Eylül 2024 Sayımız Çıktı

Türkiye’yi savunan bir kalem ve 20. yüzyılın vicdanıydı…

PIERRE LOTI’Yİ ANLAMAK VE ANLATMAK

Pierre Loti 20. yüzyılın başlarından itibaren her safhasında yanında durduğu, her acısını yüreğinde hissettiği Türk milleti tarafından da maalesef unutulmuş görünüyor. Oysa ki, Türkiye aleyhine Avrupa’da kurulan büyük abluka ve manipülasyon karşısında gerçekleri anlatmak ve Türk dostlarının uğradığı zulmü duyurmak için büyük çaba sarfetmişti.

Pierre Loti 1876’da önce Selanik, ardından İstanbul üzerinden Osmanlı Devleti ile tanışacaktı. Görevli bir deniz subayı olarak adım attığı karada, Aziyade romanını yazdıracak bir aşka yelken açacak; bu aşkın izini sürerken önce dilini, sonra kültürünü tanıdığı insanları sevecek; “Arif İslam” ismiyle tebdil-i kıyafet aralarında dolaştığı İstanbul’a, sokaklarına, denizine, gecesine, gündüzüne bir başka aşkla bağlanacaktı. 

Pierre_Loti_Dornac2
Pierre Loti, Dornac’taki evinde “Japon Pagodası” olarak bilinen odada.

İçinden geldiği Avrupa toplumu sanayileşmenin eşiğinde, kapitalin yüceltildiği yeni bir ekonomik evreye giriyordu. Fabrikalar, işçiler ve büyük bir sanayileşme hamlesiyle şehirler canhıraş bir hareketliliğe teslim olurken, Loti aradığı sükuneti İstanbul’da bulacaktı. Paris ile İstanbul’u, Batı ile Doğu’yu kıyasladığında, İstanbul’u kendi medeniyetinin uğultusundan korumak istediğini şu satırlardan anlamak mümkün: “Doğu’nun ışık saçtığı tarihlerden günümüze kadar, olağanüstü sayılacak şekilde, eski durumunda kalabilmiş bir şehir… Bu şehirde günümüz başkentlerinin özelliklerinden olan düdük sesleri, demir gürültüleri işitilmezdi. Burada hayat, inanışlarının da etkisiyle hırstan uzak, hayal dolu, sakin ve sessiz geçer, insanlar ibadetleriyle uğraşır, yüreklerine korku getirmeyerek ölümü düşünür ve hep birbirine benzeyen gönül okşayıcı küçük sokakları, gölgeli meydanları doldururlardı. Bu şehrin adı İstanbul’du…”. Bu İstanbul’a kendi medeniyetinden baktığında ise hayıflanıyordu:  “Zavallı muhteşem büyük İstanbul. Batı sanayiinin zehirli nefesiyle, yıkılıp yok olmaya yüz tuttu…”.

20. yüzyılın başlarında büyük bir insanlık dramı yaşanmaktaydı. Avrupa devletlerinin ve Batı kamuoyunun, Osmanlı Devleti’nin kaybettiği topraklarda yaşayan insanların karşılaştığı insanlıkdışı durum karşısında yanlı ve maksatlı tutumu, yaşanan trajediyi katlıyordu. İnsanların yaşadığı trajik göçler katledilmelerine, işkencelere maruz kalmalarına neden olacaktı. Balkan Savaşları ile Avrupa kamuoyunda başlayan dezenformasyon, “Türklerin insanları katlettiği” yönündeydi. 

Bu kara propaganda karşısında, Avrupa’da Türkler lehine yazan neredeyse tek kalem vardı: Pierre Loti. O, Büyük Savaş’tan önce, giderek sanayileşen, mekanikleşen Batı’dan, kendi yaşadığı Fransa’nın Rochefort şehrinden iç buhranlarla ayrılıp Doğu’yu ve kültürünü yakından tanımış biri olarak; savaşın hayhuyundan etkilenmeden, tebdil-i kıyafet aralarında yaşadığı, “Eyüp’ün şımarık çocuğu” olarak kabul gördüğü, nargilesini fokurdatırken seyre daldığı şehri ve insanlarını sevmişti. Batılılaşmanın ivme kazandığı Doğu’da, Doğu’ya methiyeler dizen, övgüler yağdıran ve hayran olan bir tezattı. Ve sadece o anlayabiliyordu, yaşanan vahşetin vicdani boyutlarını. Süleyman Nazif’in “20. yüzyılın vicdanı” dediği Pierre Loti, 1876 başlarında tanıdığı ve yürekten bağlandığı Türk insanının maruz kaldığı bu vahşet karşısında dilsiz kalmayacak, 1911’den itibaren kalemiyle bütün dünyaya yaşananları duyurmaya gayret edecekti. 

Kuşkusuz onun kalemi, yüreğinden ilham alıyordu. O tarihlerden vefatına kadar, kalemini Türkiye aleyhine Avrupa’da kurulan büyük abluka ve manipülasyon karşısında, gerçekleri anlatmak ve Türk dostlarının uğradığı zulmü duyurmak için kullandığını görüyoruz. Türkiye lehine doğruları ifade ettiği yazıları yüzünden hakaretlere, yalnızlaştırmaya ve yargılamaya maruz kalıp yorgun düştüğünde ve ömrünün sonlarına geldiğini hissettiği bir zamanda şunları söyleyerek kararlılığını ifade edecektir: “Ben dünyadaki ikametimin sonuna yaklaşıyorum; artık ne bir şey istiyorum ne de bir şeyden korkuyorum. Ama sesimi birkaç kişiye duyurabildiğim sürece, bana göz göre göre gerçek gelen her şeyi söylememin görevim olduğuna inanacağım”.

PIYER LOTI ISTANBULDA-  Rahmizade Bahattin
İstanbul’a 1903 yılındaki gelişinde Pierre Loti ve kendisini karşılayanlar Galata Rıhtımı’nda.
CENGİZ KAHRAMAN ARŞİVİ

Pierre Loti’yi İstanbul’da bir tepe; Vefa’yı Fatih’te bir semt olarak görenlerin; “okur”luğu malûl, yazarlığı kendinden menkul olanların; ön yargılıların, art niyetlilerin, bilmeden ahkam kesenlerin; eksik-yanlı bilgileriyle kelam edenlerin aksine; bütün yaşamıyla, yazdıklarıyla bir aydından, entelektüelden ve düşündüklerini ifade eden, kendi toplumunda düşünceleri yüzünden hakarete, tehdide uğrayan bir insandan bahsediyoruz. Bir insan olarak Pierre Loti’ye tarifsiz vefa duygumu besleyen iki husus var: İlki, bu kadar gönülden bağlı olup, cesurca Millî Mücadele’sini desteklediği bir milletin, onun verdiği mücadeleyi unutarak, kimi tezviratlara kulak kabartması. İkincisi de, kendi ülkesinde, Rochfeort’taki Müze Evi’nin restore edilmesi gündeme geldiğinde, bazı lobilerin buna karşı çıkarak Fransa Cumhurbaşkanı Macron’a itirazı. Macron mealen diyor ki: “Pierre Loti’yi 100 yıl önceki yazdıklarından dolayı yargılayamayız”. Ne yazık ki kendi toplumunda böylesine bir tepki alan Pierre Loti, 20. yüzyılın başlarından itibaren her safhasında yanında durduğu, her acısını yüreğinde hissettiği Türk milleti tarafından da unutulmuş görünüyor. 

2023 Pierre Loti’nin vefatının, Türkiye Cumhuriyeti’nin de kuruluşunun 100. yılı. 100. yıl etkinliklerinde Pierre Loti’nin olmaması ne büyük bir eksiklik! Evet, 4 Eylül 1921 tarihinde, Gazi Mustafa Kemal, Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi ve Başkumandan sıfatıyla bir mektup yazıyor Pierre Loti’ye. Antep savunmasının ateşli muharriri Müfide Ferit hanımefendinin Paris Büyükelçisi olarak görevlendirilmesi üzerine, kendisiyle bu mektubu da bir heyetle birlikte gönderiyor. Mektubun başında şöyle diyor: “Türkiye Büyük Millet Meclisi, Paris mümessilinin hareketinden istifade ederek, Türklerin büyük ve asil dostuna karşı perverde ettiği hissiyat, minnet ve şükranı tekrar beyan etmeyi kendine bir borç bilmiştir..”. Büyükelçinin Loti’yle görüşmesine, 1903’te ülkemize geldiğinde gemisinin yaveri olan Claude Farrère aracılık edecektir. Pierre Loti’nin vefat ederken Türkiye nöbetini devrettiği ve “benden sonra sen yazacaksın” dediği Claude Farrère’i de ne yazık ki bir cadde isminden öteye götürecek kadar bilmiyoruz. 

Vefatının 100. yılında, Fransa’dan daha yüksek bir sesle “Dostumuz Loti”yi anmak ve anlamak, cumhuriyetimizin 100. yılında bir görev ve borç olmalıdır. 

*Hüseyin Sorgun
Yazar, Senarist, Yönetmen