Kasım
sayımız çıktı

Tarihimizdeki büyük ‘feminist’ isyan

III. Selim’in 10 Ağustos 1801’de imzaladığı bir fermanla, tüccarın dışarıdan Bursa’ya getireceği yüklerden 110 kuruş alınırken bir misli zamla 220 kuruş vergi alınacağı emredilir. Yeni gümrük tarifesi uygulanmaya başlar başlamaz tüccarın ayağı Bursa’dan kesilir. Çekirge felaketi ve işsizlik yetmiyormuş gibi, yangında Bursa’nın üçte ikisi yanar. Kıt kanaat geçinmekteyken yangın afetiyle yiyeceklerini de kaybedenlerin tek umudu, sağlam kalan tezgâhlarda üretimi sürdürüp el emeği ipekli, pamuklu dokumalarını iyi fiyatlara tüccara satabilmektir. Alınan karar üzerine 1802’de Bursa’da binlerce kadın ayaklanır! Padişahın fermanını okutmazlar, kabul etmezler. Bursalı kadınlar defalarca protesto gösterileri düzenler. Bursa’da “ehl-i akd”, yani “hükümet” onların elindedir. Ve bu kadınların, olaylar karşısında hemen toplanıp harekete geçebilme alışkanlığı vardır. Kimi bağırıp çağırırken, kimileri hıçkırıkları ile gökleri ağlatır; erkekler uzaktan izlemekle yetinir. Ve kadınlar sonunda mücadeleyi kazanır!

Nisan 1789’da, iki cephede iki yıldır Avusturya ve Rusya ile savaşan Osmanlı Devleti’nin tahtına III. Selim oturdu. Devam eden savaşlar 1791’de Avusturya ile Ziştovi, 1792’de Rusya ile Yaş Antlaşması imzalanarak sona erdi. Osmanlılar, devletiyle, milletiyle güçsüz düşmüştü; merkezin gücü azaldığından Anadolu, Rumeli, Arap vilayetleri yerel güçlere, derebeylerine teslim olmuş bir haldeydi. Buralardan toplanan vergi cüz’i miktarda olmakla birlikte, büyük kısmı merkeze ulaşamadan eriyip gidiyordu. 

Askerî ve mâli iflasın etkilerinin tez elden ortadan kaldırılması için, 1793 yılında Nizam-ı Cedid reformları yürürlüğe kondu. İlk elde merkezî hazineden ayrı İrad-ı Cedid Hazinesi ismiyle bir mâli yapı oluşturuldu. Öncelikle ülkenin zayi edilen gelir kaynaklarını toparlayarak, askerî yeniliklere finans kaynağı oluşturmak hedefleniyordu. Ülkenin timar toprakları, mukataa adı verilen işletmeleri bu yeni hazineye devredildi (Mukataalar, devletin bir gelir kaynağını kısa vadeli iç borçlanma amacıyla belirli bir süreliğine kiralayıp (iltizam), kiralayandan (mültezim) gelirini peşin olarak tahsil ettiği işletmelerdi). 

İstanbul Gümrüğü Mukataası da İrad-ı Cedid Hazinesi’ne verildi. Bu maksatla Gelibolu, Mudanya gibi gümrükler ile birlikte Osmanlıların ilk devirlerinden itibaren varlığı bilinen, ipek, kumaş ticaretinden vergi alınan yer olan “Mizan-ı Harir-i Bursa” adındaki gümrük de İstanbul gümrüğüne ilhak edildi. 

Barış ortamı ıslahat teşebbüsleriyle değerlendirmek istenmesine rağmen, Anadolu ve Rumeli’nin birçok bölgesindeki isyanlar rahat huzur vermemekteydi. Rumeli’nde ortaya çıkan Pazvantoğlu İsyanı, üzerine yüz bin kişilik bir ordu gönderilmesine rağmen tam olarak söndürülemedi. Ayrıca 1798’de Fransızların Mısır’a asker çıkarması, durumu daha da kötüleştirdi. Bu kez savaş Fransızlarla üç yıl sürecek ve devletin insani-mâli kaynaklarını eritmeye devam edecekti. 

Islahat amacıyla askerî yatırımlara devam edilirken, Selimiye Kışlasını inşa ettiren III. Selim’in, 1801 yılında bir vakıf kurduğunu görüyoruz. Üretim fakiri ülkede, kıt kaynaklar ucu ucuna denkleştirmeye çalışılırken, sultanların “Selâtin Camii” inşa ettirme merakı durmak bilmiyordu. Kışlanın yanına büyük bir cami inşaatı başlarken, Selimiye Vakfı’na bazı gelir kaynakları tahsis etmesinin padişahın çevresindekiler tarafından önerildiği anlaşılıyor. 

Bursa artık ihtilal üzeredir. Kadınlar sokaklardadır. Birkaç defa mahkeme, gümrük kolcularının kaldıkları yerler basılır. Geceleri güvenlik için kol gezmeler çoğalır, mahalle imamlarının taşkınlıkların bırakılması yolunda kadınlara vaaz ve nasihat etmeleri istenir ama fayda etmez. 

Bu tahsis edilen yerlerden biri de, İstanbul Gümrüğüne dahil edilen Bursa Mizan-ı Harir Mukataası’dır. Bursa’ya o zamana kadar gelen tüccar ve üretici halk, âdet-i kadîmleri üzere parça başına bir vergi verirler ve görevliye de “gümrük emini” yerine “parça emini” derlerdi. Ancak kara düzen işleyen bu gümrüğü kentin ileri gelen eşraf ve idarecileri mukataa olarak iltizam etmekle birlikte çok az gelir elde edilmekteydi. Şam, Diyarbakır, Tokat, Halep, Mısır gibi yerlerle Bursa arasında ticaret yapan beratlı tüccar sınıfı, gümrük vergisi vermemek için sapa yollardan dolanıp firar ederdi. 

Bu durumu değiştirmek için 10 Ağustos 1801’de gönderilen bir fermanla İstanbul ve İzmir Gümrüklerine gidecek metadan eskiden olduğu gibi gümrük vergisi alınmayacağı, tüccarın dışarıdan Bursa’ya getireceği emtia yüklerinden eskiden üç yükte 110 kuruş alınırken bir misli zamla 220 kuruş vergi alınacağı emredilmiştir. Bursa’nın ileri gelenlerinden Mizancı Hacı Ali Ağa ve maiyetindekilerin gümrüğün sorumlusu olduğunu da belirten ferman verilir (HAT 111/4443). Yeni gümrük tarifesi uygulanmaya başlar başlamaz tüccarın ayağı Bursa’dan kesilivermiş. 

Aynı sıralarda müthiş bir çekirge afetine de uğrayan Bursa topraklarında, o yıl neredeyse zahire ve hububat ürünü alınamaz. Fiyatların olağanüstü artmasıyla açlıkla karşı karşıya kalan Bursalıları himaye için karaborsacıların elindeki zahirelerin buldurulup el konularak, rayiç bedeli üzerinden satılması emredilir (C.BLD, 52/2594). 

Bursa olaylarında korkuya kapılarak Mudanya’ya kaçan görevlilerin heyecanlı bir şekilde İstanbul’dan talimat beklediklerine dair tahrirat. 

Çekirge felaketi ve işsizlik yetmiyormuş gibi, 18 Aralık 1801’de maruz kaldığı yangında Bursa’nın üçte ikisi yanar (Kamil Kepeci, Bursa Kütüğü, c.4, s.237).. Kıt kanaat geçinmekteyken yangın afetiyle yiyeceklerini de kaybedenlerin tek umudu, sağlam kalan tezgâhlarda üretimi sürdürüp el emeği ipekli, pamuklu dokumalarının tüccar tarafından iyi fiyatlara satın alınabilmesiydi. Tabii bu felaketler Müslim-gayrimüslim demeden bütün tebaayı etkiliyordu. 

Bir misli artan vergileri ödememek için mallarını dağlardan tepelerden aşırarak Bursa’ya getirmek isteyen tüccarlara karşı önlemler alınmaya çalışıldı. Kayıp-kaçak olayının engellenmesi, Bursa Gümrüğü ve bağlı bulunduğu İstanbul Gümrüğü’nün gelirlerine sekte vuran ihmallerin ortadan kaldırılması için, Bursa ayânı ve güç sahipleri de uyarıldı. İkinci bir düzenleme ile Bursa’nın etrafından dolaşarak gümrüğe uğramadan ticaret yapmak isteyenleri kollayarak vergilerini tahsil edecek “kır nazırı” yani atlı gümrük kolcuları tayin edildi (C.İKTS, 4/161; 20 Nisan 1802 tarihli ferman). 

Görevliler için de Sultan Selim Vakfından bir gümrük binası yaptırılması ve senelik 25 kese kirasının mukataadan vakfa ödenmesi istendi. III. Selim vakfına gelir kaynağı ararken bulunan bu mukataaya, ayrıca esham denilen iç borçlanma için düzenlenen yedi adet hisse de tayin edildi. Bunların 35 kese tutan faiz ödemeleri de Bursa Gümrüğü’nden yapılacaktı (C.ML, 703/28708) 

İşte özellikle bu son uygulama, Bursalılar için her şeyin bittiği, umutların kırıldığı an oldu. İlk protesto gösterileri bu sıralarda başlamış olmalı. Uğradıkları felaketler üzerine yine de müzakereyi elden bırakmayarak, bizzat III. Selim’e ulaştıkları anlaşılan Bursalılar, yeni gümrük düzeninden, Selimiye Vakfı’na gelir elde edilmesi için yapılan düzenlemelerden mağdur olduklarını, perişan vaziyetlerini anlatabilmişler. 

Bunun üzerine sadrazamına bir hatt-ı hümayun yazan padişah “Sizin düzenlediğiniz şekilde vakfı kurdum. Lakin bu vesile ile fukaraya zulmedilmesine, mağduriyetlerine rızam yoktur. Kişi vakfını hayır için kurar. Vakıf ve gümrük olayı araştırılsın, zulüm varsa istemem” diyerek kadirşinas bir tavır gösterir. Ne var ki verilen cevapta “gümrüğün Bursa’da yeni kurulmadığı, eskiden beri varolduğu ancak burayı kendilerine avanta kapısı belleyenlerin, eski düzendeki gibi kendilerine haksız kazanç sağlama niyetleriyle Bursalılardan bazı kadınları tahrik ettikleri, yoksa çoğunluğun düzenlemeden memnun olduğu söylenerek” III. Selim’in karşı duruşu engellendi (HAT, 24/5113). 

Amcası I. Abdülhamid’in bu şekildeki tahsisleri kesinlikle yasakladığını, vakıf tanzim edilecekse beytülmale ait gelirlere el atılmamasını istediğini biliyoruz. Kişinin kendi parasını vakfederse maksadın gerçekleşeceğini, aksi takdirde millet malının gasp edildiğini söyleyen amcasına rağmen III. Selim’in bu yola yönelmesi şaşırtıcıdır. 

Bu fermanların 1802 Nisan’ının son haftasına doğru Bursa’ya gelişiyle, şehir tarihinin bilinen en isyankâr günleri başlar. Osmanlı devri uygulamasında kadılık makamı merkezden gönderilen fermanları, umuma açık bir alanda halkın yüzüne karşı okuyarak ilan ederdi. Fermanı dinleyen muhatapları, eşraf ve ahali “işittik ve itaat ettik” cümlesini sesli olarak hep bir ağızdan söyledikleri takdirde, fermanın yürürlüğe girdiği kadı tarafından başkente bildirilirdi. Osmanlıların son yüzyılına kadar uygulanan bu törene “sem’an ve taaten merasimi” adı verilirdi. Devlet bu merasimden sonra fermanlarında ne istemişse harfiyen yerine getirilmesini bekler, aksi takdirde o belde cezayı hak ederdi. Bu yüzden Bursalılar öncelikle fermanın ahaliye ilan edilmesini önlemek istediler. İlginçtir bu işe kalkışanların tamamı kadındı! 

Olayların durulmasıyla Bursa’ya gelen ecnebi tüccarlar ve Bursa Gümrüğü’nde vergilendirdikleri ham ipek miktarı (solda). Kadınların isyanından bir yıl sonra çoğunlukla Bursa’da üretilen ipekli kumaşların cinsleriyle İstanbul’daki satış fiyatlarının belirlendiği narh listesi (sağda). 

O sıralarda Bursa’ya İstanbul Gümrüğü’nden ve Sadrazam tarafından teftiş ve gerginliği ortadan kaldırmakla görevli memurlar gönderildi. Gümrük fermanının uygulanabilmesi için çalışma yapacakken kendilerini çatışma ortamında buldular. Haddinden fazla korkuya kapılmış belki de abartmış olsalar da izlenimlerinin merkezinde Bursa kadınları var. Osmanlı toplumunda sosyal hayattan çekilmiş, evine kapanmış şehirli kadın tipine uymayan kadınlar topluluğu, onları da şaşırtmıştır. 

Bursalı kadınlar, şehir içinde defalarca protesto gösterileri düzenlerler. Şaşkınlıkla anlattıkları gözlemlerine göre Bursa’da “ehl-i akd”, yani “hükümet” kadınların elindedir. Her biri “hükümet kadın”dır. Ve bu kadınların, gelişen olaylar karşısında hemen toplanıp harekete geçebilme alışkanlığı vardır. Geçmişte bir kilise yakmışlar, Mısır Seferi sırasında Bursalılara yükletilen ayni vergilerden, orduya peksimet üretimi için gelen görevlilere hücum, peksimetleri yağma etmişlerdir. Ekmek kavgası uğruna mahkeme basmışlardır. 

Bu son gümrük fermanı protestosu da bu minvalde gelişir. Önce beş yüz civarında kadın çarşıya doğru yürüyüşe geçer. Gümrük Emini tayin edilen Âyandan Mizancı Hacı Ali Ağa’yı görüp İpek Hanı’na yönelirler. Han görevlileri kapıları kapatınca verirler taşı. Eşraftan ve İstanbul’dan gelen bazı görevliler hanın arka kapısından güç bela firar ederler. Saklanıp, sığınacakları bir yer arayıp zorlukla kaldıkları konağa ulaşabilirler. Oraya çağırdıkları dört esnaf kethüdasına “biz hattı hümayun ile geldik, şimdi bizi gürültüye getirdiler, öyle ayak şamatasıyla kaçar erbabı değiliz” deseler de, soluğu Mudanya’da almışlar! 

İstanbul Gümrüğü’nden İsmail ve Abdi isimli görevliler “hayrete düştüklerini” belirtiyorlar. “Bursa’da oturduğumuz ilk günlerde aralarında bir birlik ve metanet belirtisi yoktu, lakin sonradan mı kızdılar bilemem” şeklinde ilginç bir gözlemde bulunuyorlar. Oradan İstanbul’a yazdıkları mektuplarda “alınacak tedbir bizi aştığından Devlet-i Aliyye’den gelecek talimatı beklemekteyiz. İsyancılar sözbirliği etmişler, devletten mübaşir gelse Bursa’ya sokmayacaklarını, devlet bir kimseyi cezalandırmaya veya sürmeye kalkarsa vermeyeceklerini, Kaptan-ı Derya gelirse onu da Bursa’ya almayacaklarını bildirmişler. Bizler de firar etmeseydik parça parça edeceklerdi” demelerinde, görevi terkederek Mudanya’ya firar etmelerinin mazereti gizli duruyor (A.{MKT, 619/17). 

Ayrıca güvenlik güçlerinin müdahale etmemesinin iyi olduğunu, aksi takdirde kadınlara müdahale eder etmez kocalarının da olaya dâhil olup büyük bir çatışma çıkmasından korktuklarını söylerler. Gümrük Emini Mizancı Ali de Bursa’dan Mudanya’ya kaçanlar arasında bunlara katılır, ama korkudan şuurunu kaybetmiştir (A.{MKT, 619/6). 

18. yüzyılda Türkmen Kadınları.

Bursa artık ihtilal üzeredir. Kadınlar sokaklardadır. Birkaç defa mahkeme, gümrük kolcularının kaldıkları yerler basılır. Geceleri güvenlik için kol gezmeler çoğalır, mahalle imamlarının taşkınlıkların bırakılması yolunda kadınlara vaaz ve nasihat etmeleri istenir ama fayda etmez. 

Mayıs’ın 20’sine kadar ortalık yatışmaz. İstanbul’dan yönlendirilen etkili bir bastırma operasyonu yapılmaz. Ancak o sıralarda III. Selim’in haksızlık yapılmadığına dair ikna edilmesi üzerine alındığı anlaşılan ferman Bursa’ya gelir. En büyük kalabalık o gün toplanır. Üç binden fazla kadın kiminin elinde balta, tahra, et satırı, kiminde uzun sopalarla mahkemeyi basarlar. Fermanı okutmadan görmek isterler. Muhtemelen “işittik ve itaat ettik” denilmesini önlemek istiyorlardı. 

Mübaşirlerin oyalama taktikleri sonuç vermez. Kalabalık giderek artar. Bursalıları yangında evleri, barkları, evlatları, canları mahvolmuş, çekirgeden aç kalmışlardır. Şimdi de yüksek vergilerden dolayı tüccar gelmediğinden tek geçim kaynakları olan dokumacılık, ipekçilik ürünleri ellerinde kalmıştır. Kimi bağırıp çağırırken, kimileri hıçkırıkları ile gökleri ağlatır. O gün akşama kadar mahkemenin önünden ayrılmazlar. Zannettiklerine göre aralarında tebdil-i kıyafet erkekler de vardır. Yine de erkekler protestolara aktif katılmayarak uzaktan izlemekle yetinirler. 

Gelen ferman okunur ama esnaf kethüdaları uzlaşma yolunu seçerler. “Parça vergisi adıyla verdiğimiz vergiye bir misli zammı, İstanbul Gümrüğü’nden Selimiye Vakfı’na senede 25 kese ödenmesini kabul ederiz amma beldemize gümrük konulmasının affını istirham ederiz” deyip dağılırlar. 

Bursalı kadınların mücadeleyi kazandığını biliyoruz ama, bundan sonrası nasıl gelişti, şimdilik belgeler kifayet etmiyor. Tek bilgi, esnaf kethüdalarından Hacı Hoppa isimli çuhacının, ahaliyi ifrat ve tahrik ettiğinden 13 Haziran 1802’de Bozcaada’ya sürülmesi. İleride arşivimizde tasnifi tamamlanacak fonlarda, Türkiye’de pek örneği olmayan kadınların isyanı ile ilgili daha zengin malumatlı belgeler çıkmasını umut ediyorum.

Kul Halil’in aşağıdaki şiiri, olayları bizzat görmüş-yaşamış olduğunu veya ilk elden naklettiğini kanıtlamaktadır. İlk olarak Evrensel Gazetesi’nde yayımlayan Sennur Sezer’i saygıyla anıyoruz… 

Nisa taifesi bayrağı açtı 
Yine nefir-i âm oldu uzun saçlılar 
Arkası feraceli koynu taşlılar 
Yüzleri yaşmaklı, yaprak başlılar 
Vurun aslanlarım erlik sizdedir. 

Nisa taifesi bayrağı açtı, 
Gümrük ağaları görünce kaçtı 
Nice çukadarlar duvardan aştı 
Vurun aslanlarım soyluk sizdedir 

Kimi elde salak, omuzda sopa
Yardımcınız olsun yaradan Hüda 
Sırmakeş Hanı’nda bir camlı oda 
Kırın aslanlarım mertlik sizdedir. 

Okkayla terazi kalktı pazardan 
Bezirgânlar gelmez oldu dışardan 
Gayri din ü iman gitti kibardan 
Vurun aslanlarım beylik sizdedir 

Hatt-ı şerif geldi Sultan Selim’den, 
Hiç mi bilmez Bursalının halinden 
Hemen dua size Âşık Halil’den 
Vurun aslanlarım dayılık sizdedir 

Bursalı Kul Halil