7 Ekim 2023’te HAMAS’ın roket saldırısıyla başlayan ve genelleşme eğilimi taşıyan son savaş, dünyadaki tüm dengesizliklere bir yenisini kattı. İsrail’in misilleme olarak giriştiği hava saldırıları neredeyse tamamen sivilleri hedef alan bir katliama dönüştü. 2 gün sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yaptığı açıklamada “Her şeyin olduğu gibi savaşın da bir adabı, ahlakı vardır. Taraflar buna riayet etmekle mükelleftir” dedi.
Kendisinin bu etik yaklaşımını takdir etmekle birlikte, bunun maalesef gerçek olmadığını söylemek durumundayız. Üstelik bu vaziyet, yani sıcak savaş hâlinin hiçbir insani-ahlaki boyutunun bulunmadığı, hadiseler ve belgelerle kanıtlanmış tarihsel bir gerçektir. Dahası, tarihte insan türünün birbiriyle tutuştuğu tüm bilinen savaşlarda, yani öteden beri bu durum geçerlidir.
Son 170 yıldır ise -haberleşmenin telli, telsiz, yazılı, elektronik, dijital aşamalarıyla birlikte- savaşlarda “gerçekten” ne yaşandığı/yaşanmadığı iki önemli noktada ortaya çıkmıştır: İlki, bu “gerçeğin” dezenformasyon yoluyla yeniden şekillendirilmesidir. İkincisi ise, savaşlarda yaşananların telefon-bilgisayar ekranlarına naklen taşınmasıdır; bu “canlı” görüntülerde, canların nasıl alındığını hep birlikte izleriz (daha detaylı bilgi için bkz. sayfa 50 / Mehmet Tanju Akad). Kısacası, savaşlar öteden beri korkunçtur; ancak bunun ne denli korkunç olduğunu artık görerek, duyarak, evimizin içinde yaşamaktayızdır.
Sıcak muharebeye girmiş ve sağ kalmış bir insan, önceki hayatına bir daha dönemez. Öyle şeyler yaşamış-yaşatmış, öyle şeylere tanıklık etmiştir ki artık “normal” olmak imkansızdır. 1950-53 arasında Kore’de savaşmış gazilerden birkaçıyla tanışma-konuşma ve bunları yazma şansı bulmuş biriyim. Bu gaziler zaten çok az konuşuyor, genellikle susuyor ve gözlerinin netlik ayarını artı sonsuza alarak bakıyorlardı. Söyledikleri ortak şey ise şuydu: “Bizim yaşadıklarımız ne ki? Esas oradaki siviller perişan oldu. Hayatta kalanlar ölmekten beter oldu. Allah kimseye kendi ülkesinde savaş vermesin!”
Evet, bugün savaş bizim ülkemizde değil belki ama içimizde, evimizde, telefonumuzda, ekranlarda ve her tarafta. Acı ve travma, çoluk-çocuk herkesi kapsayan bir felaketi yaygınlaştırıyor. Umudumuz ve beklentimiz, şüphesiz bu savaşın yaygınlaşmaması, sona ermesi.
İşte bu trajik atmosferde, tarihî ve çok gurur verici bir yıldönümünü, cumhuriyetin 1 yüzyılı geride bırakan mirasını kutluyoruz. 100. yıl için hazırladığımız geçen sayımızın kapağında “Hep birlikte, ilelebet!” demiştik. Bugün de yine umudumuzu kaybetmeden haykırıyoruz: “Filistin yaşayacak!”