf Devletleri İstanbul Hükümeti’nden milliyetçileri yok sayan bir açıklama ister. Açıklama gelir. 14 Şubat günü Ali Rıza Paşa, millî iradenin tek “tecelligâhının” yani ilahi gücün belirdiği tek merkezin İstanbul’daki Meclis olduğunu duyurur. Mustafa Kemal’in yanıtı gecikmez. 17 Şubat günü Müdafaa-i Hukuk derneklerinden, “Vatanı ve millî varlığı kurtarmak esasından ibaret olan millî teşkilatın, vatanın her köşesini kapsayacak şekilde yaygınlaştırılmasını” ister.3 Milliyetçi güçler de boş durmaz. Emperyalist gemilerine ve askerlerine rağmen Akbaş Cephaneliği (Eceabat Yakınlarında) basılır, yüzlerce tüfek ve sandık sandık cephane Anadolu’ya kaçırılır.4 Maraş’ta da halk Fransız-Ermeni zulmüne karşı kahramanca yürüttüğü mücadelenin ürününü toplar, onları kentlerinden atar. Gelişmeler emperyalist devletlerin ve onların işbirlikçilerinin saygınlığını yerle bir ederken Türklerin kendi gücüne dayanarak emperyalizmi topraklarından atacağına olan inancını perçinler.