Ekim 2024 Sayımız Çıktı

Türk futbolunun unutulmaz mabedi

Milli takımın ve üç büyük kulübün unutulmaz maçlarına sahne olan İnönü Stadı bu ay yeni haliyle açılıyor. Birkaç kuşağın futbolu tanıdığı, yeşil sahayı ilk kez gördüğü İnönü Stadı’nın tarihi, inşaat sürecinden isim tartışmalarına, beleşçi seyircilerden karaborsacılara kadar ilginç olaylarla, anılarla dolu.

Fenerbahçe Stadı, İstan­bul’da futbol oynanma­sı için düzenlenmiş ilk spor alanıdır. 1908’de kuru­lan Union Club, Kadıköy’de­ki bu arsayı yıllığı 30 altına kiralamış ve zemini İngilte­re’den getirilen çimlerle kap­layarak futbol sahasına dö­nüştürmüş, küçük bir de ah­şap tribün yaptırmıştır.

İstanbul’daki maçlar 1921’e kadar burada oynanır. 1921’de Taksim’deki Top­çu Kışlası bahçesinin saha­ya dönüştürülmesiyle or­taya çıkan Taksim Stadı ve 1933’te Çırağan Sarayı bah­çesinde oluşturulan Şeref Stadı’nın da hizmete girme­siyle “stadyum” sayısı üçe çıkar. Ama bunların hiçbiri modern bir stadyumun özel­liklerini taşımaz.

Türkiye ile Brezilya A Milli Futbol Takımları, 1 Mayıs 1956 tarihinde Mithatpaşa Stadyumu’nda dostluk maçında karşı karşıya geldi. Karşılaşmayı Brezilya 1-0 kazandı.

Futbolun İstanbul dışın­da, Anadolu’nun büyük il merkezlerinde de bilinen, duyulan bir spor dalı olma­ya başladığı 1930’ların bir başka özelliği de dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de spor ve “beden eğitimi”ne çok önem ve­rilmeye başlanmış olması­dır. Gazetelerde hem futbo­lun hem de başta atletizm olmak üzere diğer sporla­rın yapılabileceği büyük bir stadyum hayali de 1930’dan itibaren dillendirilir. İstan­bul Belediyesi de aynı tarih­lerde stad için yer belirleme çalışmalarına başlar. Gazete­lerin “asrî stadyom” olarak ad­landırdığı stadın 50 bin kişi ka­pasiteli olması, Çukurbostan, Aksaray Yenibahçe ya da gü­nümüzde üzerinde Hilton, Di­van ve Hyatt Regency otelleri, İstanbul Radyosu, Askeri Mü­ze, Gezi Parkı ve başka onlarca yapının bulunduğu devasa Surp Agop Ermeni Mezarlığı arazisi­ne yapılması düşünülmektedir.

“Asrî stadyom” hayali 1930’lu yılların sonuna gelin­diğinde de gündemdedir. An­cak 19 yıl boyunca en önemli spor etkinliklerine sahne olan Taksim Stadı, Topçu Kışlası’y­la birlikte 1940’ta ortadan kal­kacağı için büyük stadın yanı sıra Taksim Stadı’nın işlevini görecek daha küçük ölçekli en az bir stada daha ihtiyaç var­dır. Bunun için düşünülen iki yerden biri Mecidiyeköy diğe­ri Dolmabahçe’dir.

İnönü Stadı’nın ilk yıllarında Gümüşsuyu tarafından görünüşü.

O yıllarda şehir Şişli’de bit­tiği ve Mecidiyeköy uzak sayıl­dığı için Dolmabahçe daha ön plandadır. 1938 yılı sonunda imar işlerine önem vermesiyle ünlü Lütfi Kırdar İstanbul Va­lisi ve Belediye Başkanı olunca stadyum faaliyeti de hızlanır. Kırdar, 6 Şubat 1939’da yaptığı açıklamayla Dolmabahçe’deki stad çalışmaları için bir komis­yon kurulduğunu müjdeler.

7 Nisan 1939’da stad için oluşturulan komisyon ilk top­lantısını yapar.

Beden Terbiyesi Umum Müdürü General Cemil Taner başkanlığındaki komisyonda, 1936’da Ankara Stadı adıyla açılan 19 Mayıs Stadyumu’nu da tasarlayan, yaptığı hipod­rom, veledrom ve stadyum­larla tanınan İtalyan mimarı Paolo Vietti-Violi de vardır. İlk toplantıda stadın kapasitesi, hangi sporların yapılabileceği, inşaat maliyeti konuşulur.

İnönü Stadı’ndan önce Dolmabahçe’nin Teşvikiye’den görünüşü. Önde bostanlar, stadın olduğu yerde saray ahırları var.

1936’da Atatürk’ün daveti üzerine İstanbul’un planlama­sı görevini üstlenen ve öneri­leri 1938-1949 arasında Lütfi Kırdar’ın gerçekleştirdiği bir dizi imar operasyonuna kay­nak olan Fransız mimar ve şe­hircilik uzmanı Henri Prost da stad komisyonunun bazı top­lantılara katılır.

Komisyonun 15 Haziran 1939’daki toplantısına kadar stadın bostanların olduğu yere (Maçka Parkı’nın bulunduğu taraf) yapılması düşünülüyor­sa da Prost’un eğimli arazi­nin düzleştirilmesinin çok zor ve masraflı olacağı uyarısıyla şimdiki yerine alınır.

Komisyonun bundan son­raki toplantılarında en önemli gündem stadın yapılacağı yer­deki Gazhane’dir. Gazhane’nin hem yıkılması hem de başka bir yerde yeniden inşa edilme­si gerektiği için stadyum ma­liyeti artmaktadır. Bu mali­yet nedeniyle stadın başka bir semte yapılması bile gündeme gelir ama sonunda stadın mi­marı Violi’nin Gazhane yıkıl­madan stadın inşaatına baş­lanması ve yıkımın daha sonra yapılması önerisi kabul görür. Bu plana göre stadın üç tara­fındaki tribünler tamamlandıktan sonra stad faaliyete ge­çecektir. Gazhane tarafına ya­pılması gereken tribün yerine ise bir duvar örülecek, Gazha­ne kalktıktan sonra yıkılacak duvarın yerine eksik kalan tri­bün (sonraki adıyla yeni açık) yapılacaktır.

Ağustos sonlarında mi­marlar Şinasi Şahingiray ve Fazıl Aysu, Violi’yle birlikte çalışmak için Milano’ya gider. Akşam gazetesi, iki mimarın bir buçuk ay kalıp proje detay­ları üzerinde çalışacağını ya­zar. Gazeteye göre mimarlar tamamlanmış projeyle dön­dükten sonra hızla ihaleye çı­kılacak ve 29 Ekim’de temel atılacaktır.

Projenin ilk hali Violi’nin ilk projesi 1939 tarihli Güzelleşen İstanbul’da yayımlanmıştı. Projede bulunan deniz tarafındaki kale arkasında üzerlerinde disk ve cirit atan atlet heykellerinin olduğu iki kule maliyeti arttırdığı gerekçesiyle yapılmamıştır.

1 Eylül’de II. Dünya Sava­şı’nın patlak vermesi üzerine mimarlar planlanandan da­ha erken bir tarihte, 8 Eylül 1939’da dönerler. Proje henüz bitmemiştir ve 29 Ekim’de te­melin atılması imkansızdır. 26 Ekim’de stadın inşaatının er­telendiği açıklanır.

26 Ocak 1940’ta Valilik­ten yapılan açıklamada, savaş nedeniyle inşaat için gerekli bazı malzemeler ithal edilemi­yor olsa da “Stadın Avrupa’dan malzeme celbine ihtiyaç his­settirmeyen kısmının” inşasına başlanacağı duyurulur. 5 Şubat 1940 tarihli gazete haberlerin­de, o zamana kadar hep Dol­mabahçe Stadı diye söz edilen stada Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün adının verilmesinin düşünüldüğü yazar. Cumhu­riyet gazetesine göre bu fikrin sahibi Vali ve Belediye Başkanı Lütfi Kırdar’dır.

19 Mayıs 1940’ta stadın te­meli törenle atılır. İsmet İnö­nü’nün katılmadığı törende konuşan Lütfi Kırdar, stada neden İnönü adını verdikleri­ni şöyle açıklar: “Bu güzel şeh­re vali ve belediye reisi olarak geldiğim zaman milli şefimiz büyük İnönü’nün stadyom­lar hakkındaki işaretlerinden ilham almış bir memur ve bir vatandaş sıfatıyla İstanbul gençliğinin bir stada ne kadar muhtaç olduğunu ilk günler­den görmüştüm. (…) Stadyu­mun İnönü adıyla anılmasını hem kuruluşunda hâkim olan ilhamın en güzel ifadesi, hem de sporcu gençlerimize daima enerji, hamle ve iman telkin edecek tükenmez kıymette bir kaynak olacaktır”.

Ancak temel atılsa da savaş nedeniyle stadın inşaatı bir­kaç hafta sonra durur. 1942’de yeniden başlanan çalışma­lar da kısa süre sonra kesilir, 1943’te bir kez daha işe girişi­lir ama işler çok yavaş ilerle­mektedir. 1944 Mayıs ayında inşaatın hızlanacağı açıklanır. Bu tarihe kadar yapılanlarla karşılaştırılınca gerçekten de bir hızlanma olur.

Stadın en çok merak edilen özelliklerinden biri kapalı tri­bündür. Sekiz ay sürecek ka­palı tribün inşaatına 10 Hazi­ran 1946’da başlanır. Bundan bir hafta sonra stadın yanın­dan Maçka’ya çıkan Kadırga­lar ve Bayıldım yokuşlarında yapılan asfalt yol trafiğe açılır. 7 Eylül 1946’da Akşam Postası gazetesinde stadın inşaatının hızla yükseldiği haberi vardır. Stadın bir sonraki 19 Mayıs’a kadar tamamen biteceği yazan ve “Stadyum işi geç oldu ama güç olmadı” denilen haber­de İnönü Stadı’nın özellikleri şöyle sıralanır: “300 sporcu­nun soyunma odaları, duş yer­leri, tuvalet ve lavaboları, ha­kem soyunma odası ve duşları, antrenörlere mahsus çalışma odası, gazetecilere mahsus müteaddid (çok sayıda) tele­fonlu daire ve bölmeler, doktor ve sıhhi yardım odası, radyo ve hoparlör tesisi, fotoğraf ve film alma yerleri ve bunların banyo odaları, sporcular için bir sıhhat merkezi, seyirciler için çok sayıda tuvalet ve lava­bolar, büfeler, gazeteciler için hususi tribün, 100 kişilik şeref tribünü, müstahdemler için banyo ve koğuşlar, iki idman salonu…”

‘Yeni açık’ inşa halinde 1961’de yapımına başlanan Gazhane tarafındaki açık tribün 1963-64 sezonunda bitirilebildi. 3 Şubat 1963’te oynanan ve Galatasaray’ın 5-1 kazandığı Şekerspor maçı günü çekilen fotoğrafta tribünün üst katının inşaatının devam ettiği görülüyor.

İlk maç ilk heyecan

İnşaat söylendiği gibi 19 Ma­yıs 1947’de tamamlanamasa da stadın kapıları ilk kez 19 Mayıs törenleri için açılır.

İnönü Stadı’ndaki ilk futbol maçı ise 23 Kasım 1947’de Be­şiktaş ile İsveç şampiyonu AIK arasında oynanacaktır. Aslında AIK takımının niyeti İsrail’de yapılacak bir turnuvaya katıl­maktır ama Mısır’daki kolera salgınının oraya da yayılması endişesiyle bu plandan vazge­çip özel maçlar oynamak için Türkiye’ye gelmiştir. Federas­yon, İsveç takımının Galatasa­ray, Beşiktaş, Fenerbahçe ve bu üç takımın karmasıyla yapaca­ğı dört maçın İnönü Stadı’nda oynanmasına karar verir.

Açılış maçında Dolmabah­çe tıklım tıklımdır. Ancak, sta­da kapasiteden fazla seyirci alınması tepkilere yol açmış­tır. Cumhuriyet’teki haberde “Sevincimiz iğnelenen bir ba­lon gibi sönüverdi” denilirken, Vatan “Haddinden fazla seyir­ci alınması yüzünden dün sta­dın içi ve dışı bir panayır ye­rine dönmüştü” yazar. Akşam ise izdiham yüzünden tribün­den inip maçı sahanın kena­rında oturarak izleyen yüzler­ce seyircinin yarattığı tehlike­ye dikkat çekmektedir.

Beşiktaş’ın 3-2 yenildiği maçın ve İnönü Stadı’nın ilk golünü atan futbolcu ise ileri­de Beşiktaş’ın başkanı olacak Süleyman Seba’dır. Maçı saha kenarına oturup izleyen ve go­le olması gerektiğinden fazla sevinen bir seyircinin sarıl­mak amacıyla üzerine atladığı Seba yere yuvarlanır ama ney­se ki bir sakatlık yaşamaz.

İlk maçtan itibaren, özel­likle büyük maçlarda satılan bilet sayısından çok daha faz­la seyirci tribünlerdedir. Aşırı kalabalığın sebebi “beleşçiler”, yani Beden Terbiyesi, Valilik ve kulüp yetkililerinin dağıttı­ğı davetiyelerle içeri giren bi­letsiz seyircilerdir.

Bir de bunlar kadar büyük sorun olmasalar da maçı stada girmeden seyretmeye çalışan ikinci tür beleşçiler vardır. Ye­ni açık tribün yapılmadığı için stadın etrafında yüksekte bu­lunan bazı noktalardan rahat­lıkla maç seyredilebilmektedir. 7 Mart 1949 tarihli Üniversi­te gazetesinde yer alan “Ala­ka Bekliyoruz” başlıklı bir yazı yazan Orman Fakültesi Talebe Cemiyeti Başkanı Kemal Sa­lihlioğlu, “Büyük masraflar­la meydana getirilen Teknik Üniversite’nin alt tarafında­ki çam koruluğunun Dolma­bahçe’ye bakan yamaçlarının son zamanlarda ücretsiz maç seyircileri için harcıâlem bir tribün haline getirildiği herke­sin malumudur” deyip, beleşçi seyircilerin yeni ekilmiş çam fidanlarına zarar vermelerin­den şikayet etmektedir. Yazıyla birlikte kullanılan ve beleş­çi seyircileri uyarmak yerine onlarla birlikte maç seyreden bir polisin fotoğrafının altında “Maç seyretmek varken vazife nene gerek!” yazar.

İlerleyen yıllarda yeni açık tribün yapıldıktan sonra dışarı­dan maç izlenecek yerler azalsa da Gümüşsuyu tarafındaki kü­çük bir bölüm yıllarca beleş­çi seyircilere hizmet vermiş ve “Beleştepe” adıyla anılmıştır.

Futbol mabedinde basketbol 1959 Avrupa Basketbol Şampiyonası da İnönü Stadı’nda yapıldı. Şampiyonanın, seyirci kapasitesinin az oluşu nedeniyle Spor ve Sergi Sarayı yerine zeminine parke döşenen İnönü Stadı’nda yapılmasına karar verilmişti.

Gazhane dumanları altında

2. Dünya Savaşı’nın bitişiy­le birlikte ilginin hızla arttığı futbol 1950’li yıllara gelindi­ğinde günlük hayatın içinde inkâr edilemez bir köşe kap­mıştır. Federasyonun 1951’de profesyonelliği kabul etmesi futbolun daha da yaygınlaşma­sına katkı yapar. İnönü Sta­dı da futbolun kalbinin attığı yerdir ve yıllar geçtikçe maç günlerinde daha kalabalık ol­maktadır. Eksik tribünün bir an önce bitmesi bunun için de Gazhane’nin taşınması gerekli­dir. Kulüpler, taraftarlar ve ga­zeteler bu konuda baskı oluş­turur. Üstelik mesele sadece eksik tribün değildir. Atletizm pisti nizâmi ölçüden bir met­re seksen santim kısadır. Pis­tin yarışlara açılması için önce normal uzunluğa gelebilmesi bunun için de Gazhane’nin yı­kılması ve stadın tamamlan­ması gerekmektedir. Gazha­ne’yle bitişik olmanın bir kötü tarafı da, rüzgârın yönüne göre bazı maçlarda seyircilerin pis dumanlar altında maç seyret­mek zorunda kalmasıdır.

Uzun yıllar Gazhane’nin yı­kılıp yeni tribün inşa edilme­sini beklemekle geçer. 1954 yı­lında İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay 100 bin kişilik bir stadyum yapılacağını açıkladı­ğından sonra İnönü Stadı ikin­ci plana atılmış gibidir. Stadın mimarı Violi de zaman zaman gazeteler aracılığıyla “Açılış yapıldıktan bir iki sene sonra Gazhane’nin yıkılacağına söz verilmişti” diye sitemlerini di­le getirir. (Zaten proje hem ek­sik hem de ilk tasarlandığı ka­dar görkemli değildir. Violi’nin projesindeki Gazhane tarafın­da tenis kortları, deniz tara­fında tunç kabartmalarla süs­lü büyük demir kapı, yine de­niz tarafındaki kale arkasında üzerlerinde disk ve cirit atan atlet heykellerinin olduğu iki kule maliyeti arttırdığı gerek­çesiyle yapılmamıştır).

1953’ün Mart ayında oynanan bir maçtaki bilet kuyruğu.

Nihayet Başbakan Ad­nan Menderes 9 Mart 1960’ta “Gazhane tarih olacak, Mithat Paşa’nın kapasitesi yeni tri­bünle birlikte 50 bin kişiye çı­kacak” müjdesi verir. Yıkım ve yeni tribün inşaatına yaz ayla­rında başlanacaktır.

Ancak araya 27 Mayıs dar­besi girer. Yeni tribünlerin in­şaatına ancak 1961’de başla­nır. 1962-63 sezonunda yeni açık tribünün biten alt kısmına seyirci alınmaya başlar, tribünün tamamen bitme­si için ise 1963-64 sezonunu beklemek gerekecektir. Açıl­dığında 10 bini oturan 23 bin seyirciyi alabilen stad artık 21 bini oturan toplam 36 bin seyirci alabilmektedir.

Dolmabahçe deniz hamamı!

Stadın izdiham ve yıkılama­yan Gazhane kadar önemli bir problemi de zemindir. İnö­nü Stadı açıldıktan yalnızca iki sene sonra zemini futbol oynanamayacak hale gelir. 1950’li yıllarda zemin iyice berbat haldedir. Yağmur ve kar yağdığı zaman hiçbir önlem çare olmaz. Birçok maç ertele­nir, stad ara sıra dinlendirilse ve bakıma alınsa da kesin çö­züm bulunamamaktadır.

1950’li yıllardaki perişan vaziyet stad tamamlandıktan sonra da uzun yıllar devam eder. 28 Kasım 1968 tarihli Cumhuriyet’teki üç karikatür durumu çok iyi özetlemekte­dir. İnönü’de oynanması gere­ken Fenerbahçe-Ajax Şam­piyon Kulüpler Kupası ikinci tur maçının yağmur nedeniyle ertesi güne ertelenmesini ko­nu alan karikatürlerin birin­cisinde, İnönü Stadı yerine “Dolmabahçe Deniz Hama­mı” yazar. İkincisinde futbol­cular tünelden sahaya belleri­ne geçirdikleri can simidiyle çıkarken üçüncüsünde bilet kuyruğundaki vatandaşlardan biri diğerine “Yağmurun yağıp maçın yarına ertelendiği iyi oldu zaten sıra bize ancak ya­rın gelir” demektedir.

Stadın adı değişiyor

İnönü Stadı’nın tarihinden söz ederken isim tartışmalarından da söz etmeden olmaz. 14 Ma­yıs 1950’de yapılan seçimleri kazanan Demokrat Parti, sta­dın artık muhalefet lideri olan İsmet İnönü’nün adını taşıma­sından rahatsızdır ve stadın adı Mithat Paşa Stadı olarak değiştirilir. İsim değişikliğinin tarihi, birçok kaynakta 1952 olarak geçtiği için genelde öyle bilinse de doğru tarih 22 Hazi­ran 1951’dir.

Aslında Mithat Paşa’nın (1822-1884) futbolla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Adı­nın bir stadyuma verilmesi en az İsmet İnönü adının veril­mesi kadar, hatta ondan da­ha tuhaf bir karardır. Türki­ye’nin ilk anayasası olan 1876 Anayasası’nın mimarı Mithat Paşa 1881’de Sultan Abdüla­ziz’i öldürttüğü iddiasıyla Yıl­dız Sarayı bahçesindeki Çadır Köşkü’nde yargılanmış, Taif’e sürülmüş ve 1884’te orada öl­dürülmüştü. Taif’te gömü­len cenazesinin 26 Haziran 1951’de Türkiye’ye getirilecek olması Mithat Paşa’yı yeni­den hatırlatmakla kalmamış önemli bir gündem konusu haline getirmişti. Demokrat Parti iktidarı “hürriyet ve de­mokrasi uğrunda ölmüş şehit devlet adamı” diye nitelendir­diği Mithat Paşa üzerinden ya­rattığı rüzgâr esnasında stadın adını fazla gürültü patırtı da yapmadan değiştirivermişti.

Kapılarını ilk kez 1947 yılı 19 Mayıs törenleri için açan İnönü Stadı’nda sonraki yıllarda da birçok resmî bayram kutlaması yapıldı.

Aslında stadın temelinin atıldığı 1940’ta açılan Gezi Par­kı’na, yani Taksim Gezisi’ne İnönü Gezisi adı verildiğinde olduğu gibi İnönü Stadı adı da pek benimsenmez. Hem halk arasında hem de gazeteler­de Dolmabahçe Stadı adı daha yaygın kullanılmaktadır. Ama Mithat Paşa adı hiç tutmaz ve stad ondan sonra da Dolma­bahçe Stadı olarak anılmaya devam eder. İsmet İnönü’nün 25 Aralık 1973’teki vefatından sonra tekrar verilen İnönü Sta­dı adı bu kez tutmuş ve stad herkes tarafından İnönü Stadı olarak anılmaya başlamıştır.

İNÖNÜ STADI’NIN İLKLERİ

İlk karaborsa, ilk gece maçı, hakeme ilk okkalı küfür…

Bütün eksiklerine rağmen, İstanbul’un ilk modern ve geniş kapasiteli stadıydı İnönü Stadı ve uzun yıllar boyunca birçok ilke de sahne olmuştu.

Stadyum çevresinin en önemli sektörlerinden olan bilet karaborsacılığının ilk örnekleri İnönü Stadı’nda görülmüştü. Sta­dın tarihinin üçüncü maçı olan 30 Kasım 1947’deki Fenerbahçe-AIK maçı, karaborsa bilet satıldığı tes­pit edilen ilk maçtır aynı zamanda.

Hakeme koro halinde küfür edilen ilk stad da İnönü Stadı’dır. Can Kozanoğlu, Bu Maçı Alıcaz ki­tabında bunu şöyle anlatıyor: “Yıl 1947 ya da 1948’dir. İnönü Stadı yeni açılmıştır. Bir gün şimdi nu­maralı tribünün bulunduğu Teksas tribününden hakem Sulhi Garan’ı hedef alan bir koro icraata geçer. Türk tezahürat tarihinde önemli bir adım atılmış, yılların eskiteme­yeceği ölümsüz bir eser, bir klasik yaratılmıştır: İ..e hakem!”

13 Mart 1955’teki Galatasaray-Fenerbahçe maçında işlenen cinayet stadın tarihindeki en üzücü olaylardan biridir.

Ne yazık ki daha üzücü ilklere de sahne olur İnönü Stadı. Türki­ye’nin ilk futbol cinayeti, 13 Mart 1955’teki Galatasaray-Fenerbah­çe maçında işlenir. Galatasaraylı 17 yaşındaki Mehmet Girlay, Fenerbahçeli İbrahim Kuzgun ta­rafından öldürülür. Türkiye’nin ilk futbol cinayetinin kurbanı Girlay 16 Mart’ta çoğu Galatasaray ta­raftarı olan 1000 kişinin katıldığı cenaze töreniyle defnedilir.

Türkiye’de düzenlenen ilk kez Avrupa Basketbol Şampiyonası da (tam adıyla 11. Avrupa ve Akdeniz Memleketleri Bas­ketbol Şampiyonası) 21-31 Mayıs 1959’da İnönü Stadı’nda yapılır. Şampiyonanın, seyirci kapasitesinin az oluşu nedeniyle Spor ve Sergi Sarayı yerine zeminine parke döşe­nen İnönü Stadı’nda yapılmasına karar verilmişti. Türkiye’nin 17 takım arasından 12’nci tamamladığı turnuvayı Sovyetler Birliği kazandı.

İlk kez 15 Mart 1960’ta ışık­landırılacağı açıklanan İnönü Sta­dı 28 Mart 1962’de Türkiye’nin ilk nizâmi gece maçlarına sahne olur. O gün stadda önce saat 18.00’de Vefa-Yeşildirek, ardından Fener­bahçe-Kasımpaşa maçları vardır. İlk maçın 20. dakikasında stadın ışıkları yakılır, maçın topu fos­forlu topla değiştirilir. İkinci maç tamamen ışıklar altında oynanır. (Aslında ilk “gece maçı” 9 Eylül 1939’da Taksim Stadı’nda Fener­bahçe ile Beyoğluspor arasında, Gece Maçları Turnuvası kapsa­mında oynanmıştır. Ordudan alınan projektörler ve donanma ampulleriyle aydınlatılan sahada kalelerden biri karanlıkta kalır­ken, futbolcular rahat görsün diye top sürekli kireçle boyanmış, bu iş için birkaç kişi görevlendirilmiştir. Turnuvanın ikinci maçında sekiz projektör daha getirilince biraz daha aydınlatılabilmiştir saha. Ama elbette bunlar nizami gece maçları değildir).

Türkiye’nin ilk gece maçları 28 Mart 1962’de İnönü Stadı’nda oynandı.

1990’lı yıllarda büyük takım­lar maçlarını akşam oynamaya başlayınca biten bir gelenek vardı: maça sabahlamak. Maça girmeyi garantilemek için geceden stad civarında konuşlanan taraftarlar bilet kuyruğunda yer tutar, büyük maçlarda tutulan yerin bile satıl­dığı olurdu. Bu gelenek de ilk kez 24 Nisan 1971’de İnönü Stadı’nda oynanan Türkiye-Almanya maçıy­la başlamıştır.

1980’li ve hatta 1990’lı yıllarda kötü zeminli stadla­rı nitelemek için çok yaygın kullanılan “patates tarlası gibi” benzetmesi de ilk kez İnönü Stadı için yapılmıştır. Aslında benzet­meyi ilk yapan Galatasaray’la 18 Eylül 1985’de oynayacakları Kupa Galipleri Kupası maçı için İstanbul’a gelen ve stadı Türk gazetecilerle gezen Polonya’nın Widzew Lodz takımı futbolcularıdır. Ancak bir sonraki turda Galatasaray’ın rakibi olarak İstanbul’a gelen Bayern Uerdingen’in tek­nik direktörü Feldkamp aynı benzetmeyi Alman basınına yaptığı için daha etkili olmuş ve patates tarlası sözü ileride Galatasaray’ın da teknik direktörlüğünü de yapacak Feld­kamp’a atfedilmiştir.

Türkiye’nin ilk stadyum konseri de 28 Temmuz 1992’de İnönü’de gerçekleşir. Bryan Adams’ın bu konserinden sonra başka stadlarda da konser yapıl­mış ama hiçbiri İnönü Stadı’ndaki konserlerin tadını vermemiştir.